Öz: Bu çalışma, Hindistan ile Pakistan arasındaki çatışmalı ilişkilerin tarihsel gelişimini, nükleer silahların çatışma dinamiklerine etkisini ve 2025 yılında yaşanan güncel krizi analiz etmektedir. İki ülkenin sahip olduğu nükleer kapasitenin savaşları nasıl dönüştürdüğü incelenmekte; özellikle 2025 yılındaki “Operasyon Sindoor” bağlamında nükleer caydırıcılığın sınırları ve riskleri tartışılmaktadır. Sonuç kısmında ise, olası çözüm yollarına ve barışçıl bir gelecek inşası için önerilere yer verilmektedir.
Giriş
Hindistan ve Pakistan, 1947 yılında Britanya Hindistan’ın bölünmesiyle doğmuş iki egemen devlet olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Ancak bu bölünme süreci, beraberinde Keşmir ihtilafı başta olmak üzere kalıcı bir düşmanlık atmosferini doğurmuştur. Her iki ülke de tarihsel olarak çeşitli savaşlar ve krizler yaşamış, özellikle 1998’den sonra nükleer silahların devreye girmesiyle bu gerilim farklı bir boyut kazanmıştır.
Tarihsel Arka Plan: Keşmir Üzerindeki Mücadele
1947-1948 Savaşı: Hindistan ve Pakistan arasındaki ilk savaş Keşmir’in statüsü üzerinden yaşanmıştır. Savaş sonunda, Keşmir ikiye bölünmüş, fiili bir sınır olan “Line of Control” (LoC) oluşturulmuştur.
1965 Savaşı: Pakistan’ın Keşmir’de halk ayaklanması yaratma çabası Hindistan ile doğrudan savaşa yol açmış, Sovyetler Birliği’nin arabuluculuğuyla savaş sona ermiştir.
1971 Savaşı: Hindistan’ın Doğu Pakistan’a müdahalesiyle Bangladeş bağımsızlığını kazanmış, bu savaş Hindistan’ın belirgin üstünlüğüyle sonuçlanmıştır.
1999 Kargil Savaşı: Nükleer silahların gölgesinde gerçekleşen bu savaş, Pakistan askerlerinin Kargil bölgesine sızmasıyla başlamış, Hindistan’ın askeri üstünlüğü ile son bulmuştur.
Nükleer Denge ve Caydırıcılık Paradoksu
Nükleerleşme Süreci: Hindistan 1974’te ilk nükleer denemesini gerçekleştirmiş, Pakistan ise 1998’de cevap vererek nükleer güç statüsüne ulaşmıştır. Her iki ülke de nükleer güçlerini “minimum caydırıcılık” prensibiyle gerekçelendirse de, bu durum tam anlamıyla barışı getirmemiştir. Savaşların yerini artık düşük yoğunluklu çatışmalar, siber saldırılar ve hibrit savaş stratejileri almıştır.
Caydırıcılığın Sınırları: 2016 Uri saldırısı ve 2019 Pulwama saldırısı sonrası Hindistan’ın gerçekleştirdiği “cerrahi hava operasyonları“, nükleer dengeye rağmen doğrudan saldırı riskinin varlığını göstermiştir. Bu bağlamda, nükleer caydırıcılık, her zaman garantili bir barış getirmemektedir.
2025 Krizi: “Operasyon Sindoor” ve Nükleer Gölge
Saldırı ve Tepki: Nisan 2025’te Hindistan’ın Pahalgam kentinde gerçekleştirilen ve 26 sivilin hayatını kaybettiği terör saldırısı sonrası, Hindistan, Pakistan’ı suçlamış ve “Operasyon Sindoor” adı altında Pakistan sınırları içerisindeki hedeflere hava saldırısı düzenlemiştir. Pakistan, saldırıda 31 sivilin öldüğünü, 57 kişinin yaralandığını açıklamıştır. Ayrıca Hindistan’a ait 25 İHA’nın düşürüldüğü duyurulmuştur.
Siyasi ve Askerî Tepkiler: Pakistan Savunma Bakanı Khawaja Asif, bu operasyonun nükleer savaşı tetikleyebileceğini belirterek caydırıcılık sınırlarını zorlayan bir açıklamada bulunmuştur. Bu beyanlar, nükleer çatışma olasılığının hiçbir zaman sıfıra indirilemeyeceğini göstermektedir.
Uluslararası Reaksiyonlar: ABD, Çin, Birleşik Krallık ve Türkiye gibi aktörler taraflara itidal çağrısı yapmış, BM Güvenlik Konseyi ise olağanüstü toplanmıştır. Ancak mevcut diplomatik girişimler, tarafların karşılıklı güvensizlikleri nedeniyle somut bir çözüm üretememiştir.
Geleceğe Yönelik Perspektifler
- Kriz İletişim Mekanizmaları: Olası yanlış anlamaları önlemek amacıyla nükleer “kırmızı hat” benzeri sistemlerin yeniden canlandırılması ve sürdürülmesi gerekmektedir.
- Askeri Şeffaflık: Nükleer doktrinlerde ve askeri hareketliliklerde şeffaflık, caydırıcılığın daha öngörülebilir ve güvenli işlemesini sağlayabilir.
- Keşmir’de Demokrasi ve Katılım: Sorunun merkezindeki Keşmir halkının iradesine dayalı, katılımcı ve hak temelli çözümler, uzun vadede kalıcı barışın anahtarı olabilir.
- Sivil Toplum ve Bölgesel Diyalog: Akademisyenler, gazeteciler, sanatçılar ve gençlerin sınır ötesi etkileşimleri teşvik edilmelidir. Bu, toplumsal düzeyde güvenin yeniden inşasına katkı sağlayabilir.
Sonuç
Hindistan ve Pakistan arasındaki ilişkiler, nükleer silahların varlığı nedeniyle savaşın biçimini değiştirmiş ancak gerilimi ortadan kaldırmamıştır. 2025 yılında yaşanan Pahalgam saldırısı ve sonrasında gelişen olaylar, nükleer caydırıcılığın sınırlarına gelindiğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda, yalnızca askeri değil, diplomatik, sosyal ve insani çözümlere dayalı çok boyutlu bir yaklaşım benimsenmelidir. Aksi takdirde, bölgesel bir kriz, küresel bir felakete dönüşebilir.
Oğuzhan MANİOĞLU