ABD-İRAN: İŞBİRLİĞİ GERÇEKLEŞECEK Mİ?

upa-admin 18 Ekim 2013 1.978 Okunma 0
ABD-İRAN: İŞBİRLİĞİ GERÇEKLEŞECEK Mİ?

Son zamanlarda ABD ile İran arasında belli yakınlaşmanın gözlendiğine ilişkin haberler yayılıyor. Özellikle, her iki devletin temsilcilerinin BM’deki konuşmalarında söyledikleri bazı mesajların karşılıklı ilişkilerin yararına olabileceği değerlendiriliyor. Bunlarla birlikte, Washington-Tahran hattında hala gerilimin kaldığı da vurgulanıyor. İki ülke arasındaki ilişkilerin geleceği açısından farklı görüşler seslendiriliyor.

Bir Aşamanın Sonu Mu?

ABD-İran ilişkilerinde buzların eridiğine ilişkin medyada yayılan haberlerin sayısı çoğalıyor. Bunlar her iki devlet başkanının attıkları somut adımlara dayanıyor. Daha düşündürücüsü şu ki, Tahran’la Washington arasındaki diyaloğun başlamasının tüm Orta Doğu’nun jeopolitik manzarasında ciddi değişikliklere neden olacağı tahmin ediliyor. Bu açıdan analitik ve uzmanlar çok sayıda kanıta dayanıyorlar.

“Iranian Diplomacy” yayını Obama ve Ruhani’nin BM’deki konuşmalarının iki ülke arasındaki soğukluğu ortadan kaldırabileceğini vurguladı (Bkz.: Вахид Абедини. Выступления в ООН Рухани и Обамы разбили лед ирано-американских отношений / www.inosmi.ru, 30 Eylül 2013). “Nihayet uzun zamandır beklenen olay yaşandı” cümlesiyle sürece görüş bildiren yazar, aslında, ABD ve İran toplumlarının iki ülkenin yakınlaşmasının taraftarı olduğunu ifade etti. Doğu Kaliforniya Üniversitesi profesörü Celil Rouşandel de kendi nikbinliğini saklamıyor. O, “… her iki Başkanın konuşması – iyi başlangıçtır” dedi (Bkz.: önceki kaynak).

Batılı analitik ve uzmanlar da ABD-İran ilişkilerinin iyileşmesinin yararlı olduğunu düşünüyor. Onlar genelde Orta Doğu’da yeni jeopolitik manzaranın oluşabileceğini vurguluyorlar. İlginçtir ki, bu zaman süreçlerin ABD’nin stratejik amaçlarına uygun şekilde gideceğine inanç vardır. Bunun fonunda ise İran’ın hiçbir şey kaybetmeyeceği öngörülüyor. Aynı şekilde, Tel-Aviv taraftan Tahran’a olan tehlikenin ortadan kalkması ihtimali hatırlatılıyor.

Meseleye bölge devletlerinin çıkarları açısından da yaklaşım mevcuttur. Uzmanlar bu sırada temel olarak Türkiye, Suudi Arabistan, Suriye ve Irak’ın adını çekiyorlar. Bu devletlerin her birinin kendi jeopolitik iddiaları vardır. Fakat önderlik meselesinde öncelikle Türkiye ve Suudi Arabistan’ın İran’a rakip olduğu vurgulanıyor.

Bu husus tamamen ABD-İran ilişkilerinin perspektifi açısından oldukça düşündürücüdür, çünkü hem Türkiye, hem de Suudi Arabistan Washington’un bölgedeki en yakın müttefikleriler. Eğer Tahran ABD’yle ilişkilerini iyileştirebilirse, o zaman bölgede jeopolitik “kozlar” nasıl değişebilir? Bu soruya tabii ki, Riyad’da ve Ankara’da farklı yanıtlar olabilir. Fakat Türkiye’nin İran’la ilişkilere yeni prizmadan yaklaşımı ile ilgili bazı bilgiler mevcuttur.

Türkiyeli uzmanlar İran’la bölgesel önderlik yarışmasının verimsiz olduğunu vurguluyorlar. Son yıllarda Orta Doğu’da şeriksiz önder olma yönünde verdiği mücadelenin sonuç vermeyeceğini her iki ülke yönetiminin anladığını özel vurguluyorlar (Bkz.: Yusuf Ünlü. New York Kime Yaradı? / “Milli Gazete”, 2 Ekim 2013).

Bunun teyidi olarak, New York’ta A. Gül ve H. Ruhani’nin söyledikleri bazı fikirleri gösteriyorlar. Türkiye Cumhurbaşkanı “…bölgede İran’ın çıkarlarını dikkate almak gerekiyor” cümlesini kullandı. H. Ruhani ise “…nükleer programdan bölge devletlerinin rahatsızlığını gidermek gerekiyor” görüşünü belirtti. Uzmanlar bunları iki devlet başkanının bölgede kuşkusuz önder olma stratejisinden geri çekilmesi gibi değerlendiriyorlar (Bkz.: önceki kaynak).

Onu söylemek gerekiyor ki, analistler Tahran’ın “yumuşamasında” Suriye meselesi etrafında yeni durumun oluşmasının ciddi rol oynadığına emindirler (Bkz.: Джордж Фридман. Реалии США и Ирана / www.geopolitica.ru, 2 Ekim 2013 ve Владислав Гулевич. США на Ближнем Востоке: ставка на Турцию / “Международная жизнь”, 3 Ekim 2013). “Stratfor”un tahminlerinde İran’ın bölgede iddialarının azalacağı yer aldı.

Bunun nedeni olarak bölgede Sünni-Şii çatışmasının sonucunda ABD’nin jeopolitik çıkarlarına cevap veren içerik arz edeceğine olan inanç gösteriliyor. B. Esad’ın hem ülke genelinde, hem de bölgede nüfuzunun aşağı düşmesi ile bu husus yetişmiştir. Buradan anlaşılıyor ki, neden Washington Ankara’nın ısrarına rağmen Suriye rejimini tam çökertme planlarına başvurmadı.

ABD’ye hem Türkiye, hem de İran’a tehdit doğurabilecek bölge gerekiyordu. Günümüzde radikal dini gruplar arasında öyle bir oran ortaya çıktı ki, ne Ankara, ne de Tahran kendilerini rahat hissedemiyorlar. ABD ise bu durumdan jeopolitik getiri sağlamaktadır. G. Friedman’ın yukarıda belirtilen analitik yazısında da yer almış bu fikirler ilginçtir.

Diyalogun Perspektifi Ve Şüpheler

Tüm bunlar ABD-İran ilişkilerinin normalleşeceğini öngörmek için yeterli mi? Obama ve Ruhani verdikleri demeçlere sadık kalacaklar mı? İtiraf etmek gerekiyor ki, bu sorulara net cevap vermek çok zordur, çünkü her iki ülke genelinde farklı düşünenler vardır. H. Ruhani’ye Tahran havaalanında ayakkabı attılar. Bu, onun Washington’la ilişkileri iyileştirme girişimine itiraz belirtisiydi. İran’ın çeşitli siyasi güçleri hala Amerika’ya karşı sert davranmanın gerektiğini düşünüyorlar. Onlar yirminci yüzyılda Washington’un bu ülke aleyhine attığı adımları affedemiyorlar. Bununla birlikte, İranlılar gerçek düşünmeye mecburdurlar.

Mesele şu ki, Ahmedinejad’ın gerçekleştirdiği stratejik hat kendini kanıtlayamadı. Ülke bölgesel öndere dönüşmedi, nükleer program uluslararası çevre tarafından kabul edilmedi, yaptırımlar ortadan kalkmadı ve Orta Doğu çapında siyasi açıdan Şii avantajı sağlanamadı. Belli oldu ki, Batı ne Sünni, ne de Şiilerin tam başarılı olmasını istemiyor – daha çok her iki tarafın gücünün yaklaşık eşit olması onun işine yarıyor. Bu amaçla Washington her iki dini mezhep temsilcilerine yardım ediyormuş.

Suriye konusunda ise son sözü Amerika ve Rusya’nın söyleyebileceği anlaşıldı. Bu o demektir ki, Tahran’ın yıllardır bu bölgede oluşturduğu jeosiyasi otoritenin belli sınırı varmış. Fakat bunlar İran’ın bölge için önemini asla azaltmadı. Aksine, G. Friedman yukarıda anılan analitik yazısında “Yükselen İran” ifadesini kullandı.

Bununla o, Orta Doğu’da oluşan yeni jeopolitik manzaranın gelişiminde Tahran’ın oynayabileceği önemli role işaret ediyor. Böyle bir perspektif Amerika’nın stratejik çıkarlarına cevap veriyor, çünkü Washington bölgede yaklaşık aynı güçte olan birkaç devletin varlığını kendi jeopolitik amaçlarına daha uygun buluyor. Bu bağlılıkta Amerikan dış politikasının fikir babalarından olan Henry Kissinger’in bazı fikirleri düşündürücü görünüyor. O, henüz 2011 yılının sonlarında vurgulamıştı ki, “… biz yeni toplum, yeni dünya düzeni kuruyoruz, sadece bir süperdevlet kalacak ve o, galip dünya devleti olacak” (Bkz.: Киссинджер: США нужна не Сирия, а весь мир / www.russiapost.su, 3 Ekim 2013). O, ABD askerlerinin onların karşısına konulan 7 Orta Doğu ülkesinin doğal kaynaklarını ele geçirme, onlar üzerinde denetimi gerçekleştirme görevinin neredeyse üstesinden geldiklerini söyledi. Bunlar Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Irak, Suriye, Libya ve İran’dır (Bkz.: önceki kaynak).

Görüldüğü gibi, şimdiki aşamada İran’la ilişkilerin normalleşmesi Washington için oldukça önemlidir. Bu durum, hiç kuşkusuz, İran’ı da memnun ediyor, çünkü ülkeye askeri saldırı yapılması devletçilik için ağır sonuçlar verebilir. Ayrıca, bölge çapında İran’ın jeopolitik nüfuzu çok düşer. Tahran tüm gücüyle bunlara imkan vermemeye çalışacak.

Her halükarda, bölgede savaş tehlikesinin ortadan kaldırılması olumlu bir durumdur. Bu, bölgenin tüm devletlerinin yararınadır. Onu da dikkate almak gerekiyor ki, şimdilik önderlik uğruna ABD-Çin mücadelesi bitmedi. Herhangi ülkenin bu sürecin dahilinde olması istenen değildir. Tüm bunlara göre, ABD-İran ilişkilerinin normalleşmesi Güney Kafkasya için de olumlu olay olurdu.

Kaynak: Newtimes.az

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.