MISIR’DA ESKİYE DÖNÜŞ MÜ?

upa-admin 08 Temmuz 2013 2.059 Okunma 0
MISIR’DA ESKİYE DÖNÜŞ MÜ?

Bağımsızlığından Haziran 2012’ye dek geçen süre içerisinde her daim askeri/bürokratik bir vesayet altında yönetilmiş olan Mısır, demokrasiye geçiş sürecine yalnızca bir yıl dayanabildi. Geçtiğimiz yıl yapılan seçimler sonucu Mısır Parlamentosu’nda çoğunluğu oluşturur hale gelen ve devlet başkanlığı seçimleri sonucunda da Muhammed Mursi eliyle başkanlık koltuğunu eline geçiren geçmişin “muhalif yeraltı örgütü” Müslüman Kardeşler, halkın önemli bir bölümünün talebi ile Mısır Ordusu tarafından gerçekleştirilen darbe sonucu iktidardan uzaklaştırılmıştır. Uzun bir tarihsel geçmişe sahip ve Mısır halkının sürekli olarak bastırılan muhafazakâr anlayışını cemaat kavramsallaştırması aracılığıyla hiyerarşik bir siyasal teşkilat haline dönüştürmüş olan Müslüman Kardeşler’in, toplumsal mağduriyet iklimi, devrim ateşi ve konjonktürel gelişmeler eliyle olgunlaştırılmaya çalışılan siyasal iktidarı, kendisini devletin emrinde olan bir güç unsuru olmaktan daha çok devletin sahibi olarak gören Mısır Ordusu tarafından sonlandırılmıştır. 3 Temmuz 2013 akşamı yaşanan olayların niteliğine ve içeriğine dair sosyal ve siyasal anlamlandırmalar devam ediyor olsa da, bir askeri darbenin gerçekleştirilmiş olduğu apaçık ortadadır.

Halkın önemli bir bölümü destek veriyor ve mevcut iktidar ile muhalefetin uzlaşmaz tavırları süreci dayatıyor olsa da, Mısır’da yaşanan olayın bir askeri darbe olduğuna dair herhangi bir kuşku yoktur. Zaten kritik olan nokta da budur. Zira aylardır sinyalleri alınan ve 30 Haziran akşamından itibaren alanlara toplanan çeşitli siyasal anlayışlardan gelen mahşeri kalabalığın ülkenin içselleştirdiği siyasal kutuplaşma, ekonomik problemler ve sosyal çöküşe “dur” diyebilmek için yaptığı hükümet karşıtı eylemlerin meşruiyetine dair herhangi bir kuşku yoktur. Nitekim halk demokrasiyi sadece “sandıktan” ibaret gören ve seçildiği günden sonra üzerine oturduğu halkın ne denli büyük bir siyasal, toplumsal ve sosyo-kültürel farklılıklara sahip olduğunu unutan Muhammed Mursi liderliğindeki Müslüman Kardeşler’in kendisine verilen görevin sorumluluğunu taşıyamadığını ve bu nedenle de istifa etmesi gerektiğini belirtmek için Tahrir Meydanı’na çıkmıştır. Muhammed Mursi, halkın da desteğiyle Yüksek Askeri Konsey’in siyasal vesayetini yıkmış, ancak verdiği kararlar, izlediği politikalar ve yaptığı atamalar ile kendisi üzerinden Müslüman Kardeşler’e dayalı bir “sivil dikta” anlayışı yapılandırmaya çalışmıştır. 2012 Kasım’ında yaptığı düzenleme ile “yeni anayasa kabul edilene kadar” yargı denetimini hükümsüz kılacak olağanüstü yetkiler tanımak istemişti. Büyük tepkiyle karşılanan bu hareketi, solcular ve Mübarek yanlılarının ardından liberaller ve Müslüman Kardeşler dışındaki muhafazakâr grupların dahi Mursi yönetiminden uzaklaşmasına neden olmuştur. Aralık 2012’de kabul edilen ve içeriği neredeyse tamamen Müslüman Kardeşler’in isteklerine uygun olarak hazırlanan Anayasa ise halkın yalnızca % 32’sinin katılımıyla kabul edildi. Toplumsal/siyasal uzlaşı ile hazırlanması gereken anayasanın dayatma ile hazırlanması ve Mısır gibi 80 milyona yakın nüfusu bulunan bir ülkede halkın yalnızca % 32’sinin katılımıyla kabul edilen anayasa; ifade özgürlüğü, kadın hakları ve kadının toplumdaki rolü ile başta Kıptiler olmak üzere farklı toplum kesimlerine hitap etmediği için toplumsal bir meşruiyete sahip olamamıştır. Mursi’nin yaptığı her türlü işte ve attığı her adımda Müslüman Kardeşler’in siyaset anlayışını ve ideolojisini yansıtan eylemlerde bulunması solcular, milliyetçiler, Mübarek yanlıları ve liberallerin geniş tabanlı bir meydan koalisyonu içerisinde ona karşı isyan etmelerine yol açmıştır. Bu isyanın, toplumsal meşruiyetinin arttırılmasında ve farklı boyutlara ulaşmasında, Mursi döneminde ülke ekonomisinin çıkmaza sürüklenmesi, turizm gelirlerinin düşmesi ve başta elektrik ve su gibi en temel altyapı yatırımlarının dahi yapılamaz hale gelmesi önemli bir rol oynamıştır. İşsizliğin artması, daha önce Müslüman Kardeşler’e yakın duran ya da seçimlerde Mursi’ye oy vermiş birçok Mısırlıyı dahi 30 Haziran akşamından itibaren Tahrir’e çekmiştir.

Mursi’nin siyasal başarısızlığı, Mısır siyasal tarihinin en önemli aktörü olan orduyu bir kez daha siyasete müdahil olmaya itmiştir. Nitekim Cemal Abdülnasır, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek gibi siyasal liderleri kendi içerisinden çıkarmış olan Mısır Ordusu, Yüksek Yargı ve bürokrasi ile yaptığı ittifak çerçevesinde her daim siyasetin içerisinde olmuştur. Öyle ki, ordu, çoğu zaman Mısır’ın izleyeceği/izlediği dış politikayı dahi şekillendirir hale gelmiştir. Mısır Ordusu’nun, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren ABD ile geliştirdiği işbirliği ise Mısır siyasetinin ve Ortadoğu’nun en önemli kırılma noktalarından birini oluşturmuştur. Arap Baharı sonrası ülke içerisindeki toplumsal meşruiyetini koruma noktasında birtakım sorunlarla karşılaşan Mısır Ordusu, Mübarek sonrası geçiş sürecini Yüksek Askeri Konsey eliyle koordine etmek ve siyasal vesayetini korumak istemiştir. Mursi’nin hamleleri sonrası siyasetten el çektirilmiş olan Mısır Ordusu, bir yıl sonra yeniden siyasete dönüş yapmış gibi görünmektedir.

Darbeyi gerçekleştiren Mısır Genelkurmay Başkanı ve aynı zamanda Savunma Bakanı da olan Abdülfettah El Sisi, Mursi tarafından bu göreve getirilmişti. Oldukça sessiz bir isim olan El Sisi, eşinin başı örtülü olduğu ve muhafazakâr bir karaktere sahip olduğu için de Mısır Ordusu içerisinde şüpheyle yaklaşılan bir isimdi. Ancak, El Sisi’nin ABD ile ilişkileri noktasında Mısır Ordusu’nun genel yaklaşımından farklılaştığı söylenemez. Darbenin başındaki ismin genel karakteri bu şekilde gözler önüne serilmektedir. Muhalefetin belli kesimleri tarafından ideolojik manada Müslüman Kardeşler’e yakın olmakla dahi eleştirilen El Sisi, konu siyaset olduğu vakit ordunun genel yaklaşımını özümsemiş bir isim olarak belirmiştir. Zira El Sisi’nin başında olduğu Mısır Ordusu’nun, uzak bir ihtimal gibi de görünse, toplumsal/siyasal uzlaşma zeminini tamamıyla yok ettiği ve Mısır’daki kutuplaşmanın iç savaşa dönüşmesi endişesini ayyuka çıkardığı açıktır. Ordunun, devlet başkanlığı koltuğuna oturttuğu Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mahmud Mansur da Mursi tarafından darbeden 2 gün önce atanmış bir isim olarak ilginç bir profil çizmektedir. Deneyimli bir yargıç olan Mansur, Kıpti kökenlidir, yani Hıristiyan’dır. Bu durum, Mursi’ye düzenlenen darbenin, Mısır siyasetini yıllardan bu yana şekillendiren ordu-yargı-bürokrasi ittifakının bir ürünü olduğunu ve geleneksel siyasal kalıplara saldırıp Müslüman Kardeşler’in toplumsal/siyasal anlayışını hâkim kılmaya çalışan Muhammed Mursi’nin cezalandırıldığını göstermektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere, Mısır’da eski sisteme dönüş emareleri belirmiştir. Ancak bu kez, çok daha tedbirli bir yapı kurgulanacak ve ordu kendisini belli faktörlerin arkasına kamufle etmeye çalışacaktır. Zira Arap Baharı’nı yaşamış bir toplumda askeri vesayetin bu denli görünür bir şekilde uzun müddet devam ettirilmesi, ordunun bayrağı altında toplanan Mursi karşıtlarını da orta vadede ordu karşıtlığına itebilecektir.

3 Temmuz darbesi, Mısır’da demokrasiye indirilmiş ağır bir darbe olarak görülmelidir. Arap Baharı sonrası askeri-bürokratik vesayetten kurtulduğu söylenen Mısır’da aslında hiçbir şeyin değişmediğini ve geleneksel siyasal/yönetimsel aktörlerin gücünü koruduğunu da kanıtlayan bu olay, Arap Baharı sonrasında toplumsal/siyasal kutuplaşma yönünde bir yapılanma ortaya koyan Ortadoğu halklarına da olumsuz bir örnek teşkil etmektedir. Nitekim Mısır, siyasal anlamda Arap Dünyası’nın kalbi ve yüzünü döndüğü kıblesi gibidir. Ne var ki, bu darbeyi anlamlandırırken, bir yıllık iktidar döneminde, halkın önemli bir çoğunluğunu karşısına alan, demokrasiyi sadece “sandıktan ibaret” gören ve toplumun farklı kesimlerine hitap etmeyi başaramayan Mursi yönetimindeki Müslüman Kardeşler fiyaskosunu da göz önünde bulundurmak gerekir.

Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.