DOĞU AKDENİZ’DE TÜRKİYE KARŞITI BİR İTTİFAK MI?

upa-admin 16 Kasım 2014 3.381 Okunma DOĞU AKDENİZ’DE TÜRKİYE KARŞITI BİR İTTİFAK MI? için yorumlar kapalı
DOĞU AKDENİZ’DE TÜRKİYE KARŞITI BİR İTTİFAK MI?

Doğu Akdeniz, KKTC’nin varlığından dolayı bir “ulusal güvenlik meselesi” olmasının yanı sıra, aynı zamanda doğu-batı yönlü ticari hareketliliğin merkezi ve keşfedilen petrol/doğalgaz rezervleri ile birlikte küresel/bölgesel güç mücadelesinin kavşağı olması beklenen bir coğrafyaya işaret etmektedir. Ne var ki, Türkiye’nin bu bölgeye yönelik uzun dönemli dış politika stratejileri oluşturduğunu söylemek çok güçtür. Kıbrıs Meselesi’nin çözümlenmemiş olması bu durumun en önemli nedenlerinden biri olarak görülebilecekse de, Türkiye’nin son dönemde Suriye ve Irak’taki meselelere fazlaca entegre olması ve dış politikasının duygusal bir mahiyeti içselleştirip, tepkisel bir boyut kazanmış olduğu gerçeği ile birlikte ele alındığında, Doğu Akdeniz’in de fazlaca ihmal edilmesine yol açmıştır.

Doğu Akdeniz’de yer alan ve Türkiye’nin ikili ilişkiler anlamında sorunlar yaşadığı Güney Kıbrıs Rum Kesimi (Kıbrıs Cumhuriyeti), Yunanistan ve Mısır devlet/hükümet başkanları, geçtiğimiz hafta Kahire’de gerçekleştirilen bir zirvede bir araya geldiler. Bu zirveyle Doğu Akdeniz’de enerji sondajı, üretimi ve pazarlanması konularında işbirliği yapılması başta olmak üzere, bölgesel güvenlik ve Mısır’ın karşı karşıya olduğu terör tehdidi gibi hususlarla birlikte mücadele etme hususlarında da anlaşmaya vardılar. Bunun yanı sıra, Yunanistan Başbakanı Andonis Samaras ile Güney Kıbrıs lideri Nikos Anastasiadis, Temmuz 2013’te gerçekleşen darbe sonrası iktidara gelen Abdülfettah El Sisi başkanlığındaki yönetimin siyasal meşruiyetini AB nezdinde de etkin kılabilmek amacıyla, Mısır’ın iyi niyet elçileri olarak Avrupa nezdinde çalışacaklarını ifade eden bir karar da aldılar.

Taraflar, öncelikli olarak Güney Kıbrıs ile Yunanistan arasında, daha sonrasında ise Yunanistan ve Mısır arasındaki münhasır ekonomik bölge paylaşımlarının gerçekleştirilmesini hedeflemektedirler. Zira Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz rezervlerini kendi aralarında herhangi bir arızaya mahal vermeden çıkarabilmeleri için, ilgili ülkelerin kendi aralarında anlaşabilmeleri gerekmektedir. Yunanistan-Güney Kıbrıs-Mısır üçlüsü, İsrail ve Ürdün’ü de kendi aralarına alarak geniş çaplı bir bölgesel müttefiklik ilişkisi yaratabilmeyi ve bölgenin enerji potansiyelini en üst perdeden, çatışmaya yol açmadan üretime ve kazanca dönüştürebilmeyi hedeflemektedir. An itibarıyla, İsrail zaten üretime başlamış durumdadır. Tamar ve Leviathan sahalarında çalışmalar sürdürülmektedir. Aynı şekilde Güney Kıbrıs da, İsrailli Delek ve ABD’li Noble Energy ile adanın güneyindeki 9. parsel üzerinde çalışmalar yürütmektedir. Fransız TOTAL, İtalyan ENI ve Güney Koreli Kogas gibi dev enerji şirketleri Kıbrıs gazı ve petrolü ile yakından ilgilidir.

Kahire’de ilan edilen ve İsrail ile Ürdün’ün de orta vadede katılabileceği belirtilen “üçlü işbirliği” mekanizmasının, esas itibarıyla hedef aldığı ülke Türkiye’dir. Nitekim Türkiye’nin her üç ülke ile, hatta daha sonra bu üçlüye katılabileceği ifade edilen İsrail ile çok ciddi sorunları bulunmaktadır. Türkiye’nin Güney Kıbrıs ile yaşadığı sorunun temelinde, Kıbrıs meselesinin çözümünde Rumların ileri adım atılabilmesi hususunda engel çıkarmaları yatmaktadır. Bunun yanı sıra, Güney Kıbrıs’ın, Kıbrıs meselesi çözülmeden adanın sahip olduğu enerji rezervlerini çıkarıp kazanç elde etme ve böylece Kıbrıslı Türklerin, yani KKTC’nin haklarını gasp etme veya daha sonra vermek üzere erteleme girişimine Türkiye’nin cevabı oldukça sert olmuş ve Kıbrıslı Rumların adanın güneyinde ilan ettikleri 9. parselde yürütülen sondaj çalışmalarına karşı, KKTC ile yapılan antlaşma gereğince bölgeye bir sondaj gemisi (Barbaros Hayrettin Paşa) ve ona refakat eden 2 adet savaş gemisi gönderilmiştir. Bu durum, Rumların Türkiye hakkında olumsuz bir propaganda faaliyetine girişmelerini beraberinde getirmiş ve Kıbrıs Meselesi’nin çözümüne yönelik BM nezdinde yürütülen müzakereler Rumlarca sonlandırılmıştır. Yunanistan da, gerek Kıbrıslı Rumlara verdiği desteği gösterebilmek, gerekse de bölgedeki enerji kaynaklarının Batı’ya aktarılması ve derhal paraya çevrilmesine duyduğu ihtiyacı anlatabilmek amacıyla, bu işbirliğinin önemli bir parçası olmuştur. Nitekim Yunan ekonomisinin Doğu Akdeniz’den çıkarılacak enerjiden elde edilecek paya, içerisine sürüklendiği ekonomik kriz nedeniyle çok ihtiyacı vardır. Mısır ise, Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e verdiği destek ve Sisi yönetimine olan olumsuz tutumundan dolayı, Türkiye’ye bir mesaj verebilmek amacıyla böyle bir hareketin içerisinde yer almaktadır. Enerjiden elde edilecek gelir de bunun tamamlayıcısı olacaktır.

Üç ülke arasında enerji ve güvenlik tabanlı olarak şekillendirilmeye çalışılan ittifak girişimi Kahire Zirvesi’nin esasını oluştursa da, esas itibarıyla bu üç ülkenin ve hatta İsrail’in Türkiye’yi gözden çıkarmaları pek de mümkün görünmemektedir. Nitekim yapılacak münhasır ekonomik bölge antlaşmalarının ardından, bölgedeki enerji kaynakları çıkarılmak istendiği noktada, Türkiye’nin KKTC odaklı haklı itirazının ve bu itiraza dayalı eylemlerinin önüne geçilmesi mümkün olmayacaktır. Bu durum ancak KKTC’nin ve Türkiye’nin de bu sistemin içerisine entegre edilmesi ve gerek Kıbrıslı Türklerin, gerekse de Türkiye’nin enerji pastasından paylarını alabilmeleri ile mümkün olabilecektir. Bunun yanı sıra, Doğu Akdeniz’den çıkarılacak olan doğalgaz ve petrolün AB’ye ulaştırılabilmesi anlamında en güvenli ve maliyetsiz güzergâh Türkiye’dir. Tamar ve Leviathan’dan çıkardığı gazı AB’ye ulaştırmak için çalışmalar yürüten İsrail’in bu konuda yaptığı çalışmalar, bunu açıkça ortaya koymaktadır. Üstelik Türkiye de, gözden çıkarılamayacak karlı bir pazar konumundadır. Bu bağlamda, İsrail’in esas hedefi; kendi gazını ve Rumların üreteceği gazı ortak bir boru hattı aracılığıyla önce Türkiye’ye, oradan da Yunanistan üzerinden Avrupa’ya aktarabilmektir. Bu projenin gerçekleştirilmesi hususunda istekli Türk enerji şirketlerinin varlığı ve Türkiye’nin enerji terminali olabilme hedefi, İsrail’in gözettiği hususlar olarak görülmelidir. İsrail, gazın önemli bir bölümünü Türkiye üzerinden AB pazarına sunmayı planlarken, bir bölümünü de sıvılaştırarak Mısır (Süveyş Kanalı) üzerinden Asya’ya satabilmeyi hedeflemektedir. Yani esasen İsrail’in hedefi; Mısır-Yunanistan-Güney Kıbrıs arasındaki üçlü ittifaka katılıp hedef küçültmek değil, Türkiye’yi de işin içerisine çekecek optimal bir çözümü bulabilmektir.

Bu bağlamda, Doğu Akdeniz’de enerji odaklı olarak oluşturulmaya çalışılacak her türlü işbirliği girişimi, Türkiye’nin varlığına ve katkısına çok büyük oranda bağımlıdır. Türkiye, bu durumun bilincinde olmalıdır. Ne var ki, bu durum bölge ülkeleri ile ilişkilerimizi olabildiğince düzeltmemiz gerektiği hususunu ortadan kaldırmamaktadır. “Değerli yalnızlık” olarak ifade edilen ve yüceltilen bu tavrın, Türkiye gibi askeri, ekonomik ve siyasal/diplomatik gücü sınırlı olan “orta güçler” için, pek de sağlıklı bir yönelim olmadığı ortadadır.

Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Comments are closed.