“BALKAN EKONOMİLERİ 1800-1914” ESERİ BAĞLAMINDA 1878-1914 YILLARI ARASINDA BALKAN ULUSÇULUĞU VE BALKAN EKONOMİLERİ İLİŞKİSİ

upa-admin 19 Eylül 2017 2.400 Okunma 0
“BALKAN EKONOMİLERİ 1800-1914” ESERİ BAĞLAMINDA 1878-1914 YILLARI ARASINDA BALKAN ULUSÇULUĞU VE BALKAN EKONOMİLERİ İLİŞKİSİ

“Balkan Ekonomileri 1800-1914” isimli eser, Bulgaristan, Sırbistan, Bosna-Hersek ve Karadağ’ın, Osmanlı son dönemindeki ve bağımsızlıklarının ilk yıllarındaki ekonomik süreçlerini incelemektedir. Siyasi değişime de bağlı olarak, ekonomik değişim her ülke için aynı şekilde ilerlememiştir. Bu nedenle, yazar, her bölgeyi ayrı başlıklarda değerlendirmiştir. Bölgesel ayrımın yanında, eserde temel ayrım zamansaldır. Eser, Michael Palairet tarafından iki ana bölüm halinde yazılmıştır. İlk bölüm 1790 ve 1878 yılları arasındaki değişimi anlatmaktadır. Eserin ilk bölümüne daha önce “’Balkan Ekonomileri 1800-1914’ Eseri Bağlamında 1790-1878 Yılları Arasında Balkan Ulusçuluğu ve Balkan Ekonomileri İlişkisi” başlıklı yazıda değinilmişti. Bu yazı, eserin 1878-1914 tarihleri arasını anlattığı ikinci bölümü hakkındadır.

Balkan Ekonomileri 1800-1914

Eserin ilk bölümünde anlatılanlar hakkında kısaca özet geçmek gerekirse; öncelikle Bulgaristan ekonomisi ve proto-sanayileşme sürecinden bahsetmek gerekmektedir. Bulgaristan’da, tımar sisteminin giderek yozlaşmasının da etkisiyle halk giderek dağlık yerlere yerleşmeye başlamıştır. Dağlık bölgelerde tarım arazilerinin az olması sebebiyle, halk, geçinmek için alternatif yollara başvurmak zorunda kalmıştır. Kadın işgücü ekonomiye katılmış ve tarım ve hayvancılık dışındaki iş kolları da gelişmeye başlamıştır. Palairet, bu durumu “Bulgaristan’ın sanayi Rönesans’ı” olarak açıklar. Sırbistan ise, Bulgaristan’ın geldiği proto-sanayileşme aşamasına gelememiş, fakat aşağıya doğru inen bir ekonomi grafiği sergilese de, uzun yıllar ekonomisini ayakta tutmayı başarabilmiştir. 1804, 1814 ve 1815 yıllarında çıkan isyanlar sonucunda, 1815 yılında Sırbistan’a sınırlı özerklik verilmek zorunda kalınmıştır. Bab-ı Âli’den özerklik alan Sırbistan’da, iktidar, uzun yıllar boyunca iki kişi arasında gidip gelmiştir. Siyasi çalkantı ekonomik gelişmelerin önünde engel teşkil etmiştir. Yaşanan orman katliamı ve ulaşıma önem verilmemesi nedeniyle ciddi ekonomik sıkıntılarla karşılaşmıştır. Bütün sıkıntılarına rağmen, Sırbistan, aynı dönemde Bosna ve Karadağ’dan çok daha iyi durumdadır. Bosna ve Karadağ’da yaşam şekli ve coğrafyanın durumu ülkeleri oldukça zor ekonomik koşullar altına sokmuştur. Bosna’nın zengin yer altı kaynaklarını kullanabilmek için Avusturya egemenliğini beklemesi gerekmiştir. Karadağ ise, Avrupa kıtasındaki en yoksul bölge olan Balkan coğrafyası içerisinde bile yoksulluğu ile bilinir hala gelmiştir.

1876 yılında Bulgaristan’da meydana gelen ayaklanmanın Osmanlı tarafından bastırılış şekli dünya kamuoyunu uzun süre meşgul etmiş, öldürülen Müslüman ve gayrimüslim sayısında oldukça farklı ve radikal iddialar ortaya atılmıştır. Öldürülen Müslüman sayısının 1.000 dolayında olduğu söylentileri -bu rakam kimi kaynaklarca doğru kabul edilse de, kimi kaynaklar abartılı rakamlar olduğunu belirtmektedir- büyük öç alma girişimlerinin yaşanmasına neden olmuştur. Müslümanlar arasında “Bulgar vahşeti” söylemleri, Bulgaristan içerisindeki “Osmanlı vahşeti” söylemleri bölgeyi kaynar kazana çevirmiştir. Rusya, karmaşayı fırsat bilip 1877 yılında Bulgaristan’ı işgal etmiştir. 1878 yılında imzalanan Ayastefanos Anlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu Balkan Yarımadası’nı terk etmiştir. Fakat Ayastefanos Anlaşması’nın uygulanabilirlikten uzak şartları Avrupa’da da kabul edilmemiştir. Anlaşma ile oluşturulan büyük Bulgaristan devleti Berlin Kongresi sonucunda daha küçük bir alanla sınırlandırılmış, Rusya Ayastefanos ile ele geçirdiği Balkan topraklarının yarısını Osmanlı Devleti’ne iade etmiştir (Palairet, 2000: 197).

Bağımsızlıktan sonra Bulgaristan’ın ilk yaptığı hareketlerden biri Müslüman toprak sahiplerinin elinden topraklarını almak olmuştur. Daha önce dağlık bölgelere çıkan halk, ovalardaki Müslüman nüfusun tasfiye edilmesiyle o toprakları işleyebilmek için tekrar ovalara inmeye başlamıştır (Palairet, 2000: 199). Nesiller boyu toprak işçisi olarak kalan Bulgarlar bile toprak sahibi olabilmiştir. Toprak sahibi olanlar açısından oldukça avantajlı görünen bu durum, ülkenin altın rezervlerini olumsuz etkisi etkilemiştir ve dış borçlanmanın artmasının sebeplerinden biri olmuştur. Yöneticilerin, bağımsızlık sonrası halkta sempati uyandırmak amacıyla vergi toplama işlemini geciktirmesi, vergi oranlarını düşürmesi ve hatta bazı bölgelerde hiç almaması, halkın vergilerini ödeyecek paralarla daha çok toprak almasına sebep olmuştur. Vergi alacaklarından doğan bütçe gediği gittikçe büyümüştür. Artık toprak sahibi olan halkın tekrar işçi olmak istememesinden dolayı, sanayide çalışabilecek işçi bulunmaz hale gelmiş ve işçi emeği ücretleri iki kat artmıştır. İşçi ücretlerinin özellikle hasat döneminde yüzde 117 artması tarımsal sistemin çökmesine sebep olmuştur. Köylüye boş toprakların ekilmesini zorlamak için getirilen, yapılan üretim kadar değil de, eldeki toprak kadar vergi alınmasını gerektiren yeni kadastro vergisi halkın toprağa bakış açısını değiştirmeye başlamıştır. Elindeki toprağı işleyemeyen köylüler zamanla bu toprakları elden çıkarmak ya da kiralamak yoluna gitmişlerdir. Kiralama konusunda da talep olmamasından dolayı kira tutarları düşük tutulmuş, devletin bütçesine kiralama nedeniyle giren para da azalmıştır. Daha önceleri bütçeye 19.100 kuruş kazandıran aynı miktar devlet otlağı 1879-1882 yılları arasında sadece 2.725 kuruş kazandırmıştır (Palairet, 2000: 200-204).

Dolaşımdaki fazla miktarda nakit para, kırsal yerlerde bile dükkân ve meyhanelerin artmasına sebep olmuş, lüks tüketim ürünler köy halkı içerisine girmiştir. Köylüler artık geçinmek için ürünlerini satmak zorunda olmadıklarından kendi tüketimleri kadar üretmişlerdir. Fazla üretim yapmak zorunda olmamak halkı tembelliğe itmiştir. 1879-80 döneminde yılda 150 gün tatil olmuştur. Bu tatillerde bütün üretim durmuştur (Palairet, 2000: 202). Zaman geçtikçe bağımsızlığın ilk yıllarında yaşanan, neredeyse vergisiz dönem sona ermiş, halka yeni vergiler yüklenmiştir. Vergi yükü altında kalan halk elindeki malları tasfiye etmeye başlamıştır. Çiftçi zaten borç yükü altında olduğu için, üretimi arttıracak makineleşmeye de gidememiştir. Ortak olan otlakların tarıma açılmasını bağımsızlığa kadar Osmanlı makamları engellemiştir. Bağımsızlıktan sonra otlakları koruyacak bir otorite kalmadığı için otlaklar tarıma açılmıştır. Hayvanların otlayacağı ortak alanların kalmaması sebebiyle hayvancılıkta da düşüş yaşanmıştır. Hayvancılığın düşmesi gübrenin de düşmesine sebep olarak tarımda verimliliği azaltmıştır. Verimliliği azalan tarlalarda yetişebilecek ürün çeşidi düşmüş, halkın büyük çoğunluğu sadece buğday ekmeye başlamıştır. Otoritelerin görüşlerine göre, sürekli buğday ekmek toprakta erozyona sebep olarak, toprağı daha da verimsizleştirmiştir (Palairet, 2000: 205-209).

Bağımsızlığın ilk yıllarında yaşanan ülke içerisindeki fazla nakit akışı ekonominin dengesini bozmuş, enflasyona neden olmuştur. Bu dönemde fiyatların genel düzeyi yüzde 70 artmıştır. Sadece iç tüketim için üretim yapılması ihracatı da durma noktasına getirmiştir. Müslüman nüfusun tasfiye edilmesiyle de nüfus hatırı sayılır miktarda azalmış, buna bağlı olarak iç tüketim de oldukça düşmüştür. Ticaret dışında zanaat da artık halkın ilgisini çekmez olmuş, Bağımsızlıktan önce bir Bulgar kenti olan Samokov’da 426 zanaatkâr varken, 1888’de sayıları 58’e düşmüştür (Palairet, 2000: 213-217). Bağımsızlık sonrası Bulgaristan’ın durumunu toparlayacak olursak, köylüler önce hızlı bir zenginleşme sonra bu hızlı zenginleşmenin getirdiği hızlı yoksullaşma yaşamış, genel olarak bağımsızlık öncesi durumlarından daha iyi durumda olamamışlardır. Ancak denge sağlandıktan sonra köylünün eskiye kıyasla durumunun bir miktar düzeldiği görülmüştür. Dağlardan ovalara göç Bulgaristan’ın proto-sanayileşme sürecini duraksatmış, ihracatı düşürmüştür. Kendine yetecek kadar üretimin yapılması ticareti de zayıflatmıştır. Ticaret alanında yaşanan gerileme, fabrika imalatı ile düzeltilmeye çalışılmış fakat iş gücünün pahalılığı ve talep azlığı nedeniyle planlanan gelişim sağlanamamıştır. Proto-sanayi aşamasından makineleşmiş üretime geçmek için temeller atılmış fakat işlerlik kazanabilmesi için bir süre daha beklemek gerekmiştir. Bağımsızlık, Bulgaristan için ilerleme yerine gerilemeye neden olmuştur.

Bulgaristan’ın bağımsızlığı sonrasında yaşananlar için Panagjurishteli bir tarihçinin söyledikleri özet niteliğindedir: “Kent, refah ve geleceğini, vatanın kurtuluşu uğruna kurban etmişti.” (Palairet, 2000: 229). 1878 yılında yapılan Berlin Anlaşması, sadece Bulgaristan’ın kaderini değiştirmemiştir. Aynı zamanda Habsburg Hanedanı da uzun zamandır planladığı egemenliği Bosna-Hersek üzerinde kurabilmiştir. Avusturya ve Macaristan’ın ortak yönetimi altındaki Bosna-Hersek, 1908 yılında resmen işgale uğramış, 1918 yılına kadar Habsburg’un “uygarlaştırma misyonu” planları ile şekillendirilmiş bir devlet olarak kalmıştır (Palairet, 2000: 231). Habsburg, kendi yararını düşünse de, bu sürecin Bosna’nın sanayileşmesi üzerinde faydaları oldukça fazladır.

Avusturya, ilk iş olarak toplumda sempati yaratmak amacıyla ondalık vergiyi yüzde 12,5’ten yüzde 10’a düşürmüştür. Fakat uygulamada, indirim yüzde 2,5’lik farktan daha az olmuştur. Olası bir tepkiden dolayı köklü bir toprak reformuna da girişmeyen Avusturya yönetimi, Bosna tarımında sorun yaratan Safer yasasına göre toprağı işlemeye devam etmiştir. Hayvan yetiştiriciliğinin önemli bir gelir kaynağı olması nedeniyle toprakların büyük bölümü nadasa bırakılıp bu süreçte otlak olarak kullanılmıştır. Bazı tarihçiler, bu nadasa bırakma işleminin sadece hayvancılıkla ilgili değil, “köylülerin tanrı vergisi ağırkanlılığı ve böylelikle efendilerinin gelirini azaltmakta olduklarını bilmekten kaynaklanan muzip bir keyif” ile ilgili olduğunu da belirtmiştir. Yönetim, büyük çiftlikleri bölüp, küçük topraklar halinde işlenmesi taraftarı olsa da Müslüman toprak sahiplerini bu uygulamaya ikna edememiştir. Birinci Dünya Savaşı’na kadar kişi başına düşen tarımsal üretim bağımsızlıktan önceye göre ortalama yüzde 11,5 azalmıştır (Palairet, 2000: 232-237).

Bosna hayvancılığı, Avusturya yönetimi döneminde bazı zorluklarla karşılaşmıştır. Sorunlardan ilki, canlı hayvan varlığı artı ürün kısmının neredeyse hepsinin Avusturya-Macaristan’a gönderilmesidir. Bunun dışında, gümrük vergisi muafiyeti olsa da veterinerlik açısından konan sınırlamalar yüzünden çoğu yıl canlı hayvan ticareti durma noktasına gelmiştir. 1895 yılına kadar canlı hayvan piyasasında sadece domuz ticareti olumsuz durumların dışında kalmış, yıllar geçtikçe ihracatta rekor seviyelere ulaşılmıştır. 1895 yılında domuzlarda hastalık olduğuna yönelik yapılan şikâyetler bu ticaretin de durma noktasına gelmesine neden olmuştur (Palairet, 2000: 240-241). Sıkça atfedilen Bosna’nın zengin yer altı kaynakları, Habsburg yönetimi altında tepeden inmeci bir zihniyetle sanayiye kazandırılmıştır. Bu faaliyetlerin asıl amacı Avusturya için ham madde kaynağı oluşturmaktır. Her ne kadar amaç Bosna’nın yararına olmasa da, süreç çoğu zaman Bosna’nın yararına işlemiştir. Demiryolları yapımına büyük önem verilmesi ile sanayileştirme faaliyetlerinin ilk adımı atılmıştır. Özellikle büyük işletmeler devletleştirilmiş, yeni sanayi sektörleri geliştirilmiştir.

Bosna’da en önemli sanayi sektörü kereste sanayii olmuş, onu maden ve metalürji sanayii takip etmiştir. Kereste sanayii gelişme hızı ile uluslararası piyasalarla rekabet edebilecek konuma gelmiş, hatta tehdit olarak bile görülmeye başlanmıştır (Palairet, 2000: 251). Aynı dönemde komşu ülkelerdeki sınai gelişmeye kıyasla Bosna oldukça ileri bir düzeyde olmuştur. 1907 yılında Bosna, Sırbistan’ın 1910 yılındaki sanayileşme düzeyinden 3 kat, Bulgaristan’ın 1910-11 dönemindeki sanayileşme düzeyinden 5 kat fazla sanayileşmiştir. Takdire şayan bir ilerleme olsa da 1890’lı yılların başında gelişme dalgalı bir seyir izlemiş, sonra hızlı bir şekilde gelişip 1906 yılında hızlı bir düşüşe geçmiştir (Palairet, 2000: 254-255). Habsburg yönetimi, Bosna’da bütçe fazlası yaratarak kendi işgal masraflarını ödemek amacında olmuşlardır. Fakat Bosna’nın sanayileşmesinden sorumlu Kont Benjamin Kallay yarattığı ilerlemeci politikalarla Avusturya’nın bütçe açığı kapatma amacını bir kenara bırakmış ve hatta sanayileşme sürecinde yapılan masraflarla açığı arttırmıştır. 1906 yılında, sanayileşmede yaşanan hızlı düşüşün nedeni de Kallay’ın halefinin, Kallay’ın yolunu izlememesidir.

1860-70 yılları arasında Rusların yardımıyla ordusunu yenileme faaliyetlerine girişen Karadağ Prensi Nikola, ordusunu yenilediği ölçüde yayılmacı fikirleri de ateşlemiştir. Yayılmacılık iştahının kabarmasında Rusların etkisi de kaçınılmazdır. Hersek’teki ayaklanmaya ön ayak olan Karadağ, 1875-1878 yılları arasındaki olaylarda da Osmanlı’ya karşı büyük askeri başarılar yakalamıştır. Bu başarılarının mükâfatını Berlin Konferansı’nda topraklarını yüzde 87 büyüterek almıştır. Yeni katılan topraklar eskilerine kıyasla daha bereketli olmuş, üzerinde yaşayan halkın büyük çoğunluğu da Müslüman Arnavutlardan oluşmuştur (Palairet, 2000: 241-242).

Ülke sınırlarına yeni topraklar katılması, eğer doğru düzenlemeler yapılmazsa ülkenin yıkımına bile yok açabileceğini tarih birçok örnekle göstermiştir. Karadağ için de durum farklı olmamıştır. Yıkılma sürecine götürmese de, Balkanlarda bile yoksullukları ile ünlü Karadağ halkını daha müreffeh bir hale getirmemiştir. Yoksulluk sorununu çözemeyen Prens Nikola, yayılmacı politikasında şekil değiştirerek, artık ülke içerisinde para kazanma imkânı olmadığını düşünen halkın, diğer ülkelere göç etmesini kolaylaştıran bir politika izlemiştir. Zamanla Karadağ halkının dış göçü ekonominin sürdürülmesini sağlayan en önemli unsurlardan biri haline gelmiştir. Dış göç haricinde, Arnavutluk toprakları üzerindeki emperyalist düşünceler de devam etmiş, 1910 Arnavut ayaklanması, Kuzey Arnavutluk’u işgal etmek isteyen Karadağlılar için mazeret olmuştur. 1912-1913 Balkan Savaşları sonrasında ele geçirilen Arnavutluk toprakları, daha önce katılan toprakların yarattığı sorundan çok daha fazla soruna neden olmuştur. Ülkeye katılan yeni, farklı ve yoğun nüfus, “çalışmayı sevmeyen” Karadağ halkı için, “onlar adına çalışabilecek köleler” olarak görülmüştür (Palairet, 2000: 244-245). Buna rağmen ülke, eskiye nazaran modern iktisadi yaşama ayak uydurmak için çaba göstermeye başlamış, ülkede birkaç fabrika açılmıştır. Avusturya’nın Bosna’ya yaptığı ekonomik hamleleri Karadağ, İtalya’nın Karadağ’a yapması için çabalamıştır. Bosna kadar yoğun olmasa da, dış sermayeli(İtalya) ilerleme Karadağ’da da sağlanmıştır. Bölge ekonomisindeki Avusturya hâkimiyetini delmek için Sırbistan tarafından da desteklenen demiryolu projesi 1909 yılında tamamlanmıştır. Girişilen çabalara rağmen ekonomik kalkınma hedeflenen ölçüde gerçekleşememiş, bireysel girişimin olmaması sadece dış kaynaklı girişim gelişmenin sürdürülmesini sağlayamamıştır (Palairet, 2000: 272-276).

Bosna ve Karadağ gibi proto-sanayileşme aşamasını geçirmemiş ekonomilerde kurulan fabrikaların makine donanımı dönemin ileri teknolojileri olmamıştır. Avrupa’daki gelişmelerden uzak gerçekleşen makineleşme eldekilerin değerlendirilmesinden öteye gidememiş, zorunlu ihtiyaç olmayan makineler ilgi çekmemiştir. Teknolojinin durumu hakkında da bulanık bilgilere sahip olan girişimci, gelişim için çaba göstermemiştir (Palairet, 2000: 321-322). Bosna ve Karadağ için söylenen “Dinar tipi toplumsal yaşam”ın getirdikleri, bireysel girişimin önündeki en büyük engel olmuştur. Sanayinin gelişmesine engel toplumsal yapı mevcuttur. Bu ülkelerdeki ilerlemeler –ki Karadağ için bahsedilmeye değer bir sanayi ilerlemesi pek yoktur- tamamen dış sermayeyle ve tepeden inmeci şekilde gerçekleşmiştir. Bosna’nın en çok gelişim gösterdiği Kallay döneminde, Kallay Bosnalılara “büyük ve güçlü bir ulusun parçası oldukları” düşüncesini aşılamaya çalışmıştır. Dinsel ve etnik köken farklarını “büyük ve güçlü ulusun üyesi olma” potasında eritmelerini istemiştir.

Avusturya-Macaristan veliahdının Saraybosna’da Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip’in silahından çıkan kurşunla öldürülmesi dünya tarihini değiştirmiştir. Genelde Bosna’nın ekonomik ve sosyal durumuna bir tepki olarak yorumlanan bu olaya, yazar Palairet’in yorumu daha farklıdır. Palairet, bu suikastın ekonomik kaygılarla değil, “cumhuriyetçi, kilise karşıtı ve anarşist içgüdülerle” yapıldığını düşünmektedir. Bu nedenle, suikastın Avusturya-Macaristan’ın Bosna’da uyguladığı “uygarlaştırma misyonunun” başarısızlığını göstermeyeceğini savunmaktadır. Bosna’nın ayaklanacağına dair umutlar gerçekleşmemiş, aksine ülkede Sırp karşıtı hareketler çoğalmıştır (Palairet, 2000: 269-270).

Çalışmanın ilk bölümünde bahsedilen, 1878 yılına doğru gelişmeye başlayan Sırbistan’ın tahıl ürünleri ve erik ticareti hacmi, 1878 yılından sonra da gelişimine devam etmiştir. Daha önce tahıl ihraç etmeyi bir hakaret olarak köylüler için artık tahıl ihracatı önemli bir gelir kaynağı haline gelmiştir. Azalmaya devam eden domuz ihracatı, 1878 yılında Macaristan sınırında karşılaştığı müdahalelerle durma noktasına gelmiştir. Macaristan yeni koyduğu kurallarla sadece belli bir ağırlığın üzerindeki domuzların geçişine izin vermiştir. Macaristan bu yolla kendi domuz yetiştiricilerini korumak istemiştir. Semirtilmiş domuz ihracatı yapamayan, sadece cılız hayvan ihracatı yapabilen Sırbistan için bu kural ihracatın durmasına denk anlam taşımıştır. Bu durum o kadar ciddi bir hal almıştır ki özellikle 1906-1910 yılları arasında Macaristan ile ciddi bir ekonomik savaş yaşanmıştır (Palairet, 2000: 343, 349). Demiryolu ağlarının gelişimine gereken önem verilmemiş, bu durum da ticaretin önünde önemli bir engel olmuştur. Söz konusu dört ülke içerisinde demiryolu ağlarının gelişimi açısından Sırbistan son sırada kalmıştır 378. Sanayide bireysel girişim ve devlet teşviki konusunda da diğer ülkelerde farklı olmamış, yabancı sermaye ağırlıklı gelişim sağlanmıştır (Palairet, 2000: 378-379).

Sanayi yatırımları konusunda Bulgaristan ve Sırbistan’ın önündeki en büyük engellerden biri ülkedeki yabancı düşmanlığı ve yolsuzluklardır. Sırbistan’da daha belirleyici olan bu durum, yabancı sermayenin ülkeye gelmemesine, gelebildiği durumda da kısa süre sonra çekilmek zorunda kalmasına neden olmuştur (Palairet, 2000: 380). Sırbistan’ın diğer ülkelere kıyasla daha şiddetli hissettiği sorun, nüfus yoğunluğunun artışıdır. Nüfusun artmaya başlamasıyla kişi başına düşen toprak miktarı azalmıştır. Bulgaristan’da da benzer sorun yaşanırken, Bulgaristan 1878’de ülkesine kattığı yeni toprakları tarıma açarak sorunu gidermeye çalışırken, Sırbistan böyle bir imkanı olmadığı için mevcut topraktan daha fazla verim alma yoluna gitmiştir. Bu durum ileri tarım tekniklerinin gelişmesini sağlamış, 1878 öncesi en fazla tarım üretimi yapan Bulgaristan’ı 1878’den sonra Sırbistan geçmiştir (Palairet, 2000: 390-391).

Sırbistan yönetiminin kırsal yaşam için kaygısı, köylünün borçlanmaya başlaması olmuştur.  Yönetimin isteği, köylünün kendi ihtiyaçlarını kendi karşılaması ve sadece tarım ve hayvancılıktan elde edilemeyen tuz, şeker gibi zorunlu ihtiyaçların satın alınmasıdır. Köylüler arasında gittikçe artan lüks tüketimde suçlu köy dükkânları olarak ilan edilmiş ve belirli ürünler dışında köy dükkânlarında ürün satışının yapılması yasaklanmıştır. Belirlenen ürünler basit temel ihtiyaçlar, tarım aletleri ve basit ev eşyaları olmuştur. Bu yasak, köylülerin daha çok para kazanma güdülerinin körelmesine neden olmuş, üretimde artı ürün istenilen düzeye ulaşamamıştır (Palairet, 2000: 354-356).

Eğitim olanaklarına bakılacak olursa, ilk çalışmada sıkça bahsedilen Bulgaristan’ın ulusal eğitim reformu bu dönemde de etkisini göstermeye devam etmiştir. Okuryazar oranının en yüksek olduğu ülke Bulgaristan olurken, sanayileşme oranının en yüksek olduğu Bosna’da okuryazar oranı çalışmanın mevzubahsindeki bütün ülkelerden çok daha geride kalmıştır. Sırbistan’da ise eğitim yaşlı nüfus için bir kayıp olarak, genç nüfus içinde çiftçilikten kaçış olarak görülmüştür. Dönemin Sırbistan meclisinin eğitime verdiği önem damıtma işlemini vergilendirmeden önce okul kitaplarına vergi konmasından anlaşılabilmektedir (Palairet, 2000:361).

1900-1910 yılları arasında Balkan ekonomilerinde genel bir toparlanma yaşanmıştır. Yavaş da olsa dünya ekonomik sistemleri ile uyum sağlama çabaları görülmüştür. Yazar Palairet, özet ve sonuçlardan önceki bölümü Osmanlı’nın Avrupa topraklarına, Makedonya ve Trakya’ya ayırmıştır. Balkan ulusçuluğu açısından bölüme bakacak olursak, Makedonya’daki gelişmeler daha çok dikkat çekmektedir.

Makedonya ovalarındaki arazinin büyük çoğunluğu Arnavutlar ve Türklere ait olmuştur. Fakat toplumda bütün arazi sahipleri Türk olarak tanımlamak adet halini almıştır. 1900’lü yıllarda arazi sahipleri genelde arazilerinin başında olmamış, mülklerinin yönetimini subaşı olarak adlandırılan kâhyalara bırakmışlardır. Makedonya’da genel olarak büyük ölçekli tarım 1912 yılına kadar verimli olmaya devam etmiştir. Tütün, afyon ekimi ve gezici hayvancılık genel gelir kaynaklarından olmuştur. Makedonya’nın diğer Balkan ülkelerinden ayrılan en önemli noktası, kentsel nüfus yoğunluğu olmuştur. 1878 sonrasında yaşanan Bulgar ekonomik gerilemesi ile piyasadaki Bulgar kumaşlarının yerini Makedon kumaşları almıştır. Makedonya’da el emeği ücreti oldukça düşük meblağlarda kaldığı için makineleşme ihtiyacı duyulmamıştır. Başlangıçta piyasa için olumlu olan emek ücretinin düşüklüğü, uzun vadede özellikle tekstil sanayinin gelişimine ket vurmuştur. 1878 yılından sonra yavaş yavaş pamuk ipliği fabrikaları özellikle Selanik çevresinde kurulmaya başlanmıştır. 1912 yılına gelindiğinde, Selanik büyük bir sanayi kenti halini almıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun iplik üretiminin yaklaşık yarısı Selanik’te gerçekleşir hale gelmiştir (Palairet, 2000: 392-402).

Özet olarak bir değerlendirme yapılacak olursa, dünün Osmanlı vilayetleri veya eyaletleri, bugünün bağımsızları olan acemi Balkan devletleri iktisadi, siyasi ve sosyal birçok sıkıntıyla karşılaşmıştır. Bağımsızlık sonrası nüfus dağdan şehirlere ve köylere inmiş, şehirlerde artan nüfus ve savaşta kaybedilen yetişkin nüfusuyla birlikte ekonomik hayatı olumsuz etkilemeye başlamıştır. Bağımsızlıktan sonra Balkan ekonomisinin temel direği olan köylüler birer vatandaş olmuş ve mümkün olduğu kadar çok mülk elde etmenin peşine düşmüştür. Ormanlar ve yaylalar bu şekilde tahrip edilmiştir. Yaylaların tahribi 300 yıldır geleneksel olarak devam eden yayla hayvancılığını krize sokmuştur. Ayrıca ülkelerin sınırlarının değişmesiyle bazı sınırlar yaz otlaklarını kış otlaklarından ayırmıştır. Yayla hayvancılığı zamanla bitme noktasına gelmiştir. Kısaca bağımsızlık, toprak işçisine yaramamış, ona ek zorluklar getirmiştir (Mazower, 2014: 77-80). Mazower’in deyişiyle; “Bağımsızlık savaşları Balkan köylüsünün kazandığı son zaferdi. Sonuçta köylünün siyasi zaferi iktisadi çöküşle son bulmuştur.”(Mazower, 2014: 81). Siyasi bağımsızlık yüzyıllardır alışılan Osmanlı ekonomik düzeninden hızlı bir vazgeçişe neden olmuştur. Halkın yeni duruma uyum sağlaması ise aynı hızda gerçekleşememiştir.

Yaşanan gelişmeler göz önüne alındığında, Rusya başta olmak üzere diğer büyük devletlerin etkileri göz ardı edilmeden, Balkan ulusçuluğu Osmanlı’ya karşı fakat Osmanlı sayesinde gelişmiş denilirse çok yanlış bir tanım olmayacaktır. Nitekim İlber Ortaylı da aynı tespiti ortaya koymaktadır. Balkan milliyetçisini Ortaylı şöyle tarif etmektedir: “…Kimdir Balkan milliyetçisi? Balkan milliyetçisini Osmanlı yaratmış denilebilir. Kalıplaşmış sınıfların ve sınıf kültürünün olmadığı yerde; köyden çıkma kabiliyetli genç, şehirli esnafın çocuğu, cevval ve hatip bir papaz, 18-19. Yüzyıllarda doğan milli aydın sınıfların üyeleridir.” (aktaran Öksüz, 2015: 3384)

Osmanlı Devleti’nden yaşanan kopuşlar Balkan devletleri için umulduğu gibi huzur ve sükûnet getirmemiş, aksine bölgede ateşe odun atılmıştır. Küçük küçük bölünen ve kendince bu kurtlar sofrasında ayakta kalmaya çalışan devletler sadece büyük Avrupalı devletler için değil, kendi içlerinde de diğerlerini bir av ve genişleme sahası olarak görmüşlerdir. Kitabın çerçevesi gereği yazarın iddiasını özetlemek gerekirse, Balkan devletleri Osmanlı İmparatorluğu’nun, “siyasi ve ekonomik zulmüne” karşı çıkarak ulusçu düşünceleri körüklemişlerdir. Halka bağımsızlıkla birlikte bütün sorunların çözüleceği, zenginlik içinde yaşanılacağı vaat edilmiştir. Nitekim Bulgaristan bağımsızlığının ilk yıllarında çok plansız bir şekilde sözlerini tutmaya çalışmış fakat bunların bedeli çok ağır ekonomik kayıplar olmuştur. Hayal edilen ekonomik gelişmenin sağlanması için gerekli olan şeyin bağımsızlıktan daha önce, verimli üretim ve girişimci toplum olduğu savaşlarda çok insanın canına bedel olarak anlaşılmıştır.

 

Özge KOBAK

 

 

 

KAYNAKÇA

  • Mazower, Mark, Bizans’ın Çöküşünden Günümüze Balkanlar, (Çev. Ayşe Ozil), İstanbul: Alfa Basım Yayım, 2014.
  • Öksüz, Hikmet, “Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı Öncesi Balkanlarda Yaşamış Olduğu Siyasal Süreç”, Yeni Türkiye Dergisi Rumeli Balkanlar Özel Sayısı-III, 21/68, 2015, ss. 3382-3394.
  • Palairet Michael, Balkan Ekonomileri 1800-1914 (Çev. Ayşe Edirne), İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2000.

 

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.