“AKSA TUFANI” VE “DEMİR KILIÇ” SAVAŞI

upa-admin 08 Ekim 2023 869 Okunma 0
“AKSA TUFANI” VE “DEMİR KILIÇ” SAVAŞI

6 Ekim 1973 tarihinde, İsrail’de “Kefaret Günü” olarak dince kutsal sayılan bir günde, Arap devletleri, İsrail’e karşı askeri anlamda toplu saldırıya başlamıştı. Mısır’ın başında bu sefer hayatını kaybeden Nasır değil, yerine seçilen yardımcısı Enver Sedat vardı. Bu savaş, Sedat açısından bir dönüm noktasıydı. “6 Gün Savaşı” olarak tarihe geçen 1967 Savaşı’nda, İsrail, Ürdün’den Batı Şeria’yı ve Mısır’dan ise Gazze Şeridi’ni işgal etmiş, Suriye’den de Golan Tepeleri’ni ele geçirmişti. Haziran 1967 tarihli BM Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararına göre, “işgal edilmiş topraklar” olarak kabul edilen bölgelerde, Suriye toprağı olan Golan hariç, Batı Şeria’dan Ürdün, Gazze’den Mısır, kurulacak bir Filistin devletinde olması koşuluyla, bu topraklardaki hak iddialarından vazgeçtiler. 1973 Yom Kippur ya da Müslüman dünyasının Ekim 1973’te savaş sırasında yaşadığı Ramazan ayına ithafen Ramazan Savaşı, İsrail’in mevcut işgallerini sürdürürken, Sina yarımadasını da içine alacak şekilde genişletti. Sedat, İsrail’le savaşarak bir sonuç alınamayacağını görünce, 1978’de Camp David barışına giden yolun önünü açtı. Öncelikle ülkesindeki Sovyet üslerini kapattı ve ABD müttefiki oldu; anlaşma ile Sina’daki İsrail işgalini 5 sene içinde sonlandıracak çerçeveyi İsrail Başbakanı Menahem Begin’le imzalarken, Sedat da İsrail’i ilk tanıyan Arap ülkesinin lideri oldu. 1980’lerin başında, radikal İslamcı örgütlerin suikasti sonucunda hayatını kaybetti.

Bu savaştan yarım asır sonra, 7 Ekim 2023’te, Gazze Şeridi’ni yöneten Filistin örgütlerinden Hamas, İsrail’e karşı topyekün saldırıya geçti; çok sayıda roket, Tel Aviv dahil, İsrail’in güneyindeki kentleri vururken, İsrail sınırına sızan Hamas, sınır karakollarını ve İsrail’in bazı askeri tesislerini ele geçirdi. Bu şok saldırı, Yom Kippur’un muadili olmasa da, simgesel açıdan önemliydi, 2021’de Kadir Gecesi başlayan Filistinliler’in direnişi, İsrailli yerleşimcilerin El Aksa’ya girmesi için organize edilen Kudüs Günü yürüyüşüyle bağlantılı idi; o tarihte de İsrail topraklarının bütününe yayılan saldırılar ve gösteriler, İsrail’de bütünsel bir güvenlik zafiyeti yaşatmıştı. İsrailli Araplar da, El Aksa’nın statüsünü değiştirmeye yönelik, Müslümanlar’ın “ilk kıblesi”nin konumunu zedeleyecek oldu bittilere karşı, topyekün bir sivil direniş sergilemişti. Bu süreç, Haziran 2021’de Netenyahu hükümetinin düşmesine, “8’li koalisyon”un ABD Başkanı Biden’ın desteği ile kurulmasına neden olsa da, 1 sene sonraki seçimde, Netenyahu koalisyonu kuracak sayıyı yakaladı ve tekrar Başbakan oldu.

7 Ekim 2023’te başlayan, Hamas’ın “Aksa Tufanı” olarak adlandırdığı kitlesel ve organize saldırılara karşı, İsrail de “Demir Kılıç” operasyonunu başlatarak, Gazze’yi jetleriyle vurmaya başladı. İlk günde, her iki taraftan da, toplamda 400’e yakın insan yaşamını kaybetti ve ne yazık ki, ağırlıklı olarak sivil kayıplar ön planda yer alıyor.

Peki, Hamas, bu saldırıyı sadece Yom Kippur’un 50. yılı anısına mı yaptı ? Elbette hayır, simgesel açıdan, siyasal iletişim zemininde anlam taşıyor, ama örgütü bu topyekûn saldırıya yönelten ne oldu? Şu yanıt verilebilir; Hamas, zamanını ve fırsatını kolladı, uygun zaman bu idi. Stratejik açıdan, savunma teorilerinde pek çok yanıt verilebilir. Ancak en yaşamsal olan, Ortadoğu’daki güncel gelişmelerle anlaşılabilir. Şöyle ki, son zamanlarda, aslında mevcut olan, dünya kamuoyuyla pek paylaşılmayan İsrail-Suudi Arabistan yakınlaşması, bölgesel dengelerde en çok İran’ı rahatsız etti. İran’ın başka rahatsız olduğu konuların başında, 19 Eylül 2023’teki anti-terör operasyonunun ardından, Nahçivan ve Azerbaycan’ın ana karası arasında, Ermenistan’ın Zengezur Koridoru’nun açılması olasılığının yükselmesi oldu. Ermenistan’ın toprak bütünlüğünü vurgulayarak, Azerbaycan’a tehditkâr bir dil kullanan ve kendi vatandaşı olan nüfusunun yarısına yakın Türkleri’nden dolayı farklı duyarlılıklar taşıyan İran, özellikle Azerbaycan’ın bağımsızlığa kavuşmasından beri yakın İsrail-Azerbaycan ilişkilerinden ve son dönemdeki Türkiye-İsrail yakınlaşmasından ciddi rahatsızlık duymaya başladı.

Hamas’ın saldırılarını, sadece İran’ın bölgesel stratejisi zemininde değerlendirmek, yapısal bir sorun haline gelebilir. Bununla birlikte, İran tipi bir örgüt olmamakla birlikte, Hamas-İran ilişkilerinin boyutu, İran’ın silah ve para yardımları, Lübnan’da ise İran tipi Hizbullah örgütünün siyasal meşruiyetini “Lübnan’ı İsrail’e karşı koruma” savından alması, İran için bir Doğu Akdeniz siyaseti ortaya koyuyor. İran, böylece Kafkasya’daki zafiyetini, Doğu Akdeniz’de dengelemeye çalışırken, Hizbullah’ın da Lübnan sınırına yaklaşarak İsrail’e karşı saldırı durumuna yaklaşması, İran için İsrail’e karşı, yıllarca sürdürdüğü “vekalet savaşı”nı kolektif bir savaş haline dönüştürmesi olasılığı, bölgedeki kaosu kendi lehine yaratması seçeneğini güçlendirebilir.

Hamas ise, bu saldırılar ile, Filistin içindeki popülaritesini arttırsa da, Filistin için gerçekten bir çözümden ziyade, örgütsel konumunu güçlendirebilir. Zira İsrail’in başlattığı karşı operasyon Demir Kılıç operasyonu, orantısız güç ile, Filistin’e, özellikle abluka halindeki Gazze’yi cehenneme çevirirken, şahin Netenyahu politikaları, tam da istediği zemine ulaşır ve Netenyahu da İsrail’de güçlenir. Böylece, 1995’ten beri Batı Şeria’da, Oslo sürecinin ardından, Filistin Otoritesi ve FKÖ şemsiyesinin en büyük bileşeni El Fetih, daha da zayıflayabilir. Netenyahu-Hamas ikilemi ile, şiddet sarmalı, her iki tarafta, söz ettiğimiz siyasal figür ve örgütü güçlendirebilir.

Ancak bu çerçeve “iki devletli çözüm”e, başkenti Doğu Kudüs olan Filistin’e mi işaret ediyor? Maalesef hayır. Şiddet sarmalı, Filistin’in devletsizliğini, İsrail’in fiili durumu, yani tek devletliliği, şiddeti öne sürerek, kalıcı hale getirmesine yol açar. Filistin dışındaki Arap ülkeleri ve Müslüman nüfuslu ülkeler, öncelikle şunu anlamalıdır ki, Filistin davası, sadece bir din, kutsal mekânlar davası değil, vatan davasıdır. Öteki türlü “hepimiz Müslümanız” sözü güzel olsa da, Filistin’in devletsizliğine ya da çaresizliğine ilaç olmamakta, her devlet, kendi çıkarı çerçevesinde, bu mağduriyetten nemalanmaya çalışmaktadır.

Türkiye, bölgedeki pek çok devletten daha fazla Filistin davasına sahip çıkmış, aynı zamanda, 1949’da, İsrail’i tanıyan, nüfusunun çoğunluğu Müslüman ilk ülke olmuştur. 1975’te FKÖ temsilciliğinin Türkiye’de açılması, 1988’de Filistin Devleti’nin tanınması, 1990’larda İsrail ve Filistin’le eş zamanlı Büyükelçilik düzeyinde ilişkilerin kurulması, hassas bir dengeyi işaret etmektedir. Türkiye, bugün de, İsrail’le normalleşme yaşarken, Filistin içinde El Fetih ve Hamas’la dengeyi korumaktadır.

Ortadoğu’nun bir “gayya kuyusu”na dönüşmesi, öncelikle Türkiye’nin çıkarlarına zarar verecektir. İsrail Başbakanı Netenyahu, savaş durumu ilan etti, Hamas’a karşı savaşı duyurdu. Bunun zamanı ne kadar uzayacak, bölgedeki ilişkilerin atmosferi ne kadar etkilenecek, yazıda vurguladığımız İran, Suriye’deki müttefiki Esad ve Lübnan’daki uzantısı Hizbullah ile, bu savaşı, bölgesel bir savaşa dönüştürmek mi isteyecektir?

İsrail ve İran, 2004’ten beri, milli güvenlik belgelerinde, birbirlerini “öncelikli tehdit” olarak ilan etmişlerdi. İslam Cumhuriyeti kurulduktan sonra, 1980’lerden beri vekaleten İsrail’le savaşan İran, bu süreci, Körfez ülkeleri ve Türkiye’ye karşı, Batı’nın konumunu tahrip etmek için mi kullanacaktır? Putin, “başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız Filistin Devleti”ni ve “iki devletli çözüm”ü destekliyoruz derken, İran’ın Şangay İş Birliği Örgütü’nde ve BRICS’te birlikte yer aldığı Rusya ve Çin, bu hareketliliğin parametrelerini de belirleyecektir.

Doç. Dr. Deniz TANSİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.