“KORUYUCU HAT” VE “YENMİŞ EKİN YAPRAKLARI”…

upa-admin 11 Temmuz 2014 3.330 Okunma 0
“KORUYUCU HAT” VE “YENMİŞ EKİN YAPRAKLARI”…

İsrail-Filistin sorunu adıyla dünya kamuoyunun gündemine gelen yapısal sorunda, son iki günden beri devam eden çatışmalar, işi geometrik olarak başka bir boyuta taşımaya aday gözüküyor.

Haziran ayında İsrailli üç gencin Batı Şeria’da kaçırılması, günler sonra da cesetlerinin bulunması, İsrail-Hamas geriliminde süreci hızlı şekilde yeni bir aşamaya sürükledi. Zira Hamas-Fetih arasında Haziran başında kurulan “ortaklık hükümeti”, İsrail tarafından olumsuz karşılanmış, bu yaklaşımın Hamas’ı Batı Şeria’ya taşıyacağı endişesi doğurmuştu. 2007 Haziran’ında Hamas’ın Gazze’de “tek yanlı” kurduğu yönetim ile fiilen Filistin Otoritesi’nden ayrılması, sözkonusu tarihten beri Gazze’ye yönelik İsrail ablukası ve tecridini ortaya koymuştu. Bu bağlamda İsrail, 1993 Oslo süreciyle 1996’dan beri Filistin’de “tek muhatap” gördüğü Filistin Otoritesi’ni, 2007’de El Fetih’in siyasal kimliğinde ele aldı. Ne var ki, El Fetih’e karşı İsrail’in en önemli kozu, El Fetih’in Filistin’i resmen temsil etse de, somut olarak kapsayamadığı gerçeği üzerine yoğunlaştı. 2007 Kasım’ındaki Annapolis Barış Süreci’nden sonra 2009’da işbaşına gelen Obama yönetimi, yeniden bir süreç başlatamadı.

2007 Haziran tarihinden tam 7 yıl sonra, Hamas’ın 2014’te yeniden Filistin Otoritesi’nin içine girmesi, İsrail açısından sadece Gazze’de değil, Batı Şeria’da da artacak bir militan yapının risklerini ortaya koydu. Bu kuşkunun en somut yansıması da, İsrail’de kaçırılan ve öldürülen 3 gencin olayında görüldü. İsrail, bu tür kaçırmaların çoğalacağını, ülke içine dönük ve sivilleri etkileyecek “terör dalgaları”nın yoğunlaşacağını düşündü. Daha doğrusu, İsrail kamuoyunda “terör sarmalı” algısı yoğunlaştı.

Hamas’ın El Fetih’le “ortak hükümet” kurmasına yol açan siyasal zemin, örgütün gün geçtikçe bölgesel ittifaklarındaki tabanı kaybetmesiyle oluştu. 2007-2011 arasında İran’la siyasal işbirliğini arttıran Hamas, Şam’da yaşayan lideri Meşal’in Suriye-İran çizgisiyle yaptığı dayanışmayla, Doğu Akdeniz’de bir “İran levantını”, Hizbullah-Hamas ekseninde simgelemeye çalıştı. Hatta 2006’da İsrail-Hizbullah arasında II. Lübnan Savaşı yaşanırken, attığı roketlerle Gazze’den Hizbullah’a “dayanışma” gösterdi. Zaten bu durum, hem Hamas milletvekillerinin tutuklanmasına, hem de Hamas’ın Filistin Otoritesi’ndeki hükümetinin ve siyasal iktidarının düşmesine yol açtı. 2007’de Suudi Arabistan’ın desteklediği Hamas-Fetih “birlik hükümeti” ise, Hamas’ın Gazze’deki darbesiyle yıkıldı. Üstelik Filistin Otoritesi bölündü.

Türkiye’nin de, Mayıs 2010’da Mavi Marmara hadisesiyle, İsrail’le arasının bozulmasına yol açan “Gazze ablukası”, Hamas’ı “kontrol altına” alma girişimi olarak kaydedildi. Hamas, 2011 Mart’ında Suriye’deki “gecikmiş Arap Baharı” başlayınca, Suriye-İran çizgisiyle yürüttüğü dayanışmayı bitirdi. Meşal, Şam’ı terketti. Sonra da Katar’a yerleştiği iddia edildi. 2012’de Mısır’da iktidara gelen İhvan’la ittifaka giren Hamas, 2013’te Sisi’nin darbesinin ardından, Mısır’la da işbirliği yüzeyini kaybetti. Böylece, İran ve Mısır’la ilişkileri bozulan Hamas, El Fetih’le “ortaklık hükümeti”ne razı olmak durumunda kaldı.

Bununla birlikte, Hamas’ın İsrail’e yönelik “ılımlı bir siyaset” içine gireceği emaresi yoktu. İsrail’le yaşadığı savaşlarda, askeri olarak kayıp verse de, siyasal-toplumsal olarak güçlenen örgüt, bu sefer topyekün savaş stratejisi içine girdi. İsrail’i zaten kışkırtmak kolaydı. Elindeki yetersiz askeri altyapıyı İsrail’e karşı kullanan Hamas, sivil kayıplarla hem Filistin’deki gücünü, hem de dünya kamuoyu önündeki meşruiyetini sağlama olanağına öncekiler gibi kavuştu. IŞİD’in Ürdün’e yaklaşmasıyla askeri duyarlığı artan ve bölgesel savaş olasılığına hazırlanan İsrail, Hamas’ın Batı Şeria’daki çıkışlarıyla zaafiyet göstermek istemedi. 3 gencin öldürülmesinden sonra, Filistinli bir gencin Batı Şeria’daki “yerleşimciler” tarafından yakılarak öldürülmesi konusu, Hamas açısından da köprüleri atma nedeni oldu. IŞİD tehlikesi karşısında, İsrail Başbakanı Netanyahu, Golan Tepeleri’nden Eliat’a, bir başka deyişle Suriye sınırından Akabe Körfezi’ne kadar uzanan bir alanda, kilometrelerce süren duvar inşa etmeyi planladığını açıklamıştı, tıpkı Batı Şeria ve Kudüs arasına yaptırmış olduğu gibi. Netanyahu, IŞİD konusunda Ürdün-Batı Şeria arasındaki sınırın güvenliğini de İsrail’in sağlamaya devam etmesinin önemine dikkat çekmişti.

İsrail’in Hamas’a yönelik “koruyucu hat operasyonu”na, Hamas “yenmiş ekin taprakları” ile yanıt veriyor. Yaşanan süreç, 1987’deki I. İntifada ve 2000’deki II. İntifada’dan sonra, 2014’te III. İntifada’yı başlatır mı? Topyekün bir savaş mantığıyla, İsrail Gazze’ye “kara operasyonu” yapar mı? Hamas, Batı Şeria ve Gazze’den sonra Ürdün’de de, o güçte olmamasına karşın bir siyasal kalkışma çağrısı yapar mı? Yoksa yaşananlar, IŞİD’e mi yarar?

Gelinen noktada, soru işaretleri çoğaltılabilir. Yalnız, Suriye-Irak hattında olduğu gibi, Filistin Otoritesi’nin varlığı tehlikeye girerse, kontrol dışına çıkan “şiddet sarmalı”, daha büyük öfke dalgalarını tetikleyebilir. Arada Ürdün’ün de devlet olarak varlığı tehdit altına girebilir. Ortadoğu’nun “devletsizleşen” yapısında, Filistin sorununu istismar eden radikal İslamcı örgütler, bu zeminde, kendi otoritelerini, devletsiz geniş alanda dayatabilirler. İsrail’in “orantısız şiddet” girdabında, kendi gücüyle girdiği sınav, militan örgütler için önemli bir olanak yaratabilir. Hizbullah’ın Lübnan’dan “destek” atışları, İsrail için Suriye-Hizbullah bağlamında da bir savaş dalgası yaratır mı?

Tüm bu yaşananlar, bölgede uzun sürecek bir kaosun, devletsizliğin, terörün ve çaresizliğin işaretleridir. Yaşanan her bir hamle, bir sonraki “çaresizlik sarmalı”nı beslemektedir. Fatura da, yaşamlarını kaybeden masumlara çıkarılmaktadır. 

Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.