Suriye ve Irak topraklarında “vahşet” ile anlamlanan ve bir toplumsal/siyasal yapı kurgulamaya çalışan ve bu anlamda da terör eylemlerini hız kesmeden sürdüren IŞİD’e karşı verilecek mücadele ABD Başkanı Obama’nın açıkladığı “plan”ın ardından artık tüm yönleriyle ortaya çıkmaya başladı. Obama’nın açıklamaları, hiçbir Batılı ülkenin ya da NATO üyesinin Suriye ve Irak’a kara operasyonu düzenlemeyeceğini, havadan gerçekleştirilecek nokta operasyonlar ile IŞİD’in zayıflatılacağını ve öldürücü darbeyi vurmanın ise bölgenin yerel unsurlarının işi olduğunu açıkça vurguluyor.
IŞİD’e karşı karada mücadele verecek aktörlere göz gezdirdiğimizde, bu yerel unsurların çok büyük bir bölümünün Türkiye’nin şüpheyle yaklaştığı ya da Türkiye’ye şüpheyle yaklaşan unsurlar olduğunu görürüz. Bu bakımdan, ABD’nin planı doğrultusunda “başarı elde etmesi” öngörülen aktörlerin elde edecekleri başarı onların Türkiye ile olan ilişkilerinde “siyasal ve bölgesel meşruiyeti” ele geçirmesi ve güçlenmesi anlamına gelecektir. Bu aktörlerin çok büyük bir bölümünün Türkiye tarafından kendi bölgesel çıkarlarına birer tehdit olarak anlamlandırıldıkları ve Batılı başkentlerin de bu aktörlerin önemli bir bölümü ile ilgili olarak bu tarz bir yaklaşımı içselleştirmiş oldukları bilindiğine göre, bölgesel dengeler açısından çok önemli bir değişim gerçekleşmek üzere denilebilir. Hiç kuşkusuz, bu durum, dış politika stratejisini değiştirmediği müddetçe Türkiye’ye olumsuz anlamda etki edecek ve Türkiye’nin bölgesel anlamda ikinci plana itilmesine yol açabilecektir.
Peki, kimdir bu Obama’nın planında altı çizilen yerel aktörler? Her şeyden önce, Irak merkezi yönetiminin rolünün altı çizilmiş durumdadır. Tabii bu noktada Türkiye’nin de elini güçlendirecek bir değişim yaşanmıştır. Nitekim gerek Türkiye’nin, gerekse de Kürtlerin karşı çıktığı Nuri El Maliki başbakanlık koltuğunu Haydar El İbadi’ye bırakmış ve Cumhurbaşkanlığı yardımcılığına getirilmiştir. Hatta bu değişimin gerçekleştirilebilmesi noktasında ABD ile İran ortak noktada buluşmuş ve bir “nefret objesi” haline gelmiş olan Maliki koltuğundan uzaklaştırılmıştır. Böylece Irak merkezi hükümetinin ulusal/bölgesel meşruiyeti artmıştır. Hiç şüphesiz, IŞİD’e karşı verilecek mücadelede en ön safta yer alacak olması, elde edilecek başarıya paralel olarak Irak merkezi hükümetinin meşruiyetini daha da arttıracaktır. Bu bakımdan, Türkiye’nin, Irak merkezi hükümeti ile Maliki döneminde yaşanan gerginliği aşmak için harekete geçmesi gerekmektedir.
Obama’nın altını çizdiği operasyon bağlamında bölgesel meşruiyetini arttıracak bir diğer aktör ise İran’dır. Zira İran, gerek Nuri El Maliki’nin iktidardan uzaklaştırılması hususunda verdiği destek, gerek “Kudüs Birliği” eliyle sağlayacağı operasyonel katkı, gerekse de askeri ve lojistik çerçevede sağlayacağı tamamlayıcı yaklaşım ile kara operasyonu ekseninde Irak’ın ve IŞİD’e karşı kurgulanacak uluslararası koalisyonun en önemli üyesi haline gelecektir. Hiç şüphesiz, bu durum, Irak ve Suriye’de yaşanan siyasal kriz ekseninde İran’ın söz söyleme ve uluslararası algıyı şekillendirebilme yetisine katkı sağlayabileceği gibi bu ülkenin bölgesel bir dengeleyici/lider olabilme yönündeki iradesine de uluslararası bir meşruiyet kazandıracaktır. Tüm bu faktörler ortada iken, Türkiye’nin de İran ile olan ilişkilerine gerçek bir stratejik boyut kazandırma anlayışını içselleştirmesi ve özellikle İran üzerinden Şiilere yönelik olarak gerçekleştirdiği “rekabet” algısını işbirliği temelinde farklılaştırması gerekmektedir.
Bölgesel Kürt Yönetimi ile PKK/YPG unsurları ise Obama’nın bahsettiği hava operasyonunu tamamlayacak en önemli kara unsurları arasında görülmelidir. Bölgesel Kürt Yönetimi’ne bağlı Peşmerge gücü, Musul’un işgalinin ardından Irak Ordusu’nun da çekilmesiyle Irak’ın kuzeyinde görülen IŞİD yayılmacılığına karşı koymaya çalışan en önemli operasyonel kuvvet olarak zaten ciddi bir toplumsal/siyasal meşruiyet kazanmış durumdadır. Şimdi, başta ABD olmak üzere Batılı aktörlerin sağlayacağı silah ve mühimmat desteği ile Peşmerge’nin etkinliği arttırılmak ve Irak Ordusu ile koordine olacak şekilde IŞİD’in üzerine gönderilmek istenmektedir. Bu durum, Bölgesel Kürt Yönetimi’ni sözü geçen, etkin bir aktör haline getirecek ve hatta bölge yöneticilerinin altını çizdiği “bağımsızlık” talebine dahi orta vadede daha sıcak yaklaşılabilmesini gündeme getirebilecektir. Türkiye’nin, Bölgesel Kürt Yönetimi ile ilişkileri ekonomi ve enerji tabanlı bir stratejik işbirliği eksenine oturmuş durumdadır. Ancak bölgenin IŞİD ile mücadele bağlamında elde ettiği siyasal desteğin orta vadede bölge yöneticileri tarafından dillendirilen “bağımsızlık” söylemine desteğin de artması anlamına geleceği ortadadır. Irak Ordusu’nun çekilmesiyle Kerkük’ü egemenlik alanına alarak çok önemli bir sorununu çözmüş ve bölgede yaşayan Türkmen, Ezidi ve Hıristiyanları IŞİD zulmünden kurtarmak için mücadele etmiş bir Bölgesel Kürt Yönetimi’nin elde ettiği/edeceği etkinliğe bağlı olarak orta vadede bağımsızlık söylemine çok daha fazla taraftar bulacağı da ortadadır. Hiç şüphesiz, bu durum en fazla Türkiye’yi etkileyecektir. Bu nedenle, şimdiden bu duruma hazırlıklı olunmak gerekir.
PKK/YPG unsurları ise, IŞİD ile mücadele bağlamında Peşmergelere yardımcı olmaktadır. Hatta başta Türkiye Kürtleri olmak üzere, Kürtlerin önemli bir bölümünün PKK çizgisi ile Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki rekabetin/anlaşmazlığın artık giderilmesi gerektiği yönünde bir söylemi benimsediğini de görüyoruz. Bu bakımdan, IŞİD faktörü, Kürt ulusçuluğunun yekvücut hale gelmesi/getirilmesi yönünde önemli bir dışsallık haline gelmiştir. PKK/YPG’nin Irak ve Suriye’de elde ettiği uluslararası meşruiyetin ve Bölgesel Kürt Yönetimi ile oluşturacağı birliğin en fazla etki edeceği aktör ise Türkiye olacaktır. IŞİD ile mücadele ekseninde Peşmerge’ye verilecek silahların önemli bir bölümünün PKK’nın eline geçeceği de unutulmamalıdır. Bu bakımdan, Türkiye’nin PKK’yı dengeleyebilmek için Bölgesel Kürt Yönetimi ile geliştirdiği ilişkilerin orta vadede işe yaramama ihtimali artmaktadır. Türkiye’nin, böyle bir durumda ne tür bir strateji benimseyeceği ise merak konusudur.
IŞİD ile mücadele ekseninde uluslararası meşruiyetini arttıracak bir başka aktör ise Esad Yönetimi olacaktır. Zira Obama’nın da açıkladığı üzere, IŞİD ile mücadele Suriye topraklarını da kapsayacaktır. IŞİD’in merkezinin Rakka olduğu bilindiğine göre Suriye Ordusu’nun ve Muhaberat’ın sağlayacağı operasyonel ve istihbari destek olmadan bu örgütün çökertilebilmesi pek de mümkün görünmemektedir. Hatta ABD ile Suriye Yönetimi arasında, Almanya eliyle bir istihbari köprünün oluşturulduğuna yönelik haberler de Batı medyasında yayınlanmaktadır. Suriye muhalefetinin genel etkisizliği ve hatta dönüşüm geçirerek Selefi bir anlayışa entegre olması, IŞİD’in toplumsal altyapısını ortadan kaldırmak isteyen Obama ile müttefiklerini Esad ile işbirliğine zorlamaktadır. Türkiye’nin Esad karşıtı tutumunun bu durumdan nasıl etkileneceği ise tam bir soru işaretidir. Suriye’de muhalefetin tam anlamıyla köşeye sıkıştığı ve IŞİD eliyle adeta “şeytanlaştırıldığı” bir ortamda Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirmesi ve duygusallığı terk ederek rasyonel davranmaya başlaması gerektiği de ortadadır.
Obama’nın açıkladığı planın hayata geçirilebilmesi için yerel unsurların desteği birincil önemdedir. Destek vermesi beklenen unsurların hemen hepsi, Türkiye’nin farklı sebeplerle sorunlar yaşadığı ya da çekinceyle yaklaştığı aktörlerdir. Özellikle Kürt meselesi ve Kürdistan konusunda farklı bir siyasal görünümün oluşmak üzere olduğu ortadadır. ABD için İran’ın bölgesel görünümü de artık bir “düşman” olmaktan ziyade desteği gereken bir bölgesel aktör haline yükseltilmek üzeredir. Bu bakımdan, Türkiye’nin Şii ve Kürt kimliklerini bir tehdit olarak görmekten vazgeçmesi ve Sünni kimliğinin çerçevesi içerisine sıkışan tutumunu rasyonel bir bağlamda farklılaştırması gerekmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU