2011 yılında Ortadoğu coğrafyasında başlayan ve Suriye’de iç savaşa dönüşen Arap Baharı süreci, ülkede büyük ve kompleks bir durum yaratmıştır. Devlet Başkanı Beşar Esad ve rejim yanlıları ilk dört yılda büyük oranda kontrolü kaybetmiştir. Esad rejiminin talebi üzerine 2015 yılının sonlarına doğru Suriye’deki çatışmalara Rusya’nın doğrudan müdahil olması, rüzgarı tersine estirmiş ve rejimin kontrolünü kaybettiği yerler kademeli olarak kazanılmaya başlanmıştır. Rusya’nın sürece doğrudan eklemlenmesiyle Suriye’de artan çatışma ortamı ve rejimin güçlenmesi “yerinden edilmiş kişiler”i de doğurmuştur. Türkiye’nin Suriyeli mültecilere ve yerinden edilmiş kişilere yönelik uyguladığı “kabul” politikası, zaman içerisinde ülkede bir mülteci krizini doğurmaya başlamıştır. Hem ekonomik, hem de siyasi bağlamda zorluklar yaşayan Türkiye, sınır güvenliğini tehdit eden unsurların ortadan kaldırılarak 30 kilometrelik bir güvenli bölge oluşturulmasını ve ülkesindeki Suriyelilerin o bölgeye kademeli şekilde yerleştirilmesini savunmuştur.
Türkiye’nin tezi uluslararası toplumda ağırlıklı olarak kabul görürken, hiçbir devlet elini taşın altına sokmayı tercih etmemiştir. Hem terör konusunda, hem de mültecilerin artan ekonomik yükü konusunda zorlanan Türkiye, iradesini elinde tutarak Suriye’nin kuzeyine günümüze kadar Fırat Kalkanı Harekatı, Zeytin Dalı Harekatı, Barış Pınarı Harekatı ve Bahar Kalkanı Harekatı olmak üzere dört adet sınır ötesi operasyon gerçekleştirmiştir. Bu operasyonlarla, Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde 30 kilometrelik bir güvenli bölge oluşturmak ve sınırına yakın olan bu kesimlerde DAEŞ, PYD/YPG ve PKK gibi terör unsurlarının kökünü kazıyarak, sınır güvenliğini sağlamaya çalışmıştır. Zaman zaman bu operasyonlara uluslararası toplumdan yoğun eleştiriler gelse de, yapılan harekatlar sonucunda 30 kilometrelik koridorun tamamlanmasına daha da yaklaşılmıştır.
Tüm bu olayların yaşandığı dönemlerde, Türkiye, Rusya ve İran aralarında Suriye meselesinin çözümüne dönük görüşmeler gerçekleştirmiş ve Suriye’nin geleceği ile ilgili bir takım mutabakatlar imzalanmıştır. Bu bağlamda da, üç ülke (Türkiye, Rusya ve İran), Astana Süreci olarak adlandırılan toplantılar dizisini gerçekleştirmişlerdir.
Astana Süreci’nin garantör ülkeleri olan Türkiye, Rusya ve İran arasında gerçekleştirilen zirvenin 7.’si için liderler 19 Temmuz 2022 tarihinde Tahran’da bir araya gelmiştir. Zirvenin ardından yapılan açıklamalara bakıldığında, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik olası sınır ötesi askeri operasyonunun İran ve Rusya tarafından karşılık bulmadığı görülmüştür.
Tahran’daki zirvenin ardından tarafların yaptığı açıklamalar, süreç hakkında fikir vermektedir. Bunun için de üç liderin konuşmalarının satır başlarına bakmak gerekmektedir. Öncelikli olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın zirvede üzerinde durduğu konuların; terörle mücadele, Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen 30 kilometrelik koridor ve mülteci problemleri olmuştur. Özellikle Erdoğan’ın, İran ve Rusya’dan, Suriye’ye yapılması planlanan sınır ötesi harekata destek verilmesini istemesi önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Erdoğan’ın, desteğin yanında işbirliklerinin artarak devam etmesi noktasındaki mesajı da önem arz etmektedir. Ana başlıklardan bir diğerinde ise, Erdoğan, Suriye’de yaşanan insani krizin maddi ve manevi olarak her türlü yükünü üstlenerek, milyonlarca Suriyeliye ev sahipliği yaptıklarını, ama bunun sadece Türkiye’nin sorumluluğu olmadığını hatırlatmaktadır.
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, zirvede yaptığı konuşmada, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Suriye’deki varlığını eleştirmiş ve ABD’nin ülkede bulunmasının meşru olmadığını ifade etmiştir. Dahası, Reisi, İran’ın Suriye’ye yönelik desteğinin artarak devam edeceğinin ve Suriye’nin istikrara kavuşturulması gerektiğinin mesajını vermiştir. Esad’ın güçlü bir mevcudiyet sağlamasının ve komşularla ikili ilişkilerinin geliştirmesinin Suriye’yi istikrara kavuşturacağını iddia eden Reisi, Suriye’ye yönelik dış müdahalelere de karşı çıktığını belirtmiştir. Mülteciler meselesinde de bütün uluslararası toplumun sorumluluğunun olduğunun altını çizmiştir.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in zirvedeki konuşmalarındaki ana vurgu ise, Suriye’de Fırat’ın doğusunda yer alan terör unsurlarının Batılı ülkeler tarafından desteklendiği ve bunun Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar getirdiği noktasında olmuş ve Rus lider, Fırat’ın doğusunun Esad rejiminin kontrolünde kalmasının ülkenin yararına olacağını söylemiştir. Ayrıca, Putin, ülke içerisindeki şiddet seviyesinin giderek azaldığını da hatırlatarak, ülkeye dışarından yapılacak bir müdahaleye de olumsuz yaklaşım sergileyebileceğinin mesajını vermiştir.
Zirvenin ardından, Türkiye’nin verdiği mesajları uluslararası toplumun net bir şekilde algıladığını söylemek mümkündür. Ayrıca, Türkiye’nin, güney sınırlarının güvence altına alınması ve Suriye’nin kuzeyinde 30 kilometrelik bir güvenli bölge oluşturma ısrarını tekrar etmesi, dikkate değer bir açıklama olmuştur. Fakat Türkiye tarafından verilen bu mesajların ne kadarının karşılık göreceği tam bir muamma olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle zirvede İran ve Rusya’nın dış müdahaleye karşı olduklarını ifade etmeleri ve Esad rejiminin tam kontrolü sağlamasını savunmaları, Türkiye’nin olası askeri harekatına sıcak bakmadıklarının bir mesajı olarak okunabilir.
Mülteci sorununa ise, üç ülkenin ortak paydada yaklaşması önemliyken, elini taşın altına sokabilecek Türkiye’den başka bir ülkenin olmaması süreci zorlaştırmaktadır. Türkiye’nin olası sınır ötesi operasyonunu gerçekleştirerek Suriye’nin kuzeyinde planladığı güvenli bölgeyi oluşturarak, yerinden edilmiş kişilere orada bir hayat sahası açması ve bölgenin terör unsurlarından temizlenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, bu noktada, Türkiye’nin, Astana Zirvesi’nin garantör devletlerine Adana Mutabakatı’nı hatırlatması yerinde olacaktır. Görüldüğü üzere, zirveden Türkiye’nin istediği bir sonuç çıkmamıştır. Fakat üç ülkenin de istediği ortak politikaların gerçekleşmesinde kilit noktanın Türkiye’nin uygulayacağı siyasi ve askeri hamleye bağlı olduğu da yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hüseyin YELTİN