Radio France grubuna bağlı olarak yayın yapan Fransız devlet radyosu France Culture’de Belçikalı gazeteci Christine Ockrent tarafından Courrier International dergisi ortaklığında hazırlanan “Affaires Etrangères” (Dış İlişkiler) isimli programın 8 Haziran 2019 tarihli yayınında[1], son 3 yıldır Birleşik Krallık siyasetinin en önemli ve hatta tek gündem maddesi haline gelen Brexit konusu tartışılmıştır. Programa, konuşmacı olarak, İngiliz gazeteci-yazar Jonathan Fenby, Franche-Comté Üniversitesi Britanya ve İrlanda Medeniyeti Emeritus öğretim üyesi Marie-Claire Considère-Charon, London School of Economics (LSE) Avrupa Enstitüsü Profesörü Iain Begg, King’s College öğretim üyesi Anand Menon, Center for European Reform (CER) Londra Direktörü Charles Grant, Jacques Delors Enstitüsü Notre Europe Direktörü Sébastien Maillard ve Courrier International dergisi redaktörü Eric Chol katılmışlardır. Bu yazıda, bu programda konuşulanlar özetlenecektir.
Programın ilk konuşmacısı olan Jonathan Fenby, öncelikle David Cameron’ın siyasetten ayrılmasına neden olan Brexit sürecinde “Brexit Brexit demektir” (Brexit means Brexit) gibi iddialı mesajlar veren Theresa May’in de başarısızlık yaşadığına dikkat çekmiş ve bunun sebebinin Birleşik Krallık’ın bu süreçle ilgili yeterli kaynak ve yeteneğe sahip olmaması olduğunu söylemiştir. Muhafazakâr Parti’nin bu süreçte kutuplaşma yaşadığını da vurgulayan İngiliz konuşmacı, parti tabanının Brexit’i gerçekten istediğini, ancak Avam Kamarası’ndaki birçok Muhafazakâr milletvekilinin bu konuda şüpheleri olduğunu ve hatta bu sürece destek vermediklerini iddia etmektedir. İşçi Partisi’nin de benzer çelişkileri yaşadığını vurgulayan Fenby’e ek olarak, moderatör Christine Ockrent, 2019 Avrupa Parlamentosu seçimleri sonucunda, AB karşıtı Nigel Farage ve yeni kurduğu Brexit Partisi’nin Avrupa Parlamentosu’ndaki en büyük parti haline geldiğini hatırlatmaktadır.
Programın ikinci konuşmacısı olan King’s College öğretim üyesi Anand Menon, ilk olarak Brexit çıkmazının Birleşik Krallık’ta henüz kurumsal bir sorun haline gelmediğini ve siyasi bir sorun olarak, ülke içerisinde siyaseten mevcut olan kurumlar dâhilinde çözülebileceğini söylemekte ve iyimser mesajlar vermektedir. Britanya’da Avam Kamarası’nın vatandaşların görüşlerini adeta bir ayna gibi çok doğru şekilde yansıttığını belirten Menon, aynı Britanya halkı gibi Avam Kamarası’ndaki siyasi partilerin de bu konuda çelişki yaşamalarının doğal olduğunu düşünmektedir. Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ulusal bir seçimle aynı sonuçları yansıtmayacağını da belirten Menon, ulusal bir seçim olması halinde, yine iki büyük partiden (Muhafazakâr Parti ve İşçi Partisi) birinin hükümeti kuracağını; ancak Brexit sürecindeki belirsizlikler nedeniyle şu an için iki büyük partinin de (özellikle iktidardaki Muhafazakâr Parti) bir erken seçim istemediğini sözlerine eklemektedir.
Daha sonra söz alan Center for European Reform (CER) Londra Direktörü Charles Grant, 2019 Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarına bakıldığında[2]; öncelikle şu an için Birleşik Krallık halkının yüzde 40’ının Brexit’e kesinlikle karşı olduğunu (Liberal Demokratlar, İngiltere ve Galler Yeşiller Partisi-GPEW, İskoç Ulusal Partisi-SNP ve Change UK-Birleşik Krallık Değişim Partisi), yüzde 35’inin ise kesinlikle Brexit taraftarı olduğunu (Brexit Partisi ve UKIP) söylemenin doğru olacağını belirtmektedir. Grant, buna karşın, geleneksel olarak ülke siyasetine yön veren iki büyük partinin (İşçi Partisi ve Muhafazakâr Parti) bu konuda kesin bir tavır alamadıklarını belirterek, bu iki partinin seçmenlerinin farklı yönlere savrulabildiğini anlatmaktadır. Charles Grant, daha sonra Brexit süreciyle ilgili 3 kritik hususa dikkat çekmektedir. Bunlar; (1) İşçi Partisi’nin ikinci bir referandum talep edip etmeyeceği, (2) Muhafazakâr Parti’nin “anlaşmasız Brexit” çizgisinin parlamento içerisinde önlenip önlenemeyeceği ve (3) AB’nin anlaşmasızlık halinde Birleşik Krallık’a daha fazla zaman tanımak için 50. maddeyi işletip işletmeyeceğidir. Bu bağlamda, Grant, bundan sonra yaşanabilecekleri de şöyle özetlemektedir; Boris Johnson’ın yeni Muhafazakâr Parti lideri ve Birleşik Krallık Başbakanı olması ardından Eylül ayında Brüksel’e giderek AB ile daha iyi bir anlaşma için masaya oturacağını düşünen Grant, AB’nin bu yaklaşımı kabul etmeyeceğini, bu nedenle de Johnson’ın anlaşmasız Brexit’i gerçekleştirmeye çalışacağını iddia etmektedir. Ancak bu yaklaşımın Avam Kamarası’nda reddedilmesi durumunda Birleşik Krallık’ta bir erken genel seçim veya ikinci bir Brexit referandumu olabileceğini de sözlerine ekleyen Grant, durumun karmaşıklığını bu şekilde açıklamaktadır. Bunların yanı sıra, Charles Grant, Avam Kamarası Sözcüsü John Bercow’un da bu süreçte önemli bir figür olduğunu hatırlatan moderatör Christine Ockrent’i destekleyerek, anlaşmasız Brexit’i engellemek konusunda Bercow’un etkili bir kişi olduğunu vurgulamaktadır.
2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Birleşik Krallık’taki partilerin oy oranları[3]
Daha sonra söz alan Franche-Comté Üniversitesi öğretim üyesi Marie-Claire Considère-Charon, 1215 yılında imzalanan tarihi Magna Carta anlaşmasından günümüze kadar giderek derinleşerek gelişen Britanya demokrasisinin şimdilerde bir krizde olduğunu ve klasik parlamenter sistemin en iyi örneği olarak öne sürülen Westminster modelinin artık sorunlara çözüm oluşturamadığını iddia etmektedir. Theresa May’in Muhafazakâr Parti hükümetinin 2017 yılındaki seçimlerde Avam Kamarası’nda çoğunluğu elde edemediğini ve ancak Kuzey İrlanda merkezli koyu muhafazakâr (Protestan) bir parti olan DUP-Demokratik Birlik Partisi desteğiyle iktidara gelebildiğini hatırlatan Considère-Charon, Muhafazakâr Parti hükümetinin Brexit anlaşmasını da bir türlü meclisten geçiremediğini anımsatmaktadır. Ayrıca Brexit referandumunda çoğunlukla AB’de kalınması yönünde oy veren Kuzey İrlanda’da 2017 yılı Ocak ayından beri hükümetin kurulamadığını vurgulayan Fransız konuşmacı, Boris Johnson’ın Başbakan ve Muhafazakâr Parti lideri seçilmesi sonrasında DUP’un hükümete ve Brexit sürecine desteği konusunda yeniden bir müzakere yaşanabileceğini ima etmektedir.
Yeniden söz alan Anand Menon ise, Muhafazakâr Parti liderliği ve Başbakanlık konusunda büyük favori olan Boris Johnson’ın her söylediğini yapan bir siyasetçi olmadığını belirterek, Johnson’ın Başbakan olarak anlaşmasız Brexit formülünü deneyebileceğini, ama AB ile Brexit konusunda bir anlaşma yapmaya çalışmasının da kesinlikle sürpriz olmayacağını söylemektedir. Ancak Johnson’ın en büyük sıkıntısının -Theresa May’e olduğu gibi- AB ile varılan Brexit anlaşmasını parlamentodan geçirmeye çalışırken İşçi Partili vekillerin desteğini almak konusunda olacağını belirten Menon, anlaşmasız Brexit durumunda Birleşik Krallık’ta siyaset dilinin Avrupa karşıtı/milliyetçi bir tona bürüneceğini ve bunun da ciddi siyasal riskler yaratacağını düşünmektedir.
Yeniden tartışmaya katılan Jonathan Fenby, Anand Menon’un siyasi risk analizini destekleyerek, Brexit sürecinin Britanya’da daha şimdiden Avrupa karşıtı bir siyasi iklim yarattığını ve bunun ilerleyen dönemde daha da artacağını belirterek, son 3 yıldır Birleşik Krallık’ta çok gergin bir siyasi atmosfer oluştuğuna dikkat çekmektedir. Birleşik Krallık’ta son dönemde hükümetlerin güvensiz ve toplumun ise kutuplaşmış olduğuna dikkat çeken İngiliz yazar, bu bağlamda Brexit sürecinin Britanya demokrasisine vermiş olduğu zarara dikkat çekmektedir.
Courrier International dergisi redaktörü Eric Chol ise, bu süreçte Başbakan olması beklenen Boris Johnson hakkında uluslararası basında yazılanları özetlemekte ve genelde bir “şaka” olarak değerlendirilen Johnson’ın aslında eski bir gazeteci ve önemli bir Muhafazakâr siyasetçi olduğunu vurgulamaktadır. Brexit kampanyası sürecinde gafları ve asılsız bazı iddialarıyla tepki çeken Johnson’ın şimdilerde Başbakanlık şansının ortaya çıkmasını büyük bir şans olarak değerlendiren Chol, buna karşın Avrupalı siyasetçilerin bir şarlatan ve Trumpist (ABD Başkanı Donald Trump destekçisi) olarak değerlendirdikleri Johnson’a yeni bir anlaşma veya anlaşmasız Brexit konusunda yardımcı olmaya çalışmayacaklarının da altını çizmektedir. 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yeni kurduğu partisi Brexit Partisi ile büyük bir çıkış gerçekleştiren ve Britanya’daki birinci parti olmayı başaran Nigel Farage’ın Boris Johnson ve partisi için önemli bir tehdit oluşturduğunu da belirten Courrier International dergisi redaktörü, Johnson ve partisinin Brexit sürecinde yetersiz kalmaları durumunda, tek bir gayesi olan Brexit Partisi’nin (Birleşik Krallık’ı hızlı bir şekilde AB’den çıkarmak) daha da güçlenebileceğini ima etmektedir.
Programa telefonla bağlanan London School of Economics (LSE) Profesörü Iain Begg ise, Birleşik Krallık ekonomisindeki güncel gelişmeleri yorumlamaktadır. Begg, öncelikle durumun sanıldığı kadar kötü olmadığını “ne sıcak, ne soğuk” ifadesiyle açıklamaktadır. Birleşik Krallık’ta işsizlik oranlarının Fransa’nın aksine oldukça düşük olduğunu belirten Begg, buna karşın Brexit süreci nedeniyle ekonomide bazı belirsizlikler olduğunu kabul etmektedir. Bu durumun finans piyasalarına ve özellikle sterline etkisi sorulduğunda ise, Begg, İngiliz sterlininin Brexit referandumu ardından önce değer kaybettiğini, ama daha sonra yeniden değer kazandığını belirtmektedir. Begg, ayrıca Theresa May hükümetinin sadece Brexit süreciyle ilgilendiği ve ülke içerisinde gerekli olan sosyoekonomik reformlar konusunda yetersiz kaldığını vurgulamaktadır.
Marie-Claire Considère-Charon ise, sonraki turda, Brexit’in bir histeriye dönüşmesinin Britanya halkı üzerindeki etkilerinin çok olumsuz olduğunu söyleyerek, insanları bu şekilde belirsiz bir ortamda yaşatmanın onların ruh hallerini kötü etkilediğini anlatmaktadır. Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Britanya halkının net tercihleri olan partilere (kesin, anlaşmasız ve hızlı Brexit’i savunan Brexit Partisi veya kesinlikle AB’de kalınmasını isteyen Liberal Demokratlar) yönelmelerinin bir tesadüf olmadığını vurgulayan Fransız akademisyen, bu bağlamda belirsizliğe duyulan tepkiyi ifade etmektedir. Bu noktada sert Brexit yanlısı Theresa May’i en çok zorlayan konunun Kuzey İrlanda Sorunu olduğunu hatırlatan Considère-Charon, Kuzey İrlanda’nın Gümrük Birliği içerisinde kalması ve İrlanda ile arasında sınır bulunmamasının bir siyasi ve ekonomik mesele haline geldiğini anımsatmaktadır. Büyük çoğunlukla AB’de kalınması yönünde oy veren İskoçya’nın bağımsızlığı konusunun da bu süreçte yeniden gündeme gelebileceğini belirten Fransız akademisyen, 2014 yılındaki bağımsızlık referandumunda AB’de kalmak düşüncesiyle İskoçların bağımsızlığa “hayır” dediklerini, ancak şimdi Brexit gerçekleşirse, İskoçya’da bağımsızlık yanlılarının daha da güçleneceğini düşünmektedir. Ancak yeni bir bağımsızlık referandumu için Londra merkezi hükümetinin onay vermesi gerektiğini de belirten Considère-Charon, bu süreçte bunun kolay olmadığını vurgulamaktadır.
Yeniden söz alan Iain Begg, ABD Başkanı Donald Trump’ın birkaç gün önce gerçekleştirdiği İngiltere ziyaretinde gündeme getirdiği ABD ile Birleşik Krallık arasında yapılacak yeni ve daha avantajlı bir ticaret anlaşmasının kolay olmadığını; zira bu tarz anlaşmaların uzun süren müzakereler ardından yapılabileceğini belirtmektedir. Ayrıca Trump’ın bu önerisinin ABD Kongresi tarafından da onaylanması gerektiğine dikkat çeken Begg, bunun Trump’a özgü popülist bir fantezi olduğunu düşünmektedir. Birleşik Krallık’ta adeta bir din kadar kutsal olan Ulusal Sağlık Sistemi-NHS’nin Trump tarafından tartışmaya açılmasının da tepki çekeceğini düşünen İngiliz akademisyen, anlaşmasız Brexit durumunda ekonomide belirsizliklerin daha da artacağını ve bunun ekonomiye olumsuz etkileri olacağını, tam da bu nedenle anlaşmalı Brexit’in gerçekleşmesinin daha gerçekçi bir ihtimal olduğunu söylemektedir.
İlk kez söz alan Jacques Delors Enstitüsü Notre Europe Direktörü Sébastien Maillard, sert Brexit yanlısı Boris Johnson’ın Birleşik Krallık Başbakanı olmasının AB çevrelerini sevindirmeyeceğini söylemekte ve Avrupa Komisyonu’nun Brexit konusundaki müzakerelerden sorumlu şefi Michel Barnier’nin daha önce yeniden müzakerelere kapıyı kapatan yaklaşımını gündeme getirmektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un da bu çizgide olduğunu hatırlatan Maillard, daha önce hiçbir üyesini kaybetmeyen AB’nin bu yeni durum karşısında bazı belirsizlikler/endişeler yaşadığını da kabul etmektedir.
Yeniden tartışmaya katılan Jonathan Fenby, yeni dönemde Britanya’da Başbakan olması beklenen Boris Johnson’ın nasıl hareket edeceğinin sorulması üzerine, Charles Grant’in düşüncelerini destekleyerek, yeni dönemde -Johnson’ın Başbakanlığında- ikinci Brexit referandumu ve erken seçim formülleri üzerinde durulması gerektiğini söylemektedir. Olası ikinci referandumda AB’de kalınması yönünde birkaç puan farkla bir karar çıksa bile bunun tartışmaları dindirmeyeceğini düşünen Fenby, böyle bir ihtimalde Brexit yanlılarının üçüncü referandum talep edeceklerini iddia etmektedir. Boris Johnson’ın hareketleri ve politikaları öngörülebilir klasik bir politikacı olmadığını da ifade eden Fenby, moderatör Christine Ockrent’le birlikte “Avrupalı Trump” olarak nitelendirdiği Johnson’ın son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 10’un altında kalan bir partinin başına geçeceğini ve bu şekilde ülkesini yöneteceğini de vurgulamaktadır. Fenby, bu durumun siyasi istikrar açısından Birleşik Krallık ve Avrupa açısından tehlikeli olduğunun da altını çizmektedir. Fenby, programın son bölümünde ise, Britanya’da bugüne kadar daima ağır basan pragmatizm ve sağduyunun son dönemde “Britanya’nın büyüklüğü” duygusunun etkisiyle yerini ideolojik ve siyasi tutkuya bıraktığını ve Britanya siyasal elitinin bunu önleyemediğini açıklamaktadır.
Sébastien Maillard ise, Avrupa Parlamentosu’nda Angela Merkel’in CDU (Hıristiyan Demokrat Birliği) partisinden daha fazla milletvekili sandalyesi (29) olan ve bu şekilde en büyük parti hüviyetine sahip Nigel Farage’ın Brexit Partisi’nin Avrupa işlerini bloke edemeyeceğini ve Birleşik Krallık’ın bu süreçte yapıcı bir tavır belirleyeceğini düşündüğünü söylemektedir. Ancak bu tavrın politik bir tavır olacağını da söyleyen Maillard, Londra’nın bu süreçte Brexit sürecini en iyi şekilde sonuçlandırmak arayışında olacağını ve bu nedenle AB çevreleri ile olumsuz ilişkilere girmeyeceğini ima etmektedir.
Tartışmanın genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse; Boris Johnson’ın yeni Muhafazakâr Parti lideri ve Birleşik Krallık Başbakanı olacağı konusunda konuşmacıların görüş birliğine vardığı ve Johnson’ın Başbakanlığında önümüzdeki dönemde AB ile Birleşik Krallık arasında yeni bir müzakere ihtimalinin belirdiğini söylemek mümkündür. Bu müzakerelerde iki tarafın da yapıcı olması gerektiği aşikârken, Kraliyet ailesi, İngiliz kanaat önderleri ve sanatçılarının bu dönemde daha net tavır ortaya koymaları gerektiği de ortadadır. Zira yanlış olduğu düşünülen bir sürece gönülsüzce sürüklenmektense, AB üyeliğinde ısrar edilmesi daha doğrudur. Yok, bu konuda bir görüş birliğine varılmışsa, o zaman AB ile ilişkileri koparmadan ve zedelemeden İsviçre veya Norveç gibi yeni bir partnerlik modeli üzerinde durulmalıdır. Zira eski Başbakanlardan Tony Blair’in geçtiğimiz gün yaptığı bir konuşmada belirttiği üzere[4], küreselleşen dünyada Birleşik Krallık’ın Çin, ABD ve Hindistan gibi demografik ve ekonomik devlerle kendi başına mücadele etmesi imkânsızken, AB ve ABD ile çok yakın ilişkileri olan bir Britanya’nın dünya siyaseti ve ekonomisinde ağırlığını koruyabilmesi mümkündür. Ancak AB ile yakın ilişkilerin tam üyelik modeliyle veya serbest ticaret ve bazı önemli kazanımları koruyan farklı bir model doğrultusunda yapılması sağlanabilir. En kötü formül ise, kuşkusuz, anlaşmasız Brexit ile Avrupa kıtasıyla ticari ve siyasi ilişkileri bozmak olacaktır. Bu noktada Boris Johnson ve diğer Muhafazakâr Parti liderlerinin blöf yaptıkları düşüncesi daha ağır basmaktadır. Ancak AB’nin de, bu süreçte daha iyi bir ayrılık anlaşması konusunda Birleşik Krallık’a bazı haklar sağlaması daha doğru bir yaklaşım olabilir. Zira ilişkilerin bozulması durumunda, iki taraf da kayıplar yaşayacak ve Avrupa güvenliği konusunda bile bazı zafiyetler yaşanabilecektir.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Programı buradan dinleyebilirsiniz; https://www.franceculture.fr/emissions/affaires-etrangeres/affaires-etrangeres-emission-du-samedi-08-juin-2019.
[2] Bu seçimde partilerin oy oranları şöyle oluşmuştur: Brexit Partisi % 31,6, Liberal Demokratlar % 20,3, İşçi Partisi % 14,1, İngiltere ve Galler Yeşiller Partisi (GPEW) % 12,09, Muhafazakâr Parti % 9,09, İskoç Ulusal Partisi % 3,6, Birleşik Krallık Değişim Partisi (Change UK) % 3,4, UKIP % 3,3 ve Plaid Cymru % 1. Bakınız; https://www.bbc.co.uk/news/topics/crjeqkdevwvt/the-uks-european-elections-2019.
[3] https://www.bbc.com/news/topics/crjeqkdevwvt/the-uks-european-elections-2019.
[4] Bakınız; https://twitter.com/Independent/status/1134480402561753088.