SİYASAL GÜVEN VE SİYASAL GÜVENSİZLİK

upa-admin 16 Şubat 2016 2.346 Okunma 0
SİYASAL GÜVEN VE SİYASAL GÜVENSİZLİK

Siyasal güven konusunda ilk ciddi çalışmaları yapan Amerikalı ünlü Siyaset Bilimi Profesörü David Easton’a göre; güven, “siyasal otoritelere ya da rejime yönelik yaygın destek” olarak tanımlanabilir. Siyasal güven, daha özel anlamda ise şöyle tanımlanabilir; “Halkın, siyasal sistemin herkes için eşit ve adil sonuçlar doğuran politikalar üretebileceğine ilişkin yaygın inancını, ya da vatandaşların kendi siyasal inanç ya da moral değerlerine göre sorumlu siyasal otoriteler ve kurumların performansının değerlendirilmesine dayanan bir yargı”. Almond ve Verba’ya göre ise; siyasal güven, “bir bütün olarak sisteme yönelik genelleşmiş tutumlar”dır. Birol Akgün’ün benimsediği Millet ve Listhaug’un tanımına göre ise; güven, “siyasal sistemin vatandaşların taleplerine duyarlı olduğuna ve sürekli bir gözetim olmasa dahi sistemin doğru olanı yapacağına ilişkin kanaatlerin bir özeti”dir. Francis Fukuyama başta olmak üzere birçok ünlü Siyaset Bilimcinin son yıllarda çalıştığı en önemli konulardan olan siyasal güven, günümüz demokrasileri ve rejimleri açısında başarının sırrı niteliğindeki vazgeçilmez bir unsurdur.

Siyaset Bilimi açısından halkın kurumlara karşı güveninin azalması, demokrasi açısından sağlıksız bir durumdur. Yine David Easton’a göre; güvenin azalması, kriz yönetimlerini zorlaştırmakta ve genel anlamda karar alma kabiliyetini azaltmaktadır. Ayrıca Easton’ın düşüncesinde “halk desteğinin belli bir minimum düzeyin altına düşmesi durumunda, her çeşit siyasal sistemin varlığının tehlikeye düşmesi mümkündür”. Türkiye ve benzeri henüz tam anlamıyla demokratik rejimi pekişmemiş, kökleşmemiş ülkelerde ise siyasal güven daha da önemlidir. Zira demokratik kültürün yerleşmediği bu rejimlerde, siyasal güvenin azalması demokratik rejime olan inancın azalması anlamına gelir ve tehlikeli sonuçlara (darbe, iç savaş, otoriter yönetim, terör hareketleri vs.) yol açabilir.

Geleneksel olarak Türk halkının devlete ve onun kurumlarına karşı aşırı güven beslediği bilinmesine rağmen, Türkiye’de son yıllarda yapılan tüm kamuoyu araştırmaları halkın hem kurumlara, hem de yönetim sürecine güveninin azaldığını ortaya koymaktadır. 1990’larda başlayan güven erozyonunun 2000’li yıllardaki ekonomik krizlerle dibe vurduğu kamuoyu araştırmalarında da görülmektedir. Belki de siyasal tarihimizde ilk kez devletin kutsallığı tartışılır hale gelmiştir. Bunun yansıması seçimlerde de görülebilmektedir. 1990’lardan bu yana Türk seçmeni merkezden daha uçlara kaymış ve marjinal kabul edilen siyasal görüşler (siyasal İslam, etnik milliyetçilikler) ve partiler daha popüler olmuştur. Tüm bu gelişmelerin sonucunda, istikrarsız bir siyasal yapı ve halkın sisteme olan azalmış güvenidir.

Siyasal güvensizliği 2 ana başlık altında incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi, güvensizliği talep ve beklentilerin karşılanamamasından kaynaklanan hoşnutsuzluklarla açıklama yaklaşımıdır (demand overload theory). Bu yaklaşıma göre; halkın artan siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel talepleri hükümetler tarafından karşılanmadıkça siyasal güven azalmakta, hoşnutsuzluk ve güvensizlik artmaktadır. Bu nedenle, siyasal güven hükümetin performansı ve ekonomiyle yakından alakalıdır. İkincisi ise, güvensizliği siyasal sistemin işleyiş sürecinde ortaya çıkan haksızlık ve adaletsizliklerden doğan hoşnutsuzluklardan kaynaklandığını savunan yaklaşımdır (procedural frustration). Bu yaklaşıma göre; güvensizliği esas doğuran politikaların kendisi değil, uygulanma süreçleridir. Halkın dışlandığı ya da hoşnutsuz olduğu siyasal prosedür ve süreçler halkın güvenini zedeler.

Profesör Birol Akgün’ün Dünya Değerler Araştırması verilerine dayalı olarak yaptığı analizlere göre; siyasal güveni en güçlü açıklayıcı veri, vatandaşların hükümetin performansından ne kadar memnun olup olmadığını gösteren değişkendir. Bu anlamda, hoşnutsuzluğu demand overload theory ile açıklamak daha makuldür. İkinci önemli değişken ise cinsiyettir. Buna göre; kadınlar erkeklere göre daha şüphecidir, başka deyişle hükümet kurumlarına daha az güvenmektedirler. Üçüncü önemli sırada dine bağlılık gelmektedir. Buna göre; dine bağlılık arttıkça, siyasal güven duyguları da yükselmektedir. Dini inanç otoriteye saygıyı arttırdığı için, daha mutedil ve itaatkâr bir topluluk ortaya çıkmaktadır. Bir diğer önemli bulgu, ülkede yönetimsel süreçte haksızlıklar yapıldığında ya da ülkede büyük çıkar grupları fazla etkiliyse, siyasal güven düşmektedir. Bu da procedural frustration teorisini doğrulamaktadır. Bir diğer önemli bulgu ise, siyasal ilgi ve bilgi arttıkça (genel anlamda eğitim arttıkça), siyasal güvenin azalmasıdır. Yine başka bir bulguya göre; kendini sağcı olarak tarif edenlerde siyasal sistem ve hükümete güven artmaktadır (hükümetlerin sağ partilerden olması da etkili olabilir). Kendini solcu olarak adlandıran kesim ve kişilerde ise, daha şüpheci bir yaklaşım söz konusudur. Çok ilginç bir bulgu, gelir düzeyi ve siyasal güvenin ters orantılı olmasıdır. Refah seviyesi daha yüksek gruplar daha şüpheci, daha yoksul kesimler ise daha fazla güven sahibidir. Burada genelde Türkiye’de iktidarı alan sağ partilerin laiklik yorumlarının şehirli orta-üst sınıf seçmende yarattığı korku ve ekonomik krizlerin şehirli orta ve üst sınıfları kırsal kesime göre daha fazla etkilemesi etken olabilir. Zira buna benzer durumlar başka ülkelerde de görülebilmesine karşın, daha enderdir.

Siyasal güven ve oy verme arasında da bir etkileşim vardır. Miller ve Listhaug’a göre; hükümetin performansından memnun olmayanlar ve ekonomik krizlerden etkilenenler, aşırı sağ ya da sol partilere yönelebilmektedir. Bu anlamda, Türkiye’deki 1990’lar ve 2000’lerde yaşanan siyasal İslam ve etnik milliyetçilikler süreci bir temele oturmaktadır. Refah Partisi’nin 1990’larda, AK Parti’nin 2000’lerde ve HDP’nin 2010’larda hızlı yükselişleri, bu nedenle yaşanan siyasi ve ekonomik krizler ve koalisyon hükümetlerine (özellikle yolsuzluklar) duyulan aşırı güvensizlikle açıklanabilir. Siyasal güveni arttırmak için, hem halkın daha fazla katılımıyla daha demokratik ve daha adil bir rejim kurulmalı, hem de demokrasinin sahne alabileceği gelir seviyesi yükselmiş bir çağdaş toplum yaratılmalıdır.

Türkiye’de yaklaşık 13 yıldır süren AK Parti iktidarı döneminde de, çeşitli grupların devlet nezdinde kayrıldığının toplumun önemli bir bölümünce düşünülmeye başlaması, ÖSYM tarafından düzenlenen sınavların sorularının dahi kimi kesimlere servis yapıldığının ortaya çıkması, nepotizm ve kadrolaşmanın tarihte hiç olmayan seviyelere ulaşması ve tarafsız olması gereken bazı devlet kurumları çalışanlarının politize edilmesi, ülkemizde siyasal güvenin yeniden aşağı seviyelere düşmesinde etkili olan faktörlerdir. AK Parti döneminin bir diğer olumsuz gelişmesi ise, Türk Silahlı Kuvvetleri gibi çok güvenilen bir kuruma duyulan güvenin dahi yaşanan adli süreçlere paralel olarak hızla düşmesi ve Türkiye’de artık hiçbir kuruma güven duyulamayan adeta bir orman düzeninin tesis edilmesidir. Terör örgütüyle başlatılan müzakere sürecinin halka izah edilememesi de bu resme eklendiğinde, ortaya hızla meşruiyeti azalan bir rejim ve güvenliğini kendisi sağlamaya çalışan bir halk çıkmaktadır. Böyle bir güvensizlik ortamından ise iki sonuç çıkabilir; ya güvenliği sağlayacak güçlü bir merkezi otoritenin (Leviathan) yeniden tesisi (bu noktada yeni anayasa ve Başkanlık sistemi tartışmaları anlam kazanmaktadır), ya da farklı sosyal grupların kendi güvenliklerini kendilerinin sağlamaya başlayacakları bir ayrışma/çatışma süreci…

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

KAYNAKLAR

– Akgün, Birol (2007), Türkiye’de Seçmen Davranışı, Partiler Sistemi ve Siyasal Güven, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Satın almak için; http://www.kitapyurdu.com/kitap/turkiyede-secmen-davranisi-partiler-sistemi-ve-siyasal-guven/49100.html.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.