TÜRKİYE’NİN ARABULUCULUK FAALİYETLERİ

upa-admin 16 Haziran 2020 9.430 Okunma 0
TÜRKİYE’NİN ARABULUCULUK FAALİYETLERİ

Giriş

Uluslararası İlişkilerde devletler arasında ciddi ve krizler söz konusu olmaktadır. Rekabet, güç, kültür ve toprak sorunları gibi nedenlerden dolayı ortaya çıkan anlaşmazlıklar görüldüğünde, taraflar arasında söz konusu çatışmanın bir çözüme ulaşamadığı durumlarda uluslararası aktörlerin devreye girmesiyle bir takım adımlar atılarak sorunun çözümü için çaba sarf edilmektedir. Bu arabulucu aktör kimi zaman bir uluslararası örgüt olurken, kimi zaman da her iki tarafa nötr davranacak başka bir devlet olmaktadır. İki aktör arasındaki bir meseleye dışarıdan müdahale edilmesi, aracı devletin dış politikası, tarafların başvurusu gibi nedenlere bağlı olmakla birlikte küreselleşmenin ve iletişimin gelişiminden de etkilenmiştir. Herhangi bir olayın dünyanın her yerinde etki oluşturabilmesi çatışmaların büyük sorunlara, yıkıcı etkilere ulaşmadan çözülmesini ve çatışmalara engel olunmasını gerekli kılmıştır.

Çatışma Çözümü ve Arabuluculuk

Uluslararası aktörler arasındaki bir çatışmanın giderilmesi adına yapılan uygulamalar, çatışmanın şiddete dönüşmeden yapıcı şekilde bir sonuca bağlanması çatışma çözümü olarak adlandırılmıştır (Dizdaroğlu, 2019: 2). Başka bir tanıma göre ise, çatışma çözümü; savaşan taraflar arasında müzakere başlatılmasından barış antlaşması imzalanmasına kadar olan süreci kapsamaktadır (Özerdem, 2013: 93). Bütün alanlarda olduğu gibi çatışma ve çatışma çözümünde de Soğuk Savaş sonrasında bir değişim yaşanmıştır. Bu dönemde etnik ve dini temelli, sivil kayıpların olduğu iç çatışmalar görülmeye başlanmıştır. Buna bağlı olarak da, çatışma çözümü uygulamaları artmıştır (Dizdaroğlu, 2019: 3).

Taraflar arasında barışın sağlanmasına yönelik olarak söz konusu çatışma çözümü sürecinde 5 önemli adımdan söz edilmektedir. Temel yapı olarak nitelendirilen bu basamaklar; ön görüşmeler, barış müzakeresi, barış anlaşması, onaylama ve uygulamadır. İlk olarak, müzakere süreci başlatılmak için tarafların ikna edilmesi amacıyla ön görüşmeler yapılmaktadır. Bu sürecin başarılı yürütülmesinin ardından resmi barış müzakereleri ve barış anlaşması, onaylama ve uygulama ile sonuçlanan bir süreç meydana gelmektedir (Özerdem, 2013: 95-105). Çatışma çözümü sürecine yapıcı nitelikte barışı savunan dış aktörler müdahale edebilmektedir. Aktif ve girişimci dış politika stratejisi ile Türkiye de uluslararası alanda birçok çatışma ve sorunda arabulucu olarak müdahalede bulunarak tarafları bir araya getirme amacıyla hareket etmiştir.

İsrail-Suriye Sorunu ve Suriye İç Savaşı

İsrail’in kuruluşundan itibaren Arap devletleriyle İsrail arasında savaşlar, çatışmalar ve sorunlar son bulmamıştır. 1979’da başlayan Camp David sürecinin ardından 1993 yılında Norveç Dışişleri Başkanı’nın arabuluculuğu ile Oslo Barış Süreci olarak adlandırılan süreç başlamıştır. Filistin, İsrail, Ürdün, Suriye, Lübnan’ın bir araya getirilmesi karşılıklı tanıma anlaşmalarını yapılmış, fakat tam anlamıyla barış sağlanmamıştır. İsrail ile Suriye arasında ABD öncülüğünde sürdürülen dolaylı görüşmelerin başarısız olması ve İsrail jetlerinin 2003 yılında Şam yakınlarındaki bir eğitim kampını bombalaması, bu olayların akabinde Türkiye’nin taraflar arasında arabulucu olma girişimlerinin başlamasını sağlamıştır. İsrailli yetkililer Türkiye ile arabuluculuk konusunda anlaşmışlar, Suriye’nin de kabul etmesiyle süreç başlamıştır.

Başta Suriye’nin görüşmelerin resmi devlet kanallarıyla yapılmasına karşı çıkması nedeniyle yaşanan duraklamanın ardından, 2007 yılında Türkiye’nin iki ülke arasında mesajlar iletmesiyle arabuluculuk süreci resmen başlamıştır. Türkiye’nin arabuluculuk girişimlerinde bulunmasında, iki ülke arasındaki olası bir savaşın Türkiye’ye zarar verecek olması, arada kalmasına yol açması ve Ortadoğu açılımını tehlikeye atmasından duyulan kaygı ve endişenin etkisi olmuştur (Yeşilyurt, 2013: 419). Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın telefon diplomasisi ve her iki ülkeden yetki verilen özel temsilciler aracılığıyla arabuluculuk faaliyeti gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde, her iki devlet de, kendi ülkelerinde Türkiye’nin gözetiminde aracılı görüşmelerin başladığı yönünde açıklamalar yapmışlardır (https://www.cnnturk.com). Mayıs 2008 itibariyle başlayan dolaylı görüşmelerin Barack Obama’nın Ocak 2009’da ABD Başkanlığı görevini devralmasının ardından doğrudan görüşmelere dönüştürülmesi kararlaştırılmıştır. Bu süre zarfında İsrail’in Gazze’de operasyon başlatması ise, Suriye’nin durumu protesto etmesine ve görüşmelerden çekilmesine neden olmuştur. Dolayısıyla, Türkiye’nin arabuluculuğu da sonlanmıştır (Yeşilyurt, 2013: 419).

Türkiye’nin sona eren arabuluculuğu, ilerleyen yıllarda farklı bir kulvarda devam etmiştir. Mavi Marmara sürecinde ilişkilerin İsrail’le çok gergin hale geldiği bir dönemde, Suriye ile ilişkiler ise iyileşme ve gelişme yolunda seyretmiştir. Irak ile bu dönemde büyük sorun yaşayan Suriye ve Irak arasında arabulucu olarak yine Türkiye görev almıştır. Hatta bu dönemde Türkiye ile Suriye arasında gelişen ilişkinin diğer Arap ülkeleriyle olan ilişkilerden daha iyi bir boyutta olduğu anlaşılmaktadır (Yeşilyurt, 2013: 420).

2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharı’nın Suriye’deki yansıması ise, uzun yıllar sürecek etkiler bırakan ve dinmeyen çatışmaların yaşandığı bir sürece neden olmuştur. Uluslararası alanda yapılan girişimler sonucu ikincisi Türkiye’de yapılan Suriye Halkının Dostları toplantılarının ardından, Cenevre Süreci olarak adlandırılan konferanslar dizisi yapılmıştır. Çok etkili olmayan ve siyasi çözüme odaklanan Cenevre Süreci ile eşgüdümlü olarak devam eden bir süreç de Astana Süreci olmuştur. Türkiye ve Rusya’nın ortak girişimiyle başlayan bu süreçte, Rusya rejimin ve İran’ın, Türkiye ise ılımlı muhalefetin garantörlüğünü üstlenmiştir. Rusya ve Türkiye’nin liderliği ile Aralık 2016’da kapsamlı ateşkes anlaşması imzalanmış ve sonrasında ikili görüşmelerden çok taraflı görüşmelere geçilmiştir (Arı, 2017: 506).  Şubat 2017’de ikincisi ve 4-5 Temmuz 2017’de beşincisi yapılan Astana toplantılarında, taraflar zaman zaman sorunlar yaşasalar da, çatışmasız bölge ve güvenlikli bölge konusunda anlaşabilmişlerdir. Diğer yandan, başka kulvarda devam eden Cenevre Süreci ise, Suriye’nin İdlib bölgesinde kimyasal gaz kullanması nedeniyle sekteye uğramış ve barış yolundaki süreçten sonuç alınamamıştır (Arı, 2017: 510).

İran Nükleer Krizi

Türkiye’nin arabuluculuk faaliyetlerinde İran ile konu daha çok İran’ın nükleer programı etrafında şekillenmiştir. Türkiye’nin İran’ın yapmış olduğu nükleer çalışmalara ve programlara karşı yaklaşımı eşitlikçi düzeyde olmuş ve Ankara, İran’ın da barışçıl amaçlara yönelik olarak nükleer çalışmalar yapabileceğini beyan ederken, İran ile karşıt taraflarda olan İsrail’in nükleer silahlara sahip olmasından dolayı bölgenin silahsızlandırılması gerektiği üzerinde durmuştur. Diğer yandan, Türkiye, ABD ve diğer nükleer silah sahibi ülkelerin kendileri ile aynı çalışmalar içine giren İran’a baskı uygulamalarını tutarsız bularak, olası sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmesinden yana olduğunu ve bu konuda Türkiye’nin arabuluculu olabileceğini belirtmiştir (Duran, İnat ve Ataman, 2011: 100-101). İran’ın da diğer ülkeler gibi nükleer çalışmalar yapabileceğini düşünen Türkiye, bu görüşüyle uluslararası alanda farklı bir yer almış ve bu konuyla ilgili alınan BM kararında İran’dan yana tavır sergilemiştir. İran’a yaptırımı öngören BM kararında “hayır” oyu kullanan Türkiye, yaptırımların İran halkına zarar vereceğini ve hükümetin daha çok hırslanarak faaliyetlerini sürdüreceğini ileri sürerek, diplomatik yollarla çözüme odaklanılması gerektiğini ifade etmiştir (İnat, 2010: 103).

Ahmet Davutoğlu ve Lula da Silva 

Türkiye’nin, İran’ın nükleer programı konusundaki aktif rolü, İran ile ABD, Rusya ve Fransa’dan oluşan Viyana Grubu arasındaki takas anlaşmasının 2009 yılında çökmesiyle ortaya çıkmıştır. Söz konusu anlaşma; Tahran Nükleer Araştırma Reaktörü’nde (TNAR) kullanılacak olan nükleer yakıt çubukları ile İran’ın sahip olduğu düşük dereceli zenginleştirilmiş uranyum miktarının takasını öngörmekteydi (Ürküt ve Sarı, 2014: 201). Anlaşmanın ortadan kalkmasının ardından Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Sekreteri Muhammed El Baradey, anlaşmaya konu olan zenginleştirilmiş uranyumların Türkiye’ye konuşlandırılmasını teklif etmiştir. Türkiye’nin bu arabulucu rolü ile, Fransa, nükleer yakıt çubuklarını teslim edene kadar Türkiye’nin İran’ı anlaşma için ikna etmesini önermiştir. Fakat İran’ın zenginleştirilmiş uranyumlarının ülke dışına çıkarılmayacağı açıklaması bu önerinin havada kalmasına neden olmuştur (Ürküt ve Sarı, 2014: 209). Nisan 2010’da yapılan Nükleer Enerji Zirvesi’nde yeniden gündeme gelen konuyla ilgili olarak Türkiye ve Brezilya bu konuda arabuluculuk yapabileceklerini ifade etmişlerdir. Tahran’a giden dönemin Brezilya lideri Lula da Silva, Türkiye ile Brezilya’nın arabuluculuğunu önermiş ve bu öneri İran tarafından kabul almıştır. Sonuç olarak, Türkiye ve Brezilya’nın arabuluculuğu ile Tahran Bildirisi imzalanmıştır (Ürküt ve Sarı, 2014: 210). Türkiye’nin attığı bu adım dış politika analizinde bölge ülkeleri ile ilişkilerin geliştirilmeye çalışılması, etkin ve aktif olma stratejilerinin bir uzantısı olarak değerlendirilmiştir. Ancak Türkiye’nin bu başarısı Batılı ülkelerden destek almamıştır.

Libya Sorunu

Arap Baharı’nın ardından 2012’deki ilk parlamento seçimlerinin ardından, Libya’da 2014 yılında Temsilciler Meclisi seçimi yaşanan çatışmalar nedeniyle düşük katılımla gerçekleşmiş ve iki farklı parlamento ve farklı gruplar arasında iktidar olma rekabeti yaşanmaya başlamıştır. Bu dönemde Türkiye’nin de desteklediği ve öncüsü olduğu bir siyasi diyalog süreci yaşanmıştır. BM’nin arabuluculuğu ile kurulan ve uluslararası toplum tarafından tanınan Ulusal Birlik/Uzlaşı Hükümeti’nin liderliğini Fayiz es-Sarrac yapmaktadır. Ona karşı olan ve zorluk çıkaran Tobruk hükümetinin başındaysa General Halife Hafter bulunmaktadır (Arı, 2017: 476). 4 Nisan 2019’a kadar BM’nin de dahil olduğu uluslararası katılımlı bir konferansın planları yapılırken, bu tarihte Hafter’in Trablus’a saldırısı herşeyi değiştirmiş ve ateşkese engel olmuştur. Bunun üzerine, Türkiye ve Rusya bir girişimde bulunarak ateşkes sağlanması için çağrıda bulunmuşlardır. Türkiye ve Rusya tarafından gerçekleştirilen ikinci arabuluculuk girişimiyle Libya konusunda taraflar bir araya getirilmiş ve Moskova’da izlenen mekik diplomasisi ile ateşkes için görüşmeler yapılmıştır. Ancak metin üzerinde anlaşılmışken, Hafter’in önce izin isteyip sonra Moskova’yı terk etmesi, arabuluculuk sürecini sonlandırmıştır (https://p.dw.com/p/3W9rv). Türkiye’nin aktif ve girişimci dış politikasının yanı sıra, Libya ile tarihi ve kültürel bağlara sahip olması da bu ülkenin birliğinin sağlanması konusundaki politikalarına yön vermiştir. Bunun yanı sıra, 27 Kasım 2019 tarihinde imzalanan deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair mutabakat ve Askeri ve Güvenlik İşbirliği Mutabakatı ile ekonomik ve askeri olarak bağlanan Türkiye için Libya’daki istikrar daha önemli olmuş ve Libya konusunda hassas davranmasında etkili olmuştur.

Fayiz es-Sarrac ve Recep Tayyip Erdoğan

Uluslararası Girişimler

Türkiye’nin önleyici ve barışçıl diplomasisi izlediği arabuluculuk faaliyetlerinin yanı sıra, uluslararası girişimleri de bu konudaki insani yaklaşımını ve barışçıl değerlerini yansıtmaktadır. Lübnan ve Irak’ta ülke içindeki istikrarın sağlanması yönündeki faaliyetler, Balkanlar’daki düzen için Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Sırbistan ile yapılan üçlü işbirliği süreci, Afganistan’da barış ve güvenliğin sağlanması adına Pakistan ile girişilen üçlü işbirliği mekanizması ve Somali ve Somaliland arasındaki görüşmelerde oynanan barışçıl rol, söz konusu yapıcı diplomasi faaliyetlerden birkaçını ifade etmektedir. Bunların yanında, Türkiye’nin uyuşmazlıkların çözümündeki öneminin anlaşılması ve arabuluculuk faaliyetlerine daha çok kaynak sağlanması amacıyla 24 Eylül 2010 tarihinde BM bünyesinde “Barış İçin Arabuluculuk” girişimi başlatılmıştır. Söz konusu girişimin ardından BM’de konuyla ilgili olarak 2016 yılına dek dört ayrı karar kabul edilmiştir. Türkiye’nin amaçladığı gibi uluslar arası alanda arabuluculuk yönündeki bilinç ve algı değişmiş “Arabuluculuk Dostlar Grubu” oluşturulmuştur (http://www.mfa.gov.tr).

Mevlüt Çavuşoğlu Arabuluculuk Dostlar Grubu’nda konuşurken 

BM’de olduğu gibi aynı isimli bir grup da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı-AGİT bünyesinde 2014 yılı dönem başkanı İsviçre, Finlandiya ve Türkiye öncülüğünde oluşturulmuştur. Arabuluculuk alanında sinerji ve ateşkes sağlamada arabuluculuğun önemi gibi konuların görüşüldüğü toplantılar düzenleyen AGİT Arabuluculuk Dostlar Grubu için ilk ev sahipliğini de Türkiye yapmıştır. Yoğun girişimlerin yapıldığı bir diğer alan ise İslam İşbirliği Teşkilatı olarak öne çıkmaktadır. Uluslararası örgütlerle yürütülen faaliyetlerden bağımsız olarak ilki 2012 yılında düzenlenen İstanbul Arabuluculuk Konferansları, Türkiye’nin bu yöndeki atılımlarının simgelerinden olmuş ve her yıl enerji, bölgesel örgütlerin rolü, güçlü diplomasi gibi farklı temalarla gerçekleştirilmiştir (http://www.mfa.gov.tr).

Sonuç

Soğuk Savaş sonrası dönemde daha izlenen bir politika olarak görülen arabuluculuk, diplomasiye ağırlık verilen ve sorunların barışçıl yollarla çözülmesi gibi stratejiler uluslararası alanda oldukça yoğun faaliyetlerin yürütüldüğü bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Dış politika stratejisinin bir parçası olarak sorunların çözümünde diyalog yoluyla diplomatik yöntemlerin kullanılmasından yana olan Türkiye’nin bu konudaki faaliyetleri ve uygulamaları, dünya genelinde oldukça geniş yankı bulan ve etki uyandıran faaliyetlerdir. Dünyanın her bölgesinde çatışma ve iç savaşlar, ülkeler arası sorunlar ve bölgesel mücadeleler konularında girişimci politikalarıyla, Türkiye, son yıllarda dünyada en çok öne çıkan birkaç ülkeden biri konumundadır. Bu yöndeki girişimci dış politikası ile ya da gelen teklifler karşılığında arabuluculuk rolü alan Türkiye, mekik diplomasisi ve telefon diplomasisi gibi çeşitli diplomasi kanallarını da yoğun olarak kullanarak sorunlara çözüm aramaktadır. Somut olarak yer aldığı arabuluculuklar dışında, Ankara, uluslararası alanda bu yöndeki atılımların gelişmesi adına faaliyetlerde de bulunarak, önemli  etkileri bulunan toplantı ve konferanslara ev sahipliği yapmaktadır. Adil ve güvenilir bir arabulucu olarak Türkiye, sorun yaşayan ülkelerin çözümde rol oynamasında gönüllü oldukları bir ülke olarak gelecekte de aktif diplomasisi ile ön planda olacağının sinyallerini vermektedir. Ancak ne kadar üzücüdür ki, Türkiye’nin arabuluculuk çabaları barışa hizmet etmesine karşın, sadece Türkiye’nin başarısı istenmediği için engellenmekte veya kısıtlanmaktadır. Bunun bedelini ise Türkiye’den daha çok, çatışma yaşayan ülkelerin halkları ödemektedir…

Şeyma KIZILAY

KAYNAKÇA

 

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.