2025 İSRAİL-İRAN SAVAŞI’NIN SİYASİ ANALİZİ

upa-admin 24 Haziran 2025 881 Okunma 0
2025 İSRAİL-İRAN SAVAŞI’NIN SİYASİ ANALİZİ

İran ile İsrail arasındaki çatışma devam ederken, savaşın işgalci İsrail rejimi tarafından ABD’nin tam desteğiyle başlatıldığı açıktır. Gerilimin tırmandığı onuncu günde, diplomasiye dönmek için resmi olarak iki haftalık bir süre sunmasına rağmen, ABD, 22 Haziran’da şafak vakti sürpriz bir saldırı başlattı. Missouri’deki Whiteman Hava Kuvvetleri Üssü’nden gelişmiş GBU-57A/B MOP sığınak bombaları konuşlandırarak, İran’ın Natanz, Fordow ve İsfahan’daki nükleer tesislerini hedef aldı. İran Atom Enerjisi Kurumu yetkilileri, özellikle Fordow’un giriş ve çıkışlarında bir miktar hasar meydana gelmesine rağmen, toksik veya radyoaktif gaz salınımı olmadığını doğruladılar.

Bu saldırı, bölgesel istikrarsızlığı yeniden alevlendirdi ve Ortadoğu’yu bir kez daha küresel bir patlama noktasına dönüştürdü. Buna karşılık, İran, 23 Haziran’da ABD’nin Katar’daki El Udeyd Hava Üssü’nü kısa ve orta menzilli füzelerle hedef alan bir misilleme füze saldırısı başlatmadan önce kısa bir ültimatom yayınladı. İranlı yetkililer, başarılı vuruşlar yapıldığını bildirirken, ABD Başkanı Donald Trump, Truth Social hesabı aracılığıyla biri hariç tüm füzelerin durdurulduğunu ve çok az hasar görüldüğünü iddia etti.

Fakat burada asıl önemli olan, İran’ın saldırısının Washington’un siyasi ve askeri baskılarına direnme kararlılığını göstermesidir. Trump’ın iddia ettiği gibi hasar önemsiz olsa bile, ateşkes çağrısı, çatışmanın kontrolden çıkma potansiyelinin kabul edildiğini gösteriyor. Çatışmalar devam etseydi, daha geniş bir bölgesel ve hatta küresel savaş ortaya çıkabilirdi.

2025 İran-İsrail Savaşı, gerginliğin tırmanması riskini gözler önüne serdi. Stratejik bombardımanlar, füze ve insansız hava aracı saldırıları, siber saldırılar ve kışkırtıcı söylemler – hepsi diplomatik çıkmazlarla birlikte ortaya çıktı. Donald Trump, çelişkili de olsa, krizi yönlendirmede ya da belki de raydan çıkarmada merkezi bir rol oynadı. Dalgalı politikaları İsrail’i daha da cesaretlendirdi ve savaşın alevlerini körükledi. Bu arada, Çin ve Rusya’nın aktif rollerinin göze çarpmaması ve Avrupa’nın sembolik toplantılara hapsolması, krizin geleceğini giderek daha belirsiz hale getirdi.

Savaş alanında İran’ın stratejik avantajı ise belirginleşti. Bölgesel müttefiklerden oluşan sofistike bir ağdan yararlanan Tahran, işgal altındaki toprakların derinliklerine saldırmayı başardı ve askeri, istihbarat ve elektronik altyapıyı hedef aldı. Bu başarılar, sadece askeri başarılara işaret etmiyor, aynı zamanda İran’ın güvenlik doktrininde “akıllı savaş” stratejisi olarak adlandırılabilecek bir olguya doğru kaymaya işaret ediyor.

Buna karşılık, İsrail, hava üstünlüğüne ve Batı’nın lojistik desteğine güvendi ve şehir merkezlerinin ayrım gözetmeksizin bombalanmasına başvurdu. Sivil kayıplar ve altyapı yıkımı, İran’ın moralini aşındırmayı ve iç huzursuzluğu kışkırtmayı amaçlıyordu. Ancak bu strateji geri tepti… İran içinde, hatta yurtdışındaki rejim muhalifleri arasında bile bir ulusal birlik ve dayanışma dalgası ortaya çıktı. Netanyahu’nun Tahran’da iç çatışmayı ateşleme umutları, diaspora medyasının ve çağrıları büyük ölçüde görmezden gelinen Rıza Pehlevi gibi muhalif figürlerin çabalarına rağmen suya düştü. Bunun yerine, halkın uyumu güçlendirildi ve düzinelerce Mossad ajanları ve sabotajcı casusluk techizatları ve monte edilmemiş İHA’lar ile birlikte birçok şehirde hızla yakalandı.

Kriz boyunca, Trump, tehditler ve diplomasi arasında gidip geldi. Bu düzensiz politika değişimleri, ABD dış politikasındaki stratejik karışıklığı vurgulamaktadır. Trump yönetimi birbiriyle çelişen iki öncelikle karşı karşıya: a) İsrail’in güvenliğini Ortadoğu stratejisinin temel taşı olarak korumak ve İran gibi konvansiyonel olmayan bir düşmana karşı uzun süreli bir askeri bataklıktan kaçınmak, b) Asimetrik savunma yetenekleri ve bölgesel nüfuzu müthiş olan İran’la çatışmaya girmek, sürdürülemez ekonomik, siyasi ve insani maliyetler getirmektir.

Bununla birlikte, aşırı İsrail yanlısı lobilerin ve askeri-endüstriyel çıkarların baskısı, “sınırlı ama hedefli bir çatışmanın” yolunu açabilir. Politik olarak pazarlanabilir olan böyle bir senaryo, pratikte maliyetli ve öngörülemez olacaktır.

Avrupa’nın kararsızlığı ve Çin ile Rusya’nın sessizliği de aynı derecede açıklayıcı. AB troykası 20 Haziran’da İranlı yetkililerle nükleer meseleyle ilgili olarak Cenevre’de bir araya gelirken, Trump sadece bir gün sonra “Geceyarısı Çekici” saldırısına izin verdi. İran, gerilimi azaltmanın bir yolu olarak sürekli olarak diyaloğu tercih etti. Bununla birlikte, Avrupa, ABD’nin tek taraflılığına karşı koyma konusunda çok az kararlılık gösterdi ve bölgesel güvenlik konularında gerçek siyasi bağımsızlıktan yoksun. Daha çarpıcı olanı, Moskova ve Pekin’in sessiz tepkisidir. Her ikisi de Tahran’ı desteklemek için somut adımlar atmadılar. Tayvan krizi ve ABD’nin Pasifik’teki rekabetiyle meşgul olan Çin, her iki tarafla da ekonomik bağları korumak için taktiksel sessizliği tercih ediyor – özellikle de İsrail en büyük ticaret ortakları arasında yer alırken. Ukrayna’da bataklığa saplanan ve Güney Kafkasya yakınlarındaki bölgesel istikrarsızlığa karşı temkinli olan Rusya da benzer şekilde karışıklıktan kaçınıyor.

Bu nedenle, İran, resmi askeri ittifaklar tarafından desteklenmeyen, ancak bölgesel ortaklar ve taban dayanışması ile güçlendirilen çizgide ve neredeyse tek başınadır. Bu yalın gerçeklik, Çin ve Rusya ile sözde “stratejik ortaklıklar“ın güvenilirliği hakkında da derin sorular ortaya çıkarmaktadır. İran, en yakın müttefiklerinin bile jeopolitik bilançolarına öncelik verdiğini ve genellikle prensip yerine pragmatizmi seçtiğini kabul etmelidir.

İran’da rejim değişikliği gerçekten stratejik bir hedef mi? Artık askeri hâkimiyetini sürdüremeyeceğinin farkında olan İsrail, şimdi rejim değişikliği fikrini savunuyor. Ancak bu söylem, gerçek bir politikadan ziyade güç dengelerinin değişmesi korkusunu yansıtıyor. İsrail, sadece rejim değişikliği peşinde değil, rejimsiz bir İran istiyor. Amacı, İran topraklarının parçalanması ve ulusal egemenliğin aşınması, Türkiye ve Pakistan gibi komşu devletlerde kaosu tetiklemesidir. Bu, daha geniş “Büyük Orta Doğu” projesiyle uyumludur. Bugün İran artık sadece bölgesel bir oyuncu değil; yeni bir bölgesel düzeni şekillendirebilecek güçtür.

Rejim değişikliği çağrıları ise, BM Şartı’nın, özellikle de 21 Eylül 1965 tarihli 2131 sayılı Karar’ın açık ihlalidir ve ulusal egemenliği hiçe saymaktadır. Bu tür söylemlerin İran’ın iç bağlamında pratik bir etkisi de yoktur.

Bu krizden çıkmanın tek geçerli yolu, yeniden tanımlanmış bir bölgesel güvenlik diplomasisidir. Mevcut gerginlik ancak kapsamlı ve dengeli bir çerçeve tüm taraflar için güvenlik sağladığında yatışacaktır. Trump’ın ateşkes çağrısı pekâlâ bu farkındalıktan kaynaklanıyor olabilir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 18 Haziran’da belirttiği gibi, çözüm üç ana yol boyunca uzanıyor:

1. İran, ABD, İsrail, Avrupa devletleri, BM Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEK) da dahil olmak üzere uluslararası garantilerle desteklenen barışçıl nükleer enerji hakkını elinde tutmalıdır.

2. İsrail’in diğer ülkelerin nükleer veya savunma tesislerine tek taraflı, denetimsiz saldırılar düzenlemesine izin verilmemelidir. Birleşmiş Milletler, gerginlikleri yönetmek ve sivilleri korumak için tarafsız, bağımsız bir izleme mekanizması kurmalıdır.

3. Son olarak, Batılı güçlerin tek taraflı politikaları, dengeli çıkarlara dayanan çok taraflı diplomasiye yol açmalıdır ki bundan kaçınmalıdırlar.

Aksi takdirde, bölge küresel bir savaşa sürüklenme riskiyle karşı karşıyadır. İran-İsrail çatışması artık sınırlı değil, küresel kurumlar, çok taraflı diplomasi ve egemenlik, adalet ve barış gibi evrensel ilkeler için bir turnusol testi haline geldi. Dünya bir seçim yapmalı: Ya savaşın mantığını benimseyip bölgenin alevler içinde kaldığını görecek, ya da sürdürülebilir barışa giden yolu açmak için diplomasi dilini yeniden tanımlayacak. Seçim hâlâ mevcut – ama zaman değil. Her geçen eylemsizlik anı, insan ıstırabı pahasına gelir.

Sonuç olarak, bu yörünge devam ederse, tam ölçekli bir savaş yakındır. İran, buna hazır olduğunu ve kabiliyetini kanıtladı. İsrail ise provokasyonlarında ısrar ediyor. ABD, özellikle de Trump yönetiminde, krizi siyasi kazanç için kullanmaya çalışabilir, ancak herhangi bir tırmanış, maliyetli ve geri dönüşü olmayan bir siyasi yenilgiyle sonuçlanabilir.

Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.