Giriş
Doğu Akdeniz, son 15-20 yılda keşfedilen hidrokarbon kaynaklarının tetiklediği yeni bir jeopolitik rekabet alanına dönüşmüştür. Bölgedeki devletler, uluslararası hukukun sunduğu parametreler doğrultusunda deniz yetki alanlarını belirlemeye çalışırken, bu girişimler çoğu zaman siyasal ve stratejik gerilimlerle iç içe geçmektedir. Geçtiğimiz gün Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Lübnan ile yaptığı deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması ise, yalnızca ikili ilişkiler açısından değil, Türkiye’nin “Mavi Vatan” doktrini bağlamında Doğu Akdeniz’deki konumunun da yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu makale, söz konusu anlaşmanın hukuki niteliğini, bölgesel dengeleri ve Türkiye’nin deniz stratejisine olası etkilerini incelemektedir.
GKRY–Lübnan Anlaşmasının Arka Planı
Ülkemizde GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi/Kesimi) olarak bilinen resmi adıyla Kıbrıs Cumhuriyeti, 1974’ten beri adadaki fiili ikiye bölünmüşlük durumuna karşın, güneydeki Kıbrıslı Türkleri dışlayan apartheid Rum hükümetinin 2000’li yılların başından itibaren Doğu Akdeniz’de tek taraflı adımlar atarak Mısır (2003), Lübnan (2007) ve İsrail (2010) ile münhasır ekonomik bölge (MEB) anlaşmaları yapmaya başlamasıyla enerji piyasasında yükselen bir aktör haline gelmiştir. Bu adımların temel motivasyonu, adanın güneyinde keşfedilen enerji rezervlerinin uluslararası hukuk çerçevesinde güvence altına alınması ve GKRY’nin bölgesel enerji projelerinde merkez ülke haline gelmesidir.
Lübnan ile imzalanan 2007 tarihli sınırlandırma anlaşması, her ne kadar Lübnan Parlamentosu tarafından onaylanmamış olsa da, GKRY tarafından yürürlüğe konmuş ve kendi ruhsatlandırma alanlarını bu anlaşmaya dayandırmıştır. Lübnan’ın onay vermemesindeki temel neden ise, GKRY’nin belirlediği hatların İsrail ile yaşadığı deniz yetki ihtilafıyla çakışması ve Lübnan’ın bu süreçte İsrail karşısında dezavantajlı duruma düşmek istememesidir.
Bu açıdan bakıldığında, GKRY–Lübnan anlaşması bölgesel enerji politikalarının siyasi karmaşadan bağımsız yürütülemediğinin önemli örneklerinden biridir.
Anlaşmanın Uluslararası Hukuk Çerçevesindeki Yeri
GKRY–Lübnan anlaşması, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (BMDHS) MEB ve kıta sahanlığına ilişkin hükümlerine dayandırılmıştır. Ancak burada kritik bir husus bulunmaktadır: KKTC ve Türkiye, GKRY’nin adanın tamamını temsil etme iddiasını kabul etmemektedir. Dolayısıyla, GKRY’nin tek taraflı olarak adanın güneyinde ve kuzeyinde hak talep etmesi, uluslararası hukukun “hakkaniyet” ilkesi açısından tartışmaya açıktır.
Türkiye’nin tezleri şu noktalarda yoğunlaşmaktadır:
- GKRY, adadaki Kıbrıs Türk toplumunun haklarını yok sayarak anlaşmalar yapmaktadır.
- Adaların (özellikle Yunanistan’a bağlı Meis örneği) orantısız deniz yetki alanı üretmesi mümkün değildir; hakkaniyete dayalı sınırlandırma esastır.
- Ada özelindeki siyasi durum çözülmeden GKRY’nin tüm adayı temsil eden anlaşmalar yapması hukuki açıdan sorunludur.
Bu bağlamda, GKRY–Lübnan anlaşması, Türkiye tarafından “tek taraflı ve geçersiz” olarak değerlendirilmektedir.
Bölgesel Jeopolitik Dengeler ve Enerji Politikaları
Lübnan’ın Stratejik Hesapları
Ekonomik açıdan çok zor durumdaki Lübnan, ekonomik krizden çıkmak ve enerji gelirlerini güvence altına almak için deniz yetki alanlarını belirlemeyi önemsemektedir. Ancak İsrail ile yaşanan sınır anlaşmazlıkları, Lübnan’ın GKRY ile yaptığı anlaşmayı dondurmasına yol açmıştır. Lübnan, GKRY ile imzalanan anlaşmayı revize ederek hem İsrail karşısında, hem de gelecekteki uluslararası yatırımlar nezdinde daha güçlü bir pozisyona geçmek istemektedir.
GKRY’nin Bölgesel Stratejisi
GKRY, Doğu Akdeniz’de oluşan yeni enerji denkleminde AB üyesi olmanın sağladığı siyasi ağırlığı kullanarak bölgesel koalisyonlar kurmaya çalışmaktadır. GKRY–Mısır–Yunanistan üçlü zirveleri, EastMed projesi ve İsrail ile enerji ortaklığı bu stratejinin temel unsurlarıdır. Bu adımların önemli boyutlarından biri de Türkiye’yi bölgesel enerji platformlarından dışlamaya yönelik hamlelerdir.
Türkiye’nin Mavi Vatan Doktrini Çerçevesindeki Pozisyonu
Mavi Vatan, Türkiye’nin deniz yetki alanlarının korunmasını, güç projeksiyonu oluşturulmasını ve Doğu Akdeniz’de oyun kurucu rolü benimseyen bir stratejik yaklaşımı ifade etmektedir. Henüz resmi bir doktrin olarak kabul edilmese de, bu yaklaşım, Türkiye’de milliyetçi ve güvenlikçi çevrelerde büyük destek görmektedir. Bu çerçevede, Türkiye, şu stratejik adımları atmaktadır:
- KKTC ile kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması,
- Barbaros Hayrettin Paşa ve Oruç Reis gibi sismik araştırma gemilerinin bölgede faaliyetleri,
- Libya ile imzalanan Deniz Yetki Alanı Mutabakatı,
- Doğu Akdeniz’de aktif donanma varlığı.
Bu nedenle, GKRY–Lübnan anlaşması, Türkiye için yalnızca hukuki bir ihtilaf değil, aynı zamanda bölgesel enerji ve güvenlik stratejisini etkileyen bir gelişme olarak görülmektedir.
GKRY–Lübnan Anlaşmasının Mavi Vatan’a Muhtemel Etkileri
Türkiye’nin Deniz Yetki Alanı Argümanlarının Zedelenmesi İhtimali
Lübnan’ın GKRY ile anlaşmayı aktif hale getirmesi veya yeni bir revize anlaşma yapması durumunda, Türkiye’nin “Doğu Akdeniz’de hakkaniyetli paylaşım” tezleri zayıflatılmaya çalışılabilir. GKRY, bu anlaşmayı AB ve ABD nezdinde Türkiye karşıtı diplomatik bir araç olarak kullanma çabasına girebilir.
KKTC’nin Yetki Alanı Taleplerinin Göz Ardı Edilmesi
GKRY’nin Lübnan ile MEB sınırlandırması yapması, Kıbrıs Türk halkının da üzerinde hak iddia ettiği deniz yetki alanlarının dışlanması anlamına gelmektedir. Bu durum, KKTC’nin uluslararası görünürlüğünü azaltmaya yönelik bir girişim niteliği taşır.
Enerji Koridorlarında Türkiye’nin Dışlanma Senaryosu
GKRY’nin Lübnan ve İsrail ile enerji iş birliğini derinleştirmesi durumunda, Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya taşınmasında Türkiye’nin stratejik rolü geri plana itilmek istenebilir. Ancak teknik ve ekonomik faktörler, Türkiyesiz bir enerji koridorunun sürdürülebilirliğini tartışmalı hale getirmektedir.
Lübnan’ın Türkiye ile İş Birliği Potansiyeli
Türkiye’nin diplomatik girişimleri ve Lübnan’ın İsrail’e karşı dezavantajlı konumu, Lübnan’ın GKRY ile yapacağı sınırlandırma adımlarında temkinli davranmasına yol açabilir. Dolayısıyla, Türkiye, bu süreci Lübnan nezdinde diplomatik fırsata dönüştürme imkânına sahiptir.
Stratejik Değerlendirme ve Türkiye İçin Politika Önerileri
Bizce;
- Lübnan ile doğrudan diplomatik temasların arttırılması, GKRY’nin tek taraflı girişimlerinin etkisini azaltacaktır.
- KKTC’nin deniz yetki iddialarının uluslararası platformlarda görünür kılınması, hukuki argümanların güçlenmesine katkı sağlar.
- Enerji diplomasisi ve bölgesel iş birlikleri derinleştirilmeli, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de merkez ülke konumu pekiştirilmelidir.
- Libya Mutabakatı benzeri (örneğin Mısır ile) yeni deniz yetki sınırlandırma anlaşmaları araştırılmalı; bölgesel denklem çeşitlendirilmelidir.
- Türkiye’nin donanma varlığının ve enerji arama kapasitesinin sürdürülmesi, sahada caydırıcılığı devam ettirir.
- İsrail’le ilişkilerde daha stratejik ve akılcı davranılmalı ve Tel Aviv’in tarafsız çizgiye çekilmesi sağlanmalıdır.
Sonuç
Güney Kıbrıs–Lübnan deniz yetki alanı anlaşması, Doğu Akdeniz’deki güç dengelerini etkileyen stratejik bir adımdır. Bu anlaşma, tek başına hukuki bir metin olmanın ötesinde, AB’nin bölgesel stratejileri, İsrail–Lübnan rekabeti, GKRY’nin enerji politikaları ve Türkiye’nin Mavi Vatan doktrini çerçevesinde çok katmanlı bir jeopolitik niteliğe sahiptir.
Türkiye açısından en kritik konu, bu tür anlaşmaların Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayması ve Türkiye’yi bölgesel enerji-deniz jeopolitiğinin dışına itme girişimleridir. Dolayısıyla, GKRY–Lübnan anlaşmasının etkilerini azaltmak; diplomatik, hukuki ve stratejik çok yönlü bir yaklaşım gerektirmektedir.
Kapak fotoğrafı: Güney Kıbrıs Devlet Başkanı Nikos Hristodulidis ve Lübnan Devlet Başkanı Joseph Aoun (Evrensel)
Oğuzhan MANİOĞLU
























































