AVRASYA ÜZERİNDE SATRANÇ OYUNU

upa-admin 22 Ağustos 2015 2.591 Okunma 0
AVRASYA ÜZERİNDE SATRANÇ OYUNU

Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan yerel çatışmalar, farklı birçok bölgede yaşanmış ve hissedilmiştir. Bölgesinde güçlü duran Türkiye de bu çatışmalardan etkilenmiştir. Türkiye, bu çatışmalara dolaylı olarak dâhil olmuş ve bu çatışmalar ülke ekonomisine büyük yükler getirmiştir. 1991 yılında Körfez Savaşı ile ortaya çıkan tehdit henüz bertaraf edilmeden, Türkiye’nin doğu komşuları Azerbaycan ve Ermenistan, yaklaşık yüz yıllık geçmişi olan bir sorun olan Dağlık Karabağ bölgesinde hak iddia eden konuma tekrar gelmişlerdir. 3 yıl süren bu savaş, halen “donmuş” bir şekilde devam etmektedir. Ayrıca, bölgedeki dengeleri ve diplomasiyi de haddinden fazla etkiler durumdadır.

Orta Asya ve Kafkasya, günümüzde uluslararası ilişkilerin merkezi konumundadır ve bu bölgede yer alan çatışmalar birçok ülkenin menfaatini de kapsar. Bu sebeple bu bölgedeki herhangi bir ihtilafa, Batılı ülkelerin, Rusya’nın ve Çin’in de dâhil olması beklenebilir. Peki, Türkiye’nin menfaati ne doğrultudadır?

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş felsefesinden yararlanarak yıllarca hiçbir ihtilafa taraf olmamıştır. Ancak, bölgenin istikrarı ve barışı için, arabulucu ve müzakereleri kolaylaştırıcı misyonundan da kati suretle vazgeçmemiştir. Türkiye, İran-Irak Savaşı’nda, hem İranlıların, hem de Iraklıların menfaatlerini, bahsedilen ülkelerdeki büyükelçiliklerinde korumuş ve kalıcı barışı aramıştır. Keza, Soğuk Savaş boyunca bir takım antantlar kurup, bölgedeki barışa ve istikrara öncü olmuştur.

Kafkasya bölgesi özelinde, Osmanlı İmparatorluğu zamanından beri getirdiği ilişkileri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile birlikte bölge üzerindeki tüm beklentilerinden vazgeçmiş, ama bölgeyi uzaktan takip etmeyi de ihmal etmemiştir. Bölge, Türkiye’nin çok yakınında olduğundan ötürü herhangi bir çatışma halini soğuk karşılamıştır. Bölge ülkelerinden Azerbaycan’ın Türkiye için tartışılmaz konumu ve etnik, kültürel, dini bağları, 1992-1994 Ermenistan-Azerbaycan Savaşı sırasında, Türkiye’nin Azeri tezleri üzerinde durmasını getirmiştir. Dağlık-Karabağ sorununun kanlı bir şekilde buzdolabına kaldırılması, 30 bin kişinin hayatını kaybetmesi, Azerbaycan’ın topraklarının yüzde yirmisinin Ermeni askerleri tarafından işgale uğraması ve bunun sonucunda kimilerine göre 600 bin,  Azeri kaynaklarına göre ise bir milyon insanın mülteci konumuna gelmesini getirmiştir.

Ermenistan ve Azerbaycan’ın çatışması sonrası ortaya çıkan Minsk Grubu’nun öne sürdüğü çözüm ve aynı yıl Türkiye-Ermenistan arasında oluşturulan protokol, barış umudunu bir nebze arttırsa da, uluslararası konjonktür barışa şans vermemiştir. Bilindiği üzere, 2009 yılı Türkiye diplomasisi açısından çok yoğun bir yıl olarak göze çarpar. Ermenistan ile yapılan protokol ve Brezilya ile birlikte girişilen İran’ın uranyum zenginleştirmeye yönelik iddialarını Batı ile ilişkilerinde normalleşmeye götürecek tarzda bir çözüm önerisi, sonrasında bir yıl içerisinde Arap Baharı ile birlikte Türkiye’yi içinden çıkamayacağı bir diplomatik krizler silsilesine oturtacaktır. 2011 yılında Suriye’deki iç savaşın işaretlerinin çıkacağı ana kadar bile, Türkiye durumu iyi kotarabileceğine güvenmiş ve etrafta oyun kurucu olduğu söylemleriyle boy göstermiştir. Hâlbuki  bu durumda Cumhuriyet döneminin en kaotik durumuna geleceğini  kimse öngörmemiştir. Dış siyasette önüne çıkan kâbuslar, iç siyasette de yakasına yapışmıştır. Bölgede, IŞİD ortaya çıkmış ve savaşılacak önemli bir düşman türemiştir. Türkiye’nin çok yakınında türeyen bu terör örgütü, 2001 yılında görülen El-Kaide tehlikesinden çok daha sıcaktır. Üstelik Libya’dan, Afganistan’a kadar irili ufaklı teröristleri kendine bağlamayı da bilmiştir.

Bu konjonktürde,  Türkiye, İran, Azerbaycan, Irak, Katar, Suudi Arabistan ve İsrail gibi aktörler, dış politikalarını bir revizyona tabi tutmaları gerektiğini anlamışlardır. Türkiye, her zaman bölgedeki dostu olduğunu belirttiği İran ile el altından mezhepsel bir çatışmaya girmiş, bu vesileyle kendini Suudi Arabistan ve Katar’ın desteği ve ittifakında bulmuştur. Bu üçlü Sünni ittifaka, bölgedeki radikallerin amansız düşmanı İsrail de katkı verecektir. Türkiye’nin uzun vadede yıpranmasına yol açacak bu ittifak, ilk etapta bölgedeki İran nüfuzunun azalması ve bölgede, Suriye, Irak ve Lübnan’daki İran yanlısı rejimlerin veya güçlü örgütlerin iktidardan düşmesiyle şekillendirecekleri tehlikeli bir oyunu hayata geçireceklerdir. Bu ittifakın ilk hedefi kesinlikle IŞİD olmamakla birlikte, bölgede istedikleri rejimleri kurma hevesleri ABD tarafından sekteye uğratılma ihtimali olsa bile, bu ihtimal P5+1’in İran ile geldiği nokta dolayısıyla düşünülebilir, zira ABD son tahlilde bölgedeki statükoyu kökten değiştirmeye yanaşmayacaktır. Uzun yıllardır var olan ittifaklarını bölgede yalnız bırakmayacaktır ki, bazı menfaatleri de çakışmaktadır. ABD de, Irak, Suriye ve Libya üzerindeki İran nüfuzundan yakınmaktadır. Bunların yanında önümüzde var olan ABD Başkanlık seçimlerinde, Cumhuriyetçi bir adayın seçilmesi ABD’nin yumuşak dış politikasında çok ciddi değişikliklere götüreceği kesin gibidir. Bölgeye tekrar asker yollayacak ABD, bu defa sırf Suriye ile kalmayacak, belki de yukarıda bahsedilen ittifaktan da kuvvet alıp Irak’la başladığını İran’la tamamlamak isteyecektir. Ancak bu tahlilde, Rusya ve Çin’i de denkleme sokmak gerekir. Rusya’nın Suriye üzerindeki menfaati şu an rejimin kalması yönündedir. Zira Rusya’nın Suriye’de demirlediği bir uçak gemisi mevcuttur.

Azerbaycan, kaosun hâkim olduğu bu bölgede hem Türkiye, hem de İran’ın menfaatleri olduğu bir ülkedir. Etnik ve kültürel yapı olarak her ne kadar Türkiye’ye benzeyip onu örnek alsa da, İran’ın da gözünü diktiği bir ülkedir.  İran, Azerbaycan üzerinden Kafkasya’da var olma mücadelesi verebilir. Azerbaycan ise, bağımsızlığa kavuştuğu yıllardan beri İran’ın kuzeyi ile alakasını yadsımamıştır. Bölgedeki ülkelerin birbirlerinin toprakları üstündeki iddiaları, bölgede kalıcı bir barışın temin edilmesini engeller konumdadır. İran, Azerbaycan’ı dini yollarla da etkisi almaya çalışmış, kendine yakın Şii dini grupları beslemiş ve kışkırtmıştır. Bununla kalmayıp, bölge dengelerini gözeterek Dağlık-Karabağ sorununda da Ermenistan’ın tezini destekler konumdadır.

İran’ın Orta Asya üzerinde kurguladığı nüfuzu gereği, Pakistan ve Afganistan’ın Amerikan tahakkümünden çıkması gerekmektedir. ABD, bölgeyi Sovyetlerin Afganistan işgalinden beri yakından izlemekte ve kalıcı ittifaklar kurmaktadır. Orta Asya, enerjinin ve insan kaynağının çoğuna sahiptir ve bölgede Çin-Pakistan-Hindistan üçgeni, tarihi anlaşmazlıklardan da yararlanarak, uluslararası ilişkilere damga vurmaktadır. Bölgede herhangi bir fark yaratmak istenirse, bu üçünden birine, dengeyi de dikkate alarak, oynamak gerekir. Rusya’nın Hindistan üzerindeki ekonomik çıkarları, Çin’in de devreye girmesiyle dengeyi Pakistan lehine çevirir ve ABD’nin de Pakistan üzerindeki menfaati ve bitmek bilmeyen ekonomik ve askeri yardımlarını da düşünürsek, bölge çok hassas bir vaziyettedir.

Afganistan’ın ve jeopolitik konumları dolayısıyla önemli addedilmeleri, İran açısından da önemlidir. Tacikistan’ın Acem kültürü ve tarihinden gelmesi, İran’ı o ülkede Rusya ile birlikte güçlü kılar. Belli noktalarda Rusya ile geçinebilen İran, olası bir kapasite enflasyonunda Rusya’yı kolaylıkla düşman edinebilecek bir evsaftadır. İran, Afganistan üzerinde de belli başlı hâkimiyet kurma çabaları, ABD’yi düşündürmektedir. Pakistan’ın bitmek bilmeyen terör sponsorluğu ve İran’ın bölgeye girmesi, ABD’nin yeni müttefikler araması yoluna gitmesine neden olacaktır.

İran’ın, geçenlerde yapılan ve başarıyla sonuçlanan müzakereler sonucunda ABD’nin istediği bir devlet yapısına evirilmesi çok da olağan değildir. İran, yaptırımların kalkmasıyla söylemlerini daha da güçlendirecektir. Şii gruplara ve radikaller verdiği desteği daha da arttıracaktır. Bun durum, bölgede Türkiye, Azerbaycan, İsrail, Suudi Arabistan, Katar gibi devletleri korkutacağı gibi, ABD’nin de geçmişten daha farklı bir politika izlemesine engel olacaktır. Henüz çözülmeyen Ukrayna krizi ile birlikte Rusya’nın Avrupa’da etkin olmak istemesi ve Orta Asya’nın dayanılmaz çekiciliği ile birleştiğinde, önümüzdeki çatışmalar Rusya-ABD-İran ekseninde yoğunlaşacak, Çin ve Hindistan’ın da dâhil olabileceği bir Güney Doğu Asya krizi, gömülmüş ve buzdolabına konmuş eski çatışmaların da kaldığı yerden devam etmesine sebep olabilir.

Yukarıda bahsedildiği gibi, Soğuk Savaş sonrası çatışmaların artması pek de öngörülen birşey değildi. Ancak çatışmalar arttıkça ve yeni devletler denkleme dâhil oldukça, önemli ittifakların kurulması gerçekleşecektir. Çatışmalar denge unsuru olarak kullanılacak ve ülkelerin diğer ülkelerin iç siyasetine dâhil olma heveslerini kabartacaktır. Maksat maalesef insanın değil, devletin bekasıdır.

Basri Alp AKINCI

KAYNAKLAR

– http://www.aljazeera.com.tr/dosya/kafkasyanin-acik-hesabi-daglik-karabag

– http://armedia.am/eng/news/22368/it-is-in-the-interests-of-iran-to-neighbor-republic-of-artsakh-and-armenia-rather-than-azerbaijan.html

– http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/1208/azerbaycan_din_kriziyle_bas_basa

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.