DÜNYA ÖNDERLİĞİ: BOŞALAN YER UĞRUNA MÜCADELE

upa-admin 05 Haziran 2013 2.000 Okunma 0
DÜNYA ÖNDERLİĞİ: BOŞALAN YER UĞRUNA MÜCADELE

Son zamanlarda yorumcular küresel çapta bir devletin önder olmasıyla ilgili çeşitli öngörülerde bulunuyor. Bunun zeminde, Amerika’nın olanaklarının sınırlandığına ilişkin görüşler dile getiriliyor. Fakat ABD’nin yerini doldurabilecek bir devlet de görülmüyor. Daha doğrusu, önderlik iddiasında olanlar sorumluluğu üstlenmekten kaçınıyor.

Kissinger’ın Dolambaçlı Sorusu

11 Eylül 2001’e birkaç ay kala “Amerika’ya Dış Politika Gerekli Midir?” başlıklı bir kitap yayımlandı. Kitabın yazarı Henry Kissinger idi. O zaman kitabın başlığının anlamını Batılı siyasi düşünüş anlamakta zorlanmıştı. “Her ülkenin dış politikası olmalıdır” şeklinde sağlam, fakat sade mantıkla alaycı yaklaşımlar da oldu. H. Kissinger ise kitapta; “Soğuk Savaş” döneminden sonra ABD’de dış politikanın, ya ekonomik siyaset ya da Amerikan değerlerini diğer ülkelere kabul ettirme şeklinde anlaşıldığını anlatıyordu.

Meselenin bu şekilde algılanması durumu köklü biçimde değiştiriyor ve Kissinger’ın sorusu çok düşündürücü hale geliyor. Yani, Amerika’ya “Soğuk Savaş” döneminin sona ermesinden bu yana yürüttüğü dış politika çizgisi gerekli midir? Şimdi çoğu uzman bu soruya olumlu yanıt vermekte zorlanıyor. Bir husus açık ki, dünyanın en güçlü devleti politikasında ciddi yenilikler yapmalıdır. Ancak ne yönde…?

Bu soruyu kesin şekilde yanıtlayan henüz yoktur. Çeşitli açıklamalar vardır. Yorumcular, ABD’nin dış politikasını temelden etkileyen birkaç unsurun var olduğunu yazıyor. Bunlar; diplomasi, ekonomi ve dünya politikasında meydana gelen değişiklikler olarak üç gruba ayrılabilir.

ABD diplomasisinin son yıllarda birkaç hatası olmuştur. Irak, Afganistan, Kuzey Kore, İran vb. ülkelere yönelik yürütülen siyaset verim getirmemektedir. Şimdiye kadar kullanılan yöntemler bir yerde etkisini kaybediyor. Bu durum da yeni jeopolitik sorunlar yaratıyor. Diplomaside eksik yönlerin olduğu hissediliyor. Bunları gidermenin şimdilik olanaksız gözükmesi ise ilginçtir. Buradan, ABD’nin diplomasi alanında önderlik olanaklarının sınırlandığı sonucu çıkartılıyor.

Ekonomi alanında da durum iç açıcı değildir. Doğru, Amerika hala dünyada en fazla potansiyeli olan ekonomik sisteme sahiptir. Bir dizi ekonomik göstergeye göre dünya önderliğini korumaktadır. Ayrıca, bilimin çoğu alanında diğer ülkelerden çok üstündür. ABD’nin yeni teknoloji ve yaratıcılık alanında güçlü olanakları vardır. Ancak Amiral Michael Mallen bir defasında; Amerika için en büyük tehlikenin yabancı devlet borçları olduğunu vurgulamıştır. Bu açıdan durum pek de değişmemiştir. Ayrıca, ülkede yeni krizler baş göstermektedir. Bunları hiçbir ekonomik düzeltme ya da vergi reformuyla önlemek de mümkün olmamaktadır.

Diplomatik ve ekonomik zorluklara, dünya siyasetinde yaşanan karmaşıklaşma süreci de eklenmektedir. Burada yorumcular temel olarak Çin unsurunu vurguluyor. Pekin son yıllarda birçok alanda Amerika’nın karşısına güçlü bir kuvvet olarak çıkıyor. ABD dış politikası Çin’in çoğu etkinliğine engel olamıyor. Ona etki etme olanakları her yıl azalıyor. Böylelikle, önümüzdeki yıllarda Pekin’in Washington’u ana jeopolitik konumundan sıkıştırıp çıkaracağı izlenimi oluşuyor.

Önderlik İddiası ve Jeosiyasette Kararlılık

Amerika için sorunun sadece Çin’le sınırlı olmaması düşündürücüdür. Dünyanın birçok bölgesinde yeni jeopolitik güç merkezleri oluşmaktadır. Onlar çeşitli bölgelerde Washington’dan daha etkin çalışmalar yürütüyor. Bu süreçte sosyal ağların rolünün de artması ilginçtir. Sivil toplum kuruluşları devletin çözemediği sorunların üstesinden geliyor. Böylece, hem uluslararası ilişkiler sistemine yeni bir bileşen ekleniyor hem de diplomatik çalışmaların ufku değişiyor. Klasik diplomatik yöntemler, artık gereken sonuçları almaya yetmiyor.

Dünya önderliği için birkaç muhtemel aday olduğu anlaşılıyor. Fakat bu hususta da çelişkiler meydana geliyor. Mesele şu ki, önderliğe iddialı olan hiçbir devlet bu yükü üstlenemiyor! Onlar ne ABD’yi bu rolde görmeyi kabul etmekte ne de kendileri sorumluluk üstlenmektedir. Sonuçta, dünya jeopolitik kargaşaya sürüklenmiş oluyor. İşte bu gerçek ekseninde, ABD’nin dış politikada ciddi değişiklikler yapması gerektiğine ilişkin görüşler dile getiriliyor.

Böylece bir yandan, Amerika’nın önderlik olanaklarının belirli sınırlar içinde olduğu diğer yandan ise, bu rolde hak iddia edenlerin sorumluluğu üstlenmeye cesaret edemediği anlaşılıyor. Belirli derecede “pat durumu” oluşur. Bunun ne kadar süreceğini söylemek bir hayli zordur.

Şimdi, Barack Obama’nın atacağı siyasi adımlara çok umut besleniyor. Bazı yorumcular onun ABD’nin dış politikasını yok ettiğini söylüyor. Amerika, dünyaya kendi değerlerini aşılayamıyorsa, demek ki dış politikası hiç yoktur. Diğer kesim ise, Washington’un “önderler birliğine başkanlık etmesini” günümüzün en uygun önderlik modeli olarak isimlendiriliyor.

Fakat bu rolün somut olarak nelerden oluştuğuna ilişkin net bir görüş yoktur. Örneğin, ABD Çin’le ortak çalışmak yerine, nüfuz dairesi için savaşıyor. Bu süreç yavaşlamak bilmiyor. Her iki devlet gittikçe daha geniş dairede jeopolitik savaşa başvuruyor. Obama da arada var olan anlaşmazlıkları ortadan kaldıramadı.

Bunlar ışığında, ABD’nin önderlik olanaklarının sınırlanması, küresel jeosiyasetin temel sorunlarından biri gibi görünüyor. Birtakım yorumcular durumun uzun süre bu şekilde kalması halinde, dünya kargaşanın ortaya çıkmasını kaçınılmaz olarak görüyor. Çıkış yolu olarak ise, Amerika’nın yenilenmiş şekilde egemenliği görüşünü ileri sürüyor. Bu modelin ne derecede etkili olduğu başka bir konudur.

Şimdi net olan, küresel çapta gözlemlenen belirsizlikten somut bir çıkış yolunun bulunamamış olmasıdır. Hatta Amerikalıların düşünmeden atılan adımlarının, dünya jeopolitik krizini derinleştirebileceği şeklinde bir korku da var. Dolayısıyla, Obama’nın dış politikada köklü yeniliklerde bulunacağını bekleyenler az değil.

Bununla birlikte, sorunun diğer tarafına da dikkat etmek gerekiyor. Biz yeni jeopolitik güç merkezlerinin daha da etkinleşmesini kastediyoruz. Onlar er geç küresel jeosiyasette daha geniş çapta etkinlik göstermelidir. İlginçtir olan, bu eğilimin henüz kendini göstermemesidir. O zaman bu jeopolitik güç merkezlerinin önder olma şansına ilişkin ne söylenebilir? Aslında, burada tutarlı savlar bulmak zordur.

Süreçlerin bu doğrultuda süre gitmesi ABD’nin yararınadır; çünkü küresel önderlik iddiasında olan yeni jeopolitik güç merkezleri aslında şansını kaybetmektedir. Onlar dünya önderliğinin yükünü taşıyamayacaklarını davranışlarıyla gösteriyor. Dolayısıyla, bazı devletler ABD diplomasisi, ekonomisi ve askeri gücünün yapamadığını kendileri gerçekleştirmektedir.

 

Kaynakça

  1. Henry Kissinger. Does America Need a Foreign Policy?: Toward a New Diplomacy for the 21st Century, Simon & Schuster, 2001, 352 pages.
  2. Jessica T. Mathews. Global Ten: Challenges and Opportunities for the President in 2013 Carnegie. Endowment for International Peace, 2012, 137 pages.
  3. Martin S. Indyk, Kenneth G. Lieberthal, Michael E. O’Hanlon. Bending History: Barack Obama’s Foreign Policy. Brookings Institution Press, 2012, 342 pages.
  4. Joseph S. Nye Jr. The Future of Power. PublicAffairs, 2011, 320 pages.

Kaynak: Newtimes.az

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.