Avrupa Birliği, ekonomik entegrasyon teorisine göre parasal ve ekonomik anlamda tam bir birlik olmaya yaklaşmış dünyadaki ilk ve tek örnektir. 1950’lerde 6 ülkeyle başlayan entegrasyon süreci, bugün 27 ülkeyi kapsayacak şekilde genişlemiştir. Entegrasyon aşamasında sürekli krizlerle karşılaşan Avrupa Birliği, radikal reformlarla bu krizlerin üstesinden gelmeyi başarabilmiştir.
Avrupa Birliği’ni derinden etkileyen avro krizi ise, yapılamayan ve uygulatılamayan reformlar yüzünden hala etkisini ağır biçimde sürdürmektedir. Parasal birlik için gerekli şartların yeterince sağlanamaması, uzun vadede üye ülkelerin arasındaki yakınlaşmayı arttırmamış aksine eşitsizliklerin artmasına yol açmıştır. Fransa ve Almanya’nın farklı politikaları, üye ulus devletlerin ekonomik bağımsızlıklarını devretmedeki isteksizlikleri, krizden çıkışın ve kurumsal anlamda yenilenmenin çok da kolay olmadığını göstermektedir.
Avro krizi bugün Avrupa Birliği’nin geleceğini tehdit ediyor olsa bile, akademik açıdan yaklaşıldığında parasal birlik başarılı olarak değerlendirilmektedir. Maliye politikalarının üyelerin kontrolüne bırakılması, zamanında gelecek için kaygılanan iktisatçıların haklı çıkmasına sebep olmuştur.
Ortak gümrük, maliye ve para politikalarının sistemli bir şekilde oluşturulması gerekmektedir.
Parasal birlik, ekonomik entegrasyonun ileri aşamalarından biridir. Akademik açıdan parasal ve ekonomik birlik diye nitelendirilen aşama, son aşama olan siyasal birliğe giden yoldur. Parasal birlik, sadece mal ve hizmetlerin değil faktörlerin de serbestleşmesini sağlamaktadır. Aynı zamanda üye ülkelerin, ortak iktisadi politika oluşturması gerekmektedir.
Yukarıdaki gelişmelerin sağlanabilmesi için ortak gümrük, maliye ve para politikalarının sistemli bir şekilde oluşturulması ve bir merkezden yönetilmesi gerekmektedir. Ortak gümrük politikalarında sağlanan başarı, para politikalarında da Avrupa Merkez Bankası’nın kurularak, yetkilerin devredilmesi sayesinde devam ettirilmiştir. Fakat maliye politikalarında sağlanamayan birliktelik, birliğin bugün avro kriziyle riskli durumlara taşınmasına sebep olmuştur. Hükümetlerin maliye politikalarında yetki devrine yanaşmaması, politik çıkarlarına göre maliye politikalarını belirlemeleri, bugün Avro bölgesini dağılma senaryolarının konuşulduğu bir alana çevirmiştir. 2008’de başlayan kriz ile birlikte bütçe açıkları ve artan borç yüklerinin belirginleşmesiyle, Avrupa Birliği’nin denetim mekanizmalarını iyi kuramadığı, hükümetlerin mevcut durumlarını gizleyebildikleri hatta rakamlarda oynama yapabildiklerini ortaya çıkarmıştır. (Yunanistan örneğinde olduğu gibi)
Her krizden güçlenerek çıkmasını bilen Avrupa Birliği, avro krizinin ana sebebi olarak görülen maliye politikalarındaki birlikteliğin sağlanması için “Ekonomik ve Parasal Birlik İçinde İstikrar, Eşgüdüm ve Yönetişim Anlaşması (EPBİEYA) (Mali Anlaşma)” imzalanmış ve “Avrupa İstikrar Mekanizması” ile “Avrupa Mali İstikrar Fonu” oluşturulmuştur. Mali Anlaşma 27 üye ülkenin 25’i tarafından imzalanmıştır. İngiltere ve Çek Cumhuriyeti anlaşmayı kendi ekonomik çıkarlarına aykırı bulduğu için imzalamamıştır.
Ekonomik ve Parasal Birliği güçlendirme çabaları, AB’nin yeniden yapılandırılmasını gerektirmektedir. Bu kapsamda hazırlanan mali anlaşma, krizlere karşı daha güçlü bir birlik perspektifi öngörmektedir. Karar alma süreçlerinin daha efektif, tam anlamıyla ortak hareket edebilen, ortak kurallara tabi olan ve kurallara uyulmadığında üyelere yaptırım uygulanabileceği bir birlik oluşturulmaktadır.
Avrupa, Sol ve sosyal demokrat partilerin önderliğinde büyüme modelli bir çıkış yolu aramaktadır.
Krizden çıkış için her türlü yolu denemek zorunda olan Avrupa Birliği, şimdiye dek sürdürdüğü kamu harcamalarının kısılması, ücretlerin sabitlenip, düşürülmesi ve vergilerin arttırılması yöntemlerini tartışmak zorunda kalmıştır. Şimdiye kadar uygulanan bu klasik yöntemler, borç krizindeki ülkelerin durumlarını düzeltmediği gibi üstüne sosyal patlamalara da yol açmaktadır. Yunanistan, İspanya ve İtalya’daki halk protestoları durumu daha da ağırlaştırmakta ve siyasal birlik için de riskler doğurmaktadır.
Klasik iktisadın kriz çözme yöntemleriyle, borç krizini aşmakta başarısız olan Avrupa, sol ve sosyal demokrat partilerin önderliğinde büyüme modelli bir çıkış yolu aramaktadır. Aşırı borç yükünün, kemer sıkma politikalarıyla çözülemediği aksine daha da derinleştirdiği bir ortamda, istihdam ve üretim ile uzun vadede borçların azaltılması hedeflenmektedir. Bu düşüncenin önderliğini, Fransa’da başkanlık seçimini kazanan ve “Mali Anlaşma”yı tartışmaya açan Sosyalist Parti adayı Hollande üstlenmektedir. Bugün değişen politikalara göre artık büyümeyi savunan kesim Sol, dengeli bütçeyi savunan ise muhafazakâr ve merkez sağ partiler olmaktadır. Yıllarca ekonomik anlamda alternatif üretemeyen sol kesim, artık sadece paylaşım ve refah üzerine değil, büyüme üzerine de ideolojik çalışmalar yürütmektedir.
Bugün gelinen noktada krizin ana sebebi olarak maliye politikalarında, para politikasında olduğu gibi bir merkezi iradenin ortaya çıkartılamamış olması gösterilmektedir. Fakat üye ülkelerin yapısal ve gelişmişlik farkları maliye politikalarında birlikte hareket etmeyi engelleyen sebepler olarak önümüze çıkmaktadır. Bu sorunları çözmeden maliye politikalarında birlikteliğin nasıl sağlanacağı ise belirsizdir. Birliğin özünü oluşturan sol düşünce, krizden çıkmak için çözüm üretmek zorunda olduğu gibi neo-liberalizme de alternatif kalkınma yöntemlerini geliştirmek için çaba göstermelidir.
Barış TINAY