YENİ NORMAL: KARMAŞIK VE BAĞIMLI KÜRESEL EKOSİSTEMDE TÜRKİYE’NİN KIRILGANLIĞI

upa-admin 16 Nisan 2013 2.008 Okunma 0
YENİ NORMAL: KARMAŞIK VE BAĞIMLI KÜRESEL EKOSİSTEMDE TÜRKİYE’NİN KIRILGANLIĞI

Küresel ekosistemde karşılıklı bağlılıktan karşılıklı bağımlılığın temel unsur olduğu bir düzene geçiş yapmaktayız. İletişim teknolojilerinin gelişmesiyle dünyanın en uzak bölgelerindeki istikrarsızlık faktörlerinin bile birey ve kurumları anında etkilemesi bu aktörlerin risklere karşı sürekli teyakkuz halinde olmasına neden oluyor. Yeni normalin sürekli kriz durumu olduğu bu ekosistemde varolmak ve mevcut konumlarını geliştirmek isteyenlerin birincil önceliği dış şoklara karşı kuvvetli bir yapı inşaa edip, makro gelişmeleri iyi okumak olmalı.

Dünyada risk analitiği disiplininin öncü isimlerinden Nassim Taleb’in son yazdığı “Anti-Kırılgan: Düzensizlikten Kazananlar” isimli kitabında yazar birey, kurum ve ulus devletlerin risk parametrelerinin farklılaştığı yeni ekosistemde risklere karşı dayanıklılığını kırılgan, dirençli ve anti-kırılgan olarak sınıflandırmakta. Kitapta meseleye sadece ülke değil, birey ve kurum perspektifinden de bakılıyor. Fakat bu yazıda Türkiye’nin risklere karşı dayanıklılığını değerlendirebileceğimiz için meseleyi ulus devlet boyutundan ele alacağım.

Taleb’in kitabında kırılgan olarak kategorize edilen ülkeler, yeni düzenin tehditlerine karşı hazırlıksız, risklerle karşılaştıkları durumlarda devamlılıkları tehlikeye girecek ve büyük zarar görecek ülkeler olarak tanımlanabilir. Kitapta dirençli olarak belirtilen ülkelerse tehdit ve belirsizliklere karşı hazırlıklı, risk parametreleriyle karşılaştıkları durumda olumsuz etkilenmeyecek ama bu tehditlerin varlığından da herhangi bir fayda görmeyecek ülkeler olarak belirtiliyor. Bu kategorilenmede üçüncü kategori olan anti-kırılgan aktörler ise risk parametrelerine karşı topyekün hazırlıklı, risk unsurlarıyla karşılaştıkları takdirde kendilerini mevzilendirmiş olmaları ve kuvvetli iç yapıları nedeniyle devamlılıklarını koruyabilecek, zarar görmeyecek hatta kendilerini konumlandırmaları sayesinde bu volatiliden fayda sağlayacak ülkeler olarak görülüyor.

Bu kısa özeti yaptıktan sonra “Türkiye olarak bu sınıflandırmada neredeyiz?” sorusu akıllara geliyor. Maalesef çok basit bir analizle bile bu soruya vereceğimiz cevabın olumlu olmadığını, ülkemizin kırılgan ülkeler kategorisinde zayıf bir pozisyona sahip olduğunu iddia edebiliriz. Bu değerlendirmede üç ana faktörü irdelememiz gerekiyor. Bunlar; ekonomik sürdürülebilirlik, iç politikadaki belirsizlikler ve dış politika tutumu olarak sıralanabilir.

Ekonomik istikrar bu analizde dışarıdan etkilenme riski ve süresi bakımından birincil öneme sahip. Türkiye ekonomisinin halen yapısal sorunları çözememiş, ve dış şoklara karşı kırılgan bir durumda olması milli güvenliğimizi tehdit eden ana unsur. Enerji bağımlılığının tetiklediği yapısal cari açık problemi, kısa dönemli dış mali kaynaklara bağımlılık, merkez bankasın rezervlerinin düşüklüğü, üretim niteliğinin halen alt ve orta seviye teknolojik ürünlerden oluşması, gelir adaletsizliği ve yoksulluğun sosyal istikrarı tehdit etmeye devam etmesi gibi faktörler uzun vadede Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmekte. Yüksek cari açığın ana tetikleyicisi durumunda olan enerjide maalesef jeopolitik olarak dünyadaki en riskli bölgelere bağımlıyız. Üstelik bunun tek ilacı olan yerel ve yenilenebilir enerji üretimini artırmak yerine zaten son derece bağımlı olduğumuz Rusya’ya nükleer enerji alanında da bağımlılığı arttırmaktayız. Ayrıca kısa dönemli mali kaynaklara bağımlılığımız mevcut durumda merkez bankalarının izlediği parasal genişlemenin sona ermesiyle ekonomiyi ciddi bir darboğaza sokma potansiyeline sahip. Yeni ekonomik sistemde üretim araçlarının ve sermayenin ivedi bir şekilde hareket edebilme yetisi teknolojik ve katma değer seviyesini artıramayan sektörlerimizin başka ülkelere rekabeti kaybetmelerine neden olabilir.

İç politikada da günlük çalkalanmaların ve belirsizliğin yönettiği tehlikeli bir süreçten geçmekteyiz. Son dönemde tanık olduğumuz yargının siyasallaşması, anayasa tartışmaları, gelecek seçimler silsilesi, terörün nüksetmesi, Cumhurbaşkanlığı konusunda yaşanan belirsizlik ve siyasal kazanım uğruna Kürt sorununun uzun vadeli yapısal bir çözüm yerine terörizmi meşrulaştırabilecek İmralı Süreci adında salt kısa dönemli sonuç yaratabilecek bir planla çözülmeye çalışılması bu zayıflığı daha da güçlendiriyor.

Bu süreçte yaşanan gelişmelerin ülkedeki kamplaşmaları ve siyasal kurumlara olan güvensizliği tetiklemesi ülkeyi dış şoklara karşı hazırlıksız bir hale getirmekte. Dış belirsizliklerin ve risk faktörlerin çeşitlendiği bu yeni ekosistemde Türkiye`nin silahlı kuvvetlerinin de moral bunalımında olması, komuta kademesinin önemli kısmının halen çoğunluğu kanıtlanmamış iddialarla tutuklu olması ve özellikle yeni küresel sistemde önemi artan donanma kuvvetlerinin üst kademelerini dolduracak kalifiye personelin tutukluluk nedeniyle noksanlığı bu kırılganlığımızı daha da tetiklemekte.

Maalesef ekonomik ve iç politik meselelere ilaveten hükümetin dış politikada izlediği tutumun ve stratejinin de diğer zayıflıklarımızın yarattığı risklere başkalarının eklenmesine neden oluyor. Türkiye’nin yakın coğrafyasında son dönemde yaşanan mezhepsel çatışmalarda ülkemizin giriştiği ittifaklarla müdahil taraf olması, Suriye meselesinde diplomatik çözüm yerine, muhalefetin askeri olarak desteklenmesi yöntemini tercih etmesi, Irak’ta milli bütünlüğü tehdit edecek projelere girişmesi, bütün trend ve analizlerin gösterdiği gibi gelecekte de mezhepsel çatışmaların devam edecek Orta Doğu’da ülkemizi bir cadı kazanının içine atmakta, devamlılığımızı ve milli bütünlüğümüzü tehdit etmekte.

Bu nedenlerden ötürü Türkiye’nin ivedi olarak mevcut ekonomik, siyasi ve dış politika kırılganlıklarını azaltacak yapısal adımları atması şart. Kısa vadeli siyasal kazanımlar uğruna uzun vadeli ulusal refah ve istikrarı tehlikeye atmak kabul edilemez bir olgu. Maalesef hükümetin son dönemde bütün bu kırılganlık faktörlerinde kısa dönemli kazanç ve algıyı, uzun dönemli refah ve güvenliğe tercih ettiğini görüyoruz. İçerideki zayıflıkların üstesinden gelerek ülkenin ekonomik güvenliğini sağlayacak reformlar yaparak ve bölgedeki çatışmaların çözümünde proaktif bir anlayışla diplomasi gibi barışçıl araçları kullanarak Türkiye ilk aşamada yeni dünya düzeninde risklere karşı direnç gösterebilecek ülkeler kategorisine geçebilir. Bunu gerçekleştirmediği takdirde Türkiye’nin bölgede ve dünyada karşı karşıya olduğu geleneksel ve asimetrik riskler ülkemizin siyasi ve ekonomik geleceğini ve güvenliğini tehdit etmeye devam edecek, ve onarılması güç problemler yaratabilecek.

Cenk SİDAR

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.