Türkiye ve Yunanistan’ın yakın siyasi tarihteki uzlaşma ve çelişkileri, bir yandan tarihsel arka planla, bir yandan NATO savunma sistemi, Soğuk Savaş ve sonrasındaki düzlemde, bir yandan da komşuluk ilişkileri, Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konuları başta olmak üzere jeopolitik ihtilaflarda görülebilir. Eskilerin deyimiyle, nevi şahsına münhasır ya da günümüz Türkçesi ile kendine özgü müdür; aslında her bir ilişki modelinde elbette kendine has özellikler vardır.
Tarihsel zeminde bakıldığında, 1821 ayaklanmasından beri, Yunanistan’ın bağımsızlığı süreci dahil, o dönemde de Düvel-i Muazzama’nın Yakın Doğu ve Akdeniz siyaseti bu yüzeyde ağır basmıştı. Çöken imparatorluğun içinden pek çok devlet çıkmakta idi. Yunanistan, konumu itibarıyla Balkanlar, Doğu Akdeniz, Ege, Anadolu ve Yakın Doğu’ya yakınlık çerçevesinde önemli bir yer taşıyordu. Yunanistan’ın Osmanlı Devleti ve Türkiye’ye karşı genişleme stratejisi, aslında Batı’nın “attraction policy” adı verilen “cazibe politikası”nda, stratejik konularda Yunanistan’ı “vekil güç” olarak tayin etmesinde rol oynadı. Balkan Savaşı’ndaki kazanımların yanı sıra, Kuzey Ege Adaları’nın el değiştirmesi, 1947 Paris Barış Antlaşması ile İkinci Dünya Savaşı’nda işgal edilmenin bedelini İtalyanlar’dan Oniki Ada ile İngiltere’nin hediyesi ile “telafi etmesi”, 1950’lerden itibaren “yanlış bir hesap” ile “13. Ada” olarak Kıbrıs’ı hedeflemesi ile farklı bir aşamaya varmıştı. Yanlış hesabın büyüğünü, 15 Mayıs 1919’da, İngilizlerin desteği ile Anadolu’yu işgal etmesi, Eskişehir’e kadar uzanan bir alanı ve Türk halkını elinde tutacağını zannetmesi gibi strateji hatasında gösterdi. Atatürk’ün liderliğinde Ulusal Kurtuluş Savaşımız, Yunan tarihinde “küçük Asya faciası” olarak yer aldı.
Yunanistan’ın Türkiye ile ilişkilerinde, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’na uzanan “yanlış hesapları”na, 1974’te Ecevit’in Başbakanlığında Türkiye’nin “Ege kıta sahanlığı” ve yine 1980’lerde “12 mil” başlığı altında kara sularının genişletilmesi gibi pek çok ihtilaf eklendi.
Yunanistan’ın 1980’lerde o zamanki adıyla AET, bugünkü adıyla AB’ye tam üye olması, 2004 Annan Planı referandumunun ardından, Güney Kıbrıs Rum Kesimi-GKRY’nin tek taraflı olarak AB üyesi olması (Türkiye’nin 1990’ların başında Londra ve Zürih antlaşmalarından kaynaklanan itiraz hakkını kullanmaması, Annan Planı’ndaki hatalı tutumu da çanak tutmuştu), Yunanistan-GKRY hattında, bir “AB güvenlik hattı”nın adeta Türkiye’yi kuşatması gibi, izaha muhtaç, coğrafi bir hat oluşturdu. Fransa’nın Yunanistan’a Rafale uçaklarını satması, Türk-Yunan geriliminde, Doğu Akdeniz’e uçak gemisi yollaması, GKRY’den üs sağlama girişimleri, bu çerçevede değerlendirilebilir. Zira özellikle Brexit sonrası, AB içindeki “tek nükleer güç” ve BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olarak Fransa kaldı. Fransa, Almanya’nın ekonomik gücüne karşın, AB içinde siyasi liderlik sağlayabilir mi? Bu, bir spekülasyon konusudur.
De Gaulle’den beri “ayrı bir Avrupa savunma hattı” rüyası, bir süre Fransa’nın NATO’nun askeri kanadından ayrı kalması anımsanırsa, akla NATO’nun büyük ortağı ABD geliyor. Peki ABD ne yapıyor? Dedeğaç’tan Girit’e Yunanistan’da askeri üs kuruyor, Lozan’a rağmen adaların uluslararası statükosunu bozma pahasına Ege adalarını silahlandırıyor, Kıbrıs’ta Batı’nın geleneksel Türkiye karşıtı tutumunu Avrupa gibi tekrarlıyor, Mavi Vatan konseptine karşı çıkıyor, hatta son zamanlardaki yumuşama tutumuna kadar Türkiye’yi “revizyonistlikle” suçlayacak kadar ağır söylemlerde bulunuyordu. Buna Suriye, Kafkasya ve pek çok coğrafyadaki malum siyasalar eklenebilir.
Gelgelelim, 2023 seçimleri arefesi ve sonrasında, Türkiye’nin bölgesel yumuşama politikası, İsrail ve Mısır’la normalleşme, ABD ile soğuk yakınlaşma, Karadeniz’de Rusya’nın Ukrayna işgalinde dengeli tutumuyla birlikte, Türkiye’de Rusya tarafından esir edilen ve Türkiye’de tutulan Ukraynalı komutanların Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’nin Türkiye ziyaretinde iadesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna’yı NATO’ya daveti, dengeler açısından yeniden değerlendirmeleri gündeme getirdi.
Daha 2020’de ABD’nin çekilmesiyle kadük kalan EAST MED hatırlandığında, İsrail ile normalleşme çerçevesinde, yeniden bir Leviathan-Ceyhan doğalgaz boru hattı başlığı tartışılmaya başlandı. Türkiye-Mısır normalleşmesi, hem Doğu Akdeniz, hem diğer alanlarda yeni işbirliklerini hafızalara getirdi.
Yunanistan ve GKRY’nin İsrail ile işbirliği sadece doğal gaz işbirliğine dayanmıyordu. Aynı zamanda, savunma işbirliği altyapısı da ortaya konulmuştu. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerindeki göreli mesafe, Yunanistan’ın Batı savunma sistemi ve bölgesel işbirliklerinde, BAE’ye uzanan bir bağlamda, “boşlukları doldurma” gibi bir işlev mi görecekti?
Türk ve Yunan seçimlerinden sonra, ikili ilişkilerde en azından diyalog kapısının açık olması, zaten çatışma olasılığı düşük, iki NATO üyesi açısından, diplomatik bir ders niteliğinde olabilir. Ancak unutulmaması gereken ülke hiç kuşkusuz Rusya’dır. 1930’larda İtalyan tehdidi, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde, Balkan Antantı’nda önemli bir yüzeyi teşkil etmişti. Ne var ki, bugün Türkiye, haklı olarak Rusya-Batı ilişkilerinde dengeli bir siyaseti ortaya koyuyor. Bununla birlikte, NATO’nun Karadeniz’deki konumu, Baltık genişlemesi, olası taktik nükleer silah kullanımı gibi başlıklar, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz ve Ege’de “Batı’nın uysal müttefiki” rolünü, Türkiye’nin jeopolitik konumu ve siyasal-askeri gücüyle birlikte ele almazsa, beklemediği bir yalnızlığı kendisine getirebilir.
ABD ve Fransa’nın Yunanistan’daki askeri yatırımları, Türkiye ile yaşanan gerilimlerle birlikte, Rusya bağlamında dikkatle ele alınmalıdır. Karadeniz’de olası askeri çatışmalarda, -umarız olmaz- NATO’nun konumu çok daha fazla gündeme gelecektir.
1947 Truman Doktrini’nden beri ABD müttefiki ve 1949’da kurulan NATO’ya 1952’den beri üye olan Türkiye-Yunanistan’ın Batı açısından konumunu, ABD Başkanı Truman’ın Amerikan Kongresi’nde kendi adıyla anılan doktrini kabul ettirmek için yaptığı konuşmadan anımsayabiliriz. “Yunanistan’ı kaybedersek Türkiye’yi, Türkiye’yi kaybedersek bütün bir Ortadoğu’yu kaybedebiliriz”. O yüzden Türkiye’yi “stratejik yalnızlığa” ittiğini düşünen Yunan politikacıların, domino teorisi, Batı savunma sistemi ve izdüşümlerini, ABD’li siyasetçilerle birlikte, tekrar okumalarının fayda getireceğini düşünüyorum…
Doç. Dr. Deniz TANSİ