Türkiye’nin son yıllarda haklı gerekçelerle de olsa İsrail ve ABD ile yaşadığı siyasi ve diplomatik sorunlar, bölgede bu iki devletin etkisiyle Türkiye karşıtı bir blokun oluşması için uygun zemin sağlıyor. Öyle ki, Filistin Sorunu ve Gazze trajedisi konusundaki insani duyarlılığını ileri bir aşamaya götürerek İsrail ile diplomatik ilişkilerini en düşük seviyeye indiren ve doğrudan ticareti tamamen kesen Ankara, bu şekilde Doğu Akdeniz’deki güç dengeleri bağlamında ABD üzerindeki etkisi (Yahudi/İsrail lobisi) nedeniyle en kritik devlet olan İsrail’i Rum-Yunan ikilisine yanaştırmayı başardı. Tarihsel olarak Rum-Yunan ikilisiyle olumsuz ilişkileri olan İsrail’i bu noktaya itmeyi başarmanın ise Ankara’nın dış politikasına negatif yansımaları her geçen gün daha da iyi anlaşılıyor.
Önceki gün uluslararası basın-yayın kuruluşlarında yer alan şu iki haber, Doğu Akdeniz’de yaklaşan fırtınanın habercisi olabilir. İlk olarak, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun açıkladığı Mısır’la imzalanan ve İsrail’in Leviathan gaz havzasındaki doğalgazını Chevron ortaklığında Mısır’a satmasına olanak sağlayacak 35 milyar dolarlık anlaşma, Kahire’nin Doğu Akdeniz’de hiç de Türkiye yanlısı bir pozisyon almayabileceğine dair önemli bir veri. Bu bağlamda, Türkiye-Mısır ilişkileri düzeltilemezse, Mısır’ın İsrail-Yunanistan-Kıbrıs Rum Kesimi cephesine eklemlenmesi ciddi bir ihtimal haline gelebilir. Her ne kadar son dönemde Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah el Sisi ile tansiyon düşürülerek ilişkiler düzeltilmeye başlansa da, Kahire için ABD-İsrail-Yunanistan-Kıbrıs dörtlüsüne katılmak daha cazip bir seçenek haline gelebilir. İsrail’in Ürdün’den sonra Mısır’a da gaz ihraç edecek olması ise, bu ülkenin enerji sektöründe de hızla geliştiğini gösteriyor.
İkinci olarak, son yıllarda sık sık bir araya gelen İsrail Başbakanı Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Devlet Başkanı Nikos Hristodulidis’in talimatıyla, üç ülke uzmanlarının olası bir Türkiye askeri müdahalesine karşı müşterek bir hızlı müdahale gücü üzerinde çalışmaya başlamaları, Kudüs-Atina-Lefkoşa hattında savaş da dahil her türlü ihtimalin değerlendirilerek ciddiyetle planlama yapıldığına dair endişe verici bir haber. 2.500 kişi olarak planlanan bu askeri güç (1.000 asker Yunanistan’dan, 1.000 asker İsrail’den ve 500 asker Kıbrıs’tan), Türkiye’nin bölgede askeri gücüyle sürdürdüğü iddiasına karşı dengeleyici bir hamle olma iddiasından henüz uzak olsa da, hem Yunanistan’ın NATO üyesi olması, hem de İsrail’in her koşulda ABD tarafından desteklenmesi nedeniyle Türkiye için ciddi bir risk oluşturduğunu söylemek mümkün.
Peki, bu gelişmelerin sebebi ne olabilir? Realist bir bakış açısıyla duygulardan uzak değerlendirme yapıldığında, Ankara’nın İsrail’le ilişkilerini bozmasının maalesef her defasında kendisine olumsuz geri dönüşleri olduğunu söylemek mümkün. Zira ABD üzerindeki etkisi sayesinde bölgede her istediğini yapabilen İsrail, Türkiye’den doğan bölgesel müttefik boşluğunu Yunanistan-Kıbrıs Rum Kesimi ikilisiyle doldurmuşa benziyor. Buna ABD’nin de destek vereceği öngörülürse, Ankara’nın ilerleyen aylarda Kıbrıs’ın kuzeyinde gelişecek yeni bir çözüm süreci karşısında direnmesi kolay olmayacaktır. Nitekim artık birçoğu Rum ve AB pasaportu sahibi Kıbrıslı Türkler de hukuki garantilerin güçlü ve gelişmiş düzeyde olduğu AB üyeliğine sıcak bakmaktadırlar. Türkiye ise, içerideki jeopolitik açıdan fayda sağlamayan kısır siyasi çekişmeler ve tartışmalarla zaman kaybetmekte ve giderek bölgede izole olmaktadır. Nitekim bölgedeki devletlerden Lübnan da bu üçlüye yakın durmaktadır. Türkiye yanlısı tek devlet Libya gibi gözükürken, Suriye de Ahmed Şara yönetiminde Ankara’ya daha yakın hareket etme potansiyeline sahiptir. Ancak hem Şara’nın ülkesine henüz hâkim olmaması, hem de İsrail ve ABD etkisine açık olması sebebiyle, bu konuda bile kesin konuşmak zordur. Avrupa ülkeleri de genelde Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ve Fransa’nın siyasi liderliği nedeniyle diğer bloka yakın dursalar da, İtalya gibi daha Ankara yanlısı hareket etmeye namzet bazı Avrupalı devletler de mevcuttur.
Sonuçta, gidişat, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’in jeopolitik mücadele merkezi haline geleceği yeni bir döneme işaret etmektedir. Bize göre, Ankara, bundan sonra Kıbrıs Türklerinin tam desteğini sağlamak, kendisine karşıt oluşan bloktaki ülkelerle ilişkilerini zaman içerisinde düzeltmek ve Doğu Akdeniz ve Kıbrıs Sorunu konusunda herkesin destek verebileceği bir stratejik plan hazırlamak zorundadır. Aksi takdirde, İsrail-Yunanistan-Kıbrıs Rum Kesimi planı ABD desteğiyle uygulanacak ve Türkiye bu süreçte kendisini bir anda tamamen Batı blokunun karşısında İran-Hamas-Hizbullah çizgisinde bir devlet olarak bulabilecektir. Bu ise, kuşkusuz, Türkiye’nin Batı piyasaları ve diplomatik kanallarından iyice dışlanmasıyla sonuçlanabilir. Umuyoruz Ankara’daki jeopolitik hesaplamalar doğru, akılcı ve savaş dışındaki seçeneklere de kanalize olan bir temelde gelişecektir.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
























































