Geçtiğimiz günlerde Avrupa Parlamentosu 2015 yılı Türkiye ilerleme raporu açıklanmıştır. Raporun ,Türkiye-AB ilişkilerinden çok, Türk-Rus ilişkileri üzerinde durulan bölüm ve kısımları gayet manidardır. Konunun bu kısmına gelmeden önce, ilk olarak raporun önemli noktalarına göz atmakta fayda var.
Haziran ayında gerçekleşen Türkiye genel seçimleri sonucunda, 13 yıldır iktidardaki İslamcı-muhafazakâr AKP, sandıktan birinci parti olarak çıkmasına rağmen mecliste tek başına iktidar olmak için gerekli çoğunluğa erişememiştir. Türkiye’de şu an bile halen koalisyon konusu tartışmaları sürerken, Brüksel ise Türkiye’nin ilerleme raporunu açıkladı. Rapor, Türk tarafında kıyametlerin kopmasına yol açtı. Türk Dışişleri Bakanlığı, raporu sert bir dille eleştirmiş ve bunu kabul etmeyeceklerini bildirmiştir. Doğal olarak akla gelecek ilk soru şudur; raporun içerisinde ne söylenmiştir ki, AB-Türkiye ilişkileri üzerine yeniden karabulutlar çökmüştür?
Türkiye-AB ilişkileri, yaklaşık 50 yıllık bir geçmişe sahiptir. AB-Türkiye ilişkilerinde her faslın açılıp-kapanması sürecinde Türkiye’ye yönelik siyasi, ekonomik, insan haklarına dayalı ve Kıbrıs sorunu ile alakalı eleştiriler artık geleneksel başlıklar konumuna gelmiştir. Fakat 2015 yılı raporunda, bu geleneğin de dışına çıkılmış olduğu gayet iyi görülmektedir. AP raporunda, Türk-Rus ilişkileri üzerine çok dikkat çekici tespitlerde bulunulmuştur. Aslına bakılırsa, bu bir sürpriz değildir ve aksine beklenen bir durumdur. Son yıllarda Türk-Rus ilişkileri, tarihte hiç görülmemiş bir hızla ticari ortalıktan stratejik ortaklığa doğru gitmektedir. Tabii burada önemli bir ayrıntı vardır; Türkiye, her ne kadar Rusya ile olan ilişkileri stratejik değerlendirmiş olsa bile, ilişkilerde halen ağırlık olarak ekonomik sebepler birinci sıraya oturmaktadır. Onun için, Türkiye ve Rusya arasındaki stratejik ortaklığı şu an için “flört dönemi” olarak nitelendirmek daha sağlıklı olur. Bunun asıl sebebi ise, Türkiye’nin NATO ile olan ilişkileridir. Fakat durum bundan ibaret olsa bile, belli küresel ve bölgesel güçleri bir o kadar rahatsız ettiği gayet açıktır. Bunun en büyük etkisini de AP Türkiye raporunda görmekteyiz.
Bilindiği üzere, AB ile Rusya arasında Kırım krizi ve belirli birçok konuda şu an için siyasi ve ekonomik olarak çok boyutlu sorunlar var. ABD ve AB’nin Rus tarafına koyduğu ekonomik ambargo ve izolasyon çalışmaları ve akabinde gelen siyasi yaptırım kararı gibi birçok noktada yaşanan derin krizler, hali hazırda yerini koruyor. AB’nin üç büyük gücü Fransa, İngiltere ve Almanya’nın, Rusya’ya yönelik olarak yapılan izolasyon çalışmalarında lokomotif ülkeler olduğu gayet net. Türkiye’nin bu yaptırım kervanına katılmak istememesi ve tam tersine Türk Akımı ve nükleer santraller gibi dünya çapında ses getiren projeleri Rusya ile birlikte üstlenmesi, AB içerisinde belli odakları rahatsız etmiş olacak ki, AP raporu içerisinde bu konu geniş biçimde yer almış durumdadır. Aslında bu gerilim, Kırım nedeniyle başlamıştır.
Türkiye, Kırım konusunda en zayıf tepkiyi vermiş olan bölgesel güçlerden birisidir. AB üyeleri Rusya’ya bu konuda ABD ile beraber ateş kusarken, Türkiye, Karadeniz havzasında yer alan bir ülke olması nedeniyle, verilen tepki konusunda daha çekimser kalmıştır. Her ne kadar Türkiye, Kırım konusunda AB ile örtüşen fikirleri seslendirse de, Türk hükümeti için Karadeniz’de çıkabilecek daha yüksek düzeyli bir krizin kendisini etkilemesi gibi bir senaryonun verdiği endişe, bu ülkeyi ilerleyen süreçte AB ile farklı noktalarda düşünmeye sevk etmiştir. Bunun birinci sebebi, Kırım’daki Tatar Türklerinin geleceği ve Karadeniz jeopolitiğinin kendi aleyhine dönmesine yönelik çekincedir denebilir. İkinci büyük sebep ise, Türkiye’nin enerji konusunda büyük oranda Rusya’ya bağımlı olmasıdır. AB’nin Rusya hakkındaki yaklaşımı, Türk dış politikasında bu sebeple fay kırılmalarına engel olmuştur.
Rapora bakıldığında, Türkiye’ye yönelik istek ve beklentilerin bir nevi hayal düzeyinde olduğu görülmektedir. PKK’nın terör listesinden çıkarılmasının gündeme gelmesi, Rusya ile ortak nükleer santral yapımının durdurulmasına yönelik beklentiler, 1915 olayları hakkındaki asılsız Ermeni iddialarının kabulü ve üstü kapalı olarak değinilen “Türk Akımı” hakkındaki eleştiriler bunlara örnek olarak verilebilir. Türk tarafı, raporu hayretler içerisinde karşılamıştır. Aslında bu, AB’nin bu konuda ne kadar çaresiz olduğunu göstermektedir. AB’nin üçüncü bir aktör olarak Türk-Rus ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerine ve anlaşmalarına müdahil olmak istemesi, tam bir saçmalıktır. Türkiye ve Rusya, iki bağımsız ülkedir ve ikisinin de kendi aralarında ya da başka ülkeler ile yapacakları bu tarz anlaşmalar, başka ülkeleri kapsamaz ve bağlamaz.
Nükleer enerji konusunda getirilen eleştiri de, diğer bir hayret verici durumu oluşturmaktadır. Rapora göre, bölge sismik bir alandır ve tehlike arz etmektedir. Oysa AB üyesi Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerdeki nükleer santrallere bakıldığında, tarihlerinin ve teknolojilerinin daha eski ve tehlikeli olduğu görülmektedir. Mersin Akkuyu’da kurulacak santral ise, son model teknoloji ile inşa edilmektedir. Bu yüzden, AB’nin bu konuda verdiği tepki mantıksız görünmektedir.
Türk Akımı konusunda gelindiğinde ise, Rusya’nın AB’ye göndereceği enerjiyi Türkiye üzerinden geçirmesi, kendi açısından büyük bir jeostratejik avantajdır. Ukrayna, enerji güvenliği açısından artık stabil bir ülke konumunda değildir. Rusya ile Ukrayna arasında enerji konusunda yaşanan büyük borç krizi de hala hafızalarda bulunmaktadır. Rusya’nın yeni enerji koridoru olarak Türkiye’yi güvenilir bir partner olarak görmesi, bu nedenle gayet doğaldır. Türkiye, güvenilir bir partnerdir ve Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmamıştır. AB tarafı, özellikle Türk Akımı konusunda yaptığı çaresiz manevralarla Türk hükümeti üzerindeki eski meşrutiyetini kaybetmiş durumdadır. Daha yakın zamanda Makedonya’da çıkan olaylar ve onun öncesinde Bulgaristan’ın projeden baskı yoluyla çekilmesinin sağlanması gibi konular, AB’nin Türkiye’ye yönelik tavrını da açıklamaktadır.
Şimdilerde Türk toplumu içerisinde de AB’ye girilmesi konusunda büyük bir isteksizlik ve AB’ye yönelik sert tepkiler vardır. Türk toplumu, yaklaşık 50 yıldır kapı dışında bekletilmekten bir hayli usanmış olacaktır ki, Türk hükümeti de artık verdiği AB kararlarında bu ruh halinin örneklerini göstermektedir. AB’nin önce şunu sorgulaması gereklidir; Türkiye mi onlara muhtaçtır, yoksa onlar mı Türkiye’ye muhtaçtır? Bugün stratejik olarak Ortadoğu ve yakın coğrafyasında Türk lojistiği olmaksızın manevra kabiliyetine erişmek, AB ülkeleri için neredeyse imkânsızdır. İkinci en büyük ironi ise, Rusya’ya yapılan bunca ekonomik ve siyasi engellemelere rağmen, AB üyesi ülkelerin Rus enerjisine muhtaç olmalarıdır.
Avrupa Birliği Türkiye konusunda bu farazi eleştirilerini dile getirirken, AB içerisinde yükselen AB karşıtlığını da anlaşılan bir kenara itmiş, yahut görmezden gelmektedir. Oysa Yunanistan ile yaşanan ekonomik kriz hala çözümlenebilmiş değildir. Yunan tarafının Türk Akımı projesine yeşil ışık yakması da, AB açısından bir diğer kan kaybını oluşturmaktadır. Yunan halkı, kendilerine yapılan çifte standart konusundaki tepkilerini artık daha yüksek sesle dile getirmektedirler. Keza Yunan hükümeti de, AB içerisinde para akışının tek bir ülke (Almanya) ve lider (Şansölye Merkel) tarafından yönetilemeyeceğini İngiltere’den sonra belirten bir diğer iktidar olmuştur. Artık AB içerisinde Macaristan, Yunanistan ve İngiltere (Birleşik Krallık), Avrupa Birliği’ni kabaca tarif edersek sorgular duruma gelmişlerdir. Euro bölgesi artık sorgulanmakta ve AB’nin geleceği konusunda belirsizlikler hızla artmaktadır. İngiltere’nin burada verdiği tepkinin en büyük nedeni ise, para akışı konusunda Fransa ve Almanya’nın AB içerisinde daha etkin olmak istemelerinden kaynaklanmaktır. İngiltere, bunu içine asla sindirememiş olacaktır ki, konu birlikten ayrılmaya kadar gelmiştir. İngiltere Başbakanı David Cameron, seçimlerden sonra bu konuyu referanduma götüreceğini açıklamıştır. Akabinde Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un “İngiltere’yi eğer AB’den çıkacaklarsa kırmızı halı ile uğurlarız” lafı da hala akıldadır ve manidardır. İşin özüne dönüldüğünde, AB içerisinde bu çatlaklar varken, farazi bir şekilde Türk-Rus ilişkilerindeki ekonomik ve siyasi gelişmeleri bu denli fütursuzca eleştirmek, saçmalıktan başka bir şey değildir. AB’nin bu tavrı, hâlihazırda Türk toplumu içerisinde olan AB karşıtlığını daha da körükleyerek, AB ve üye ülkelere olan güven kaybını derinleştirecektir. Bu, çok önemli bir hatadır…
Asya ve Avrupa arasında köprü vazifesi gören ve jeopolitik olarak çok özel bir konumda bulunan Türkiye ile ilişkileri kriz boyutunda derinleştirmek, AB açısından tehlikeli ve endişe verici bir durum oluşturur. Son yıllarda yaptığı büyük ekonomik, siyasi ve savunma sanayii atılımlarıyla dikkat çekmiş olan Türkiye, 80 milyonluk nüfusu ve dünyanın 17. en büyük ekonomisi görünümüyle, AB ülkeleri için büyük bir ekonomik pazarı teşkil etmektedir. AB üyesi ülkelerin, Türkiye gibi geniş yelpazede ekonomik pazar hacmine sahip bir ülkeyi kaybetmesi, Türkiye’den çok AB üye ülkelerine zarar verir. Rus-Türk ilişkilerini eleştirirken, bunlar da dikkate alınmalı ve şahsi çıkarlar ile hareket edilerek rapor yayınlamanın nelere sonuç verebileceği konusunda daha iyi düşünülmelidir.
Geçtiğimiz gün içerisinde gelişen diğer bir önemli olay ise, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Vladimiroviç Putin’in, Azerbaycan’ın ev sahipliğini yaptığı Bakü’deki “2015 Avrupa Oyunları” açılışında görüşmüş olmalarıdır. Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev tarafından bizzat davet edilerek oyunlara katılan Erdoğan ile Putin, oyunların açılışı sırasında AP raporuna eşzamanlı olarak özel bir görüşme gerçekleştirmişlerdir. İşin diğer bir trajikomik yönü ise, hiçbir Avrupalı Devlet Başkanı ya da Başbakanı’nın törenlerde bulunmamasıdır. Sonuç olarak, Türkiye seçimden sonra yeni bir sürece girmiş bulunmaktadır. Ülkede hala koalisyon konusunda tartışmalar sürerken, Türkiye-Rusya ve AB üçgeninde nelerin yaşanacağını ilerleyen haftalarda hep birlikte göreceğiz.
Saltuk Buğra BOZKURT
One Comment »