Kasım Süleymani, 1958 yılında Kerman vilayetinin Ganat köyünde doğdu. Fakir bir ailede büyüdü ve 19 yaşındayken İran İslam Devrimi’nin ilk yıllarında yeni kurulmuş Devrim Muhafızları ordusuna girdi. Ardından İran-Irak Savaşı başladığında diğer yaşıtları gibi Süleymani de vatan topraklarını korumak amacıyla savaş meydanlarına gitti. Süleymani’nin İran-Irak Savaşı’ndaki ilk görevi Sâr-allah Tugayı komutanlığı olmuştur ki, bu grup sonraki yıllarda aynı adı taşıyarak ordu haline gelmiştir.
Süleymani, savaştan sonra IRGC’de çeşitli görevler üstlenmiştir; en önemli görevi ise 1997 yılından itibaren Ayetullah Hameney tarafından atanmasıyla birlikte Kudüs Gücü komutanı olması olmuştur. 1990’larda Kurtuluş Hareketi şeklinde başlayan Kudüs Gücü, o yıllarda örgütsel bir yapıya sahipti ve çeşitli ülkelerdeki varlığı ve etkisi hızla belirleniyordu. Kudüs Gücü, aslında General Kasım Süleymani’nin sorumluluğu altında Suriye, Irak, Lübnan, Yemen, Afganistan ve Filistin’de onlarca militan grubu kapsayan büyük bir askeri, güvenlik, kültürel ve ekonomik organizasyon haline gelen IRGC’nin bir kolu sayılıyor. Bu militan gruplar, yavaş yavaş direniş ekseni olarak tanındı ve Orta Doğu’daki ABD politikalarına karşı savaşmaya başladılar. İşte bu militan grupların silah gereksinimlerinin yanı sıra, maddi ihtiyaçları da, Kudüs Gücü tarafından sağlanmaktadır. Çeşitli ülkelerde faaliyet göstermiş olan militan grupların personeli, çoğunlukla yerel insanlardan, bazen de başka ülkelerden katılımcılardan sağlanmaktadır. Nitekim Suriye’de terörist gruplara karşı direniş göstermiş olan Fatimiyun ve yahut Zeynebiyun örgütlerinde Afganistanlı, Azerbaycanlı ve Pakistanlı komandolar bile bulunmaktadır. Lübnan’daki Hizbullah, Suriye’deki Fatimiyun ve Zeynebiyun, Yemenli Husiler, Irak’taki Kataib ve Haşdi Şabi gibi güçler, İran’ın Kudüs Gücü tarafından desteklenmekte olup, ABD’nin Ortadoğu’daki varlığına karşı çıkan ve Amerikan hegemonyasını çelişkiye sürükleyen milis grupları arasında yer alıyorlar. Kasım Süleymani’nin stratejist özelliği ve asker kişiliğinin yanı sıra, İran’daki en başarılı komutan olarak öne çıkması, işte Irak ve Suriye arazisinde IŞİD terörist grubun yanı sıra başka muhalif güçlerin karşısında yerel militanları organize etmek ve teröristleri Irak ve Suriye’den yok etmesiyle birlikte gündeme gelmiştir. Nitekim bana göre, Irak’ın IŞİD sonrası istikrarı sağlamasına yardımcı olan başarılı komutanlardan biriydi Kasım Süleymani.
İran ile P5+1 arasından imzalanmış olan JCPOA anlaşmasından tek taraflı olarak geri çekilen ABD Başkanı Donald Trump, bugünkü ciddi gerilimlere zemin hazırlayarak, İran-ABD arasındaki güç gösterisi rekabetini daha da körüklemiş oldu. Dolayısıyla, artık Kudüs Gücü, Washington’ın çıkarlarına karşı meydan okumaya başlamıştır. Bu nedenle, Devrim Muhafızları Ordusu ile birlikte General Süleymani, ABD devleti tarafından “terörist” olarak ilan edilmiştir. Hatta bu durum uluslararası hukuk ve yaslara aykırı olmasına rağmen, ABD, Kasım Süleymani’yi kara listeye almıştır. Bilindiği üzere, hiçbir ülke başka bir devletin askeri güçlerini terörist olarak niteleyemez. ABD Başkanı Trump, aylardan beri İran’ı bölgesel güvensizliğe neden olan ve başka ülkelerin iç işlerine karışan bir ülke olarak tanımlamakta ve Tahran’ı ABD’nin istikrarı ve güvenliği için ciddi bir tehdit oluşturmakla suçlamaktadır.
Los Angeles Times gazetesi, Trump’ın General Süleymani’ye karşı terörist operasyon yürütme konusundaki son kararı hakkında bilgi aktararak, ABD Ulusal Güvenlik ekibinin 31 Aralık Pazartesi günü Trump’ın Florida’daki ikametgâhına gittiğini ve Kasım Süleymani suikastı da dahil olmak üzere İran’ı tehdit etmek için çeşitli eylem planları sunduğunu yazdı. General Süleymani’nin öldürülme emrini veren Trump’ın kararına İran ile savaş yanlısı danışmanlarının desteği de Los Angeles Times yazısında yer almaktadır. Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Kuvvetleri Başkan Yardımcısı Abu Mahdi el-Mühendis’in Bağdat Havaalanı yolunda arabalarına baskın düzenledikten sonra, birçok Demokrat Parti üyesi ve Senatörü, Başkan Donald Trump’ı suçlamaktadırlar. Bu kişiler, Trump tarafından alınan kararın stratejik bir hata olduğuna vurgu yaparak, Süleymani’nin suikast sonucu öldürülmesinin İran’ın konumunu önemli ölçüde güçlendirdiğini ve ABD’nin Orta Doğu’da sonsuz bir savaşa maruz bırakıldığını savunuyorlar. Örneğin, Temsilciler Meclisi Senatörlerinden olan Chuck Schumer, Başkan Trump’ı aldığı karar nedeniyle suçlayarak, “Bu hamle ülkemizi, çıkarlarımızı yok olma aşamasına getirerek, ABD vatandaşlarının diğer yerlerde tehlikeye atılmasına sebep olmaktadır. Başkan’ın ülkeye zarar verecek herhangi bir eylemden Kongre’nin izni olmadan kalkışmayacağına söz verdiğine rağmen bugün savaş türünden daha sonsuz bir savaşa yaklaştırdı.” demiştir. Demokratlar, ayrıca Trump’ın İran’la savaşmak için Kongre onayına ihtiyacı olduğunu söyleyerek, Kongre üyelerini bilgilendirmediği için de onu eleştirdiler. Ancak Trump, İran’la savaş aramayacağını söylüyor; yaptığını da “caydırıcı eylem” olarak izah ediyor. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ise, saldırının Amerikan çıkarlarına yönelik yakın bir saldırıyı önlemeyi amaçladığını söyledi. Ancak Demokratlar, hükümetin kendisine karşı derhal harekete geçilmesi gerekliliği hakkındaki sorularına verdikleri yanıttan ikna olmadıklarını söylüyorlar. Meclis Başkanı Adam Schiff, Cuma günü yaptığı açıklamada, Trump yönetiminin İran’a karşı uzun vadeli bir stratejisinin veya planının olmadığını söyledi. Buna ek olarak, Demokrat Senatör Tom Yudal, ABD hükümeti tarafından sağlanan bilgilerin inandırıcı olmadığını ve General Süleymani’nin ABD için ciddi bir tehdit oluşturmadığına dikkat çekti.
O halde gündemdeki soru şu: “Trump neden böyle bir riskli işe girişti?“… ABD’li yetkililer, son 20 yılda Kasım Süleymani’yi birkaç kez öldürebilecekleri fırsatları yakaladıklarını söylüyorlar, ancak George W. Bush ve Barack Obama bile böyle bir suikastın akıllıca olmadığını biliyorlardı. Zira bu tür yanlış bir kararın maliyetinin ABD için ağır olabileceği kanaatindelerdi. Görünüşe göre, Trump’ın kararının ötesinde, Başkan, ABD’nin makroekonomik politikasına uygun siyasi hedeflerden ziyade, aceleci ve anlamsız karar hareket etti ve bence burada kişisel siyasi hedef ve amaçlar söz konusudur.
Bazı ABD gözlemcileri, Kasım Süleymani suikastının Basra Körfezi’ndeki yıllardır süren gerilimlerin artmasının ardından gerçekleştiğini ileri sürüyorlar. Geçen bahar ve yaz aylarında Donald Trump, İran’ın bir Amerikan “drone”unu düşürmesi ve Tahran’ı Saudi Aramco petrol tesislerine ve birkaç petrol tankerine saldırmakla suçlamasıyla birlikte İran’a karşı tehditler savurmuştu; ama bu konuda hiçbir askeri harekete geçilmemişti. Trump, misilleme yapmayı reddetmesi sonucunda, bazı ortaklarının ve muhafazakâr figürlerin kızgınlığıyla karşı karşıya kalmıştı. Şimdi ise, 2020 seçimleri yaklaştıkça, hem Kuzey Kore, hem de İran Sorunu, Trump’ın dış politikasında muğlak bir düğüm olarak devam ediyor. Dolayısıyla, Trump, kişisel kararla gerekli seçmen desteğini elde etmeye ve gövde gösterisi yapmaya çalışıyor. Bana kalırsa, bu hatalı kararı almasının sebebi de buydu…
Bazı siyasi uzmanlara göre ise, Amerikalı bir müteahhit Irak’ta bir üsse yönelik saldırıda öldürüldükten sonra, ABD de İran destekli milislerin askeri üslerine saldırılar düzenledi. Bunu müteakip, Irak Şiileri ve İran destekli militanlar ABD’nin Bağdat Büyükelçiliğine bir saldırı başlattı. İşte Trump’ın kararı, bu saldırıya bir cevap niteliğinde ve bu bağlamda yorumlanmalı. Muhafazakârlara yakın bir düşünce kuruluşu olan Washington’daki Heritage Araştırma Enstitüsü’nde kıdemli analist olan Luke Coffey’e göre, İran’ı intikam duygusuna itecek bir duruma getiren Donald Trump, İran ile savaşa girmeyeceği vaatlerinin aksine bir davranış sergiledi. Uzmana göre, BBC ile yaptığı röportajda, Trump, İran’a yönelik askeri bir müdahaleye karşı olduğunu açıkladığı için, bu durumu anlamak pek de kolay değil. Kimi analistlere göre ise, Trump’ın aldığı saldırı kararı, 8 yıl önce Libya’da gerçekleşen benzer bir eylemin travmasını yansıtıyor. Çünkü 11 Eylül’de Ansar al-Şeria silahlı kuvvetleri tarafından Bingazi’de ABD Büyükelçiliği binasına saldırı yapılarak, ABD’nin Libya Büyükelçisi Christopher Stevens ile birlikte başka bir diplomat da öldürülmüştü. Trump, o günlerde seçim kampanyasının arifesinde, Başkan Barack Obama’yı ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ı sert şekilde eleştirmişti. Şimdi ise, kendisi aynı duruma düşmemek için bu ani kararı almıştır.
Tabii ki, Donald Trump’ın yakında Senato’da yapılacak azil (impeachment) yargılamasında politikalarını haklı çıkarmak için desteğe de ihtiyacı var. Yargılanması ve azil kaygısı da Trump’ın bu çılgınca kararında etkili bir faktör olabilir. Ayrıca Trump’ın en büyük dış destekçilerinin İsrail ve Körfez ülkeleri olduğunu (Katar dışında) ve bu ülkelerin yıllardır İran’ın vurulmasını istedikleri de bir gerçek. Ancak Donald Trump’ın Kasım Süleymani suikastıyla İran hükümetini devirmek istemediğini de iddia edenler var. İranlı yetkililer ise, bunu “savaş sebebi” olarak değerlendirmekte ve sert bir misilleme yapacakları konusunda ısrarla vurgu yapmaktalar. Şimdi AB Konseyi Başkanı’nın yanı sıra, Fransa, Rusya ve Çin liderleri de olayın sonuçları konusunda endişeliler. Örneğin, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, İran ve ABD arasındaki her türlü savaş durumunun Avrupa toplumunun ekonomik ve güvenlik yapısına ciddi zarar vereceğini düşünüyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise, her iki tarafı da temkinli davranmaya çağırmaktadır. Ayrıca, Cumartesi günü Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdulrahman bin Casim El Thani, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile bir araya gelerek, ABD’nin bu eylemini bir “terör eylemi” olarak nitelendirdi; ancak herhangi bir misilleme kararında sağduyulu davranılmasını tavsiye etti.
General Süleymani’ye yapılan suikastın İran ulusunu ABD’ye karşı birleştirdiği gerçeği de gözden kaçmamalı. Öte yandan, Mike Pompeo’nun istişarelerinin başarısızlığı, Amerikan eyleminin uluslararası toplum için ciddi bir endişe kaynağı olduğunu göstermektedir. Ayrıca İran misillemeye kararlı. İki ana neden İran’ı misillemeden caydırmayacak. Birincisi, İran misilleme yapamazsa, dış politikadaki itibarını kaybedecek ve ABD aşırılıklarına direnmenin boş olacağı kanaati toplum içinde ciddi çelişki ve tepkilere yol açacaktır. Öte yandan, Amerika Birleşik Devletleri gerekli cevabı almazsa, ileride benzeri başka bir saldırı da yapabilir. İkincisi ise, eğer İran karşı koyamazsa, direniş odaklı ülkeler (Lübnan, Suriye, Yemen, Afganistan, Irak) arasındaki güvenilirliğini ve önemini kaybedecektir. Dolayısıyla, önümüzdeki günler çok zor olabilir.
Unutulmaması gereken gerçek şudur ki; Kasım Süleymani suikastı sonrasında ABD için “yarın”, artık “dün”ün koşullarıyla aynı olmayacaktır!
Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN