Charlie Hebdo, Fransa’nın en eleştirel mizah dergilerinden biri olarak bilinmektedir. Bu dergi için çizen karikatüristler, gerek Fransız siyasetine, gerekse de toplumsal hayata etki eden ve bir şekilde yanlış yaptıklarını düşündükleri birçok ismi ve varlığı çeşitli biçimlerde tasvir ederek, “düşünce özgürlüğü” çerçevesinde mesleklerini icra etmektedirler. Bu dergiyi Müslümanların hedef tahtasına oturtan gelişme ise, tıpkı Danimarka’daki Jyllands Posten’de olduğu gibi Hz. Muhammed’e ilişkin bir karikatüre sayfalarında yer vermiş olmasıdır. Bu gelişmenin ardından, bu dergi yaklaşık 2 yıldır tehdit ve hakaretlere uğramakta ve polis tarafından gözetim/koruma altında tutulmaktaydı.
Fransa’da ve Avrupa genelinde son yıllarda açığa çıkan en önemli siyasal gelişme; özellikle Müslümanlar üzerinden geliştirilen ve kendisine Müslüman adını vererek, İslam adına savaştığını iddia eden bir takım terör örgütlerinin (El Kaide, IŞİD ve onlarcası) eylemleri üzerinden bütün Müslümanların yabancı, düşman ve saldırgan olarak addedilmesi ve bu göçmenlerin ülkeden gönderilmesi talebidir. Bu talebi gündeme getiren siyasal aktörler ise; beklendiği üzere, aşırı sağda yer alan parti ya da liderler olmuştur. Avrupa’nın, özellikle 2008 yılından bu yana ciddi bir ekonomik durgunluğun içerisinde olduğu ve bu nedenle birçok kişinin işini kaybettiği ya da düşük maaşlarla çalışmak zorunda kaldığı dikkate alındığında, kültür farklılığı vurgusunun yanına ekonomik faktörler de eklemlenmektedir (göçmenlerin çok daha ucuz ve kötü şartlarda çalışmaya hazır olması, yani düşük maliyetleri nedeniyle iş imkanlarını azaltıyor olmaları) ve bu da göçmenlere ve özellikle de Müslümanlara yönelik toplumsal tepki dalgasını konsolide etmektedir. Nitekim Fransa’da, Marine Le Pen’in başında olduğu aşırı sağcı-ırkçı Ulusal Cephe’nin (Le Front National) geçtiğimiz yıl düzenlenen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde birinci olması (% 25 oy aldı), bu ülkede yabancı düşmanlığının hangi boyutlara vardığını göstermektedir. Fransa’da merkez sağda yer alan parti ve liderlerin dahi, yabancı düşmanlığının oy potansiyelinin farkında olduklarından bu söyleme yaslanmaya başladıklarını biliyoruz.
Bu durum, yalnızca Fransa açısından da söz konusu değildir. Zira bugün en çok tartışılan hususlardan biri; Almanya’da, Müslüman nüfusunun çok az olduğu bir şehir olan Dresden’de ortaya çıkmış, tabanını gittikçe genişleten ve açıkça İslam karşıtı olduğunu deklare eden PEGIDA, Hollanda’da Geert Wilders’in Özgürlük Partisi, İtalya’da Kuzey Ligi (Lega Nord), İngiltere’de UKIP (Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi) ve İsveç’te yükselişe geçen aşırı sağ/sağ unsurların yabancı/İslam karşıtı söylemleri Avrupa genelinde, göçmenlere ve özellikle de Müslümanlara karşı ciddi bir tepki dalgasının yönlendirildiğini göstermektedir.
Bu tarz bir saldırının Fransa’da gerçekleşmiş olmasının en önemli nedeni ise; Hz. Muhammed karikatürlerini yayınlayan Charlie Hebdo dergisinin, böyle bir eylemi, İslam adına hareket ettiğini ifade eden terör örgütleri açısından meşrulaştırması, Fransa’nın Avrupa’da en fazla Müslüman nüfusu barındıran ülke olması ve bu ülkede yaşayan Müslümanların çok büyük bir bölümünün Kuzey Afrika kökenli olması hasebiyle (Arapça konuşuyorlar, bu nedenle El Kaide ya da benzerlerinin propaganda girişimleri etkili oluyor) terör örgütlerinin yönlendirmelerine açık olmalarıdır. Ancak bu noktada bir hususun daha altını çizmek gerekir. Bilindiği gibi Filistin Yönetimi’nin son dönemde “bağımsızlığını” BM’ye ve özellikle Avrupa devletlerine resmen tanıtabilme yönünde ciddi bir kampanyası bulunmaktadır. İsveç, bu bağımsızlığı resmen tanımış, İspanya, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerin parlamentolarından da bağımsızlığın tanınması yönünde “tavsiye kararları” çıkmıştır. Benzer bir durum, Fransa için de geçerlidir. Aralık 2014 içerisinde Fransa Meclisi’nin her iki kanadından da Filistin’in “bağımsız bir devlet olarak” tanınması yönünde hükümete tavsiyede bulunan kararlar alınmıştır. Bu kararlar alınmadan önce ve sonra, İsrail’den bu ülkelere ve özellikle Fransa’ya yönelik ciddi bir tepki dalgası yönlendirilmiş, Benjamin Netanyahu Fransa’ya “yanlış yaptıklarını” ifade eden bir açıklamayı daha Kasım ayı sonunda yapmıştır. Bu açıklamayı yaparken de, Cezayir’de IŞİD unsurları (Hilafetin Askerleri adında küçük bir hücre) tarafından öldürülen Fransız vatandaşı Herve Gourdel’i referans göstermiştir. Yani böylece hem Fransa’nın IŞİD ve El Kaide terörünün hedefinde olduğunu hatırlatmış, hem bu tarz saldırıların yaşanabileceğini ifade etmiş, hem de bu ülkedeki aşırı sağcılara bir mesaj vererek birlikte hareket edebileceklerini göstermiştir.
Charlie Hebdo ve peşi sıra gelen saldırıların böyle bir arka plan mevcut iken gerçekleşmiş olması, son dönemin meşhur tabiriyle “manidardır”. Nitekim bu saldırılar, saldırganların kimlikleri ve açıklamalarının yanı sıra, El Kaide tarafından da üstlenildiği için geniş halk kitlelelerinin şüphelenmeyeceği bir karaktere bürünmüştür. Üstelik Charlie Hebdo saldırısının ardından gerçekleşen ve 4 rehinenin ölümüyle sonuçlanan “baskın”, Fransız Yahudilerine ait bir markete yönelik olarak ve Yahudilerin ağırlıkla yaşadığı Vincennes muhitinde gerçekleştirilmiştir. Yani El Kaide’nin düzenleyebileceği tarz bir eylem olduğu konusunda, Fransa’da ve Avrupa genelinde kimsenin kafasında şüphe kalmamış gibidir.
Ne var ki, Netanyahu’nun Kasım sonunda Herve Gourdel ve IŞİD üzerinden savurduğu tehdide rağmen Fransa Parlamentosu’nun geri adım atmaması ve Hollande’ın da Filistin’in bağımsızlığını tanımaya sıcak yaklaşıyor oluşu, saldırının arka planı konusunda birtakım şüphelerin doğmasına yol açmaktadır. Her şeyden önce, bu saldırı İsrail ile benzer çıkarlarda (Müslüman karşıtlığı) birleşen ve Netanyahu’nun çok iyi anlaşabileceği Fransız aşırı sağının işine gelmekte ve bu kesimin desteğini arttırmaktadır. Bunun yanı sıra, Netanyahu daha 1,5 ay önce bahsettiği tehdidin hayata geçtiğini ve İsrail’in haklı çıktığının kanıtlanmasından son derece memnun olmalıdır. Üstelik bu saldırının yarattığı korku ve dehşet dalgası ile, Avrupa genelinde göçmenlere ve özellikle Müslümanlara yönelik önyargı ve kuşkular konsolide olmuş ve bütün AB ülkeleri göçmen politikalarını köklü bir biçimde gözden geçirmeye karar vermişlerdir. Yani bu saldırı ekseninde, adına “İslamofobi” denen ve genel itibarıyla “Medeniyetler Çatışması” tezinden esinlenen toplumsal/siyasal akım da güçlenmiştir. Tüm bu yönleriyle değerlendirdiğimizde, böyle bir saldırıdan nemalanabilecek en önemli aktörlerin Fransız aşırı sağı ve İsrail olduğunu görüyoruz.
Saldırıyı El Kaide’nin üstlenmiş olması ise önemlidir. Ancak gevşek yapılı bir küresel terör ağı olan bu örgütün, bu tarz saldırılar ile takipçileri nezdinde meşruiyetini sağladığı ve dünya gündemine oturduğu unutulmamalıdır. Yani kendisi yapmamış olsa dahi, örgüt, olayı sahiplenerek varlığını yeniden hatırlatmak istemiş olabilir. Üstelik bu örgüt çatısı altında faaliyet gösterebilecek birçok taşeronun da olabileceği ve bu taşeronların para ve şöhret gibi“farklı amaçlar” için dahi olsa terör eylemi gerçekleştirebileceği unutulmamalıdır. Charlie Hebdo katliamından sonra gerçekleşen market baskını esnasında, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun emri ve Fransa’nın da kabulü sonrası İsrail’den gelen uzman bir polis gücünün olay mahallinde bulunmasının, İsrail’in daha önce verdiği mesaja binaen yardıma hazır olduğunu gösterdiği ve bu eylemden dış politika anlamında karlı çıktığı da dikkate alındığında, MOSSAD’ın El Kaide taşeronlarıyla ilişkileri (Suriye’de El Kaide şemsiyesi altında savaşan El Nusra ile yakın ilişkileri bulunduğu iddia edilmektedir) ve bu olay ile muhtemel bağlantısı da gözden kaçırılmaması gereken bir husustur. Nitekim Fransa’daki saldırının hemen ardından, Filistin konusunda bağımsızlık yanlısı bir tutum sergileyen başta İspanya ve İsveç olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde tedirginlik artmıştır. Hatta İspanya’da El Pais, bir süreliğine binasını da boşaltmıştır.
Charlie Hebdo katliamı ve ardından rehinelerin ölümü ile sonuçlanan market ve matbaa baskınları, El Kaide üzerinden Müslümanların üzerine yıkıldığı/yıkılacağı ve özellikle Avrupa genelinde ciddi bir göçmen/yabancı düşmanlığına yol açacağı aşikardır. Bu gelişmeler aşırı sağın güçlenmesine ve Avrupa’nın liberal, özgürlükçü değerlerine saldırıların artmasına da neden olabilecektir. Her ne olursa olsun, başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde Müslüman ile terör sözcüklerinin yan yana anılıyor olması ve Türkiye’de bu saldırıyı lanetleyeceğine öven kesimlerin varlığı, İslam dünyasının kendisine yönelik rafine bir eleştirel duruş sergilemesinin vaktinin geldiğini göstermektedir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Peki Türkiye’nin yapacağı en mantıklı hamle ne olmalıdır ?
Türkiye bence yapti yapacagini, davutoglunun oraya gitmesi iyi oldu. hem terröre lanet, hemde peygamberi koruma.