Millet ve milliyetçilik kavramları terminolojik bir kaos içindedir. Neredeyse düşünür sayısı ve millet oluşum hikâyesi kadar farklı milliyetçilik türü vardır. Milliyetçiliğin sadece bir ideoloji değil, aynı zamanda kültürel bir görüngü olması bahsi geçen kaotik durumu pekiştirmektedir. Yine de literatürde yaygın bir şekilde kabul gören ve Anthony D. Smith tarafından formüle edilen kavramlaştırmaya başvurabilir. Şöyle ki, Smith, ulusları iki ideal tip üzerinden inceler: Teritoryal ve etnik. Teritoryal ulusçuluk, kesin coğrafi sınırlar içinde egemen bir devlet, vatandaşların eşitliğine dayanan hukuk, yurttaşlık ve yurttaşların demokratik katılımı ile son olarak ortak kültürü önceleyen standart bir ulusal dil koşulunu içinde barındırır. Cumhuriyetçi, demokratik ve liberal yurttaşlık bu forma yakındır. Milliyetçiliğin ikinci ideal tipi ise etniktir. Bu modelde, milletin etnik koru/çekirdeği yoğun bir şekilde vurgulanır. Soy, köken ve dil etnik milliyetçiliğin hassasiyet alanlarına karşılık gelir. Etnik milliyetçilik, milleti ve milli devleti aşkın bir konuma yerleştirir. Vatandaşlık ve demokrasi hassasiyet gösterilen konular arasında olmadığı için, etnik milliyetçilik, kolaylıkla faşist ve dışlayıcı bir siyasetle birlikte var olabilir.
Makalenin ilk savı, Atatürk milliyetçiliğinin her ne kadar bazı örnek olay ve dönemlerde etnik milliyetçiliğe yaklaşsa da, aslında teritoryal milliyetçilik kulvarına yakın olduğu şeklindedir. Mustafa Kemal’in başlattığı devrimde dinin yerini millet almış, siyasal ethos yeniden inşa edilmiştir. Din, mezhep ve etnik köken ayrımını önemsemeyen vatandaşlık kültürü Atatürk milliyetçiliğin nihai hedefleri arasındadır. Bu noktada, yani dışlama pratikleri özelinde din-millet ilişkisi için bir dizi hatırlatma yapılabilir: Öncelikle tarihin büyük bir kısmında etnik ve dini kimliklerin birbirine yakın durdukları bilinen bir gerçektir. Ancak vatandaşlık temelli bir milliyetçiliğin gelişebilmesi için dinin geri planda tutulması gerekir. Bu zorunluluk, başta tarikat ve cemaat olmak üzere dini gruplara yönelik dışlayıcı pratikleri ön plana çıkarmıştır. Atatürk milliyetçiliğinin laiklik anlayışının steril bir kamusal alan öngörmesi bu nedenle tesadüfi değildir. Bahsi geçen düzende, devlet, dini kontrol etmiş ve doğru din anlayışını topluma dayatmıştır. Ayrıca yukarıdan aşağıya modernleşmenin etkisiyle vatandaşlık kültürü gelişse dahi, adı Türk olan bu yeni vatandaşın haklardan çok ödevleriyle anılan bir siyasal özneye karşılık geldiği açıktır. Son olarak, Tanrı’dan ulusa geçmeyi amaçlayan Kemalist vatandaşlık inşa sürecinin inişli-çıkışlı bir seyir izlediği söylenebilir. Bu bağlamda, siyasal sistemin demokratik etkiye açık olduğu 1950 sonrası reel politiğinde milliyetçilik üzerindeki din etkisinin arttığı gözlemlenmektedir.
AK Parti/AKP’nin yurttaşlık siyaseti ise Kemalist devlet projesinden kopuşu karakterize etmektedir. Laik milliyetçilik yerini dindar Türk milliyetçiliği veya dindar Türk Müslümanlığına bırakmıştır. Kamusal alan ve devletin yeniden inşa sürecinde Osmanlı ve din referansının artması bu dönemin öne çıkan özellikleri arasındadır. Tabii ki AK Parti/AKP reel politiği sadece Kemalizm’den kopuş hikayesine indirgenemez. Bu nitelikle beraber rejimin popülist niteliğine, Kürt Sorunu’nun değerlendirme biçimine ve mültecilik meselesine değinmek gerekir.
İktidar partisi, sağ otoriter bir popülist siyasette kendini var etmektedir. AK Parti/AKP sağ popülizmin üç temel özelliği vardır: Bunlar sırasıyla; fiilen vesayet karşılığı şekilde işleyen elit alerjisi, karizmatik lider imgesi ve çoğulculuk karşıtı homojen millet vurgusudur. Bu unsurlardan üçüncüsü, yani tekçi halk anlayışı tek millet ile tek lider arasındaki politik bağı güçlendiren bir içeriğe sahiptir. Hemen her popülist rejimde olduğu üzere, Türkiye’de de, millet, “gerçek millet” ile “ona yabancı unsurlar” şeklinde ikiye ayrılır. Yeni Türkiye ve Yeni Osmanlıcılığa dair tüm tartışmalar milletin politik bütünlüğünün kimlerden oluştuğuna dair bir çatışma zemininde kendini açımlamaktadır. AK Parti/AKP muhaliflerine göre, mevcut politik rejim dışlama pratiği üzerine kuruludur. İktidar partisini destekleyemeyenler ayrımcılığa uğramakta, devletin kolluk ve ceza aygıtı tarafından soruşturulmakta veya kamusal alanda ötekileştirilmektedir.
Kürt Sorunu ise, Türkiye’deki vatandaşlık tartışmalarının etnik bir niteliğe de sahip olduğunu göstermektedir. Kürt kimlik hareketi savunucularına göre, Kürt kimliğini tanıma önündeki yasal, kültürel ve toplumsal engeller devlet tarafından yeniden üretilmektedir. Bu bağlamda, Kemalizm ile AK Parti/AKP’nin Yeni Türkiyesi arasında bir devamlılık ilişkisi söz konusudur. Ancak İslamcılar, Kürt hareketi ve Kemalistlerin siyasal özne olduğu bu etnik kimlik tartışması kendi içerisinde çok yönlü ve çok katmanlıdır. AK Parti/AKP’nin uzun iktidar süresince Kürt meselesinin normalleşmesi yolunda bazı adımların atıldığı ve en azından bir süre AK Parti/AKP ile Kürt hareketi arasında müzakere pratiklerinin yoğun bir şekilde işlediği doğrudur. Ancak Kürt meselesine Türk milliyetçiliğinin söylem, jargon ve araçlarıyla bakan bir dilin iktidar partisinde ciddi ölçüde karşılık bulduğu tezi de savunulmaktadır.
Son olarak, göçmenlere değinilebilir. İktidar partisinin açık kapı siyaseti nedeniyle sayıları milyonlarla ifade edilen mülteci, özellikle de Suriyeli mülteci, son yıllarda Türkiye’ye gelmiştir. Suriyelilerin ülkelerine gönderilmesi popülist milliyetçi sağda ve Kemalist kesimde yoğun bir şekilde savunulmaktadır. Ancak AK Parti/AKP’nin bu konuda kapsayıcı bir reel politikte ısrar ettiği, Suriyelilerin Türkiye toplumu içinde asimile olmasına izin veren bir modeli güçlü bir şekilde desteklediği görülmektedir.
Kemalizm ve Yeni Türkiye koşulları birlikte incelendiğinde, şöyle bir sonuca varılabilir: Vatandaşlığın biri kimlik, diğeri katılım olmak üzerine iki anlamı vardır. Ayrıca yurttaşlık siyasetinde aynı anda hem dahil etme, hem de dışlama pratikleri kullanabilir. Türkiye’de ise kimlik inşası ve dışlama siyaseti katılım ve dahil etmeye göre çok daha güçlüdür. Kemalizm döneminde dindar-İslami kesim ve Kürtlerin, AK Parti/AKP iktidarında ise seküler-muhalif çevreler ve bir yere kadar Kürt hareketinin dışlamaya maruz kaldığını iddia etmiştir. Bu çerçeveye dayanarak, Türk demokrasinin derinleşmesi noktasında makbul vatandaşlarla öyle olmayanlar arasındaki ayrımın temel bir mesele olarak varlığını koruduğu söylenebilir.
Kapak fotoğrafı: https://medium.com/polytics/t%C3%BCrkiyede-laikli%C4%9Fi-yeniden-d%C3%BC%C5%9F%C3%BCnmek-3d334078b75
Doç. Dr. Armağan ÖZTÜRK