İSRAİL-FİLİSTİN SORUNU: SİLAHLAR SUSACAK MI?

upa-admin 13 Ağustos 2014 2.352 Okunma 0
İSRAİL-FİLİSTİN SORUNU: SİLAHLAR SUSACAK MI?

Gazze’de İsrail ordusu askeri operasyonlarını durduruyor. Tel Aviv açıklıyor ki, “Hamas”ın inşa ettiği yeraltı geçitlerinin hepsi yok edildi”. Ordu yönetimi askeri güçlerin Gazze’nin sınırları dışında yerleştirildiğini ve savunma pozisyonu tuttuğunu bildiriyor. Batı’nın büyük devletleri İsrail’in bu adımlarını desteklemeye devam ediyorlar. Aynı zamanda, sivil Filistinlilerin hayatını kaybetmesinden rahatsızlıklarını gizlemiyorlar. Ancak onlar tarafından Filistinlilerin korunması için somut adım atılmıyor. Bölgenin büyük devletlerinden sadece Türkiye’nin tutarlı ve kararlı çalışması gözleniyor. Diğerlerinin diplomatik, siyasi veya askeri aktifliği göze çarpmıyor. Bütün bunların arka fonunda İsrail-Filistin sorununun jeopolitik süreçlere etkisi aciliyet taşımaktadır.

Ortadoğu’da Jeopolitik Labirent: Gazze’den Çıkış Yolu Var mı?

İsrail-Filistin ilişkilerinin yeniden keskinleşmesine dünyanın siyasi çevreleri çok hassas tepki verdiler. Uzmanlar yaşananların sadece bölgesel çapla sınırlı kalmayacağı kanaatindedirler. Tel Aviv’in Gazze’ye karşı sert askeri önlemlere el atmasını küresel jeosiyasette gözlenen içerik değişikliği ile ilişkilendiren analistler de vardır. Dünyanın büyük devletleri sorunun çözülmesi için diplomatik etkinliklerini arttırdılar. 26 Temmuz tarihinde ABD, Türkiye, Katar, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Avrupa Birliği temsilcileri Paris’te meseleyi ele aldılar. Onlar ateşkes sağlanması için görüş alışverişinde bulundu.

Fakat bu görüşmede fikir ayrılığı kendisini gösterdi. Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier “İsrail kıyıları boş” cümlesi ile Yahudilerin durumunun umutsuz olduğunu söylemek istedi. Buna cevap olarak, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise “Sahiller boş değil, Filistinli çocukların cesedi ile doludur” diye cevap verdi (bkz.: Bakan Davutoğlu’nu kızdıran sözler / “Habertürk”, 29 Temmuz 2014).

Medya bu kısa diyaloğa Batı’yla Türkiye’nin soruna yaklaşımı arasındaki farkın ifadesi gibi bakıyor. İsrail’in çekinmeden uzun süre yoğun olarak Gazze’yi bombalaması ve sonra yüzey harekete başlamasının temel nedenini de, onun gizli olarak Batı tarafından desteklenmesinde görüyorlar. Oysa ABD ve Avrupa ülkeleri, Tel Aviv’in eylemlerine hak kazandırdıklarını söyledikleri fikirlerde vurguluyorlar. Onlar İsrail’in kendini savunma hakkının olduğunu ve bu esasta da Gazze’deki yeraltı tünelleri tamamen imha etmek zorunda kaldığını açık söylüyorlar. Bu hususlar, somut olarak Obama, John Kerry, Angela Merkel ve diğer Batı liderlerinin sözlerinde görülebilir.

İlginçtir ki, İsraillileri Batı’nın böyle bir konumu dahi tatmin etmiyor. Onlar Obama ve John Kerry`nin ateşkesle ilgili attıkları adımları sert şekilde eleştirdiler. Tel Aviv düşünüyor ki, başta ABD olmak üzere Batı dünyasının tamamen İsrail’in çıkarlarını savunması gerekiyor. Buna Washington ise sert tepki gösterdi. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Jen Psaki basın toplantısında İsrail yandaşlarını kastederek “Ortaklar ve müttefikler birbirine karşı böyle hareket etmezler” ve “Çok üzüldük” gibi ifadeler kullandı (bkz.: ABD İsrail’den gelen eleştirilere sert tepki gösterdi / “Anadolu Ajansı “, 29 Temmuz 2014).

Anlaşılan, burada Batı ülkelerinin ikili tutumundan kaynaklanan çelişkilere dikkat edilmelidir. Mesele şu ki, büyük devletler kararlı görüş bildirmedikçe karşı tarafın onlara olan güveni de azalır. Münakaşa eden taraflardan herhangi birini somut jeopolitik ve siyasi kriter olmadan savunma girişimi, kafalarda birçok soru işaretleri uyandırmaktadır. ABD İsrail’e, argo tabirle “vurmaya hakkın var” diyor, Filistinlilere ise “sivil halkın ölmesi doğru değil” mesajını veriyor.

Oluşan durumu ünlü Amerikan filozofu Noam Chomsky siyasi hassasiyetle nitelendiriyor. O diyor ki: “ABD Müslümanlara bir daha ihanet etti… İsrail’e askeri, siyasi, diplomatik ve ideolojik destek vermekle Filistinlilerin ölümünde sebepkarlardan biri oldu… İsrail’e karşı güçlü irade sergileyen ve haksızlıkla açık barışmayan tek ülke Türkiye’dir.” (bkz.: Chomsky’den Türkiye’ye Filistin övgüsü / “Habertürk”, 25 Temmuz 2014).

Bunların arka planında BM’nin tutumu da ilginçtir. Bu örgütün Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, taraflara başvurarak ön koşul koymadan silahlı çatışmaları durdurmayı önerdi. Başkan Obama ise ek olarak İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya liderleri ile ilişki kurarak, Gazze’de ateşkese ulaşmanın zorunluluğunu vurguladı (bkz.:Obama’dan telefon diplomasisi / “Habertürk”, 28 Temmuz 2014). 5 ülkenin liderleri, koşulsuz ateşkes ilan etmek hakkında anlaştı.

Şu anda İsrail’le Filistin’in “Hamas” ve “İslam Cihadı” hareketleri arasında 72 saatlik ateşkes kararı onaylandı. Kahire’de taraflar daha uzun süreli anlaşmanın koşullarını tartışıyorlar. Fakat İsrail’in Gazze’yi yerlebir etmesinden sonra sürekli ateşkesin tam anlamda barışa hangi koşullar çerçevesinde götüreceğini belirlemek zordur.

Stratejik Amaç: İyi Komşuluk veya Özel İddialar?

Gerçekte durumun ciddiyeti ateşkesin olmasıyla ölçülmüyor. Siyasi liderlerin İsrail-Filistin sorununu müzakere yoluyla çözmek yönünde etkinlik göstermeleri, kuşkusuz, olumlu bir durumdur. Fakat sürecin jeopolitik, siyasi, diplomatik ve askeri yönleri arasındaki yoğun bağlılık onun içeriğinin yeterince karmaşık olduğunu gösteriyor.

Burada bir ülkenin (İsrail) jeopolitik ve tarihi iddiaları ile küresel jeosiyasetin modern dinamikleri, dinlerarası ilişkiler, “Arap Baharı”ndan sonra bölgede oluşmuş mezhep ihtilafları, Ortadoğu’nun büyük devletlerinin nüfuz uğruna mücadelesi vb. gibi faktörleri dikkate almak gerekir. Uzmanlar “İsrail neden saldırdı?” sorusuna cevap ararken işte yukarıdaki hususlar üzerinde özel duruyorlar (bkz.: örn., Vittorio Dan Segre. Nelle vie di Gaza c’è in gioco il futuro di Israele / “İl Giornale”, 22 Temmuz 2014 ve Göktürk Tüysüzoğlu. İsrail Neden Saldırdı? / “TUİÇ Akademi”, 20 Temmuz 2014).

Bu açıdan bir takım faktörleri ayrıca vurgulamak gerekir. Her şeyden önce, “Hamas”la “Fetih”in ulusal birlik hükümeti kurmak konusunda anlaşmaya varmaları neden olarak gösterilir. Filistinlilerin bu adımı, hiç şüphesiz, tarihi önem taşıyor. Onun arkasında ise Hamas’ın Müslüman Kardeşler’in siyasi çöküşünden sonra sahnede tek kalması duruyor. Bu durum “Hamas”ı biraz önce uzaklaştığı İran’la yakınlaşmaya sevk etmiştir (bkz.: Göktürk Tüysüzoğlu. Gösterilen makalesi).

Öte yandan, Türkiye ve Katar’ın Hamas’a etkisi mevcuttur. Buradan Müslüman kuruluşların birleşmek arzusunun varlığı sonucunu çıkarmak mümkündür. Tel Aviv’i rahatsız eden asıl mesele bundan ibarettir. Uzmanlar bu bağlamda Netanyahu Hükümetinin Filistin lideri Mahmud Abbas’a “koalisyon hükümeti kurmaktan vazgeçin” mesajını göndermesini somut argüman olarak gösteriyorlar.

Müslüman kuruluşların Suriye ve Irak’ta ihtilaf içinde olmaları bilinmektedir. Onlar mezhep, siyasi ve ideolojik mensupluğa göre birbiri ile düşmanlık ediyorlar. “Irak ve Şam İslam Devleti” (IŞİD) ise daha sert davranıyor. Bu örgütün Müslümanları öldürmekte sınır tanımadığı bilinmektedir. Şimdi bile IŞİD savaşçılarının “İsrail’e karşı savaşacağız” demesi olağan olarak kabul edilmiyor.

Filistin’de tek ideolojik cephenin oluşumunu Tel Aviv “güçlü anti-İsrail cephesi”nin oluşumu gibi kabul ediyor. Askeri açıdan ise Filistinlilerin çok sayıda yeraltı tüneller inşa etmesini tehlike sayiyor. Bu yollarla Hamas, Mısır’a çıkış elde ediyor ve aynı zamanda, İsrail’e sızma şansı oluşuyor.

Ancak Batı’da hiç de herkes İsrail-Filistin sorununun keskinleşmesini yukarıda vurgulanan faktörlerle ilişkilendirmiyor. Örneğin, Fransa’nın “Slate.fr” yayını yazıyo kir, “İsrail İran’ın tuzağına düştü” (bkz.: Jacques Benillouche. Gaza: comment Israël est tombé dans le piège de l’Iran, via le Hamas / “Slate.fr”, 16 Temmuz 2014). Somut deyişle, Tahran Tel Aviv’in yeni İran füzelerine gösterebileceği direnişin seviyesini denetler.

İtalyan uzman Vittorio Dan Segre ise vurguluyor ki, “bu, sıradan Ortadoğu sorunu değil: bu, tüm dünyayı dengeden çıkarabilecek barut fıçısı”dır (bkz.: Vittorio Dan Segre. Gösterilen makalesi).

Öyle görünüyor ki, İsrail-Filistin sorunu bu aşamada bölgesel ve küresel çapta jeopolitik süreçleri ciddi etkileyebilen faktöre dönüşmüştür. Ortadoğu’da dini ideolojiye dayanan kurumların siyasi sahnede yeri netleşiyor. Batı onların anti-demokratrik karakterini yaratmaya çalışıyor. İsrail ise kurumların birleşmesini kendisine karşı doğrudan tehdit olarak görüyor.

Bunlar bölgede jeopolitik mücadelenin aslında yeni seviyeye kalktığını göstermektedir. Düşünmek mümkündür ki, faaliyetini islami ideoloji üzerine kuran siyasi kurumlar kendi aralarında ihtilafları gidermek aşamasına geçerler. Hatta “Hizbullah” “Hamas”a yardım önerdi. Bu süreçler bütün bölgenin jeopolitik manzarasını değişebilir. Örneğin, kaos ve belirsizliğin artması kendini gösterir. Büyük devletlerin Müslüman kuruluşların serbest siyasi faaliyet göstermesini sindirmeye hazır olduğunu düşünmek ise saflık olurdu.

Newtimes.az

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.