Giriş
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve henüz hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan tedbiri olarak tutuklanmasıyla birlikte İstanbul-Saraçhane’de ve pek çok şehirde başlayan protestolar, Türkiye siyasetinde uzun süredir görülmeyen bir sokak hareketliliğini ortaya çıkarıyor. İstanbul’un sembolik meydanlarından biri olan Saraçhane, günlerdir çok çeşitli toplumsal kesimlerin bir araya geldiği bir buluşma noktasına dönüşmüş durumda. Kalabalıklar, yalnızca İstanbul’la sınırlı kalmayarak, Ankara, İzmir ve bazı Anadolu şehirlerine de yayılıyor.
Bu protestolar, yalnızca kitlesel katılım üzerinden değil, taşıdığı çelişkili dinamiklerle de dikkat çekiyor. Meydanlarda görünür olan kalabalık, ilk bakışta ortak bir amaç etrafında kenetlenmiş gibi dursa da, sahaya yansıyan enerjinin yönü hâlâ muğlak. Pek çok katılımcı, İmamoğlu’na yönelik yargı sürecine itirazla alanda bulunuyor; fakat bu itiraz, çoğu zaman belirgin bir politik taleple değil, soyut bir “adalet” duygusuyla ifade ediliyor.
Saraçhane protestoları üzerine yapılan analizlerde genellikle iki grup ön plana çıkıyor: birincisi siyasi bilinçle, belli bir motivasyonla orada bulunan ve süreci takip eden muhalif seçmen; ikincisi ise, organizatörler, yani partiler ve sivil toplum figürleri. Fakat gözden kaçan, üçüncü bir grup daha var: “neden orada olduğunu tam olarak bilmeyen”, ama bir şeylerin ters gittiğini hissedip sokağa çıkanlar…
Bu yönsüz grup, ilk defa böyle bir eyleme katılan bireylerden, ekonomik sıkışmışlık hissiyle hareket eden gençlerden ve sadece kalabalığın parçası olmak isteyen bireylerden oluşuyor. Sahada yer alıyorlar, ama protesto diliyle tam olarak bağ kuramıyorlar. CHP ya da diğer muhalefet partileri bu potansiyel kitleye ulaşamıyor; onları eyleme tam anlamıyla dahil edemiyor. Kullanılan dil, semboller ve lider figürleri bu insanların hayatında karşılık bulmuyor. Kısacası, oradalar ama “dışarıdan” izliyor gibiler.
Bu kitlenin varlığı iki temel anlama geliyor:
- Protestonun büyümeye devam etme potansiyeli hâlâ var,
- Bu potansiyel, doğru bir iletişim dili ve kapsayıcı bir siyasal anlatı kurulamadığı sürece kaybedilmeye mahkûm.
Bu nedenle “kimliksizleştirilmiş protesto” kavramı, yalnızca sahadaki dağınıklığı değil; aynı zamanda muhalefetin sokakla kurduğu ilişkinin niteliğini sorgulamak için işlevsel hale geliyor. Bu yazı, Saraçhane’de yaşananları yalnızca bir anlık tepki olarak değil; Türkiye’deki protesto kültürünün yapısal zaafları açısından ele almayı amaçlıyor. Protestolara kimler katılıyor? Talepler nereye yöneliyor? Bu kitle neden politikleşemiyor ve CHP bu süreci nasıl yönetiyor? Tüm bu sorulara, siyaset biliminin “toplumsal hareketler” literatüründen kavramlarla yaklaşarak yanıt arayacağız.
Eylemde Kim Var? Kim Ne İstiyor?
Saraçhane protestolarına katılan kitlenin homojen olmadığı açıkça görülüyor. Meydanlar aynı sloganlarla yankılansa da, bu kalabalığı bir araya getiren motivasyonlar, siyasal yönelimler ve talepler oldukça farklılaşıyor. Bu durum, protestonun ortak bir siyasal hatta birleşmesini zorlaştırıyor. Ancak aynı zamanda, sahadaki çeşitlilik, potansiyel bir genişleme imkânını da içinde barındırıyor.
Bu kitleyi kabaca dört grupta değerlendirmek mümkün:
1. Sosyalist ve Sendikal Gruplar: Siyasal Bilinci Yüksek, Örgütlü Katılım: CHP’nin dışında, protestolara aktif destek veren ve siyasi yelpazenin daha solunda yer alan partiler, sendikalar ve platformlar dikkat çekiyor. Bu gruplar, protesto kültürünün daha kurumsal ve teorik yönlerine hâkim. “Atılan sloganın neden o slogan olduğu” sorusuna cevap verebilecek düzeyde siyasal bilince sahipler. Ayrıca protesto alanlarında birlikte hareket etme, alanı düzenli kullanma, disiplinli duruş gibi davranışlar bu kesimlerde daha belirgin. Solun örgütsel refleksleri, protesto pratiğinde en net biçimde bu gruplarda hissediliyor.
2. CHP Tabanı: Partili Ama Yön Arayan: CHP seçmeninin büyük kısmı alanda yer alıyor. Bu grup, partiyle duygusal bağı olan ama aynı zamanda eylemin sınırlarını CHP’nin politik pozisyonuna göre çizen bir kitle. Talepler daha çok “İmamoğlu serbest bırakılsın” çerçevesinde şekilleniyor. Bu grup için meydanda olmak bir “hak arayışı” değil; daha çok “liderine sahip çıkma” jesti. Bu nedenle siyasal taleplerin genişlemesi, parti sınırlarının dışına taşması bu grupta sınırlı bir karşılık buluyor.
3. Sağ Tabanlı Katılım: Zafer Partisi ve Atatürkçü Refleksler: Eylemlerde görünür olan bir diğer grup da Zafer Partisi gibi sağ tandanslı, milliyetçi kimlik üzerinden mobilize olan katılımcılar. Bu gruplar, “Atatürkçülük” ortak paydası etrafında protestoya katılıyor gibi görünse de, eylemin içeriğiyle kurdukları bağ zayıf. Siyasal pozisyonları, daha çok ulusal reflekslere dayanıyor ve protestonun siyasal yönünü derinleştirmek yerine, sembolik düzeyde kalma eğilimindeler. Bu nedenle, alanda var olsalar bile protestoya organik olarak entegre olamıyorlar.
4. Yönsüz Ama Öfkeliler: Bilinçsiz Değil, Yönsüz Kitle: Bu grup ise protestonun en görünmeyen ama en çarpıcı kesimi. Sloganlara tam olarak eşlik etmiyorlar, ellerinde döviz yok, çoğu zaman eylemin neden düzenlendiğini bile tam olarak bilmiyorlar. Ancak sahada olmalarının altında yatan ortak bir motivasyon var: ekonomik çaresizlik. İşsizlik, pahalılık, güvencesizlik gibi sorunlar bu kişileri sokağa itiyor. Eğer bu grup, “İmamoğlu için değil, kendi yaşamı için” oradaysa, bu çok önemli bir potansiyel. Fakat bu potansiyel, ancak doğru bir siyasal çerçeveyle yönlendirilirse anlam kazanabilir. En azından “ekonomi” gibi geniş ve kapsayıcı bir başlık altında bu kitlenin organize edilmesi, protestonun hem meşruiyetini hem de etki alanını güçlendirebilir.
Bilinçsizlik mi, Yönsüzlük mü?
Saraçhane protestolarına katılan farklı grupların içinde, özellikle yönsüz kitle, bu eylemlerin hem potansiyelini, hem de kırılganlığını belirliyor. Çoğu zaman “bilinçsiz” olarak etiketlenen bu grup, aslında tam anlamıyla siyasal bilinci olmayan değil; yönlendirilmeyen, temsil edilmeyen ve örgütlenemeyen bir topluluğu ifade ediyor. Politikleşmemiş değil; sadece yönsüz.
Toplumsal hareketler literatüründe bu durum, sıklıkla kolektif kimlik eksikliği ve anlam üretiminde dağınıklık olarak tanımlanır. Alberto Melucci’ye göre, bir hareketin süreklilik kazanması, yalnızca eyleme katılım değil; aynı zamanda ortak bir anlam çerçevesi yaratabilmesiyle mümkündür.
Saraçhane’deki yönsüz kitle, bu ortak anlam çerçevesine henüz dâhil olamıyor. Peki neden? Çünkü protestonun söylemi, bu grubun yaşadığı gerçekliği doğrudan karşılamıyor. Eylemlerde en çok öne çıkan tema “adalet” ya da “demokrasi” gibi üst anlatılar olsa da, bu kavramlar ekonomik sıkışmışlıkla protestoya katılan biri için yeterince somut değil. Bu kişi, belki de “İmamoğlu’nun serbest bırakılması” meselesini anlamlandıramıyor; ama geçinemediği, iş bulamadığı, sosyal desteğe ulaşamadığı için kalabalığın bir parçası olma ihtiyacı hissediyor. Bu yönüyle, yönsüz kitle, aslında duygu yüklü ama dil yoksunu bir siyasal varlık olarak protestonun merkezinde duruyor.
Charles Tilly’nin “toplumsal hareket repertuarı” kavramı da burada devreye giriyor. Her toplumsal grubun siyasal eylemliliği, sahip olduğu eylem araçları, semboller ve hedeflerle tanımlanır. Saraçhane’deki yönsüz kalabalığın repertuarı ise eksik: sloganı yok, lideri yok, talebi yok. Ama bu, bir yokluk değil; bir çağrı eksikliği. Yani sorun bu grubun “yetersiz” olması değil, muhalefetin bu gruba siyasal bir yön tayin edememesi.
CHP’nin Rolü ve Organizasyon Sorunu
Saraçhane protestoları, yalnızca sokaktaki kalabalığın değil, aynı zamanda CHP’nin bu kalabalıkla kurduğu ilişkinin de turnusolü hâline geliyor. Eylemler partinin çağrısıyla başlamıyor, ama partinin gölgesinde şekilleniyor. CHP, protestoya sahip çıkmak ile yön vermek arasında gidip gelen, ikircikli bir pozisyonda duruyor.
Başlangıçta gözaltı kararına verilen tepkide gecikme yaşanıyor. Parti üst düzey yöneticileri açıklama yapmakta tereddüt ediyor; örgütlü bir çağrı yapılmıyor. Bu tereddüt hâli, aslında CHP’nin sokakla olan tarihsel mesafesini bir kez daha gözler önüne seriyor. Parti, sokağı “destekleyici bir mecra” olarak görüyor ama onu “dönüştürücü bir araç” olarak görmüyor.
CHP’nin örgütlü yapısı, protestonun yönünü belirleyebilecek kapasiteye sahip. Ancak bu kapasite, alanın heterojenliğine ve kontrolsüzlüğüne karşı temkinli davranmaya sevk ediyor partiyi. Bu temkinlilik ise, eylemi yönlendirme fırsatını kaçırmasına neden oluyor. Sokağı sahiplendiğini gösteriyor ama liderlik etmiyor; katılımı teşvik ediyor ama hedef göstermiyor.
Buradaki temel sorun, partinin eylemi bir politik fırsata çeviremeyecek kadar stratejisiz olması değil, ideolojik olarak donanımsız kalması. Kalabalıkların taleplerine karşılık verebilecek bir siyasal dil geliştirilemiyor. Eylemlerde öne çıkan “hak, hukuk, adalet” söylemleri, tekrar edilen ama içi doldurulmayan sloganlara dönüşüyor.
Bu durum, özellikle yönsüz kitle açısından kritik. CHP, bu kitlenin taleplerine dokunacak bir anlatı sunamıyor. Ekonomik temelli hoşnutsuzluklara karşı politika öneremiyor; gençlerin kaygılarına yanıt üretemiyor. Böylece meydandaki varlığı simgesel düzeyde kalıyor: protestonun sahibi değil, izleyicisi oluyor.
Üstelik bu eylemlerin sürdürülebilirliği doğrudan bu yönsüz kitlenin duygusal motivasyonuna bağlı hale gelmişken, CHP’nin bu motivasyonu siyasal bilinçle desteklemesi gerekiyor. Aksi takdirde kalabalıklar dağılacak, öfke bireysel yalnızlıklara çekilecek ve siyasal alan yeniden daralacak.
Sonuç: Duygu Politikleşmezse Dağılır
Saraçhane protestoları, Türkiye’de sokağın hâlâ bir siyasal ifade alanı olabileceğini gösteriyor. Ancak bu alanın nasıl doldurulduğu, kimler tarafından doldurulduğu ve hangi taleplerle sürdürüldüğü, protestonun kaderini belirliyor. Bugün alanlarda güçlü bir duygusal tepki var; öfke, hayal kırıklığı, umut ve dayanışma iç içe geçmiş durumda. Fakat bu duygular, politik bir hedefe yönlendirilmediğinde, yalnızca geçici bir taşma hâline dönüşüyor.
Toplumsal hareketler yalnızca “insanların bir araya gelmesi” ile oluşmaz. Ortak bir hedef, kolektif bir kimlik ve süreklilik taşıyan bir örgütlenme biçimi gerektirir. Saraçhane, bu üç unsurdan sadece birini; yani kalabalığı sunuyor. Diğer ikisi eksik kaldıkça, bu kalabalık politikleşmeden dağılmaya mahkûm oluyor.
CHP ve diğer muhalefet partileri, bu mobilizasyonu yönlendirme ve derinleştirme sorumluluğuyla karşı karşıya. Ancak bu sorumluluk yalnızca siyasi organizasyonla değil; ideolojik cesaret, stratejik vizyon ve toplumsal bağ kurma kapasitesiyle yerine getirilebilir. Meydanlara gelenler yalnızca İmamoğlu için değil, kendi hayatları, kendi kaygıları, kendi gelecekleri için oradalar. Bu çoğulluğu görmeyen her çağrı, daralır ve unutulur.
Saraçhane’de bugün var olan şey bir başlangıç olabilir. Ama bu başlangıcın politik bir dönüşüme evrilebilmesi için, meydanlara gelen yönsüz kalabalıkların bir “siyasal özne”ye dönüşmesi gerekiyor. Aksi takdirde bu protesto da önceki birçok hareket gibi bir hatıra, bir fotoğraf, bir anı olarak arşive kaldırılacak. Ve böylece yine, “bir şeyler olmuştu” diyeceğiz. Ama “ne değişti?” sorusuna yanıt veremeyeceğiz.
Nilfem BAYKAN