Giriş
Savaşın dili uzun zamandır silah sesleriyle konuşuyor. Ancak şimdi, diplomasi yeniden sesini duyurmaya çalışıyor — hem de İstanbul’dan. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 15 Mayıs’ta Ukrayna ile “ön koşulsuz” doğrudan görüşmeler yapma çağrısı, yalnızca çatışmanın seyrini değil, aynı zamanda uluslararası siyasetin ağırlık merkezini de İstanbul’un tarihi masalarına taşıyor. Bu çağrı, Avrupa’nın dört başkentinden gelen 30 günlük ateşkes talebinin hemen ardından, gece saatlerinde Kremlin’den yapılan sürpriz bir açıklamayla duyuruldu. Avrupa liderleri Kiev’de Ukrayna’ya dayanışma mesajları verirken, Putin aynı gün içinde daha yumuşak ve diplomatik bir tonda konuşmayı tercih etti. Bu çelişki, sadece zamanlama açısından değil, içerdiği stratejik niyet açısından da dikkat çekiciydi.
Barışa açılan bu pencere, gerçekten samimi bir girişim mi, yoksa zaman kazanmaya yönelik taktiksel bir manevra mı? Bu yazıda, uzun süredir hem savaşın sahadaki gelişmelerini, hem de diplomatik kanallardaki çalkantıları takip eden bir gözlemci olarak, Putin’in bu çağrısını farklı açılardan analiz edeceğiz. 2022 yılında yine İstanbul’da kurulan ve bir anda dağılan müzakere masasının geçmişini hatırlayacak ve Türkiye’nin bugün yeniden bu denklemde nasıl merkezi bir konum elde ettiğini tartışacağız. Aynı zamanda Ukrayna ve Batı cephesinin bu teklife nasıl yaklaştığını inceleyerek, bugünkü konjonktürde gerçek bir barışın mı, yoksa en fazla geçici bir ateşkesin mi mümkün olduğunu sorgulayacağız.
İstanbul Görüşmelerinin Geçmişi
2022 yılında, İstanbul, savaşın en karanlık günlerinde nadir bir umut ışığına ev sahipliği yapmıştı. Rusya ve Ukrayna heyetleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arabuluculuğunda masaya oturmuş; o dönem için şaşırtıcı derecede yapıcı bir atmosferde geçen görüşmeler, “taslak mutabakat metni” olarak adlandırılan bir belgeyle sonuçlanmıştı. Bu belge, tarafların bazı temel ilkelerde anlaştığını ortaya koyuyordu: Ukrayna’nın NATO’ya katılmama taahhüdü, tarafsızlık ilkesinin kabulü ve güvenlik garantörlüğü konusunda Türkiye, Almanya ve İsrail gibi ülkelerin rol alması ihtimali, masada ciddi biçimde konuşulmuştu.
Ancak bu müzakerelerin sürpriz şekilde sonlandırılması, siyasi kulislerde tartışma konusu oldu. Rus tarafı, özellikle İngiltere’nin, Ukrayna liderliğine anlaşmaya varılmaması yönünde baskı yaptığı görüşünü kamuoyuna açıkça yansıttı. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, o dönem yaptığı açıklamalarda, “Ukrayna’nın pozisyonunun Batı’dan gelen baskılarla değiştiğini” ifade etmişti. Batılı kaynaklar ise bu iddiaları reddetmiş, kararın Ukrayna’nın kendi inisiyatifiyle alındığını öne sürmüştü. Neticede görüşmeler kesildi ve savaş daha da sertleşti.
Bugünden bakıldığında, o dönem İstanbul’da yakalanan diplomatik momentumu yeniden canlandırmak, yalnızca teknik bir mesele değil; aynı zamanda tarafların güveni, iradesi ve uluslararası ortamın desteğiyle şekillenecek karmaşık bir süreç. O yüzden 15 Mayıs için önerilen yeni görüşme çağrısı, geçmişin hatıralarını da beraberinde getiriyor: Bir umut kapısı mı, yoksa tekrar kapanacak bir pencere mi?
Türkiye’nin Diplomatik Ağırlığı
Son yıllarda küresel diplomasi sahnesinde çok az ülke, Türkiye kadar çelişkili ama aynı zamanda dengeli bir pozisyon almayı başarabildi. Bir yanda NATO üyesi olarak Batı ittifakının bir parçası; diğer yanda ise Rusya ile ekonomik, askeri ve enerji alanlarında stratejik ilişkiler kurmuş bir aktör. Bu özgün denge, Türkiye’ye klasik arabuluculuk mekanizmalarının ötesinde, eşzamanlı güvenilir bir iletişim kanalı rolü kazandırdı. İşte bu nedenle, savaşın başladığı 2022 yılından bu yana hem Moskova, hem de Kiev nezdinde diyaloğu sürdürebilen ender ülkelerden biri olmayı başardı. İstanbul’da kurulacak her masa, bu yönüyle yalnızca taraflar için değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel barış açısından da sembolik bir değer taşıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hem Putin, hem de Zelenski ile doğrudan kurduğu temaslar, yalnızca sembolik değil, aynı zamanda operatif etkiler de doğurdu. 2022 yılında esir takasından Tahıl Koridoru Anlaşması’na, hatta insani yardım konvoylarının yönlendirilmesine kadar pek çok somut gelişme, Türkiye’nin ara buluculuk çabalarının doğrudan sonucuydu. Ankara’nın bu süreçte izlediği tarafsız söylem, savaşın başından bu yana pozisyonunu neredeyse hiç değiştirmemesi ve kriz anlarında iletişimi kesmemesi, onu diğer aktörlerden ayıran başlıca unsurlar oldu.
Bugün Putin’in “ön koşulsuz doğrudan görüşme” çağrısını İstanbul’da yapmayı teklif etmesi, yalnızca taktiksel değil, aynı zamanda stratejik bir tercihtir. Çünkü İstanbul, geçmişteki müzakere tecrübesiyle, taraflar nezdinde hâlâ “nötr zemin” algısını koruyan ender yerlerden biridir. Üstelik bu yalnızca mekânsal bir seçim değil, aynı zamanda Türkiye’nin diplomatik itibarıyla da ilgilidir. Zira hem Moskova’nın, hem de Kiev’in kamuoyuna karşı meşruiyet üretebileceği bir üçüncü aktör olarak Ankara’nın adı, hâlâ ağırlığını koruyor. Bu bağlamda Türkiye’nin önündeki fırsat, yalnızca teknik bir görüşmeye ev sahipliği yapmakla sınırlı değil. Türkiye, aynı zamanda, bu görüşmelerin başarıya ulaşması halinde uluslararası sistemde yeniden şekillenmekte olan güç dağılımında “etkili arabulucu devlet” kimliğini pekiştirme şansına da sahip. NATO ile bağlarını koruyarak Rusya ile de ilişkisini yürütebilen bir ülkenin, sıcak savaşın tarafları nezdinde “tek güvenilir masa kurucusu” konumuna gelmesi, Türkiye’nin uzun vadeli diplomatik sermayesini güçlendirecek bir adımdır. Bu noktada Türkiye’nin yalnızca bölgesel bir güç değil, aynı zamanda küresel anlamda da kriz çözüm kapasitesine sahip bir devlet olarak konumlanmakta olduğu daha net biçimde ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, 15 Mayıs’ta İstanbul’da yeniden kurulacak bir masa, sadece Rusya ve Ukrayna arasında değil, Türkiye ile dünya arasında da yeni bir diplomatik sayfanın kapısını aralayabilir.
Putin Neden Tekrar Görüşme Çağrısı Yapıyor?
Putin’in 15 Mayıs’ta İstanbul’da doğrudan görüşme çağrısı yapması, rastlantısal veya yalnızca diplomatik bir jest olarak değerlendirilemez. Kremlin’in bu çağrısı, çok boyutlu bir stratejik hesaplamanın parçası. Bir yanda askeri cephede yaşanan yıpranma ve Batı’nın artan baskısı, diğer yanda içerideki siyasi dengeleri yönetme zorunluluğu ve uluslararası imajın yeniden inşası ihtiyacı… Tüm bu etkenler, Moskova’yı yeni bir müzakere çağrısında bulunmaya yönlendirmiş görünüyor.
Sahada, savaş üç yılı aşkın bir süredir devam ediyor ve artık klasik anlamda kazanım üretmeyen, pozisyonların donduğu bir yıpratma savaşına evrilmiş durumda. Ukrayna’nın Batı’dan aldığı askeri destekle Rusya’nın ilerleyişini büyük ölçüde durdurduğu, ancak karşı taarruz kapasitesinin de sınırlı kaldığı bir denge oluştu. Batılı kaynaklarına göre, Avrupa liderlerinin Kiev ziyaretinde dillendirdiği 30 günlük ateşkes talebi, bu tıkanmışlığın somut bir ifadesiydi. Bu talebin hemen ardından Putin’in “ön koşulsuz” doğrudan görüşme çağrısı yapması, Batı’nın diplomatik baskısına karşı ön alıcı bir hamle olarak okunabilir. Aynı zamanda, iç politikada da Putin’in bu çağrıyı yapmasının ardında hesaplı bir zamanlama olduğu gözleniyor. Kremlin’in savaşın başından bu yana sürdürdüğü “istikrar ve kontrol” algısı, Batı yaptırımlarının ve uzun süreli savaşın ekonomik-sosyal etkileriyle aşınmaya başladı. Moskova’nın ciddi insan kayıpları, ekonomik yavaşlama ve toplumda giderek artan savaş yorgunluğu ile karşı karşıya olduğu biliniyor. Bu noktada Putin’in “barış için ciddi müzakereler” çağrısı, iç kamuoyuna da “barış arayan lider” profili çizme işlevi görüyor. RT ve TASS gibi Rus kaynaklarında da bu çağrı, “sorumluluk sahibi devlet adamı” imajı çerçevesinde servis edildi. Putin’in açıklamalarında sıkça geçen “uzun vadeli ve kalıcı barış”, yalnızca bir diplomatik terim değil, aynı zamanda iç kamuoyuna yönelik stratejik bir mesaj.
Öte yandan, Putin’in görüşmeler için yeniden İstanbul’u önermesi, geçmişte burada oluşan müzakere zemininin yeniden canlandırılabileceğine dair umut taşıyor. Kremlin’in 2022’deki görüşmeleri İngiltere’nin etkisiyle Ukrayna tarafından bozulduğuna dair söylemi, hâlâ Rus siyasi söyleminin temel taşlarından biri. Bu nedenle, Putin, 2025’teki yeni çağrısını yaparken de görüşmenin yeri olarak İstanbul’u seçerek, hem Türkiye’ye mesaj veriyor, hem de uluslararası topluma “biz aynı ciddiyetle devam ediyoruz, bozan biz değildik” mesajını iletiyor. Bu çağrının zamanlaması aynı zamanda Batı’nın Ukrayna’ya yönelik yeni yaptırım tehditleriyle de doğrudan bağlantılı. BBC ve Washington Post’un haberlerinde yer aldığı üzere, Kiev’deki son zirvede Almanya, Fransa, İngiltere ve Polonya liderleri ortak bir cephe oluşturarak Rusya’ya yönelik enerji ve finans sektörlerini hedef alacak yeni yaptırımları gündeme taşıdı. Bu baskı ortamında, Kremlin, müzakere çağrısıyla hem bu yaptırımları bertaraf etmeye çalışıyor, hem de diplomatik alanda kontrolü yeniden ele geçirme hamlesi yapıyor. Yani, Putin’in bu çağrısı sadece Batı’ya ya da iç kamuoyuna dönük değil. Aynı zamanda Ukrayna’ya da “masaya dönme sorumluluğu” yüklemeyi hedefliyor. Açıklamalarında sık sık Ukrayna’yı “barış tekliflerine yanıt vermemekle” suçlayan Putin, uluslararası kamuoyuna “biz teklif ettik, onlar reddetti” söylemini yeniden kurmak istiyor. Moskova’nın bu yaklaşımı, diplomatik üstünlüğü ele geçirmek kadar, savaşın uzamasının sorumlusunu kamuoyunun gözünde yeniden tanımlama stratejisidir. Kısacası, Putin’in İstanbul’daki müzakereleri yeniden başlatma çağrısı, çok boyutlu bir satranç hamlesi olarak görülmeli. Savaşın askeri, siyasi, ekonomik ve psikolojik alanlarındaki tüm dinamikleri hesaba katan bu teklif, her ne kadar “ön koşulsuz” şeklinde sunulsa da, aslında içinde birçok koşulu ve hesaplamayı barındıran, incelikli bir stratejinin ürünüdür.
Ukrayna ve Batı Cephesi
Putin’in “ön koşulsuz” doğrudan müzakere çağrısı, Batı başkentlerinde şüpheyle, Kiev’de ise temkinli bir sessizlikle karşılanmış görünüyor. Ukrayna tarafı, çağrının ardından henüz resmi bir yanıt vermemiş olsa da, Kiev’deki siyasi atmosfer ve Avrupa’dan gelen diplomatik açıklamalar, bu öneriye yönelik yaklaşımın temel hatlarını şimdiden şekillendiriyor.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, savaş boyunca birçok kez barışa açık olduğunu beyan etti; ancak bunun için her defasında “adil koşullar” vurgusu yaptı. Özellikle son aylarda, Kremlin’in zaman kazanmak ve cephedeki konumunu tahkim etmek amacıyla ateşkes ya da görüşme tekliflerini bir taktik olarak kullandığı yönünde bir kanaat Ukrayna kamuoyunda yaygınlaşmış durumda. Nitekim, daha önce Nisan ayında ilan edilen tek taraflı bir Rus ateşkesi, Ukrayna tarafından “teatral bir gösteri” olarak tanımlanmış ve kabul edilmemişti. Washington Post’un analizlerine göre, Kiev yönetimi şu anda iki ana kaygıyı taşıyor: İlki, Putin’in önerdiği müzakerelerin sahadaki Rus askeri baskısını hafifletmek amacı taşıdığı; ikincisi ise, uluslararası toplumun gözünde barış isteyen taraf görüntüsünü elde etmek için yapıldığı. Bu nedenle, Ukrayna tarafı bu çağrıyı samimi bir çözüm arayışı olarak değil, daha çok diplomatik bir manevra olarak değerlendiriyor. Kiev yönetiminin bu konudaki yaklaşımı, özellikle ABD ve İngiltere ile yapılan güvenlik ve savunma iş birlikleri doğrultusunda şekilleniyor.
İngiltere Başbakanı Sir Keir Starmer, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya Başbakanı Friedrich Merz ve Polonya Başbakanı Donald Tusk, ortak basın toplantısında yalnızca ateşkes talep etmekle kalmadılar, aynı zamanda Putin’in teklifini ciddi bulmadıklarını dolaylı biçimde ima ettiler. Özellikle Macron’un “Rusya, samimiyse önce enerji altyapısına saldırılarını durdurmalı” sözü, Batı’nın bu sürece güven eksikliğini açıkça yansıttı. ABD cephesinden gelen açıklamalarda ise daha karmaşık bir tablo var. Donald Trump, kendi sosyal medya platformu Truth Social üzerinden yaptığı açıklamada Putin’in önerisini “potansiyel olarak tarihi bir gün” olarak nitelendirdi ve “daha iyi bir dünyanın mümkün olduğunu” savunurken, Demokratlar tarafından kapalı ve açık kaynaklara dayanan bilgiler ışığında Putin’in çağırısına karşı daha mesafeli bir duruş sergileniyor. Pentagon kaynaklı açıklamalarda Moskova’nın önce sahadaki saldırgan eylemlerini durdurmadığı sürece herhangi bir diplomatik adımın “samimiyetten uzak” olacağını ifade ediliyor. Dolayısıyla, Ukrayna’nın da bu pozisyona paralel bir duruş sergilemesi şaşırtıcı değil.
Ukrayna için en önemli mesele, müzakere masasına oturmanın yalnızca bir barış süreci anlamına gelmemesi. Zira bir masa kurulsa bile bu masada hangi konuların konuşulacağı, nelerin pazarlık edileceği ve hangi ilkeler doğrultusunda ilerleme kaydedileceği, Kiev açısından hayati öneme sahip. Toprak bütünlüğü, egemenlik hakkı ve 2014’ten bu yana işgal altındaki bölgeler konusundaki kırmızı çizgiler, Ukrayna’nın herhangi bir barış sürecine koşulsuz şekilde yaklaşmasını engelliyor. Dolayısıyla, Ukrayna, Putin’in çağrısını ihtiyatla karşılıyor. Bu ihtiyat yalnızca diplomatik bir mesafe değil, aynı zamanda sahadaki gerçekliğe dayalı bir güvensizlik halidir. Ukrayna tarafı açısından bir barış görüşmesi, ancak askeri ve siyasi baskıdan arınmış, uluslararası güvencelerle desteklenmiş ve egemenlik haklarına saygı temelinde kurgulanmışsa anlamlı olabilir. Aksi takdirde bu çağrı, bir müzakere masasından çok, uluslararası kamuoyuna yönelik bir propaganda hamlesi olarak kalmaya mahkûm olacaktır.
Barış mı, Ateşkes mi? Gerçekçi Olan Hangisi?
Gerçek bir barış, bu savaşta artık yalnızca etik bir ideal değil, aynı zamanda giderek daha imkânsız hale gelen bir stratejik hedefe dönüşmüş durumda. Çünkü masada yalnızca iki devlet değil, aynı zamanda iki ayrı dünya görüşü, iki farklı güvenlik anlayışı ve birbirine tamamen zıt gelecek vizyonları oturuyor. Hem Ukrayna, hem de Rusya açısından, bu savaş yalnızca askeri bir mücadele değil; aynı zamanda devletlerinin varoluşsal sınırlarını belirleyecek bir hesaplaşma. İşte bu yüzden, kısa vadede bir barış anlaşmasının imzalanması neredeyse imkânsız görünüyor.
Tarafların beklentileri bu konuda oldukça belirleyici. Ukrayna cephesi için temel mesele yalnızca toprak bütünlüğü değil, aynı zamanda ulusal egemenlik ve Batı ittifaklarıyla entegrasyon hakkının güvence altına alınması. Kiev, 2014’te başlayan Kırım ilhakından bu yana Rusya’yı yalnızca askeri bir tehdit olarak değil, aynı zamanda devletin bağımsız geleceğine yönelik bir tehdit olarak değerlendiriyor. Bu nedenle, herhangi bir müzakere, Rusya’nın çekilmesi, tazminat ödenmesi ve NATO üyeliği gibi konuların tartışılmadan yapılamayacağı düşünülüyor.
Ayrıca Rusya için savaş, yalnızca Ukrayna topraklarında yürüyen bir askeri operasyon değil; Batı’nın doğuya doğru genişlemesine karşı verilen stratejik bir karşı duruş. Putin’in sıkça vurguladığı “nötr Ukrayna” tezi, aslında Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenlik mimarisine yönelik Rus itirazlarının somut bir tezahürü. Moskova, NATO’nun doğuya genişlemesini kendi varlığına bir tehdit olarak görmekle kalmıyor; aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin yıkılışından bu yana kaybettiği etki alanını yeniden inşa etmenin yollarını da bu savaşta arıyor.
İşte bu karşılıklı taleplerin bu kadar keskin, katı ve geri dönülmez hale gelmiş olması, kısa vadede bir barış anlaşmasının yapılmasını gerçekçi olmaktan çıkarıyor. Her iki taraf da henüz askeri olarak tükenmiş değil ve her iki taraf da masaya “elinde koz varken” oturmak istiyor. Bu yüzden savaşın mevcut yapısı, bir tür “dengeye oturmuş yıpratma” modeline dönüşmüş durumda. Bu noktada devreye giren en olası senaryo, bir ateşkes anlaşmasıdır. Avrupa liderlerinin son Kiev ziyaretinde öne sürdükleri 30 günlük ateşkes önerisi, hem insani, hem de askeri bir ara verme girişimi olarak değerlendirilebilir. Ancak burada da riskli bir alan var: Savaş tarihindeki birçok ateşkes, aslında taraflara yeniden örgütlenme ve konumlanma fırsatı sunmuştur. Ukrayna tarafı da tam bu nedenle ateşkese ihtiyatla yaklaşmakta, çünkü Moskova’nın bunu yalnızca bir “nefes alma” süreci olarak kullanabileceğini düşünüyor. Aynı şekilde Rusya da Ukrayna’nın Batı’dan yeni silah sistemleri aldığı bu dönemde, olası bir ateşkesi “cepheyi yeniden şekillendirme” fırsatı olarak değerlendirmek isteyebilir.
Bu koşullarda, savaşın önümüzdeki yıllarda düşük yoğunluklu ama sürekli bir şekilde devam etmesi olası görünüyor. Ne tam bir barış, ne de tam bir zafer… Askeri yorgunluk, ekonomik baskılar, toplumsal sabır ve uluslararası dengeler arasında gidip gelen bir yıpratma savaşı. Bu savaşın en acı gerçeği de burada yatıyor: Taraflar artık yalnızca birbirine değil, aynı zamanda kendi sabırlarına karşı da mücadele veriyorlar. Bu nedenle önümüzdeki süreçte İstanbul’da kurulacak müzakere masası, kalıcı bir barışı değilse de, geçici bir ateşkesi mümkün kılabilir. Ancak bu bile önemli bir gelişme olacaktır. Çünkü diplomasi, savaşın sonu olmasa da, çoğu zaman yavaşlayan cephenin ilk habercisi olabilir.
Sonuç Yerine: İstanbul Görüşmeleri Neyi Değiştirebilir?
Bugün bir kez daha gözler İstanbul’a çevriliyorsa, bu yalnızca coğrafi bir rastlantı değil; uluslararası sistemin güvenilir bir zemine duyduğu özlemin ifadesidir. Rusya ve Ukrayna arasında süregelen savaş, artık sadece bir cephe meselesi değil, küresel siyasetin nereye evrileceğine dair bir turnusol görevi görüyor. Bu savaşta taraflar yalnızca toprak değil; güvenlik, kimlik, bağımsızlık ve sistemsel meşruiyet gibi temel kavramlar için savaşıyor. İşte tam da bu nedenle kalıcı bir barış hâlâ uzak bir ihtimal, ama bu barışın altyapısını oluşturabilecek küçük diplomatik kapıların aralanması, hiç olmadığı kadar değerli hale gelmiş durumda.
Türkiye’nin İstanbul üzerinden yürüttüğü diplomasi trafiği, hem coğrafi, hem de tarihsel olarak bir anlam taşıyor. 100 yıl önceki Lozan masasında Avrupa’nın sınırları yeniden çizilirken Türkiye pasif bir tarafken, bugün aynı coğrafyada kurulan yeni masalarda Türkiye aktif bir kurucu aktör olma iddiasında. Bu iddia, yalnızca Erdoğan’ın kişisel girişimleriyle değil; Türkiye’nin taraflarla eşit mesafeli ilişkileri, müzakere kültürüne yatkınlığı ve çok kutuplu dünya düzeninde konumunu yeniden tanımlama arzusu ile şekilleniyor. Eğer bu masa kurulursa ve en azından bir ateşkesle sonuçlanırsa, bu yalnızca savaşın durması değil, Türkiye’nin uluslararası sistemdeki rolünün yeniden tanımlanması anlamına da gelecektir.
Ancak ne yazık ki gerçeklik, iyimserlikten daha ağır. Bu savaş yalnızca bir sınır hattını değil, bir çağın yönünü belirliyor. Soğuk Savaş sonrası oluşan küresel düzen, Ukrayna cephesinde yeniden inşa edilmeye çalışılıyor. Rusya, eski etki alanlarını yeniden tesis etme peşindeyken; Batı, bu ilerlemeyi durdurmaya kararlı. Ukrayna ise kendi kaderini kendi tayin edebilmek için tarihsel bir bedel ödüyor. Bu kadar derin, çok katmanlı ve keskin bir çatışma ortamında barış sadece niyetle değil; cesaret, fedakârlık ve karşılıklı güvenle mümkün olabilir. Bugün bu üç unsurun da eksik olduğu bir dönemdeyiz.
Yine de diplomasi, savaşın tam ortasında bile nefes alabileceğimiz alanlar yaratabilir. İstanbul, işte bu nefesin arandığı yer. Taraflar ne kadar uzaklaşmış olursa olsun, bir masaya dönme ihtimali konuşuluyorsa, bu dünya için hâlâ umudun var olduğunu gösterir. Belki bu masa bir barış getirmeyecek, ama bir sessizlik… Ve bazen, en büyük adım, sessizliği dinlemeye cesaret edebilmektir.
Sadık ARPACI
Uluslararası İlişkiler, Rusya Uzmanı
Tel:+905459323677
Email: by.sadik@hotmail.com
KAYNAKÇA
- BBC News. (2025, May 10). Putin calls for ‘direct talks’ with Ukraine as European leaders demand ceasefire. https://www.bbc.com/news/articles/ce821nl3251o
- CNN. (2025, May 10). Putin invites Ukraine for direct talks after European call for ceasefire. https://edition.cnn.com/2025/05/10/europe/putin-russia-ukraine-direct-talks-intl-hnk
- Bild. (2025, May 10). Putin zu direkten Gesprächen mit Ukraine bereit. https://www.bild.de/politik/verhandlung-ueber-waffenstillstand-putin-zu-direkten-gespraechen-mit-ukraine-bereit-681fda4c9166b6044ba05079
- TASS. (2025, May 10). Путин предложил провести прямые переговоры с Украиной в Стамбуле 15 мая. Retrieved from https://tass.ru/politika/23910001
- Habertürk. (2025, May 11). Son dakika: Vladimir Putin’den açıklamalar. https://www.haberturk.com/son-dakika-vladimir-putin-den-aciklamalar-3789995
- The Washington Post. (2025, May 10). Ukraine wary of Russia’s ceasefire calls as Trump voices support. https://www.washingtonpost.com/world/2025/05/10/ukraine-ceasefire-demand-russia-trump/
- RT (Russia Today). (2025, May 10). Путин обозначил позицию России по переговорам с Киевом. https://russian.rt.com/russia/article/1475870-putin-press-podhod-smi-rossiya