Giriş
Almanya, güncel (2021) Dünya Bankası verilerine göre dünyanın dördüncü en büyük ekonomisine sahiptir. 4 trilyonu aşan Almanya ekonomisi, ABD, Çin ve Japonya’dan sonra gelmektedir.[1] İlerleyen yıllarda devasa nüfusuyla Hindistan’ın Almanya’yı geçmesine kesin gözüyle bakılsa da, kendi boyutlarındaki (orta büyüklükte devletler) devletlerle (Birleşik Krallık/İngiltere, Fransa vs.) kıyaslandığında, Almanya, iktisadi açıdan oldukça başarılı bir örnektir. Nitekim Dünya Bankası’nın 2021 yılı verilerine göre, Almanya, kişi başına düşen gayrisafi milli hasıla oranında da yaklaşık 48.500 dolarla üst sıralarda yer almaktadır.[2] Almanya, aynı zamanda Avrupa’nın en büyük ve gelişmiş ekonomisidir.
Bu nedenle, Avrupa Birliği’nin de lokomotif ülkesi olan Almanya’nın savaş sonrası iktisadi gelişimini ve günümüzdeki iktisadi yapısını anlamakta fayda vardır. Ancak önce, Almanya’nın klasik dönem ekonomisine dair yapılan bazı saptamaları vurgulamak yararlı olabilir. Daha sonra da, Almanya ekonomisini sektörel olarak ve dış ticaret boyutuyla değerlendirmek yerinde olacaktır.
Nazizm’in İktisadi Dayanağı: Güçlü Yerleşik Sınıflar, Hızlı Modernleşme ve Alman Militarizmi
Nazi döneminde yaşanan aşırılıkların nasıl olabildiğine dair araştırmalar yapan birçok önemli sosyal bilimci, 1930’larda Naziler ve Adolf Hitler’in güçlenmesine neden olan faktörleri değerlendirdiklerinde, özellikle Nazizm tarzı aşırı sağ akımların fazla güçlenemedikleri Birleşik Krallık ve Fransa örnekleriyle Almanya’yı kıyaslayarak, bazı temel saptamalarda bulunmuşlardır.
Örneğin, Marksizm’i de kullanarak sistemik ve yapısalcı analizler geliştiren Amerikalı akademisyen, araştırmacı ve siyaset sosyolojisi uzmanı Barrington Moore, Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri (Social Origins of Dictatorship and Democracy) adlı ünlü eserinde, Nazizm ve benzeri akımların yükseldiği İtalya ve Japonya gibi ülkelerde, Birleşik Krallık/İngiltere ve Fransa’dan farklı olarak, güçlü bir toprak aristokrasisinin (Almanya’da junkerler) varlığından ve demokrasiye sahip çıkabilecek burjuvazinin eksikliğinden söz eder. Tarımın ticarileşmesi ve devrimci Marksist çizgideki işçi/sendikal hareketlere karşı burjuvazi ile toprak aristokrasisinin iş birliğine yönelmemesi de demokrasileri diktatörlüklerden ayıran önemli faktörlerdendir. Bu anlamda, Karl Marks’ın da ülkesi olan Almanya’da, komünist hareketlerin aşırı gücü karşısında güçlü yerleşik sınıflar (toprak sahipleri) ile burjuvazinin iş birliği yapması ve sendikal hareketlerin belini kırmak adına faşizan yönetime destek vermeleri, belki de Nazizm ve İkinci Dünya Savaşı’na giden felaket yolunu açan en önemli faktör olmuştur.
Bir diğer önemli konu ise hızlı modernleşme/sanayileşmedir. Sanayileşme, köyden kente göç, kentleşme ve laikleşme gibi çok farklı deneyimleri barındıran ve toplumsal çelişkileri hızla artıran bir süreç olan modernleşme, yaşanan toplumsal sorunlar ortamında otoriter hatta totaliter yönetimlere desteği istikrar sağlayıcılık bağlamında artırabilir. Almanya özelinde, ekonominin askeri-sınai yapı üzerine kurulması ve “Alman militarizmi” veya “militarist modernleşme”[3] adı verilen Prusya ekolü düşüncenin güvenlik bürokrasisinde ağır basması da Nazizm’in ortaya çıkması ve Hitler’in güçlenmesinde etkili olmuştur.
Alman Ordoliberalizmi
Almanya ekonomisinin geçmişine dair bir diğer önemli akım ise Ordoliberalizm’dir. Friedrich List ve planlamacı/korumacıların Almanya iktisadi düşüncesindeki geleneksel güçlerine karşın, ismini 1948 yılında Freiburg Okulu (Freiburger Schule) temsilcileri Alman ekonomistler Walter Eucken (1891-1950), Hans Großmann-Doerth (1894-1944) ve Franz Böhm’ün (1895-1977) birlikte çıkarmaya başladıkları ORDO (Jahrbuch für die Ordnung von Wirtschaft und Gesellschaft) dergisinden Ordoliberalizm, Almanya’da büyük savaş sonrasında uygulanacak ve başarılı olacak ekonomi modelinin entelektüel temellerini oluşturmuştur.
ORDO dergisi
Günümüzde de halen yayın hayatına devam eden dergi, Walter Eucken, Hans Großmann-Doerth ve Franz Böhm’ün dışında, F. Meyer, K. Paul Hansel, Wilhelm Röpke, Alexander Rüstow, Leonard Milksch ve diğer bazı Alman iktisatçıların katkıları sayesinde Ordoliberalizm adı verilen yeni bir ideolojik akımın doğmasına yol açmıştır. Almanca olarak yayın hayatına başlayan, ancak ilerleyen yıllarda İngilizce makalelerin de yayınladığı dergide, iktisat analizlerinin yanı sıra hukuk, siyaset bilimi, sosyoloji ve felsefe alanlarında da makaleler yayınlanmıştır. ORDO dergisi vasıtasıyla daha çok 1950’lerde popüler olan ve İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Alman silkinişine ideolojik kaynaklık eden Ordoliberalizmin temel tezleri, aslına bakılırsa 1930’lu yıllarda henüz Nazi Almanyası dönemi yaşanırken Walter Eucken, Franz Böhm, Hans Grossmann-Doerth ve Leonhard Miksch gibi Alman akademisyenlerce oluşturulmuştur.
Ordoliberalizmin en temel farklılıklarından birisi; serbest piyasanın rekabetçi ortamının sağladığı çeşitli avantajlar kabul edilmekle birlikte, devletin düzenleyici rolü olmadan serbest piyasanın sosyolojik, ekonomik ve ahlaki bakımlardan kendi kendine işler olmadığına dikkat çekilmesidir. Ordoliberaller, piyasa ekonomisine fonksiyonel işlerlik kazandırmak için devletin düzenleyici kararlar almasını ve uygulamasını gerekli görmektedirler. Bu nedenle, Ordoliberaller, klasik liberal ve neoliberallerin tercih ettiği “serbest piyasa ekonomisi” kavramı yerine, şimdilerde Çin Halk Cumhuriyeti’nin de kullandığı “sosyal piyasa ekonomisi” kavramını kullanmayı yeğlemektedirler. Onlara göre, sosyal piyasa ekonomisinde, klasik liberalizmin sınırlı devlet düşüncesinin yerini sınırlı ve fonksiyonel devlet düşüncesi almıştır. Bu nedenle, neoliberalizmin minimize etmeye çalıştığı devlet yerine, Ordoliberaller, serbest piyasa ekonomisi ve rekabet koşullarını geliştirecek müdahaleci bir devleti savunurlar.[4] Bu doğrultuda, Ordoliberalizmin çağdaş bir yorumunu -fikri altyapısını İngiliz sosyolog Anthony Giddens’ın oluşturduğu- “third way” (üçüncü yol) politikasıyla eski İngiliz Başbakanı Tony Blair’in hayata geçirdiğini iddia edenler olmuştur. Günümüzde daha çok Keynesçilikten liberalizme doğru hareket eden sol partiler tarafından savunulan tezleri olsa da, aslına bakılırsa İkinci Dünya Savaşı sonrasında Alman Hıristiyan Demokratları da (örneğin CDU Ekonomi Bakanı ve eski Başbakan Ludwig Erhard) Ordoliberalizme yakın durmuşlardır.[5] Jan-Werner Müller’e göre ise, Ordoliberallerin tarihsel misyonları, neoliberallerin 1920’lerdeki hatalarından ders alarak, serbest piyasa ekonomisine yeni bir yaşam alanı açmalarıdır.[6]
Ordoliberaller, serbest piyasa ekonomisine eleştiriler yöneltirken, devletin ekonomideki görev ve fonksiyonlarını bir ekonomik düzen politikası içerisinde belirlemeye çalışmaktadırlar. Buna göre, devlet; özel mülkiyet ve mülkiyetin kullanım kurallarını, para sistemini oluşturan kuralları, mali sistemi oluşturan kuralları, tekellerin kontrolü ve rekabete işlerlik kazandıracak kuralları ve benzeri diğer kuralları saptar. Böylece, ekonomik düzen politikası, piyasa ekonomisine fonksiyonel bir işlerlik kazandırır ve merkezi planlamaya ihtiyaç kalmaz. Ordoliberallere göre, serbest piyasa ekonomisinin kendi haline ve doğal akışına bırakılması, sağlıklı bir rekabet düzeninin oluşması için yeterli bir garanti değildir. Tam tersine, serbest piyasa düzeni içerisinde büyük sermayenin yarattığı haksız rekabet koşulları (market imperfection) oluşabilir.[7] Bu nedenle, devletin düzenleyici rolü, serbest piyasa ekonomisinin işlemesi açısından faydalıdır. Bu noktada, ekonomistler, Ordoliberalizmin Keynesçilik’ten farkını merak edebilirler. Ancak yakından incelendiğinde, Keynesçilerle Ordoliberallerin farkı; Keynes taraftarlarının devlet müdahaleciliğini üretim ve tüketim bağlamında da ele almaları, oysa Ordoliberallerin yalnızca hukuk (tekelleşme karşıtı yasalar vs.) ve vergi politikaları yoluyla piyasanın düzenlenerek serbest piyasaya daha uygun koşulların yaratılmasını tercih etmeleridir.[8] Bu nedenle, Ordoliberalizmin en önemli dayanak noktalarından birisi de, günümüzde daha çok sosyal demokrat partilerin savunduğu artan oranlı vergilendirmedir (progressive taxation).
Robert Gilpin’e Göre İkinci Dünya Savaşı Sonrası Almanya’nın Ekonomik Modeli: Sosyal Piyasa Kapitalizmi
Amerikalı ünlü siyaset bilimci Robert Gilpin, Global Political Economy: Understanding the International Economic Order adlı ünlü eserinde, Amerikan, Japon ve Alman ekonomik sistemlerini detaylı olarak inceler.[9] Gilpin’e göre, Almanya’nın ekonomik modeli için kullanılması gereken doğru tabir “sosyal piyasa kapitalizmi”dir (social market capitalism). Yazara göre, bazı yönlerden ABD ve Japon ekonomisine benzeyen Alman ekonomik modeli, bazı yönlerden ise oldukça farklıdır. Japonya’nın ekonomik modeli ile Almanya’nın önemli bir benzerliği, her iki ülkenin ekonomik sisteminde de ihracat, birikim yapma ve yatırımın tüketimden önde tutulmasıdır. Ancak Alman ekonomik modelinin Japonya’dan farkı, devlet müdahalesinin -diğer Avrupa ekonomilerine benzer şekilde- az ve piyasanın özgürlüğünün fazla olmasıdır. Bunun yanında, Almanya’da “Mittelstand” adı verilen “orta sınıf” şirketler dışında, Almanya’da iş dünyası büyük ölçüde oligopol karakteristiği gösterir. Bu anlamda, Alman iş dünyasında büyük şirketlerin ve bankaların ortaklıkları ve iştirakleri söz konusudur.
Gilpin’e göre, Alman ekonomik modelindeki bir diğer önemli husus, toplumsal ihtiyaçlar ile piyasa verimliliği arasında iyi bir dengenin gözetilmesidir. Almanya’da devlet ve özel şirketler, çalışanlarına “sosyal refah devleti” anlayışı doğrultusunda iyi haklar sunmaktadır. Sosyal piyasa kapitalizmi ve refah devleti olarak tanımlanabilecek bu modelde, hükümet ile işçi temsilcileri (sendikaları) ortak karar almakta ve kararlar dengeli çıkmaktadır. Anglo-Sakson piyasacılığına göre işçilere daha fazla hak tanıyan bu sistem, bu sayede halkın gözünde sistemin meşruiyetini ve başarısını artırdığı için, devlete ve hükümete duyulan güveni de yükseltmektedir. Almanya’da modern refah devletinin oluşturulması konusunda ilk adımları 19. yüzyılda -ünlü ve etkili- Şansölye Otto von Bismarck atmıştır. Bu zamandan beri, Almanya’da, devlet, vatandaşının refahı için hizmet sunmayı kendisine temel bir ilke olarak edinmiştir. Bu bağlamda, günümüzde de, Almanya’da ekonomik model “uyum” ve “denge” gibi kavramlar etrafında oluşturulmaktadır. Nitekim Almanya’da işçilerin görece uzun tatilleri, işsizlik ödenekleri, sosyal güvenceleri, sağlık hizmetleri garantisi ve kısaltılmış haftalık çalışma saatleri söz konusudur.
Almanya ekonomik modelinde ayırt edici bir diğer husus ise, gerek federal, gerek eyalet düzeyinde savaş sonrasında başa geçen hükümetlerin ekonomik büyüme ve birikimi teşvik eden politikaları tercih etmeleri olmuştur. Bu, Almanya’da bankacılık sisteminin gelişmesinde de pozitif rol oynamıştır. Ek olarak, Almanya’da hukuk sisteminin modern, belirsizliğe yer vermeyen ve iş yapmayı kolaylaştıran yapıda olması da ticaret ve genel olarak ekonomiyi olumlu yönde etkilemiştir. Alman ekonomik modelinin merkezinde ise Alman Merkez Bankası-Bundesbank (Deutsche Bundesbank/DBB)[10] yer almıştır. Alman Merkez Bankası, savaş döneminde Alman Genelkurmayı ne ise, savaş sonrası Almanya’da işte o derece etkin bir rol üstlenmiştir. Avrupa parasal birliğine gidiş süreci de Alman Merkez Bankası’nın etkisini Avrupa çapında artırmıştır. ABD’deki FED kadar bağımsız olmasa da kararlarında büyük ölçüde özerk olan Frankfurt merkezli olarak 1957’de kurulan Alman Merkez Bankası, AB parasal birliği sürecinde birçok görevini Avrupa Merkez Bankası’na devrettiyse de, varlığını halen güçlü bir şekilde sürdürmektedir. Avrupa Merkez Bankası kurulmadan önce Alman markı basma ve yüksek enflasyonla mücadele gibi görevler üstlenen Alman Merkez Bankası, genel olarak bu politikalarında başarılı olmuş ve Almanya’nın ekonomik toparlanmasını başarıyla icra etmiştir. Bu dönemde Alman Merkez Bankası’nın başarılı olduğu temel konular ise, makroekonomik dengeleri stabil tutması ve düşük faiz oranlarıyla ekonominin rekabetçiliğini artırmasıdır.
Bunların yanı sıra, Almanya’da ekonomik modelin başarısında devlet ve şirketlerin araştırma-geliştirme (arge) çalışmalarına büyük bütçeler ayırmasının da etkisinden söz edilebilir. Son olarak, Almanya’da büyük şirketlerin ekonomideki rolleri baskın olsa da, ekonominin belkemiği niteliğinde Mittelstand adı verilen orta ölçek şirketlerin de başarısından söz etmek yerinde olacaktır.
Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında gösterdiği başarı, aslında Japonya’nın başarısı da hesaba katıldığında, Amerika Birleşik Devletleri’nin (kısaca ABD) bir başarısı olarak da değerlendirilebilir. Zira demokrasi ve piyasa ekonomisine dayalı liberal modeliyle, ABD, savaş sonrasında kurduğu/kurdurduğu yeni devletlerin başarılı olmasını sağlamış ve bu ülkelere kapalı ekonomi yerine, dışa açık serbest piyasa modelini getirmiştir. Hatta ABD, savaşın hemen sonrasında bu ülkelere Marshall Planı doğrultusunda ekonomik yardımlar da yapmıştır.
1971-2022 döneminde Almanya’nın ekonomik büyüme grafiği[11]
Bu bilgiler ışığında, Dünya Bankası verilerine göre Almanya’nın 1971-2022 dönemindeki ekonomik büyüme oranlarına bakıldığında; Almanya ekonomisinin 52 yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 2,2 düzeyindedir. Bu, çok yüksek gözükmemekle birlikte, özellikle kriz dönemleri çıkarıldığında (2009 küresel ekonomik krizi ve 2020 COVID-19 pandemisi), istikrarlı bir ekonomiye işaret etmektedir.
Almanya Ekonomisi: Sektörler
Bu bölümde, Almanya ekonomisinin ana gövdesini oluşturan bazı sektörlerden söz etmek faydalı olacaktır. Statista.com’un verilerine göre, 2022 yılı itibariyle Almanya ekonomisinin ağırlığını yüzde 69,3 oranıyla hizmet sektörü (services) oluşturmaktadır. Bunu yüzde 23,5 ağırlıkla üretim endüstrisi (production industry) (inşaat dışında), yüzde 6 oranla inşaat sektörü (construction) ve yüzde 1,2’lik payla tarım, ormancılık ve balıkçılık (agriculture, forestry and fishery) izlemektedir. Bu anlamda, Almanya ekonomisinin ağırlığını büyük ölçüde hizmet sektörü ve kısmen de sanayi üretimi oluşturmaktadır. Sanayi üretimi oranı hizmet sektörünün yanında oldukça düşük gibi gözükse de, unutulmamalıdır ki, bu oran Fransa için yüzde 16,8, ABD için de yüzde 18,4’tür.[12] Bu anlamda, Alman sanayisi halen oldukça etkili ve güçlüdür.
Almanya ekonomisindeki sektörlerin payları (2022)[13]
Alman sanayisindeki önemli sektörlere baktığımızda ise; otomotiv, makine mühendisliği, kimya ve elektrik sektörlerinin ön plana çıktığı görülmektedir.[14] Bu sektörlerde dünya çapında başarı kazanmış ve iyi itibara sahip olan bazı Alman firmaları ise şunlardır: Volkswagen, Daimler, BMW (otomotiv endüstrisi), 118.000 çalışanıyla dünyanın en büyük şirketi durumundaki BASF (kimya endüstrisi) ve Siemens (elektrik endüstrisi).
Bir Alman otomotiv devi: Volkswagen
Almanya’da endüstrinin dış ticaret odaklı olması da dikkat çekicidir. Öyle ki, bu sektörde yapılan üretim neredeyse yarısı (yüzde 48,4) ihracatta kullanılmakta ve ancak diğer yarısı iç pazarda tüketilmektedir.[15] Almanya’da üretim endüstrisinde çalışan insan sayısı ise 7,5 milyonun üzerindedir ki bu sayı, birçok Avrupa ülkesinin toplam nüfusundan fazladır.
Almanya’nın En Önemli Dış Ticaret Ortakları
Almanya Federal İstatistik Ofisi (Destatis) verilerine göre, 2022 yılı itibariyle 1,57 trilyon avro (Euro) ihracatı olan Almanya, 1,49 trilyon avro da ithalat yapmıştır.[16] Almanya’nın ihracat, ithalat ve toplamda en fazla ticari ilişkileri olan ülkeler ise şunlardır:[17]
Bu tabloyu yorumlamak gerekirse, şu temel saptamalar yapılabilir:
- Almanya, en büyük dış ticaret ortağı olan Çin Halk Cumhuriyeti (Çin), Norveç, Rusya Federasyonu (Rusya), İrlanda ve Hollanda gibi ülkelerle olan ticari ilişkilerinde çok fazla dış ticaret açığı vermektedir.
- Buna karşılık, Almanya, ABD, Fransa, Birleşik Krallık, Avusturya, İsviçre, İtalya, Polonya, İspanya, İsveç ve Danimarka gibi ülkelerle dış ticaretinde ise ciddi oranda dış ticaret fazlası sağlamaktadır.
- Almanya’nın dış ticareti büyük ölçüde Batılı ülkeler (ABD, AB üyeleri ve İsviçre) yönümlüdür. Batı dışı ülkelerden ise Çin’le ticari ilişkiler çok yoğun, Rusya ve Japonya ile olan ticari ilişkiler de yüksek düzeydedir.
- Rusya’ya yönelik yaptırımlara karşın Almanya’nın Rusya ile ticareti halen oldukça yüksek seviyelerdedir.
- Türkiye için oldukça önemli olan Almanya ile ticaret, Almanya için o kadar da önemli değildir. Nitekim son iki yıla kadar daima Türkiye’nin en büyük dış ticaret ortağı olan, şimdilerde de Rusya ve Çin’den sonra 3. sırada gelen Almanya’nın dış ticaret tablosunda, Türkiye, ancak 15. sırada kendisine yer bulabilmektedir.
Sonuç
Sonuç olarak, genelde sosyal bilimciler tarafından “ekonomik dev, siyasi cüce” olarak değerlendirilen Almanya, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurduğu refah devletine dayalı sosyal demokrat düzenle, dünyada halen başarılı bir ekonomik model oluşturmaktadır. Bu modelin dayandığı temel dayanak noktaları ise; dış ticareti teşvik ve dışa açılma, insanlar açısından çok tüketim yerine birikime yönelme ve askeri angajmanlar yerine barışçıl bir dış politika olarak özetlenebilir. Ancak son yıllarda dünyada bazı ülkelerin barışçıl politikalar yerine çatışmacı politikalara yönelmesi neticesinde, Almanya ekonomisi de diğer tüm barışçıl güçler gibi olumsuz etkilenmektedir.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] The World Bank, “GDP (current US$)”, Erişim Tarihi: 01.08.2023, Erişim Adresi: https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.CD.
[2] The World Bank, “GDP per capita (current US$)”, Erişim Tarihi: 01.08.2023, Erişim Adresi: https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD.
[3] Murat Belge (2014), Militarist Modernleşme: Almanya, Japonya ve Türkiye, İstanbul: İletişim Yayınları.
[4] Simon Wren-Lewis (2014), “Ordoliberalism, Neoliberalism And Economics”, Social Europe Journal, Erişim Tarihi: 01.08.2023, Erişim Adresi: https://www.socialeurope.eu/ordoliberalism-neoliberalism-economics.
[5] Ulrike Guerot & Sebastian Dullien (2012), “The Long Shadow of Ordoliberalism”, European Council on Foreign Relations, Erişim Tarihi: 01.08.2023, Erişim Adresi: https://ecfr.eu/article/commentary_the_long_shadow_of_ordoliberalism/.
[6] Jan-Werner Müller (2012), “What do Germans think about when they think about Europe?”, London Review of Books, Cilt 34, Sayı: 3, 9 Şubat 2012, ss. 18-19, Erişim Tarihi: 14.10.2014, Erişim Adresi: http://www.lrb.co.uk/v34/n03/jan-werner-muller/what-do-germans-think-about-when-they-think-about-europe.
[7] Simon Wren-Lewis (2014), “Ordoliberalism, Neoliberalism And Economics”, Social Europe Journal, Erişim Tarihi: 01.08.2023, Erişim Adresi: https://www.socialeurope.eu/ordoliberalism-neoliberalism-economics.
[8] Ulrike Guerot & Sebastian Dullien (2012), “The Long Shadow of Ordoliberalism”, European Council on Foreign Relations, Erişim Tarihi: 01.08.2023, Erişim Adresi: https://ecfr.eu/article/commentary_the_long_shadow_of_ordoliberalism/.
[9] Robert Gilpin (2001), The Political Economy of International Relations, Princeton University Press.
[10] Web sitesi için; https://www.bundesbank.de/en.
[11] The World Bank, “GDP growth (annual %) – Germany”, Erişim Tarihi: 01.08.2023, Erişim Adresi: https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.KD.ZG?locations=DE.
[12] Deutschland.de (2023), “Germany as an industrialised country – the main facts”, 24.07.2023, Erişim Tarihi: 01.08.2023, Erişim Adresi: https://www.deutschland.de/en/topic/business/germanys-industry-the-most-important-facts-and-figures.
[13] Statista.com, “Germany: Share of economic sectors in gross domestic product (GDP) in 2022”, Erişim Tarihi: 01.08.2023, https://www.statista.com/statistics/295519/germany-share-of-economic-sectors-in-gross-domestic-product/.
[14] Deutschland.de (2023), “Germany as an industrialised country – the main facts”, 24.07.2023, Erişim Tarihi: 01.08.2023, Erişim Adresi: https://www.deutschland.de/en/topic/business/germanys-industry-the-most-important-facts-and-figures.
[15] A.g.e.
[16] Destatis.de, “Economy: Foreign Trade”, Erişim Tarihi: 01.08.2023, Erişim Adresi: https://www.destatis.de/EN/Themes/Economy/Foreign-Trade/_node.html#sprg241706.
[17] Destatis.de, “Ranking of Germany’s trading partners in Foreign Trade”, Erişim Tarihi: 01.08.2022, Erişim Adresi: https://www.destatis.de/EN/Themes/Economy/Foreign-Trade/Tables/order-rank-germany-trading-partners.pdf?__blob=publicationFile.