GİRİŞ
Tarih boyunca tüm ciddi toplumsal ve siyasal hareketler, dahası ister devlet, isterse toplum tarafından gerçekleştirilmiş olsun büyük ölçekteki hareketler halk desteği ile gerçekleşmiş, buna karşın halkın desteğini almayan ve toplumu dönüştürmeyi amaçlayan bu tür hareketler ya başarısızlığa uğramış ya da kısmen başarılı olmuşlardır. Yakın tarihe baktığımızda, birbirine benzer ve ikincisi birincisinden oldukça etkilenmiş iki hareketi, 1789 Fransız Devrimi ve Türk Devrimi’ni bu anlamda örnek olarak vermek oldukça aydınlatıcıdır.
FRANSIZ DEVRİMİ VE (ATA)TÜRK DEVRİMİ
1789 Fransız Devrimi, Fransız halkının o günkü monarşi rejimine karşı başlattığı ve ‘Liberté, égalité, fraternité – Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik’ sloganı ile gerçekleşmiş bir devrimdi. Devrimin çekirdeğini oluşturan ve devrim boyunca Ancien Régime’e karşı en radikal eylemlerde bulunan sans-culottes (baldırı çıplaklar) grubunun 18. yüzyıl Fransız işçi sınıfından oluşması devrimin halk ayağıyla ilgili bir fikir vermektedir. Her ne kadar Robespierre öncülüğündeki Jakobenler tarafından bir ‘terör dönemi’ yaşanmış olsa da, Fransız Devrimi büyük ölçüde başarıya ulaşmış ve bu devrim Fransa’yı yeniden şekillendirmiştir. İşte Fransız Devrimi’nin nasıl ve neden başarıya ulaştığının yanıtı tamamen aşağıdan yukarıya, yani halktan yönetime doğru gerçekleşmiş olması, deyim yerindeyse Devrim’in – dönemin Fransız aydınlarının da etkisiyle- bizatihi halk tarafından gerçekleştirilmiş olmasında saklıdır.
Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen ve büyük oranda Fransız Devrimi’nden etkilendiği bilinen Türk Devrimi ise farklı bir kadere sahiptir. Özellikle laiklik ve materyalizm kavramları açısından Fransız Devrimi’nden etkilenen Türk Devrimi’nin Fransız Devrimi’nden farkı, aşağıdan yukarıya, yani halktan yönetime doğru olmaması, tam tersine yukarıdan aşağıya, yani yönetimden halka doğru gerçekleşmiş olmasıdır. Türk Devrimi’nin bu yapısı, halkın Devrim’le gelen hareketleri tam anlamıyla benimsemesini engellemiş, halkın bir kısmı bu yeniliklere ayak uydurmakta zorlanmıştır. Sadece gündelik hayatta değil, ideolojik bağlamda da meydana gelen bu değişiklikler sosyolojik olarak özümsenememiş, halkın bir kısmı ‘ümmetçi imparatorluk’ yapısından ‘laik devlet’ anlayışına, din temelli bir bakış açısından materyalist bir bakı açısına geçmekte zorlanmıştır. Bu da, Türk Devrimi’nin tamamen başarıya ulaşmasını engellemiş; bu konuda ancak kısmi bir başarı sağlanabilmiş, halkın bir kısmı bu ideolojik dönüşümün dışında kalmıştır. Bu durum, günümüz Türkiye’sinde dahi izler bırakmış, Devrim’in yukarıdan aşağıya yapılması toplumda bugün dahi hissedilen fay hatları oluşturmuştur. Toplumu dönüştüren hareketlerin halk desteğine ne kadar muhtaç olduğunu, dahası halk desteği olmadan bu tür dönüşümlerin başarıya ulaşma şanslarının ne kadar zayıf olduğu 1789 Fransız Devrimi ve Türk Devrimi karşılaştırıldığında görülebilmektedir.
Günümüzde ise benzer bir devrim yapılmaya çalışılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 40 yılı aşkın zamandır mücadele ettiği terör sorununu ortadan kaldırmak için ‘Terörsüz Türkiye’ hareketi bizzat devlet tarafından ortaya konulmuştur. Terörsüz Türkiye hareketinin teknik kısımları –terör örgütünün silah bırakması, atılacak demokratik adımlar, terör örgütünün talepleri, Komisyon’un terör örgütü lideri ile hangi şartlarda görüşeceği vb.- kadar bu konudaki halk desteği de tartışılmak zorundadır. Yukarıda da belirtildiği gibi, toplumsal dönüşüm hedefleyen hareketler halk desteğine muhtaçtırlar.
Şu ana kadar izlenen yol bunun bir devlet politikası haline getirilmesi, devlet yöneticileri ve bazı parti liderlerinin ‘bunun çözümü budur, bu konuda çözüme muhalefet edilmesi uygun değildir’ tarzındaki yaklaşımlarıdır. Oysa 1789 Fransız Devrimi ve Türk Devrimi örnekleri bize göstermektedir ki, böylesine geniş kapsamlı bir dönüşüm yine geniş kapsamlı bir halk desteğine muhtaçtır. Bu bağlamda konuyla ilgili olarak yapılan kamuoyu araştırmaları sürece olan halk desteğiyle ilgili bir fikir vermektedir. Örneğin, bir araştırma şirketi tarafından süreçle ilgili Temmuz 2025’de yapılan bir kamuoyu araştırmasında sürecin başarısız olacağını düşünenlerin oranı %58 civarındayken, terör örgütü liderinin ‘PKK’nın silahlı mücadelesini sona erdirdiğini ve örgütün feshedildiğini’ açıklamasını inandırıcı bulmayanların oranı %65 civarındadır. Yine aynı araştırmada, terör örgütü liderinin serbest bırakılmasına karşı çıkanların oranı da %71 civarındadır (https://www.gundemar.com/arastirmalarimiz/terorsuz-turkiye-arastirmasi-temmuz-2025). Bu oranlar göstermektedir ki, “Terörsüz Türkiye” hareketi geniş halk desteğinden oldukça uzak gözükmektedir. Yukarıda da örneklendirdiğimiz gibi, geniş halk desteğine sahip olamayan ancak toplumsal bir devrimi öngören hareketler ya başarısız olmakta ya da kısmen başarılı olabilmektedirler. Bu açıdan bakıldığında, devlet yöneticilerinin bu konuda halkı daha çok ikna etmek adına daha şeffaf bir süreç yürütmeleri, aynı zamanda toplumun taviz vermesinin çok zor olduğu konularda tekçi ve dayatmacı üsluptan vazgeçerek Türk toplumu ile uzlaşmacı bir yol izlemeleri gerekmektedir.
ÇÖZÜM JOSEPH NYE’IN ‘AKILLI GÜÇ’ TEORİSİ Mİ?
Peki, ‘Terörsüz Türkiye’ hareketi kısa vadede terörü sonlandıramazsa çözüm ne olabilir? Bu konuda ünlü siyaset bilimci Joseph Nye’ın oraya attığı ‘Sert güç – Yumuşak güç – Akıllı güç’ kavramları incelenmeye değer. Joseph Nye’ın devletlerin diğer devletlerle ilişkilerini şekillendirmek için kullanabileceği güç çeşitlerini açıkladığı bu teori bir devletin kendi içindeki terör hareketini ve bu hareketin kaynaklarını yok etmek için de uyarlanamaz mı?
Kısaca açıklamak gerekirse, Sert güç; Devletlerin diğer devletleri kendi istediği yönde davranışlara sevk etmek için askeri veya ekonomik tedbirler almak gibi sert yöntemleri içerirken, Yumuşak güç; Sert güç kullanmadan, karşı tarafta bir sempati yaratarak karşı tarafı sizinle aynı şeyleri istemeye yönlendirmek, diğer bir deyişle ‘karşı tarafı size ve isteklerinize sempati duyacak şekilde dönüştürmek’ olarak tanımlanabilir. Akıllı güç ise, Sert ve Yumuşak güçlerin birlikte kullanılması olarak tanımlanabilir.
Türkiye, terörle mücadelede yıllarca askeri yöntemleri, yani Sert gücü kullandı. Sert güç kullanılarak belli bir yol alınmış ve örgütün silahlı gücü ciddi şekilde yok edilmiş olsa da, görüldü ki sadece Sert gücün kullanılması terör örgütüne sempati duyan, eline silah almasa da terör örgütü ile aynı ideolojiyi paylaşan sempatizanları göz ardı etti. Unutulmamalıdır ki, terörle mücadele sadece eline silah almış terör örgütü üyelerini etkisiz hale getirerek değil, örgüte maddi ve insani kaynak sağlama potansiyeli olan ve ideolojik olarak örgütle aynı görüşleri paylaşan kişileri dönüştürmeyi de içermelidir. Bu bağlamda, Joseph Nye’ın ‘Akıllı güç’ kavramı son derece önemlidir.
Şu anda devam eden “Terörsüz Türkiye” hareketi göstermektedir ki, devletin bu konuda attığı her adım terör örgütü ve sempatizanları tarafından kazanılmış cepheler gibi kabul edilmekte, bu durum özellikle terör örgütü sempatizanlarını cesaretlendirerek toplumu psikolojik operasyonlara hazır hale getirmektedir. Bu nedenle, devlet, uzun vadede terörle mücadelede yeni bir politika belirleme mecburiyetindedir. Bu politika ‘Akıllı güç’ teorisinde olduğu gibi hem Sert, hem de Yumuşak gücü içermelidir. Devlet, yeni güvenlik konseptiyle hem yurt içinde, hem de yurt dışında terörle silahlı mücadeleyi en sert şekilde sürdürürken terör örgütü sempatizanlarının psikolojik operasyonlarına karşı da harekete geçmeli, örneğin sosyal medyada terör örgütü propagandası yapanlara karşı özel kanunlar çıkarılmalıdır.
Bu tür Sert güç kullanımlarının yanında asıl önemli olan toplumu şekillendirmek için Yumuşak güç enstrümanlarının kullanılmasıdır. Zira Sert güç eli silah tutan ya da terör örgütü propagandası yapan kişileri etkisiz hale getirmeyi amaçlarken, Yumuşak Güç ise hedef kitleyi dönüştürerek bu kişileri terör örgütüne sempati duymadan önce Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı kişiler haline getirecek, bu anlamda potansiyel terör tehdidini doğmadan ortadan kaldıracaktır.
Sonuç olarak, en başta belirttiğimiz gibi, gerekli halk desteğini almayan toplumsal dönüşümler ancak kısmen başarılı olabilir ve başarısız olurlar. Araştırmalar, Terörsüz Türkiye hareketinin gerekli halk desteğinden çok uzak olduğunu göstermektedir. Bunun çözümü devletin halk ile daha uzlaşmacı olması, toplumun kabul edemeyeceği şeyleri çözümün bir parçası olarak sunmaktan vazgeçmesidir. Uzun vadede ise devletin terörle mücadelede yeni bir strateji geliştirmesi gerekmektedir. Bu strateji ise sadece askeri mücadele içeren Sert güç kullanımı değil, aynı zamanda terör örgütü ile aynı ideolojik kodları taşımaya meyilli kişileri ülkelerine ve Türk toplumuna aidiyet hissedecek kişilere dönüştürmeyi amaçlayan Yumuşak güç kullanımı çerçevesinde olmalıdır.
Erol NAGAŞ
























































