TÜRKİYE’DE SOSYALİST SOLUN KISA TARİHİ VE MEVCUT DURUMU

upa-admin 08 Mayıs 2023 2.139 Okunma 0
TÜRKİYE’DE SOSYALİST SOLUN KISA TARİHİ VE MEVCUT DURUMU

1. Giriş

Türkiye’de sosyalist solun güçsüzlüğü, eskiden beri siyasetin sağ ağırlıklı olarak gelişmesine ve özellikle çalışan hakları konusunda ülke genelindeki bilincin düşük olmasına yol açmıştır. Bu bağlamda, dünya genelinde sosyalist solun ekonomi ve genel olarak ülke yönetmedeki performansı eleştirilere açık olsa da, muhalefet anlamında güçlü bir solun varlığı, çalışan kesimlerin haklarının korunması ve geliştirilmesi noktasında her demokratik ülke için önemli bir dayanak noktasıdır.

Bu yazıda, 2023 seçimleri öncesinde Türkiye’de sosyalist solun durumunu kısaca özetlemeye çalışacağım. Ancak bunun için, öncelikle sosyalist solun geçmişini de kısaca hatırlatmakta fayda var.

2. Osmanlı ve Türkiye’de Sosyalist Solun Kısa Tarihçesi

2.1. İlk Dönemler

Türk modernleşmesinin başlangıcı olarak tarihte en önemli dönüm noktasını 19. yüzyılda yaşanan reform hareketleri ve ilk olarak da Tanzimat Fermanı (1839) şeklinde kabul edebiliriz. Batı’nın mutlak hâkimiyeti karşısında günden güne gerileyen Osmanlı Devleti’nin Batı’dan gelen baskılara karşı koyamayarak toplumsal temeli zayıf olarak gerçekleştirdiği reformlar, Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın “İmparatorluğun en uzun yüzyılı” olarak nitelendirdiği 19. yüzyıldan itibaren artarak devam etmiştir. Islahat Fermanı (1856), Birinci Meşrutiyet (1876), İkinci Meşrutiyet (1908) dönemlerinde askeri ve siyasal alanlarda yapılan kapsamlı reformlar, bu anlamda incelenmesi gereken çok önemli tarihsel gelişmelerdir.

Nitekim Osmanlı aydınlarının sosyalizmle tanışması da 19. yüzyılda gerçekleşmiştir. Avrupa’da yaşanan 1848 Ayaklanmaları, Birinci Enternasyonal (1866) ve Paris Komünü (1871) gibi birçok olay, muhalif Osmanlı aydınlarınca dikkatle takip edilmiş ve bu gelişmeler gazete sütunlarına da yansımıştır. Genç Osmanlılar, sosyalizm bilgilerinin eksikliğine karşın, devrimcilerin cesaret ve inançlarına duydukları saygıyı gazete köşelerinde dile getirmiş ve sosyalist düşünceyle ilk kez bu dönemde tanışmışlardır. Mesela İbret gazetesinde yazan Reşat Bey, Fransız komünarlarını överken şu sözleri kullanmaktadır: “Mal varlığı kuralını icra eylemek şöyle dursun, parasını peşin vermeden kimseden bir habbe aldılar mı? Ve Fransa Bankası’nda milyonlarca akçe mevcut ve idaresi ellerindeyken bir akçesine dokundular mı?”. Örnekten de anlaşılacağı üzere, Osmanlı aydınlarını komünistlere yaklaştıran, onların sosyalist düşüncelerinden ziyade, isyankârlıkları ve cesaretleriydi. Hatta pratikte uygulanmayan sosyalist prensipler Osmanlı aydınlarınca bir övgü konusu haline bile getirilebiliyordu. Bu dönemde komünizmi eleştirmek için muhafazakâr aydınlarca kullanılan “komünist sistemde kadınların ortak mülkiyeti vardır” gibi düşünceler ise sosyalist teorinin o dönemde ne kadar sığ anlaşıldığının ispatı niteliğindeydi. Yine de, Osmanlı aydınlarının, bilhassa da İttihatçıların, komünistlerin cesaretlerinden ve isyancı romantizmlerinden etkilendikleri yadsınamaz bir gerçektir. Nitekim bu cesaret ilhamı, 1908 Devrimi’nde de (İkinci Meşrutiyet) etkili olmuştur.

Osmanlı döneminin ilk işçi sendikası 1895 yılında Tophaneli işçiler tarafından Osmanlı Amele Cemiyeti ismiyle kuruldu. 1907 yılında ise, 1908 Devrimi (İkinci Meşrutiyet) öncesinde aydınlar arasında devrimci fikirlerin yayılmasında önemli rol oynayan ilk sosyalist kitap yayınlandı. Bu kitap, Marx, Engels, Saint Simon, Proudhon, Owen, Fourier, Louis Blanc, Etienne Cabet ve Babeuf gibi isimlerin yazılarından oluşan bir derlemeydi ve eserde Komünist Manifesto’nun küçük bir bölümüne de yer veriliyordu.

Hüseyin Hilmi

Devrim sonrası oluşan sınırlı özgürlük ortamında ilk sosyalist parti Hüseyin Hilmi ve arkadaşları tarafından 1910 yılında Osmanlı Sosyalist Fırkası (OSF) ismiyle kuruldu. Partinin resmi yayın organı İştirak da ilk olarak bu yılda yayımlanmaya başladı. Sosyalizm bilgisi oldukça sınırlı olan İştirakçı Hilmi ve arkadaşlarının yayınlarında ilginç bir sosyalizm anlayışı hâkimdi. İştirakçılar, İslamiyet’in özünde sosyalizmi içerdiğini düşünüyor ve sosyalizmi haklı çıkaracak gerekçeleri İslam dininde arıyorlardı. Enternasyonalizmden uzak bir şekilde ve anti-emperyalizmle sınırlı bir çizgide yayınlar yapan İştirak, küçük Osmanlı proletaryasının (işçi sınıfı) sorunlarını dile getiriyor ve İttihat ve Terakki yönetimine acımasız eleştiriler yöneltiyordu. 1913 yılında parti ve dergi kapatıldı ve Hilmi ile arkadaşları da sürgüne gönderildiler. 1918 yılında sürgünden dönen Hüseyin Hilmi ve arkadaşları, bu defa Türkiye Sosyalist Fırkası ismiyle yeni bir parti kurup, yeniden yayın yapmaya başladılar. Dünya sosyalist hareketinden uzak, kendilerine özgü garip ve eklektik bir ideolojiyle, sosyalizm, milliyetçilik ve İslamcılığı harmanlamaya çalışan Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF), neticede kitlelere ulaşamadı. Hilmi’nin Mustafa Kemal ve Milli Mücadele karşıtı görüşleri ve yabancılarla iş birliği yapması neticesinde lüks bir yaşam sürmesi de o dönemde pek çok dedikoduya neden olmuştur. Bunların sonucunda, Hüseyin Hilmi şüpheli bir şekilde ölü bulunmuş ve TSF de kapatılmıştır.

Şefik Hüsnü Deymer (Değmer)

Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında sosyalist hareket içerisinde ön plana çıkan bir diğer isim ise Şefik Hüsnü Deymer/Değmer’dir. Fransa’da eğitim gören ve Fransız sosyalizminin önemli ismi Jean Jaures’in öğrencisi olan Deymer, yakın arkadaşlarıyla beraber 1919 yılında Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nı kurmuştur. Bu dönemde Aydınlık dergisini çıkarmaya başlayan Deymer, Hüseyin Hilmi’ye kıyasla büyük bir aşama kaydederek, entelektüel çevrelerde sevilip sayılmış ve sosyalist hareket adına ortaya bir takım somut tezler ve eylemler koymayı başarmıştır. Deymer’e göre, Kemalist Devrim, desteklenmesi gereken ve ilerleyen yıllarda yerini sosyalist devrime bırakacak olan anti-emperyalist bir burjuva devrimidir. Bu düşünceleriyle, ilerleyen yıllarda da Türk solunda var olacak Kemalizm sempatisini yaratan en önemli isimlerden biri de kuşkusuz Şefik Hüsnü olmuştur. Şefik Hüsnü, 1920’lerin sonlarında ise illegal Türkiye Komünist Partisi’ne (TKP) katılmış ve oranın kilit ismi haline gelmiştir. Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve Hikmet Kıvılcımlı gibi çok önemli isimlerce kurulan ve Sovyetler Birliği’nden doğrudan destek alan TKP, Mustafa Suphi’nin öldürülmesi ve partinin yasaklanması neticesinde faaliyetlerine gizli olarak devam etmek durumunda kalmıştır.

İncelenmesi gereken bir diğer çok önemli hareket olan TKP’yi ve Mustafa Suphi ve Hikmet Kıvılcımlı gibi Türk solu için son derece önemli isimleri bu yazının kapsamı dışında tutarak, şimdi de biraz Yeşil Ordu’dan biraz söz etmek istiyorum. Enver Paşa ve diğer eski Pan-Türkist liderler tarafından kurulan Yeşil Ordu’yu Sovyetler Birliği aracılığıyla komünistlerin ve Türkçülerin dönemsel bir ittifakı ve pragmatist bir proje olarak değerlendirmek doğru olacaktır. Lenin’in anti-emperyalizme verdiği kayıtsız şartsız ve ilkeli destek neticesinde Mustafa Kemal ve Milli Mücadele’nin yenilmesi durumunda Anadolu’yu toparlayacak bir güce ihtiyaç olduğunu sezinleyen Moskova, her ihtimale karşı Yeşil Ordu’yu yedek güç olarak hazırlamıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrası ülkeden kaçmak zorunda kalan Türkçü liderler de bu projeyi Türk-İslam dünyası için bir şans olarak görmüş ve Türkçülük, İslamcılık, Sosyalizm senteziyle Sultan Galiyev benzeri bir ideoloji yaratmaya çalışmışlardır. Ancak 1920 yılında Bakü’de Doğu Halkları Kurultayı’na katılan Enver Paşa ve Yeşil Orducular, enternasyonalist Marksistler karşısında entelektüel zafiyetleri nedeniyle aciz durumlara düşmüşlerdir. Şevket Süreyya Aydemir, bu durumu Suyu Arayan Adam adlı ünlü eserinde çok güzel özetlemektedir. Ünlü sol tarihçisi Mete Tunçay’a göre ise, bunun sebebi şöyle açıklanabilir: “İkinci Komintern kongresinin işaret ettiği üzere burjuva milliyetçiliğinin temsilcileri, -her zaman bunun bilincine varmış olmasalar da- tomurcuk halindeki proleter grubunu bir sınıf teşkilatı kurmanın direk ödevlerinden saptırmak amacıyla, Sovyet Rusya’nın siyasi otoritesinden faydalanarak ve kendilerini işçilerin sınıf güdülerine uydurarak burjuva demokratik heveslerini sosyalist komünist bir kisveye büründürürler.” Milli Mücadele’nin başarıyla sürdürülmesi üzerine zaten üzerinde taşımakta çok zorlandığı sosyalist gömleğini çıkaran Enver Paşa da, kendi öz ideallerine geri dönmüş ve kısa bir süre içerisinde can vermiştir.

Osmanlı son ve ilk Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan sosyalist hareketleri (bu bağlamda Kadro Hareketi de dikkatle incelenmelidir) incelediğimizde, Türk solunda yıllar boyu devam edecek birçok özelliğin temellerinin bu aşamada atıldığını görmek mümkündür. İlk söylememiz gereken, Osmanlı ve erken dönem Türk sosyalizminin teorik olarak oldukça ilkel olduğudur. Henüz Karl Marx’ın yazdıkları bile tam olarak okunmamış ve bilinmiyorken ve dahası kapitalist çelişkilerin çok sınırlı olarak gözlemlendiği feodal bir toplumda yaşanırken, Osmanlı sosyalistleri, sosyalizmi anlamakta oldukça zorlanmışlardır. Bu nedenle de, eklektik ve Türkiye’ye özgü Kemalizm’le sentezlenmiş bir sosyalizm anlayışı Osmanlı döneminden başlayarak Türkiye’de hâkim ve başarılı olmuştur. Bir diğer önemli özellik ise erken dönem sosyalist hareketlerin özellikle Sovyetlerin başta Kemalist Devrim olmak üzere anti-emperyalist mücadelelere verdiği destek ve ülkeyi işgalden kurtarması nedeniyle Mustafa Kemal’e duyulan hayranlık ve minnet duyguları içerisinde eleştirel bir tutumdan uzak durmaya çalışmalarıdır. Ayrıca Osmanlı dönemine dair sınıfsal çözümlemeler yapmakta aciz kalan ilk Türk sosyalistleri, 1908 Devrimi sonrası ortaya çıkan birçok grev ve isyanı yönetmekte ve yorumlamakta başarısız olmuşlardır. Kemalizm’in sınıfsal temellerden uzak açıklanması yaklaşımı da ilk olarak bu dönemde başlamıştır. Ek olarak, bu dönemde ortaya çıkan sosyalist hareketlerin enternasyonalist yönlerinin oldukça zayıf olduğunu da belirtmeliyiz. Nitekim bu konuda az da olsa başarılı olmuş tek parti Mustafa Suphi’nin bağları sayesinde Sovyetlerin desteklediği TKP’dir diyebiliriz. Diğer sosyalist hareketlerin ise, Türkiye’ye özgü ve dünya sosyalizmiyle ilişkiler kuramadan şekillendiği görüyoruz. Sadece Şefik Hüsnü, Jean Jaures sayesinde Avrupa sosyalistleriyle bir dönem yazışabilmek imkânını bulmuş ancak bu iletişim de düşük ölçekte etkili olabilmiştir.

2.2. 1960-1980 Dönemi: Sosyalist Solun Altın Yılları

Osmanlı ve ilk Cumhuriyet döneminden sonra Türkiye’de ciddi anlamda etkin sosyalist hareketlerin ortaya çıkması ise ancak 27 Mayıs sonrası 1960-1980 arası dönemde mümkün olabilmiştir. 27 Mayıs Türk solundan da büyük destek görmüş ve darbelere karşı oldukları bilinen gruplar dahi 27 Mayıs’ı faşizme karşı gerçekleşen ilerici bir hareket olarak alkışlamıştır. Mesela “merkezi yurtdışında bulunan TKP ve sol kamuoyu da, bu harekete katılmış ve TKP, bu hareketi, faşizme karşı bir hareket olarak benimsemiş” ve desteklemiştir (Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi-1, s. 205). “Biliyorsunuz ben darbelere karşıyım. Tepeden inme hareketlere karşıyım. Yani, bu yoldan demokrasiye gidemeyiz” diyen Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurucu Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar bile, darbe sonrası üst düzey askerlere mektup yazarak Türkiye’de sosyalist bir partinin kurulması gerektiğini anlatmış ve 27 Mayıs’ı bir şans olarak görmüştür. Ünlü komünist aydınlarımızdan Behice Boran da bu konuda Aybar’la aynı düşüncededir.

Liberal iktisadın dünya çapında güç kaybetmesi ve 1929 Büyük Buhranı sonrasında 1930’lardan başlayarak Keynesçi ekonomik anlayışın dünyaya hâkim olması ABD’nin 1960’larda dünya çapında düşen prestijiyle birleşince, özellikle Johnson Mektubu sonrası gerilen Türkiye-ABD ilişkileri ve yeniden ısınan Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkileri de 1960’lar ve 1970’lerde Türkiye’de sosyalist solun güçlenmesinde etkin bir rol oynamıştır. Aslına bakarsak, 27 Mayıs ihtilali sonrası ordu içerisinde de çeşitli tartışmalar yaşanmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tekçi bir yapısının olmadığı ve kendi içerisinde farklı görüşlerin/eğilimlerin bulunduğu su yüzüne çıkmıştır. Aslında, 27 Mayıs sabahı radyodan okunan bildiride, bir an önce seçimlerin yapılacağı ve demokratik düzene geçileceği açıklanmıştı. Nitekim 27 Mayısçılar, bu konuda direnen 14 arkadaşlarını (Alparslan Türkeş ve Muzaffer Özdağ’ın da yer aldığı Ondörtler) yurt dışına göndermek pahasına da olsa, bu sözlerini tutmuşlardır. 27 Mayıs’a ve 1961 anayasasına dair bir diğer önemli husus da, üniversitelerde Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun (FKF) kurulması ve yükseköğretim kurumlarına da siyasetin kapılarının tam anlamıyla açılmış olmasıdır. Nitekim 27 Mayıs, 1961 anayasası ve Johnson Mektubu gibi Türkiye’ye özgü ve anti-Amerikanizm, 68 kuşağı gibi enternasyonal etkenlerle güçlenen sosyalist hareketler, 1960 ve 1970’lere damgasını vurmuş ve Türk siyasal hayatının en hareketli ve entelektüel açıdan en verimli döneminin yaşanmasına yol açmıştır. 1960’lı yılların bir diğer önemli özelliği de, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) programları doğrultusunda başlayan sanayileşme hamlesinin ve ithal ikamesi ekonomi politikasının neticesinde Türk proletaryasının ortaya çıkması ve 1961 anayasasının getirdiği özgürlük ortamında faydalanarak örgütlenmeye başlamasıdır. Ayrıca 1950’lerde başlayan köyden kente göç akımı, 1960 ve 1970’lerde de devam etmiş ve şehre çevresel olarak eklemlenen varoş mahalleleri, sol düşüncenin kaleleri ve adeta kurtarılmış bölgeler haline gelmiştir.

2.2.1. Türkiye İşçi Partisi (TİP)

Mehmet Ali Aybar ve TİP

1960’lı yıllarda Türk solu üzerinde yapılan araştırmalarda muhakkak Türkiye İşçi Partisi (TİP) üzerine söz söylenmelidir. TİP, 13 Şubat 1961’de, 1961 anayasasının getirdiği demokratik özgürlük ortamda, 12 sendikacının İstanbul Valiliği’ne verdikleri bildirimle kurulmuştur. Kurucular; Şaban Yıldız, Kemal Sülker, Kemal Türkler, İbrahim Güzelce, Ali Demir, İbrahim Denizcier, Adnan Ardan, Avni Erakalın, Kemal Nebioğlu, Hüseyin Uslubaş, Ahmet Muslu ve Salih Özkarabay’dır. Parti 1961 seçimlerine katılamamış, ancak demokratik sosyalizmin ilk yasal temsilcisi olarak, 1965 seçimlerinde TBMM’ye tam 15 milletvekili sokabilmiş ve Türk siyasal hayatına kalıcı yenilikler getirmiş çok önemli bir siyasal oluşumdur. TİP; İbrahim Güzelce, Kemal Türkler, Kemal Nebioğlu, Şaban Yıldız ve Nuri Beşer gibi sendikacılar tarafından 14 Şubat 1961’de yapılan bir basın açıklamasıyla kurulmuştur. Aynı dönemde kendi başına bir sosyalist parti kurma girişimleri bulunan solcu entelektüel Mehmet Ali Aybar ve arkadaşları, 1 Şubat 1962’de, TİP kurucusu olan sendikacıların, kendi aralarında yaptıkları toplantıda, partinin kapılarını sosyalist aydınlara açmaya karar vermeleri ve Genel Başkanlık için Mehmet Ali Aybar’ı göreve çağırmaları sonucu bu çabalarına son vererek bu partiye katılmışlardır. Aybar’ın ilk icraatlarından biri parti kadrolarında emekçilerin ve sendikacıların konumunu düşürmemek için sosyalist entelektüellerin, aydınların oranının yüzde 50’yi geçmeyecek bir şekilde sınırlandırılması olmuştur. 27 Mayıs sonrasının genel aydın eğilimi halinde yükselişe geçmiş bulunan ve Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Yön Dergisi’nin popüler yayınları neticesinde Ankara’da devlet kadrolarında ve genç subaylar arasında adeta şaha kalkan sol Kemalizm, TİP’in başlıca argümanlarında da önemli bir ağırlık taşıyor ve sosyalizm temelde Kemalizm’in ileri bir yorumu olarak sunuluyordu. Aybar ve TİP üyeleri, konuşmalarında demokrasiye olan inançlarının altını kalınca çiziyor ve Sovyetler Birliği’ne kıyasla revizyonist bir sosyalizm anlayışları olduğunu açıkça belirtiyorlardı. Bu nedenle, TİP’i Sovyetlerden ziyade Avrupa tarzı sosyalist partilere benzetmek mümkündür. Mehmet Ali Aybar da, birçok konuşmasına Sovyet tipi bir proletarya diktatoryasına karşı olduğunu açıkça belirtmiştir; “Mesela TİP, proletarya diktatörlüğüne dayanan bir parti değildi. Ya nasıl bir partiydi? İşçi sınıfının demokratik öncülüğü etrafında birleşen, tüm emekçilerin temsilcisi olduğunu söyleyen, onları iktidara getirmeyi amaçlayan bir partiydi.” (Mumcu, s. 41).

Aybar’ın ilginç ve eklektik sosyalizm düşüncesini tanımlamak için kullandığı terim ise “güleryüzlü sosyalizm” olmuştur. Aybar’a göre, güleryüzlü sosyalizmin temel ilkeleri demokrasi ve sosyalizmdir ve amacı emekçilerin yönetimde fiilen söz ve karar sahibi oldukları bağımsız ve geniş özgürlükler tanıyan bir rejim yaratmaktır. TİP’in revizyonist sosyalizm anlayışında, Yön ve o dönemde devrimci gençleri bünyesine katan Milli Demokratik Devrim-MDD tezinin aksine, demokrasi faydalı olarak görülmüş ve iktidarı ele geçirmek için demokratik parlamenter yöntemler uygulanması benimsenmiştir. Aybar, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’le polemiğe girmek pahasına anayasanın sosyal devlet ilkesine vurgular yapmış ve 1961 anayasasının sosyalizme açık olduğunu belirtmiştir. TİP düşünürlerine göre, Türkiye’de yapılması gereken Milli Demokratik Devrim değil, demokratik yollarla gerçekleşecek sosyalist reformlardır. Buna göre, bu reformların başlıca dayanağı ve kuvvet üssü Türk proletaryası olacaktır. Bu anlamda, TİP, askeri darbe planlamaları yapan Yön ve gerilla hareketlerine odaklanan MDD’cilerin aksine, Türkiye’de gerekli olgunluğa ulaşmış bir proletarya olmadığı tezini reddetmiştir. Ancak TİP’in bu düşüncesine karşın, proletarya ile olan bağlarının zayıflığı ve proletaryanın popülasyon olarak sınırlı olması TİP’e yöneltilen en büyük eleştiriler arasındadır. Ayrıca TİP’in sosyalizm anlayışı Marksizm’e dayanan bir bilimsel süreçten çok “kapitalist olmayan bir kalkınma modeli” şeklindedir. Örneğin, TİP lideri Mehmet Ali Aybar, özel sektöre tamamıyla karşı olmadıklarını şu sözlerle dile getirmiştir: “Özel sektöre bırakılan endüstri kolları ve ekonomik faaliyet alanları, genel ekonomi planının hedef ve direktiflerine uyarak çalışır ve gelişir. Devlet sektörünün ağır bastığı bir planlı ekonomik düzeyde özel sektör daha uzun yıllar ulusal kalkınmamızda yararlı bir faktör olacağı için korunacak ve teşvik edilecektir.” (Aybar, TİP Tarihi 1, s. 206). Yani TİP’in demokratik reformlarla gerçekleştirmeyi düşündüğü sosyalist modelde, devlet sektörü liderliğinde özel sektöre tolerans gösterilecek ve ulusal ekonominin geliştirilmesi amaçlanacaktır. TİP’in öncelikli amacı, önemli yabancı ve yerli şirketlerin kamulaştırılması (millileştirilmesi) ve belli bir ulusal ekonomik program çerçevesinde üretim yapmasıdır. TİP’in bir diğer önem verdiği konu ise, her ne kadar proletaryanın önceliği vurgulansa da, toprak reformunun gerçekleştirilmesi ve Türk köylüsünün özgür kılınmasıdır. TİP, bu noktada Kemalist Devrim’in yarıda kaldığından yakınmış ve devletin toprak ağalarıyla iş birliğini eleştirmiş, bu geniş arazilerin devlet kontrolünde köylülere eşit olarak dağıtılması gerektiğini belirtmiştir.

TİP’in bir diğer vurgu yaptığı konu da anti-emperyalizmdir. TİP liderleri, daha barışçıl ve bağımsız bir dış politika anlayışını benimsemiş ve Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” anlayışı doğrultusunda Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkilerini geliştirmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ancak ekonomik ve siyasal alanda bağımsızlığın gerekliliği ısrarla vurgulanmış ve özellikle ABD’ye yönelik çok sert eleştiriler getirilmiştir. TİP, Kürt Sorunu konusunda da mutedil bir tutum belirlemiş ve sorunun büyük ölçüde ekonomik geri kalmışlıktan kaynaklandığı iddia etmiştir. “Kürt Sorunu, TİP tarafından bir bölge kalkınması sorunu olarak konuluyordu ve bu soruna, ulusal menfaatlerimize en uygun, en insanca çözüm yollarını bulmak, ihmal edilmeyecek bir vatan vazifesi nitelendiriliyordu.” (Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi-1, s. 265). TİP’in bir diğer projesi ise, vergilendirme politikasının değiştirilmesi ve özel sektörden alınacak ağır vergilerle sosyal devletin güçlendirilmesidir. Bu konuda, TİP lider kadrosu, İskandinavya demokrasilerinden fazlasıyla etkilenmişlerdir.

İlk olarak 17 Kasım 1963 tarihinde yapılan yerel seçimlere katılan TİP, 40.000 civarında bir oya ulaşmış ve seçimlerde bir başarı gösterememiştir. Ancak 1963 seçimlerinde radyodan yayınlanan konuşmalarda ve mitinglerde, TİP’in Çetin Altan, Yaşar Kemal ve Mehmet Ali Aybar gibi usta hatipleri tarafından yapılan konuşmalar, Türk köylüsü, işçisi ve entelektüelleri üzerinde derin bir etki bırakmış ve partiye yönelim artmıştır. “Nitekim, 63 yerel seçimlerinden sonra yaptığımız köy gezilerinde bunu gayet açık olarak görüyorduk. Eskiden giderdik kahveye. Kim olduğu öğrenilince kahve boşalırdı. Artık öyle olmuyordu. Köye gidiyorduk, hemen ilgileniyorlardı.” (Mumcu, s. 41). Ekim 1965’te yapılan genel seçimler ise, TİP’in ulaştığı en büyük başarıya sahne olmuştur. Ülkenin sosyoekonomik problemlerini cesurca dile getirmeyi başaran tek parti olan TİP, bu seçimlerde tüm ön yargılara ve medya manipülasyonlarına karşın 276.101 oy elde etmiş ve toplam oyların yüzde 2,83’ünü alarak meclise 15 milletvekili sokmayı başarmıştır. Bu dönemde nisbi temsil sistemi uygulandığı için seçim barajı uygulanmamış ve TİP, yüzde 3’e yakın oyuyla 15 milletvekili çıkarabilmeyi başarmıştır. TİP’in parlamentoda yaptığı müthiş muhalefet de bu yıllarda CHP’nin merkezden sola kaymasında çok etkili olmuş, İsmet İnönü’nün ağzından “ortanın solu” ifadesi duyulmuş ve Adalet Partisi (AP) milletvekilleri laf yetiştiremedikleri Çetin Altan’ı TBMM içerisinde linç etmeye kalkışmışlardır. “TİP, geniş işçi ve aydın kesimlerini etkileyen bir solculuk söylemi tutturmayı, canlı ve güncel tartışmalarda çözümü aranan problemleri ele alarak karşılamayı başarmış, daha sonra CHP’nin tabanında yer alan önemli bir kesimi de etkilemeye başlaması üzerine, İsmet İnönü’nün ağzından solculuğunu açıklamak zorunda bırakan etkiyi yaratmıştı.” (Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi-1, s. 262).

1968’e kadar güçlenerek ilerleyen TİP’in dağılma süreci ise, parti içerisinde küçük bir fraksiyon olan Mihri Belli ve arkadaşları tarafından desteklenen MDD düşüncesinin üniversite gençliğinde yaygın kabul görmeye başlaması ve 1968 yılında Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’yı işgaliyle başlamıştır. 1968 kongresinde partide üç ana fraksiyon belirmiş ve şiddetli tartışmalar yaşanmıştır. Birinci grup Mehmet Ali Aybar ve arkadaşlarının oluşturduğu demokratik sosyalizm yanlısı ve Sovyetler Birliği’ne tepkili gruptur. İkinci fraksiyon, Sadun Aren, Behice Boran ve destekçilerinden oluşan ve Sovyetler Birliği yanlısı gruptur. Üçüncü grup ise, MDD düşüncesini desteklemelerine karşın bu düşünceyi yaymak için parti içerisinde bulunan demokratik devrimcilerin oluşturduğu ve gençlik tarafından büyük destek gören Mihri Belli ekibidir. Aybar, bu kongrede liderliğini korumasına karşın, 1969 genel seçimlerinde parti oylarının yüzde 2,58’de kalması ve ancak 2 milletvekilliği (Mehmet Ali Aybar ve Rıza Kuas) kazanılması üzerine sorumlu tutulmuş ve 1971’de partiden istifa etmiştir. Nitekim 12 Mart 1971 muhtırası sonrasında TİP kapatılmış ve birçok lideri de tutuklanmıştır. TİP, 21 Temmuz 1971 tarihinde kapatılmış, parti liderleri tutuklanmış ve 15 yıla kadar değişen hapis cezaları almışlardır. Bu kişilerden önemli bir kısmı 1974 affıyla serbest kalsa da, 1975 yılında Genel Başkan Behice Boran önderliğinde yeniden örgütlenen parti, siyasette eskisi kadar etkili olamamıştır. Nitekim 1977 genel seçimlerinde, TİP, yüzde 0,1 oy oranıyla sadece 20.000 oy alabilmiştir. 1979 kısmi Senato yenileme seçiminde ise 33.000 oy alarak, SDP, TBP, TSİP’in gerisinde kalmıştır. 12 Eylül 1980 darbesi ile TİP yeniden kapatılmış, 1987 yılında TİP, TKP ile birleşerek Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) adını almıştır. Bu parti de daha sonra kapatılmış olup, bu partinin kadrolarının bir kısmı daha sonra ÖDP ve TKP’ye katılmışlardır.

2.2.2. Yön Hareketi

Doğan Avcıoğlu

1960-1980 döneminde Türkiye’de ilk ortaya çıkmış ve sosyalist düşüncenin yaygınlaşmasında en etkili olmuş grup kuşkusuz Yön Hareketi’dir. Yön Hareketi, ismini ilk olarak 20 Aralık 1961’de yayınlanmış Yön Dergisi’nden alır. Yön Dergisi kurulurken, 27 Mayıs’ın da coşkusuyla dönemin bütün entelektüellerinden destek görmüştür. Derginin yayın hayatı Haziran 1967’ye kadar sürmüş ve derginin yayınları özellikle askeri-bürokratik elit ve üniversite gençliği-entelektüel gruplar üzerinde etkili olmuştur. Derginin imtiyaz sahibi ve başyazarı daha çok Türkiye’nin Düzeni adlı eseriyle bilinen Doğan Avcıoğlu’dur. 1926-1983 yılları arasında yaşamış Avcıoğlu, Bursa Erkek Lisesi’ni ve Paris Siyasal Bilimler Okulu’nu bitirmiş ciddi bir entelektüel ve bilgisi ve görgüsüyle etrafında büyük saygı uyandıran değerli bir aydındır. Avcıoğlu’nun dışında dergide sol kesimin değişik fraksiyonlarından çok değerli aydınlar yazılar yayınlamışlardır. Sadun Aren, Çetin Altan, Mihri Belli, Mümtaz Soysal, Şevket Süreyya Aydemir, Ahmet Taner Kışlalı ve Abdi İpekçi bu isimler arasındadır. Değişik görüşlerde olmalarına karşın, tüm bu isimler “sosyalizm” adı altında birleşmiş ve Yön Dergisi’nde yazmışlardır. Yön Grubu, 1960’larda Ankara’da çok etkili olmuş ve Sosyalist Kültür Derneği’ni de kurmuştur. Sosyalist Kültür Derneği’nin kurulması Türk solunda bölünme yaratacağı için Behice Boran ve Erdoğan Başar gibi dönemin TİP liderleri tarafından eleştirilmiştir.

Yön Hareketi’nin bazı yazarları, örneğin Şevket Süreyya Aydemir, sosyalizmi komünizmin ilacı olarak görmüş ve bu yönde yayınlar yapmıştır (Lipovsky, s. 88). Doğan Avcıoğlu ise, hareketin temel amaçlarını şu şekilde açıklamıştır:

  • Emperyalizm, Türkiye’nin sosyal ve ekonomik gelişmesinin önündeki en büyük engeldir.
  • 1960’lara kadar uygulanan yabancı sermaye ve yerli burjuvaziye dayalı ekonomik gelişme modeli başarısız olmuş ve yeni bir ekonomik politika gereksinimi doğmuştur.
  • Türkiye’nin tarihsel-yapısal koşullarına bakıldığında, kapitalist bir gelişmenin başarısız olduğu ve olmaya devam edeceği aşikârdır.
  • Türkiye gelirinin üçte birine sahip yerli burjuvazi sanayileşmeye gereken önemi vermemekte ve yabancı sermayeyle iş birliği yaparak komprador burjuvazi görevi görmektedir.
  • Sosyoekonomik çelişkiler ve çatışmalar azalmadığı gibi gitgide artmaktadır.
  • Türk burjuvazisi sosyoekonomik gelişmenin önünde engel teşkil etmektedir. Aynı şekilde “tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” ideali için Türk burjuvazisinin yararlıdan çok zararlı olduğu görülmektedir.

Avcıoğlu’na göre, devletlerin benimseyebileceği üç temel tip kalkınma modeli vardır. Bunlardan birincisi, tarihsel koşulların uygun olduğu ve sermaye birikimi sonrası burjuva devrimlerinin gerçekleşebildiği Amerikan tipi kapitalist kalkınma modelidir. İkinci model, Sovyetler Birliği’nin benimsediği sınıf esasına dayalı sosyalist modeldir. Üçüncü model ise, tarihsel olarak modernleşme yarışında geride kalmış ülkelerin uygulaması gereken ve Bulgaristan ve Romanya gibi ülkelerde başarıyla uygulanan devletçi ancak proletarya diktatoryasına dayanmayan sosyalizm benzeri bir modeldir. Doğan Avcıoğlu ve Mümtaz Soysal, parlamenter demokrasinin burjuvazinin çıkarına gelen bir yönetim biçimi olduğunu savunmuş ve gerçek demokrasiye bu şekilde ulaşılamayacağını iddia etmişlerdir. Yön Hareketi yazarları, TİP’in aksine, hedeflerine ulaşmak için demokratik metotları değil, askeriye-bürokrasi-gençlik ve işçi-köylülerden oluşacak birleşik bir grubun, askeriyenin sol kesimlerinin yapacağı bir darbe sonrası başa geçecek olan partilerine güvenmişlerdir. Nitekim Yön Grubu’na göre, ülkenin sosyoekonomik geriliği demokratik yollarla bu ilerici hareketin gerçekleşmesine izin vermeyecektir. Bu nedenle, Avcıoğlu’nun “zinde güçler” adını verdiği askeri-bürokratik elit önderliğinde yapılacak bir darbe, gençlik ve çeşitli sosyal sınıflar tarafından desteklenmeli ve ortak bir parti kurulmalı, devlet yönetimi bu tek partiye bırakılmalıdır. “Burada, herhangi bir sınıf ayrımı gözetmeksizin, aydınlardan ve yöneticilerden söz edilmektedir. Bu doğrudan doğruya, Yön çevresinin devrim anlayışına bağlıdır.” (Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi-1, s. 232).

Yön Hareketi, henüz tam kapitalistleşmemiş bir Doğu toplumu olan Türkiye’de sınıf çatışmalarının henüz tam anlamıyla oluşmadan önlenebileceğini ve bunun için devletçi bir ekonomik anlayışın var olması gerektiğini savunmuşlardır. Avcıoğlu, anti-emperyalist ve halk çocuklarından oluşan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni diğer burjuvazi koruyucusu olan ordulardan ayırmış ve TSK önderliğinde devletçi ve ulusal bir devrimin gerçekleşebileceğini savunmuştur. Yine bu anlayışa paralel olarak, “Türkiye’deki ara tabakaların yani asker-sivil-aydın zümrenin ya da zinde güçlerin tarihten gelen bir devrimci geleneği” olduğu iddia edilmiştir. Yön’ün yaydığı fikirler, o dönemde inanılmaz popüler olmuş ve Albay Talat Aydemir’in Kemalist Devrim’den gün geçtikçe kopulduğu gerekçesiyle 1962 ve 1963’te iki defa darbe teşebbüsüne girişmesinde büyük rol oynamıştır. Nitekim 1963’teki ikinci darbe girişimi sonrası Yön Dergisi birkaç aylığına kapatılmıştır. “Büyük bir olasılıkla bu kapatma olayında Yön’ün doğrudan ilişkili olmasa bile, savunduğu fikirlerle Albay Talat Aydemir’in önderlik ettiği askeri darbe girişimlerindeki rolü etkili olmuştur” (Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, s. 57). Yön Grubu, Türkiye’nin siyasal bağımsızlığını Atatürk sayesinde kazandığını, ancak daha sonra uygulanan yanlış ekonomik politikalar ve dış siyaset sonrası bunun giderek azaldığını ve bu nedenle Türkiye’nin Milli Demokratik Devrimini gerçekleştirmesi gerektiğini vurguladılar. Aynı TİP gibi, toprak reformunun gerekliliğini ve Kemalist Devrim’in bu konudaki başarısızlığını işaret ettiler. Avcıoğlu’na göre, Demokrat Parti’nin 1950’lerdeki başarısının sırrı da buydu. “Toprak reformu aleyhtarlığı, Demokrat Parti’nin doğuşuna yol açan nedenlerden biri olmuştur” (Avcıoğlu, s. 493). CHP’nin Atatürk sonrası giderek devrimci kimliğinden uzaklaşması ve toprak reformu yerine toprak ağalarıyla ittifak yapması Avcıoğlu’nun en önemli eleştiri noktalarından birisi olmuştur. Ayrıca 1930’larda uygulanan devletçiliğin yetersizliğine dikkat çeken Avcıoğlu, bu konuda şunları söylemiştir; “Devlet, bu dönemde tek başına işletmeler kurmuş ve işletmiştir. İlk Beş Yıllık Kalkınma Planı (1933-1937) yürürlüğe konmuş ve uygulanmıştır. Bu plan, bugün anladığımız biçimde bir plan değildir. Yalnızca devletin, dar anlamda sınai yatırımlarını ihtiva etmektedir.” (Avcıoğlu, s. 449). Avcıoğlu, o dönemdeki sosyalist gruplara da oldukça şüpheyle ve eleştirel bir gözle bakmış ve Türkiye için kısa zaman sonra sosyalist kalkınma modelinin faydalı olacağını iddia etmesine karşın, Milli Demokratik Devrim yapılmadan sosyalist sloganların atılmasının yersiz olduğunu ifade etmiştir.

Yön Hareketi, işçi sınıfı kadar nüfusun o dönemler Türkiye’sinde neredeyse yüzde 70’ini oluşturan köylülere de büyük önem vermiş ve köylülerin katılımı olmadan birleşik cephenin kurulamayacağını ve Milli Demokratik Devrim’in yapılamayacağını iddia etmiştir. Yön yazarları, Atatürk’e de her zaman Türkiye’nin ilerici kurucusu ve siyasal bağımsızlığın mimarı olarak saygıyla yaklaşmış ve suçu Kemalist Devrim’den çok Atatürk sonrası başa geçen yetersiz devlet adamlarına yüklemişlerdir. Aynı Kadro Hareketi gibi sosyalizmle Kemalizm’i bir potada eritmeye çalışan Yöncüler, Kemalizm ile sosyalizmin devletçilik gibi çok önemli bir ortak noktaları olduğuna dikkat çekmişler ve Baas rejimlerine benzer bir model önermişlerdir. Şevket Süreyya’nın varlığı ve Yön Dergisi’nde Kadro Hareketi’ni öven yazıların çıkması bu iki hareket arasındaki ortaklıkları göstermek açısından önemli bir noktadır. Nitekim her iki hareket de Kemalizm’i sosyalizmle harmanlamaya çalışmış ve Kemalizm içerisinde bulunan devletçilik, laiklik, halkçılık gibi prensiplere dikkat çekmişlerdir. Kadro Hareketi, dönemi itibariyle sınıfsal çözümlemelerden uzak durmaya çalışmış, ancak Yön, 27 Mayıs ve 1961 anayasasının getirdiği özgürlük ortamının da etkisiyle sınıfsal analizler konusunda daha açık ve cesur davranmıştır. Ancak her iki hareket de Kemalizm’in sınıfsal kökenlerini aramaya çalışmamış ve askeri-bürokratik eliti sınıflar üzerinde milli ve pozitif bir güç olarak düşünmüştür. Yine Türkiye’nin Batı’dan farklı ve geri kalmış gelişme tarihinde devletçi ekonominin sınıfsal çatışmaları önleyebileceği tezi bu iki hareketi de Kemalizm’in solidarizm anlayışına yaklaştırmıştır. Yön’ün eklektik ideolojisinde sosyal demokrasi, sosyalizm, Kemalizm ve Maoizm öğelerini bulmak mümkündür. Her iki hareket de, yerli burjuvaziyi ağır şekilde eleştirmiş ve “komprador burjuvazi” olmakla suçlamıştır. Yön, açıkça TSK’yı gerçek Kemalist bir devrim için darbe yapmaya davet etmiş, Kadrocular ise CHP için parti dışından bir ideoloji oluşturmaya çalışmışlardır.

2.2.3. MDD Çevresi

Milli Demokratik Devrim (MDD) görüşü ise, 1960’larda Yön ve TİP içerisinde yer alan ve Mihri Belli önderliğindeki oluşan kliğin çabalarıyla gelişen bir sol fraksiyondur. Birçok yönden MDD, Yön Hareketi’ne benzemesine karşın, sanırım ayrı olarak incelemeyi gerektirir. MDD beyin takımı içerisinde Ahmet Say, Muzaffer Erdost, Vahap Erdoğdu ve Muvaffak Şeref başka önemli isimler de yer almıştır. Hareketin kurucusu ve lideri Mihri Belli, eski bir TKP ve TİP üyesi olan, uzun yıllar Amerika’da kalmış ve Yunanistan İç Savaşı’nda aktif olarak çarpışmış aktivist bir devrimcidir. Belli, 1960’larda önce Yön Hareketi ile flört etmiş, ancak özellikle 12 Mart sonrası ordudan ilerici bir hareket beklenmeyeceği düşüncesiyle gerilla tipi mücadele düşüncesine ağırlık vermiştir. Ancak bu dönem aynı zamanda üniversite gençliğinden oluşan MDD ekibinin dağılması sürecine denk gelmektedir.

Efsanevi öğrenci liderlerinden Deniz Gezmiş

MDD tezini benimseyenler 1960’larda Türk Solu dergisi etrafından birleşmiş ve Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun kurulması sonrası siyasete aktif olarak kanalize olan gençliğin büyük ilgisiyle karşılaşmıştır. Gençlik, bu dönemde TİP’in revizyonist sosyalizm anlayışı ve iktidarı ele almak için demokratik metotları savunan yapısından hoşnutsuz olmuş ve Yön Hareketi’nin orduya dayanan elitist-militarist yapısından uzaklaşarak MDD stratejisine sarılmıştır. Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu ise, 1969 yılından başlayarak MDD ekibinin en büyük insan kaynağı olmuş ve burada siyasal olarak sosyalleşen gençler Mihri Belli ve ekibiyle tanışmıştır. MDD, aynı Yön Hareketi gibi Milli Demokratik Devrimi ve sömürge düzenine karşı birleşik bir cepheyi savunmuştur. Özellikle gerici saldırıların artması ve 12 Mart’ın balyoz operasyonu sonrası MDD’den kopan gençler kendi silahlı örgütlerini ve illegal siyasal partilerini kurmuş ve zayıflıklarına karşın maceracj bir devrim anlayışı benimsemişlerdir. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının kurduğu Türk Halk Kurtuluş Ordusu (THKO), Mahir Çayan önderliğinde şekillenen THKP-C ve Doğu Perinçek-Şahin Alpay gibi sosyalistlerin oluşturduğu Proleter Devrimci Aydınlık grubu (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi-TİİKP) bu dönemin MDD stratejisini benimsemiş en önemli gruplarıdır. Yine İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşlarının kurduğu ve Kemalizm’den uzaklaşma konusunda en istekli görünen TKP/ML-TİKKO grubu da incelemeye değer bir oluşumdur.

2.2.4. Kıyaslama

1960-1980 döneminde Türk sosyalist soluna damga vuran üç farklı strateji olan TİP, Yön ve MDD’yi karşılaştırmalı bir bakış açısıyla daha iyi anlayabiliriz. İlk olarak bu hareketlerin sınıf çatışmalarına olan bakış açılarını ele alalım. TİP, sınıf çatışmalarını ve sınıfların varlığını açık olarak kabul etmiş ve işçi sınıfı önderliğinde ülkenin demokratikleşme ve kalkınma ideallerine ulaşabileceğini savunmuştur. TİP, devrimi değil, reformlar sonucu gerçekleşecek sosyalist bir modeli hedef görmüştür. Bu yönüyle, Doğan Avcıoğlu, TİP’i Avrupa tarzı sosyal demokrat partilere benzetmiş ve devrimci gücü dizginlediği gerekçesiyle eleştirmiştir. TİP, Marksist ideolojiyi benimsiyor görünmesine karşın, demokratik yöntemler konusundaki ısrarı nedeniyle devrimci Marksizm’den uzaklaşmış ve reformist bir anlayışa sahip olmuştur. TİP’çiler, sosyalizmi Marksist öğreti doğrultusunda bir tarihsel süreç olarak değil, bir kalkınma modeli olarak desteklemişlerdir. Yine TİP, ekonomide devlet sektörüne öncelik tanırken özel sektörü asla dışlamamıştır. Brezhnev Doktrini konusunda TİP’te iki ayrı grup oluşmuş, zaman içerisinde Aren-Boran grubu Aybar grubuna üstünlük sağlamıştır. Sınıf çatışmalarına bakışları konusunda Yön ve MDD daha muhafazakâr bir tutum takınmış ve Milli Demokratik Devrimi savunmuşlardır. Ancak MDD’den kopan gençlik grupları zaman içerisinde Maoizm ve Marksizm’den etkilenerek sınıf çatışmaları konusunda daha cüretkâr tezler ortaya koymuşlardır. Ayrıca er üç harekette de enternasyonal Marksizm’e kıyasla devletin ve Kemalizm’in sınıfsal kökenlerini aramak konusundaki zayıflık ve isteksizlik dikkat çekicidir.

İkinci olarak, iktidarı ele geçirme bağlamında olarak bu üç hareketi kıyaslarsak, TİP’in kesin olarak demokratik metotları savunduğu, Yön’ün askeri bir darbeden yana tavır aldığı, MDD’cilerin ise önce orduya daha sonra da gerilla tipi mücadeleye umut bağladıkları görülecektir. TİP, demokratik yöntemleri tercih etmesi nedeniyle giderek sola kayan Bülent Ecevit CHP’sinin söylemleri karşısında sandıkta gün geçtikçe erimiş, 12 Mart sonrası Yön stratejisi rafa kaldırılmış, MDD düşüncesi ise goşizm batağına saplanmış idealist öğrencilerin hunharca katledilmelerine yol açacak talihsiz olaylarla sona ermiştir.

Üçüncü olarak, bu hareketlerin yapılarına bir göz atalım. TİP, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun bir şekilde kurulmuş bir siyasal partidir ve 1965 seçimleriyle TBMM’ye 15 milletvekili dahi sokabilmiştir. Yön Hareketi, Yön Dergisi ve Sosyalist Kültür Derneği çerçevesinde şekillenen entelektüel bir harekettir ve askeriyenin yapacağı bir darbe sonrası kurulacak birleşik cephe yapısındaki siyasal partinin önderliğini yapmayı tasarlamıştır. MDD ise, uzun yıllar TİP içerisinde bir fraksiyon olarak kalmış, ancak TİP’i daha çok kendi çizgilerine çekecek adam bulmak için kullanılacak bir araç olarak görmüştür. Türk Solu dergisi çevresinde şekillenen MDD tezi ve MDD grubu, dağılma sürecinde birçok illegal parti ve örgüte kaynaklık etmiştir.

Dördüncü ve son olarak, bu hareketlerin Kemalizm’e ve Kemalist Devrim’e bakışlarını masaya yatıralım. TİP, işçi sınıfı adına yola çıkan bir parti olmasına karşın, Kemalizm’le direk bir çatışma yaşamamış ve Kemalizm’e her fırsatta saygısını göstermiştir. Nitekim TİP yayınlarında Mustafa Kemal’i öven yazılar görmek mümkündür. TİP, Kemalizm, sosyalizm ve demokrasiyi aynı potada eritmeye çalışmış ve projelerini Kemalizm’in ileri bir versiyonu, eksik kalmış ayağın tamamlanması olarak ileri sürmüştür. Aybar’ın şu sözleri dikkat çekicidir: “Demirel, sınıf kavgasını önlemek istiyorsa, petrolü kamulaştırsın, imtiyazları geri alsın, topraksız köylüleri toprağa kavuştursun, vergiyi zenginden çok alsın, yoksuldan hiç almasın, işsizliğe çare bulsun ve işsizlik sigortasını getirsin. Kısacası anayasayı eksiksiz, tastamam, yani ekonomik bakımdan güçsüz olan vatandaşlardan yana uygulasın. Bu ve bu gibi reformlar yapılmazsa, sınıf kavgasını önlemek sözlerinin altında yatan amaç, bugünkü bozuk düzeni ayakta tutmaktır.” Buradan da görülebileceği gibi, Aybar için sınıf kavgaları bu söyledikleri yapılabilirse önlenebilecektir ve sosyalizm yalnızca bir kalkınma modelidir. Aybar’a kalırsa, Demirel gibi sağcı bir politikacı dahi bu uygulamaları yaparak sosyalizm yoluna ulaşabilir. Yine de, sınıf mücadelesi sloganları ve öncelikleri nedeniyle TİP’in Kemalizm’in solidarist söylemini aştığını söylemek mümkündür. Yön, Kemalizm’e TİP’e kıyasla daha pozitif yaklaşmış ve sınıf analizleri kullanmalarına karşın birleşik bir cepheyi savunarak solidarizme yakın durmuşlardır. Kemalizm’in devletçilik, devrimcilik ve laiklik ilkeleri övülmüş ve Mustafa Kemal’in ilerici rolünün hakkı verilmiştir. MDD düşüncesi de Yön’le paralel olmasına karşın, MDD’den kopan gruplar sonraları Kemalizm’in sınıfsal kökenlerini aramış ve daha radikal bir tavır benimsemişlerdir.

Her üç hareketin de fazlasıyla eklektik ve Ortodoks Marksizm’den uzak bir yapıları olduğunu söylemek zorunludur. İkinci olarak, her üç harekette de, Türkiye’nin özgün yapısı vurgulanmış, istisnai durumu ve tarihsel olarak geride kaldığı ifade edilmiştir. Yine Türk modernleşmesinin yapısal olarak Batı modernleşmesinden farklı olduğu ve bu nedenle diğer modellerin Türkiye’ye uymayacağı düşüncesi çok yaygındır. Bu hareketlerde, 27 Mayıs ve 1961 anayasasına da bağlı olarak Kemalizm’e karşı saygılı ve hakkını teslim eder bir duruşun olduğunu söylemek doğru olacaktır. Bunda muhakkak askeri-bürokratik elitle karşı karşıya gelmeme düşüncesi de etkili olmuştur. Son olarak, her üç hareketin de enternasyonal bağlarının oldukça zayıf olduğu ve dünya sosyalist hareketinden bağımsız olarak geliştikleri yorumu yapılabilir. MDD grubundan kopanların Filistin’de ve çeşitli Ortadoğu ülkelerinde eğitim görmelerine, İsrail karşıtı mücadelelere katılmalarına karşın Sovyetler Birliği ve dünya sosyalist hareketiyle ilişkileri çok sınırlı düzeyde kalmıştır.

2.3. 12 Eylül Sonrasında Hazin Tablo

12 Eylül 1980 askeri darbesiyle Türkiye’de sosyalist sol da tüm diğer akımlar gibi sıfırlanırken, 1991 genel seçimlerine kadar ülkede yapılan seçimlere sosyalist partilerin katılması mümkün olamamıştır. İlk kez 1991 genel seçimlerine eski sosyalist gençlik önderlerinden Doğu Perinçek’in ulusalcı sosyalist çizgideki Sosyalist Parti (SP) katılmış ve seçimde yüzde 0,44 (toplam 108.369) oy almayı başarmıştır. Sosyalist Parti, ilerleyen yıllarda İşçi Partisi (İP) ve Vatan Partisi (VP) adlarını alarak siyasi sahnede yer almaya devam etmiş, ancak Perinçek’in diğer sosyalist sol gruplarıyla olan uyuşmazlığı, Kemalizm’e ve TSK’ya pozitif bakışı ve devletçi duruşu nedeniyle muhalif kesimlerden oy alamaması neticesinde, Perinçek hareketinin Türkiye siyasetindeki etkisi sınırlı kalmıştır. Yine de, Aydınlık ve Ulusal Kanal gibi basın-yayın organlarıyla siyasi hayatına devam eden bu grup, entelektüel anlamda önemli işler başarmış ve medyada görünürlük anlamında -Kürt hareketi hariç tutulursa- en başarılı sosyalist hareket olmuştur.

Doğu Perinçek

12 Eylül darbesi sonrasında Türkiye’de sol adına en başarılı hareket ise, hiç şüphesiz, Kürt siyasal hareketi olmuştur. Sol ideoloji temelinde yükselmesine karşın, daha çok Kürt kimliğine yaslanan bu hareket, Halkın Emek Partisi-HEP (1990-1993), Demokrasi Partisi-DEP (1991-1994), HADEP (1994-2003), DEHAP (1997-2005), Demokratik Toplum Partisi-DTP (2005-2009), Barış ve Demokrasi Partisi-BDP (2008-2014) ve son olarak da Halkların Demokratik Partisi-HDP (2012-) adıyla siyaset sahnesinde yer almış ve çok etkili olmayı başarmıştır. 2000’lere kadar oy oranı yüzde 5’in altında kalan ve daha çok 1991 genel seçimlerinde sosyal demokrat çizgideki Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) ile yaptığı seçim ittifakı neticesinde başarı kazanan (21 meclis koltuğu) hareket, 2000’lerde ise büyük atağa kalkmış ve önce bağımsız adaylarla meclise girerek (2007-22 vekillik ve 2011-36 vekillik), daha sonra da yüzde 10 barajını geçerek Türkiye’deki en önemli siyasi partilerden birisi haline gelmiştir. Nitekim parti 2015 Haziran seçimlerinde 80, 2015 Kasım seçimlerinde 59, 2018 genel seçimlerinde ise 67 milletvekilliği kazanmıştır. Halen de sosyalist solun en büyük dayanağı Kürt hareketidir. Buna karşın, son yıllarda partinin giderek merkeze yanaşması ve liberal bir dönüşümden geçmesi de dikkat çekicidir. Ayrıca bir dönem partiden bile daha popüler hale gelen ve Türk solundan da destek almayı başaran Selahattin Demirtaş’ın yıllardır tutuklu olması da, partinin güç kaybına yol açabilecek bir faktördür. Bunun dışında, bu partiye yönelik temel eleştiri, terör örgütü PKK ile arasına mesafe koymayı başaramadığı şeklindedir. Ancak HÜDA-PAR’ın bile özgürce siyaset yapabildiği demokratik bir ortamda, kuşkusuz, HDP’nin de anayasal hakkı olan siyaset yapma hakkı, terör eylemlerine karışmadığı sürece, saklı tutulmalıdır.

Selahattin Demirtaş

12 Eylül sonrası dönemin Kürt hareketi haricinde en dikkat çeken sosyalist hareketi, Batıcı yönüyle 1960’ların TİP’ine benzetilebilecek olan ÖDP – Özgürlük ve Dayanışma Partisi olmuştur. 1996 yılında kurulan sosyalist çizgideki parti, demokrasi ve özgürlükler konusundaki iddialı tavrıyla hemen sanat çevreleri ve entelektüellerce sahiplenilmiş ve sandıkta da başarı kazanması umulmuştur. 20 Ocak 1996’da gerçekleşen Kurucular Konferansı ile resmen kurulan Özgürlük ve Dayanışma Partisi-ÖDP, Genel Başkanlığına, yeni ve umut vadeden bir yüz olması nedeniyle oy birliğiyle Ufuk Uras’ı getirmiştir. Eski tüfek solculardan Sadun Aren ise, ÖDP’nin Onursal Genel Başkanı olmuştur. Ancak ciddi umutların olduğu 1999 genel seçimlerinde bile yüzde 1’in altında kalan ve yüzde 0,8 oy alabilen ÖDP, zamanla oy oranı daha da düşen iyi niyetli bir girişim olarak kalmıştır. Günümüzde ise, parti, Sol Parti olarak siyasi hayatına devam etmektedir.

Ufuk Uras

Yine 1996 yılında kurulan Marksist-Leninist çizgideki EMEP (Emek Partisi) ise, işçi sınıfının (proletarya) iktidarıyla kurulacak proletarya diktatörlüğünü ve halk demokrasisini savunan eski tip bir sosyalist partidir. Partinin oy oranları hiçbir zaman 0,1’i dahi bulamamış ve siyaset sahnesindeki etkisi marjinal düzeyde kalmıştır.

2001 yılında yeniden kurulan Türkiye Komünist Partisi-TKP ise, 12 Eylül sonrası sosyalist hareketlerde incelenmeyi hak eden önemli bir girişimdir. Aydemir Güler ve Erkan Baş gibi popüler liderleri ve Kemal Okuyan gibi bilindik bir Genel Sekreteri olmasına karşın, komünist parti, büyük çabalara karşın siyaset sahnesinde etkili olamamış ve kalıcı bir iz bırakamamıştır. Ancak partiye yakın Sol Haber Portalı, oldukça popüler bir internet sitesi haline gelmiştir.

Hak ve Özgürlükler Partisi (kısaca HAK-PAR), 11 Şubat 2002’de Abdülmelik Fırat tarafından kurulan Kürt kimliği temelli bir sosyalist siyasi partidir. Parti, solculuğundan daha ziyade Kürt kimliğiyle ön plana çıkmaktadır. Partinin başlıca kuruluş amacı, Türkiye’de yaşayan Kürt vatandaşların sorunlarının çözümüne yardımcı olmak ve Kürtçe’nin konuşulabilmesi başta olmak üzere birçok hak ve özgürlüğün teminat altına alınmasını sağlamak olarak gösterilmektedir. Siyasi olarak Türkiye’nin federal bir yapıya bürünmesini savunan HAK-PAR, bu yönüyle Demokratik Toplum Hareketi partilerinden ayrılmaktadır.

12 Eylül sonrası bir diğer ilginç sosyalist parti girişimi olan Halkın Kurtuluş Partisi (HKP) ise, 2005 yılında, efsanevi 15-16 Haziran 1970 İşçi Direnişi’nin 35. yıldönümünün kutlandığı 15 Haziran gününde kuruluşunu ilan etmiştir. Partinin oy oranları hiçbir seçimde 0,2’yi bulmamış ve etkisi sınırlı düzeyde görülmüştür.

3. 2023 Seçimleri Öncesinde Sosyalist Solun Durumu

2023 Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri öncesinde sosyalist solda yeniden bir umutlanma dönemine girilmiştir. Bunun temel nedeni ise, HDP başta olmak üzere ülkedeki tüm sosyalist sol partilerin bu seçime Emek ve Özgürlük İttifakı adıyla ve Yeşiller ve Sol Parti veya Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (YSP) çatısı altında birlikte girme kararı almasından kaynaklanmaktadır. Nitekim 24 Mart 2023 tarihinde alınan karar üzerine, Halkların Demokratik Partisi (HDP), Emekçi Hareket Partisi (EHP) ve Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), 2023 genel seçimlerine Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi listelerinden girme kararı almış, daha sonra da Emek Partisi (EMEP) ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) de genel seçimlere Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi listelerinden girme kararı vermiştir. Ayrıca, 21 yıllık İslamcı sağ iktidar döneminde ülkede artan yolsuzluk ve yoksulluk, buna karşın sürekli olarak azalan özgürlükler nedeniyle, halkın muhalefet olarak sola yönelmesinde bir artış olacağı umulmaktadır. Nitekim CHP ve Millet İttifakı’nın adayı olan ve sola genelde yakın duran Kemal Kılıçdaroğlu, bu seçime favori Cumhurbaşkanı adayı olarak girmektedir.

Sol partiler ve HDP, seçime Yeşil Sol Parti çatısı altında girecekler

Seçimde HDP dışında TİP de oldukça iddialı konumdadır ve birkaç milletvekili çıkarmayı ummaktadır. Nitekim TİP, yıllar sonra yeniden ünlü muhalif isimleri kendisine çekebilen bir sosyalist parti olmuş ve 1960’ların TİP, 1990’ların ÖDP havasını yeniden yaratmıştır. 7 Kasım 2017 tarihinde Erkan Baş liderliğinde kurulan TİP, sol popülizm-demokratik sosyalizm çizgisindeki bir partidir. Partinin Sözcüsü eski CHP milletvekili Sera Kadıgil’dir. Parti, özellikle popüler milletvekili Ahmet Şık’ın yaptığı belgeli muhalefetle son yıllarda oldukça ses getirmiştir.

TİP vekilleri: Barış Atay, Sera Kadıgil, Erkan Baş, Ahmet Şık

Parti, klasik sosyalist temalar dışında, LGBT hakları ve kadın hakları gibi başka popüler siyasal konuları da savunarak, özellikle sol gençlikte yoğun bir destek görmeye başlamıştır. 2018 Türkiye genel seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) ile iş birliği yapan parti, adaylarını HDP listelerinden göstermiştir. Erkan Baş, İstanbul 1. bölge ve Barış Atay da Hatay milletvekili olarak HDP’den 27. dönem TBMM milletvekili seçilmişlerdir. Seçimlerden sonra Barış Atay ve Erkan Baş, HDP’den istifa edip Türkiye İşçi Partisi’ne geçmişlerdir. 19 Nisan 2021’de muhalif gazeteci Ahmet Şık, partinin üçüncü milletvekili olarak göreve başlamıştır. 25 Haziran 2021’de eski CHP milletvekili Sera Kadıgil de yaptığı açıklamayla partiye katıldığını resmen duyurmuştur. Böylelikle 4 milletvekili olan parti, medyada görünürlüğünü yükseltmiş ve söylem ve eylemleriyle ses getirmeye başlamıştır. Parti, 2023 genel seçimlerinde aktör Mehmet Aslantuğ ve gazeteci İrfan Değirmenci gibi isimleri aday göstererek de adından övgüyle söz ettirmiştir. Anketlere göre, partinin bu seçimde yüzde 1 ila 3 arasında oy alması mümkündür. Eğer aşılabilirse, yüzde 3, sosyalist solun tarihi açısından da önemli bir eşik olacaktır.

TİP’in 2023 seçimleri öncesindeki popüler adayları arasında aktör Mehmet Aslantuğ ve gazeteci İrfan Değirmenci gibi isimler de var

Sonuç

Sonuç olarak, Türkiye’de sosyalist sol, tarihsel ve kültürel sebeplerle hiçbir zaman Avrupa’daki gibi güçlü olamamıştır. Sendikal hareketlerin 1980 sonrasındaki zayıflığı, devletin sola Soğuk Savaş’ın da etkisiyle düşmanca yaklaşımı ve halk arasında sola yönelik bazı ön yargılar nedeniyle, sosyalist sol, daha çok Kürtlerin desteklediği bir akım olarak kalmış ve bu da Türkiye’de çalışan hakları konusunun gelişimi konusunda ciddi bir sorun teşkil etmiştir. Ancak son dönemde HDP’nin Türkiyelileşme konusundaki çabaları, CHP’nin Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde hem sola, hem de sağa açılma gayreti, ABD ve Avrupa ülkelerinin Türkiye’de sola düşmanlık yapmayı büyük ölçüde bırakmaları ve TİP’in artan popülaritesi nedeniyle, Türkiye’de sosyalist solun güçlenme ihtimali yeniden belirmiştir. Bu da, kuşkusuz, hem radikal İslam’la mücadele, hem de çalışan hakları konusunda ülkemiz adına pozitif bir kazanım olacaktır. Zira solun zayıf olduğu bir ülkede her zaman aşırı sağın (dincilik ve aşırı milliyetçilik) özellikle de kriz anlarında yükselme ve hatta patlama ihtimali vardır. Üstelik, sol siyaset, dış politikada da sağa kıyasla her zaman daha barışçıl ve uzlaşmacıdır.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

KAYNAKÇA

  • Akdere, İlhan & Karadeniz, Zeynep (1994), Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi-1, İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
  • Avcıoğlu, Doğan (1974), Türkiye’nin Düzeni Dün, Bugün, Yarın, İstanbul: Cem Yayınevi.
  • Aybar, Mehmet Ali (1968), Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm, İstanbul: Gerçek Yayınevi.
  • Aybar, Mehmet Ali (1988), TİP Tarihi 1, İstanbul: Özal Matbaası.
  • Aybar, Mehmet Ali (1988), TİP Tarihi 2, İstanbul: Özal Matbaası.
  • Harris, George S. (1975), Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
  • Harris, George (2002), The Communists and The Kadro Movement Shaping ideology in Ataturk’s Turkey, İstanbul: The Isis Press.
  • İletişim Yayınları (2004), Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce cilt 2 Kemalizm, İstanbul: İletişim Yayınları.
  • İletişim Yayınları (2004), Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce cilt 8 Sol, İstanbul: İletişim Yayınları.
  • Karpat, Kemal (1973), “Ideology in Turkey after the Revolution of 1960”, içinde Social Change and Politics in Turkey (editör: Kemal Karpat), Leiden: E.J. Brill.
  • Landau, Jacob M. (1974), Radical Politics in Turkey, Leiden: E. J. Brill.
  • Lipovsky, Igor (1992), The Socialist Movement In Turkey, New York: E.J. Brill.
  • Mumcu, Uğur (1986), Aybar ile Söyleşi Sosyalizm ve Bağımsızlık, Ankara: Tekin Yayınevi.
  • Örmeci, Ozan (2021), “12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Sonrasında Türkiye’deki Sol Oyların Yıllar İçerisindeki Seyri”, İstanbul Kent Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, Cilt 2, Sayı: 2, ss. 112-127.
  • Özdemir, Hikmet (1986), Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, Ankara: Bilgi Yayınevi.
  • Özdemir, Hikmet (2000), Doğan Avcıoğlu Bir Jön Türk’ün Ardından, Ankara: Bilgi Yayınevi.
  • Tekeli, İlhan & İlkin, Selim (2003), Bir Cumhuriyet Öyküsü: Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları 134.
  • Tunçay, Mete (1978), Türkiye’de Sol Akımlar, İstanbul: Bilgi Yayınevi.
  • Türkeş, Mustafa (1999), Kadro Hareketi Ulusçu Sol Bir Akım, Ankara: İmge Kitabevi.

 

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.