ABD Başkanı Donald Trump’ım imzasıyla İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ün ABD tarafından resmen tanınması (aslında daha önce Bill Clinton döneminde alınan bir kararın uygulamaya geçilmesinden ibarettir), her ne kadar Müslüman dünyası ile ABD’yi karşı karşıya getiren ve Orta Doğu barışının ve coğrafyasının altına yerleştirilen bir dinamit olarak değerlendirilse de, ABD’nin Kudüs meselesini uluslararası gündemin başına oturtmasının arkasında daha başka önemli bir politikanın olduğunu da fark edilmesi gerekiyor.
Dünya beşten büyüktür.
Türkiye’nin büyük çabasıyla hazırlanan ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasını reddeden karar tasarısı, BM Genel Kurulu’nda 128 kabul, 35 çekimser ve 9 ülkenin de “hayır” oyu kullanmasıyla kabul edilmiş oldu. Bu sayede, Türkiye’nin uzun süredir savunduğu “Dünya 5’ten büyüktür” söylemi vücut bulmaya başladı. Temenni, ABD’nin bu gayri hukuki tavrından vazgeçmesi yönünde; fakat ABD ve İsrail’in belki de Kudüs kadar önem verdiği başka bir mesele daha var.
İsrail’in elinde bütün coğrafyayı vurabilecek nükleer silahlar bulunuyor.
İsrail, ulusal güvenliği bağlamında en büyük tehdit olarak Hizbullah-İran-Filistin üçgenini görmektedir. Bilhassa İran’ın nükleer programını İsrail’i yok etmek üzere geliştirildiğini ifade eden Tel-Aviv yönetimi, gizli üretilen nükleer silahlar ile sadece İran’ı değil, bölgedeki bütün ülkeleri vurabilecek kapasitede nükleer başlıklı balistik füzeleri elinde bulunduruyor. Tarihe bakıldığında, İsrail ile İran’ın ezelden beri düşman olmadığı, hatta İslam Devrimi’ne kadar yakın ilişkilerinin olduğu görülüyor. Peki ama neden?
İsrail’in Kürt politikası
1948-1949 yılları arasında, yeni kurulan Yahudi Devleti’ne göç etmek isteyen İranlı Yahudilerin taşınmasında İran ile İsrail’in yakın işbirliği içerisinde oldukları görülüyor. Sonrasında 1958 yılına gelindiğinde ise, İsrail ile İran Şahı arasında askeri ve istihbarat işbirliği programı başlatılıyor. Aynı yıl içinde de, Şah’ın işbirliğiyle, İsrail, Kuzey Irak’taki Kürtleri İran’da kurulan kamplarda eğitiyorlar. Bu işbirliğinin 1965 senesine gelindiğinde, İsrail askeri güçlerinin Kuzey Irak’ta faaliyet geçmiş Iraklı Kürtlere eğitim vermeye ve danışmanlık yapmaya başladıkları görülmektedir.
İsrail istihbaratı, 1975’teki Irak-İran barış anlaşmasından sonra Molla Mustafa Barzani’ye bağlı Kürt gruplar ile işbirliğini sürdürmüştür. Bu münasebetler, Irak-İran Savaşı sonrasında da devam etmiş; sonrasında İsrail istihbaratı Mossad, İran ve Irak’taki Kürt gruplarının arasına sızarak, iki ülke arasında istihbarat ağı oluşturmuştur.
CIA, Kürtlerin geleceği için ABD-Türkiye işbirliğini öneriyor.
Bugün Kürt gruplarının ABD’nin bölge politikaları ve İsrail’in güvenliği için önemi aynı oranda büyüktür. CIA eski Başkanı Michael Hayden, Irak ve Suriye’nin üniter devlet kimliklerini kaybettiklerini ve farklı oluşumların artık ortaya çıkacağını belirtirken, bunlardan en önemlisinin bağımsız bir Kürt yönetiminin kurulması olduğunun altını çizmiştir. Sözlerinin devamında ise, Kürtlerin geleceği hususunda ABD ve Türkiye’nin yakın diyalog ve işbirliği içerisinde olmaları gerektiğini belirtmiştir. ABD Başkanlarından Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski ise, yakın geçmişte, İran’ın net bir şekilde bölgesel hakimiyete aday olduğunu ve ABD’nin etkisini kırabilecek potansiyele sahip olduğunu vurgulamıştır.
Türkiye-İran bölgesel ittifakının önemi
Dolayısıyla, ABD, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla bölge ülkelerinin tüm dikkatlerini bu mesele üzerine yoğunlaştıracağını biliyordu. Fakat ABD için daha önemli mesele, Suriye’nin kuzeyi ve Kuzey Irak koridorunun birleştirilmesiyle, hatta İran’daki Kürt bölgesinin de kopmasını sağlayarak, bağımsız bir Kürt devletinin altyapısını hazırlamaktır. Büyük güçler, vekaleten kullandıkları terör gruplarıyla coğrafyayı yeni düzene hazır hale getirdiler. Belki de ABD ve Rusya, yeni bağımsız Kürt devletinin kurulması konusunda mutabık kalacak bir noktaya gelebilirler. Fakat bunun önüne geçebilecek tek yakın ittifak, Türkiye ile İran arasında olmalıdır.
Canbaza bak canbaza!
ABD, tıpkı “canbaza bak canbaza!” hikayesinde olduğu gibi dikkatleri Kudüs meselesi üzerine çekerken, geri planda kendince hazırladığı yeni Orta Doğu planını gerçekleştirmeye çalışıyor. İster adına PYD/YPG veya SDG denilsin, hedef Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü bu grupları meşru zeminde tanınabilir hale getirip, devlet kurabilecek yapıya kavuşturmaktır.
ABD, Türkiye-İran yakınlaşmasını önlemek için mezhep kartını hem Türkiye içinde, hem de Orta Doğu’da kullanıyor. Suudi Arabistan ile İran arasında savaş fitilinin her an ateşlenebileceğini tahmin etmek zor değil. Önümüzdeki dönemde, Türkiye ve İran, müşterek bir dış politika ve istihbarat yapılanmasıyla ile sınırlarında kurulması planlanan hukuk dışı Kürt devletinin önüne geçebilirler.
Furkan KAYA