KKTC’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden çıkan sonuç, gerek Kıbrıs’ta, gerekse de Türkiye’de tartışılmaya devam ediliyor. Lefkoşa’nın eski Belediye Başkanı ve Toplumcu Demokrasi Partisi’nin eski liderlerinden Mustafa Akıncı’nın seçimin ikinci turda elde ettiği zaferin ne anlama geldiği noktasında ciddi bir kafa karışıklığı yaşanmaktadır. Nitekim bu kafa karışıklığı, “anavatan-yavru vatan tartışması” çerçevesinde kendisini gözler önüne sermiş ve Türkiye Cumhurbaşkanı ile KKTC’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı arasındaki anlaşmazlık medyaya da açıkça yansımıştır. Peki, KKTC’de böyle bir sonucun ortaya çıkmış olmasının nedenleri neler olabilir?
Her şeyden önce, adanın kuzeyinde yaşayan Türkler arasında çözüm yönündeki talebin, adanın güneyine ve hatta Türkiye’ye oranla çok daha fazla olduğu ortadadır. Zira bölgede yaşayan halk, siyasal, ekonomik, diplomatik ve hatta sosyo-kültürel anlamda ciddi bir dışlanmışlık içerisindedir. Satamadığı için üretemeyen/üretmeyen, Türkiye dışında dünyanın hiçbir ülkesinin tanımadığı bir ülkenin vatandaşı olarak diplomatik ve hukuki anlamda çok ciddi sınırlamalar ile karşı karşıya kalan ve Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB üyesi bir ülkenin toprağı olduğu ifade edilmesine karşın, herhangi bir şekilde AB’nin sunduğu olanaklardan yararlanamayan Kıbrıs Türkleri’nin, samimi olarak “değişimi” ve “çözümü” vaat eden ve bunu programına yerleştirerek propaganda yapan bir adayı desteklemeleri son derece doğaldır.
İkinci önemli neden ise KKTC’deki siyasal hayata yansımaları görülmeye başlanmış olan “yerli” ve “göçmen” ayrımıdır. Kuşaklardan bu yana Kıbrıslı olan Türkler ile, ekonomik ve özellikle bürokratik/askeri sebeplerle Türkiye’den adaya gelen ve yerleşenler arasında sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasal beklentiler arasında ciddi bir farklılık mevcuttur. Yerli Kıbrıslılar, adanın ekonomik potansiyelini kullanan, kendi kültürel özelliklerini yansıtan ve siyasal anlamda ayakları üstünde duran bir ülkenin parçası olmak istemektedir. Türkiye’den gelenler ise, adayı Türkiye’nin güvenliği üzerinden değerlendirmekte, adanın dışsal rekabete genel itibarıyla kapalı ekonomik yapısından kar elde etme çabası içerisine girmekte ve devlet bürokrasisi ya da üniversitelerde elde ettikleri kadrolar üzerinden geleceklerini temin etme anlayışına yönelmektedir. Yani Türkiye’den gelenler için, KKTC, Türkiye’nin doğal bir parçasıdır ve kendi toplumsal/siyasal kimliğine sahip olması gerekli değildir. İki toplumsal grup arasındaki bu ayrım, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışan adaylar çerçevesinde gözler önüne serilmiş durumdadır. Mustafa Akıncı, çözüm iradesine destek veren yerli Kıbrıslıların, Derviş Eroğlu ise mevcut konjonktürde çözüme uzak duran Türkiye kökenlilerin desteğini almıştır.
Üçüncü önemli neden ise psikolojik bağlamda ele alınabilir. Türkiye’nin, kendisinin yarattığı ve yalnızca kendisinin bağımsızlığını tanıdığı KKTC’ye ilişkin yaklaşımının diplomatik/siyasal eşitlik söyleminden uzak olması, mantıken dünyanın KKTC’ye olan bakışının da olumsuz etkilenmesine ve hiçbir devletin KKTC’nin bağımsızlığına sıcak yaklaşmamasına neden olmaktadır. Türkiye’nin, “yavru vatan” olarak tanımlayarak siyasal anlamda “küçümsediği” bir ülkenin diğer devletlerce tanınması ve bu ülkeye saygı duyulması mümkün değildir. Türkiye’nin, Kıbrıs Türklerine olan yaklaşımının, “sizi katliamdan biz kurtardık, bize minnet duymalısınız”, “zaten biz size ekonomik destek vermesek yaşayamazsınız, nankörlük etmeyin” tarzı toplumsal söylemler üzerinden ifadesini buluyor olması, Kıbrıs Türkleri’nin, Türkiye’ye karşı olumsuz bir tutum geliştirmesine ve psikolojik anlamda Anadolu Türklüğü’nden uzaklaşmalarına neden olmaktadır. Akıncı’nın seçim öncesi ve sonrası yaptığı açıklamalara yansıyan, Türkiye ile KKTC’nin “karşılıklı saygı ve kardeşlik” ilişkilerine dayalı ilişkiler geliştiren, ancak bağımsız/egemen iki devlet oldukları söylemi tam anlamıyla yerli Kıbrıslıların akıllarında olan düşünceyi yansıtmaktadır.
Dördüncü önemli neden ise dışsal bir faktöre dayalı olarak ortaya çıkmaktadır. Bilindiği üzere Kıbrıs açıklarında önemli oranda doğalgaz rezervi bulunmaktadır. Güney Kıbrıs Hükümeti de “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi ve tek temsilcisi” olarak görüldüğü/kabul edildiği için, bu kaynakları çıkarabilmek için çeşitli enerji şirketleriyle anlaşmalar yapmış ve sondaj işlemlerine de başlamıştır. Hatırlanacağı üzere, KKTC’nin buna cevabı ise Türkiye aracılığıyla bir NAVTEX yayınlamak ve Barbaros Sondaj Gemisi’ni bölgeye göndermek olmuştu. Kıbrıslı Rumların, Türkiye’yi ve KKTC’yi “saldırganlık” ve “uluslararası hukuku çiğnemek” ile suçlaması ve ardından da Ekim 2014 itibarıyla çözüm müzakerelerinden çekilmesi, uluslararası arenada, özellikle de bölgedeki doğalgazın çıkarılması ve Avrupa’ya aktarılması ile ilgili olan tarafları (AB, ABD, enerji şirketleri, vb.) sükût-u hayale uğratmıştır. Zira Kıbrıs meselesi çözülemediği için, Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesinden çıkarılacak petrol ve doğalgazın Avrupa’ya nasıl aktarılabileceği konusunda da soru işaretleri doğmaktadır. Nitekim bu kaynakların Batı’ya ulaştırılması hususunda en uygun (güvenli ve maliyeti düşük) güzergâh Türkiye’dir. Sorun çözüldüğü takdirde, gerek Kıbrıslı Türklerin Doğu Akdeniz’de sürdürülen “sondaj çalışmalarına” olan itirazı ortadan kalkacak, gerekse de Türkiye güzergâhı kullanılabilir hale gelecektir. Türkiye’nin Güney Kıbrıs ile birlikte çalışan ve sondaj çalışmaları yürüten enerji şirketlerine Türkiye pazarını kapatma ihtimalinin konuşulur olması dahi, TOTAL gibi bir enerji şirketini tedirgin etmiş ve TOTAL, adanın güneyindeki sondaj çalışmalarını durdurmuştur. Bu nedenle, AB, bölgenin kaynakları ile yakından ilgilenen enerji şirketleri ile Doğu Akdeniz’de Leviathan ve Tamar gibi önemli doğalgaz sahaları bulunan ve buralardan çıkaracağı gazı Kıbrıs gazı ile birleştirip Türkiye üzerinden Batı’ya sunmak isteyen İsrail de, Kıbrıs’ta “çözümden bahsedecek” isimlerin iktidara gelmesini desteklemektedir. Mustafa Akıncı’nın tamamıyla çözüme odaklanmış olması da, Batılı ülkelerin ve enerji şirketlerinin memnun olacağı bir isim haline gelmesini sağlamıştır.
Mustafa Akıncı’nın güvenilir, tecrübeli ve her şeyden önce “yerli Kıbrıslıların” eşitlik taleplerini dile getiren bir isim olması ve seçim öncesinde, tutarlı olduğunu belirtebileceğimiz bir program ortaya koyması, Kıbrıs Türkleri’nin ona oy vermesinde önemli bir faktör olmuştur. Uzun süre Lefkoşa-Türk Belediyesi Başkanlığı yapmış, Toplumcu Demokrasi Partisi’nde liderlik görevinde de bulunmuş, sosyal demokrat ve özgürlükçü bir isim olan Akıncı’nın halka umut veriyor olması, tıpkı Mehmet Ali Talat döneminde olduğu üzere, KKTC’de bir toplumsal/siyasal farkındalığın oluşmasına neden olmuştur.
Görüldüğü üzere, KKTC’de siyasal değişim talebinin altını kalın çizgilerle çizen birçok faktör bulunmaktadır. Bahsedilen faktörlerin üzerine yenileri eklenebilir. Ancak kanımca en önemli hususlar bunlardır. Bu bağlamda, değişim talebinin Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturttuğu Akıncı ile Kıbrıs’ta çözüme yönelik girişimler, 2004 yılında yaşanan o hareketli günlere öykünen yeni bir sürece eklemlenebilir. Bu bağlamda, anavatan-yavru vatan tartışması, KKTC-Türkiye ve KKTC-Güney Kıbrıs İlişkileri’nde yaşanabilecek/yaşanması beklenen yapısal değişime işaret eden bir gelişme olarak görülmelidir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU