TÜRK DIŞ POLİTİKASI AÇISINDAN 2023 SEÇİMLERİ

upa-admin 11 Mart 2023 881 Okunma 0
TÜRK DIŞ POLİTİKASI AÇISINDAN 2023 SEÇİMLERİ

Türk siyasal yaşamının, çok partili yaşama geçtiğimizden beri, hemen her genel ya da yerel seçimde yinelenen tümcesi, “bu seçimler çok kritik” olmuştur. Seçimler için, henüz Boğaz’a köprüler yapılmadan önce söylenir miydi bilinmez ama “köprüden önceki son çıkış” sözü de, duymaya alıştığımız başlıklardan biri olarak kaydedilmiştir. Seçim bittikten sonra, her ne kadar siyasal stres bir süreliğine azalmış gibi gözükse de, siyasal yapımızdaki çatışmacı kültür, farklı senaryolarda kendisini ifade eder, bu da bir tür sarmal gibi sürer gider.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimleri, 2017 referandumundan sonra, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilen yeni sistemdeki ikinci seçimlerdir. Ancak 2007 referandumunun ardından, 2014’te ilk defa halk tarafından gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte, halk, Cumhurbaşkanı’nı seçmek için toplamda üçüncü kez sandık başına gidiyor. 2017’deki referandumda, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi/parlamenter sistem karşıtlığında, siyasal taraflar, iki ana ittifak çerçevesinde kendilerini ortaya koydular.

Türk Dış Politikası açısından, oldukça ilginç tezatların olduğu bir siyasal rekabet gözüküyor. AK Parti hükümetlerinin Dışişleri Bakan Danışmanı, Dışişleri Bakanı ve nihayetinde Başbakanı, Uluslararası İlişkiler Profesörü Ahmet Davutoğlu da, “6’lı masa” denklemindeki, partilerden birinin Gelecek Partisi’nin Genel Başkanı. Bugün Suriye’de şikayet edilen siyasalarda, İsrail’le yaşanan gerilimlerde, Mısır’la gerilen ilişkilerde, önce Başbakan, sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasal ekibinde “dış politikanın mimarı” olarak hep takdim edildi. Bugün, gerçek anlamda bir özeleştiri var mı, elbette merak konusu bir başlık olarak ortada duruyor.

Öte yandan, siyasal iktidar cephesinde, iki ayrı dış politika vizyonu görüyoruz. 2002-2011 arasında, AB katılım sürecini önceleyen, ABD müttefikliğini 1 Mart 2003 tezkeresine karşın öne çıkaran, 24 Nisan 2004’te Kıbrıs’ta Annan Planı’nı AB üyelik süreci çerçevesinde referanduma sunulması çerçevesinde kabul eden, Rauf Denktaş’la ters düşen bir AK Parti iktidarı vardı. 2003 tezkeresi geçmese de, 2005’te nabız yoklaması yapılan, 2009-2015 arasında uygulanmaya çalışılan “Kürt açılımı” politikalarında yine aynı iktidar vardı.

2009’da İsrail’le Davos’ta yaşanan “one minutes” hadisesi ve gerilen ilişkiler, 2013 darbesinden sonra Sisi’nin Mısır’ı ile kopma noktasına giden diplomasi derken, 15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe girişimi, dış politikada, iktidarın daha önceleri pek de prim vermediği Türk devlet aklının hafızasındaki politikaların gündeme gelmesini sağladı. Bu bağlamda, 2016’dan itibaren Suriye’ye yönelik askeri operasyonlarda, “Esad’ı devirme” hedefi, yerini bu ülkede “PKK/PYD terör antitesi”ni engellemeye yönelik devlet aklına bıraktı. 2020 sonbaharında, Azerbaycan’ın Ermenistan işgali altındaki Karabağ topraklarını Ermenistan’ın saldırısından sonra kurtarmasındaki dayanışmayla, İHA-SİHA’ların (Bayraktar)’ın verilmesiyle, sahadaki Azerbaycan üstünlüğüne verdiği destek öne çıktı. Yine 2020 Ekim’inde, 2004 Annan referandumunda, AB hedefi zemininde, “federasyona” verdiği gayretkeş destekle Batı başkentlerinde dikkat çeken, övgü alan iktidar, Ersin Tatar’ın KKTC Cumhurbaşkanlığına seçilmesinde “iki devlet” teziyle, dış politikada kendi politikalarında önemli bir dönüşümün adresi oldu. Bir başka açıdan, Ege’de, Yunanistan’ın Ege’de karasularını “6 milin üzerine çıkarma” tehdidinde, Türk dış politikasında, TBMM kararlarıyla tescillenen, savaş nedeni sayan politikalar vurgulanırken, iktidarı boyunca Ege adalarının silahlandırılması konusundaki Yunan politikasına fazla ses çıkartmayan iktidar, son yıllarda 1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Antlaşmaları’na vurgu yaparak, adaların statüsünün “tartışmalı hale geleceğini” de, dış politikada yüksek sesle ifade etti. 2019’da Libya’yla imzalanan “deniz yetkilerinin sınırlandırılması anlaşması”nda önemli bir hamle yapılarak, Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatler öne çıkarılırken, Deniz Kuvvetleri merkezli, Mavi Vatan politikasına sahip çıkıldı. Attila İlhan’ın benzetmelerinde yola çıkarak, birbiriyle çelişen politikalarda, “hangi AK Parti” sorusu elbette akıllara geliyor. 2002-2016 mı, yoksa 2016-2023 mü?  Bu siyasaları sadece AK Parti patentli saymak, 2004 Annan referandumunda, benim gibi, yaşı gençken, Denktaş’a verdiği destek nedeniyle, “genç dinozor” adlandırılan, Atatürk çizgisindeki, Türk milliyetçiliği çizgisindeki kalemler açısından da bir hayli soru işareti dolu. 2023 sonrası, farklı dış politika uygulaması olmayacağının da garantisi yok ama herhalde değişmeyen, neo-liberal yazar çizer takımı, onlar dün iktidara akıl hocalığı yaparken, şimdi de muhalefete akıl hocalığı yapmaya çalışıyorlar.

Muhalefet cephesinde, her ne kadar “6’lı masa” başlığı öne çıkıyorsa da, diğer muhalefet partilerini yok saymak, metodolojik bir hata olur. Ancak ana akım iki ittifaktan biri Cumhur, diğeri Millet İttifakı, yeri geldikçe diğer muhalefet partilerini de irdeleyeceğiz. “6 masa”daki gerçek iki muhatap, CHP ve İYİ Parti’dir. Yine Attila İlhan’ın benzetmesinden yola çıkarak, “hangi CHP” sorusunu yöneltmek durumundayız. 1 Mart 2003 tezkeresini engelleyen, 24 Nisan 2004 Annan Planı’na ve Kıbrıs’ta federasyona muhalefet eden, AB katılım sürecindeki tavizkar tutumları eleştiren, neo-liberal yazarlar ve AK Parti yöneticileri tarafından, “arkaik, ulusalcı” olarak adlandırılan CHP mi, yoksa Deniz Baykal’ın Genel Vaşkanlığı bir kumpasla bırakmak zorunda kalmasından sonra, 2010’un ardından Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığında neo liberal-küresel siyasalara açılım yapan, partide ulusalcı olarak adlandırılan isimleri ve kadroları bir biçimde pasifize eden, sınır ötesi operasyonlara HDP ile birlikte ret veren, dış politika danışmanının Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nca ülkeye girişinin istenmediği, Azerbaycan’a destek siyasalarına kuşkuyla bakan bir CHP mi? Sonuçta her ikisi de CHP, aynı her ikisinin de AK Parti olması gibi. Belki de, konjonktürel olarak, taraflar arasında siyasal bir yer değiştirme  söz konusu.

İYİ Parti ise, 2017 sonbaharında MHP’den ayrılan kadroların, İçişleri eski Bakanı Meral Akşener’in liderliğinde kurulmuş, daha parti kurulmadan, kadrolarının 2017 referandumunda, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine muhalefet ederek kurumsallaştığı, 2018’de CHP ile Millet İttifakı şemsiyesinde milletvekilliği, 2019’da yerel seçimlerde başta büyükşehir belediyeleri olmak üzere belediye başkanlığı ve belediye meclis seçimlerinde işbirliği yapan, merkezde, sağ ve laik bir siyasal parti olarak konumlandı.  Dış politikada, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine itiraza rezerv koyan, AB katılım sürecini yeniden canlandırmayı vaat eden, NATO üyeliğinin önemini vurgulayan bir dış politika vizyonu ortaya koymaya çalıştı. Burada CHP-İYİ Parti ikilisini öne çıkarsak da, niceliksel olmasa da, AK Parti’nin eleştirilen dış politika uygulamalarının mimarı Davutoğlu’nun olası bir seçim galibiyetinde Cumhurbaşkanı Yardımcısı olması, belki de yeniden dış politikanın mimarı ya da patronu olması senaryosu da, “hangi” sorularını çoğaltıyor? Bir bakıma DEVA Partisi lideri Ali Babacan’ın Hazine adına, 2003 sonbaharındaki ikinci Irak tezkeresine, verilen dış yardım başlığındaki desteği de, soruların geometrik olarak artmasını sağlıyor. Tıpkı ekonomi politikalarındaki “hangiler” gibi?

Saydığımız başlıklara, Türkiye’nin Rusya ve Çin ile yakınlaşması, Rusya’dan alınan S-400’ler, Rusya’nın Ukrayna işgalinde Türkiye’nin işgale karşı çıkmak, Ukrayna’ya Bayraktar satmak ile birlikte, Rusya’nın “şeytanlaştırılması”na karşı çıkması, Batılı ülkelerin ambargosuna uymaması, siyasal açıdan, ana akım muhalefet ittifakı zemininde, bir hayli eleştirildi. S-400’lerden vazgeçilmesi, Rusya’ya yönelik ambargolara uyulması, NATO’da daha uyumlu olunması önerildi. Bu arada, Türkiye’nin ABD tarafından ortağı olduğu F-35 projesinden çıkarılması, CAATSA yaptırımları yüzeyinde “hasım ülke” sayılması da sadece siyasal iktidarın uyumsuzluğuna bağlanarak, gelecekteki dış politika uygulamalarına ipotek konulmaya çalışılması da akıl alır gibi değildir.

Bu çerçevede, iki ana ittifakın, çelişkilerini içeren pek çok başlık eklemek mümkündür. Soru, Türkiye elbette iki ittifaka sığmaz; Soğuk Savaş sonrası, Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya’da, iktidarda kim olursa olsun, etkisi büyüyen ve büyüyecek bir Türkiye vardır. Türk Devletleri Teşkilatı’ndaki birliktelik, kısa vadede belki daha sınırlı bir ortak çaba yaratmaktadır, ancak orta ve uzun vadede ciddi anlamda yeni bir başlangıç yapılmıştır.

Atatürk’ün çizdiği Türk dış politikasının nüveleri, Soğuk Savaş ikliminde değil, kurtuluş ve kuruluş ilkelerindedir. Kişisel anlamda hem kurtuluş, hem de kuruluştan yanayım. Birini kabul edip, 1921 anayasasında, iktidar ve muhalefetin zaman zaman çizdiği “geri dönüşlere” karşıyım. Yapılan doğruları ve yanlışları her zaman sergilemek gerekmektedir. Bu bağlamda, siyasetin öne çıkan iki ittifakıyla birlikte, yok sayılmaması gereken tüm siyasal bileşenlere şu önerilerde bulunabiliriz.

– Türkiye üyesi bulunduğu mevcut kurumsal ittifaklarda yerini korumakla birlikte, özellikle kontr-terör ve Doğu Akdeniz, Kafkasya konularında, NATO ile ilişkilerinde, kendi lehine dengeleri ortaya koymalı, AB ile ilişkilerde “tam üyelik” yerine, Gümrük Virliği mekanizmasını da yeniden düzenleyerek, üçüncü ülkelere, Gümrük Birliği’ni angaje etmeyen serbest ticaret anlaşmasını gündeme getirmelidir.

– Kıbrıs’ta “iki devletli çözüm”, KKTC ve Türkiye’deki iktidar partilerini aşan bir devlet politikasıdır. Bugünkü iktidar dahil, KKTC’nin tanınması için gösterilmeyen gayret, bundan sonra daha çok gösterilmelidir.

– Doğu Akdeniz’de ve diğer denizlerimizde, Mavi Vatan doktrini, donanmamızın devlet aklında ortaya koyduğu bekâ konusudur, hiçbir siyasal partiye ait değildir. Subaylarımız bedel ödemiştir, bu anlayış geliştirilmeli, AB ya da ABD uyumu adı altında heba edilmemelidir.

– Lozan ve Montrö beka konusudur. İç politikada “100. yılında” “Lozan’ın süresi bitti” başlıklı hurafeleri ortaya atan, akademisyen, gazeteci varsa siyasiler özür dilemelidir.

– ABD ile müttefiklik, ABD’nin PKK/PYD terörüne verdiği destek, Kıbrıs’ta Rumlar ile yakın birliktelik, Yunanistan’ın Dedeağaç’tan Girit’e garnizon olarak silahlandırılması, Kafkasya’da Azerbaycan karşıtı Ermenistan’ın işgalci politikalarına verilen kayıtsız koşulsuz destek, iç politikada, kimi zaman iktidar, kimi zaman muhalefet dozlu manipülatif söylemler, iç kaosu sürükleyen başlıklar zemininde ulusal güvenlik sorunu haline gelmiştir. Normalleşme bu bağlamda çok zor gözükse de, adım atması gereken ABD’dir.

– Rusya ile ilişkiler, hassas bir önem taşımaktadır. Türkiye’nin dengeleyici politikası önemlidir, ancak ilişkiler liderden lidere değil devletten devletedir. Deprem felaketinden sonra Akkuyu nükleer santralinin konumu yeniden gözden geçirilmelidir, Rusya’nın Ukrayna’daki işgal siyaseti zemininde, mevcut sınırları koruyan anlayış vurgulanmalı, S-400 konusu, hava savunma stratejisi zemininde korunmalı, savunma sanayinde dış silah alımları, çeşitlendirilmeli, başka ülkelerden de savunma araç ve gereci alınmalıdır. Doğalgazda olduğu gibi, bağımlılık doğru bir siyaset değildir.

– Ulusal savunma sanayimizde önemli merhaleler gerçekleştirilmiştir. Ancak gelinen bu noktanın temeli önce Atatürk, 1970’lerde ise ASELSAN’ın kurulması sürecine giden yolda Ecevit ve gelmiş geçmiş tüm liderlerin katkılarıyla atılmıştır. Dışa bağımlılıktan kurtulmanın yolu, diğer savunma şirketlerimizin de geliştirilmesidir.

– Türk Devletleri Teşkilatı (TDT), Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri’nin yüz akıdır. Dar anlamda Doğu Akdeniz’den Hazar’a, geniş anlamda Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya uzanan Türk devletleri ve müttefiklerinin gelecek vizyonu önem taşımaktadır.

Çıkış yolu Atatürk’ün ortaya koyduğu LAİK, RASYONEL, TAM BAĞIMSIZ, ULUS DEVLET zeminindedir, yeni ulusal güvenlik parametrelerimiz GÜÇLÜ EKONOMİ,  GÜÇLÜ DEMOKRASİ, GÜÇLÜ ORDU’dur. Ana akım iktidar-muhalefet ittifakları dışında, bir başka üçüncü yol, bugün değilse yarın, TÜRK MİLLETİ ve TÜRK DEVLET AKLI’nı ortaya koyacaktır. “Hangi” diye şaşırmadan…

Doç. Dr. Deniz TANSİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.