MUSUL OPERASYONU: JEOPOLİTİK VE DİNİ FAKTÖRLERİN KAVŞAĞINDA

upa-admin 25 Ekim 2016 2.145 Okunma 0
MUSUL OPERASYONU: JEOPOLİTİK VE DİNİ FAKTÖRLERİN KAVŞAĞINDA

ABD’nin önderliğindeki koalisyon güçleri, Irak’ın Musul kentini IŞİD’den kurtarma operasyonlarına başladıklarını beyan ederek şehre 3 yönden saldırıya başladılar. Genel olarak burada 36 ülkenin katılımcı olduğu hakkında konuşuluyor. Operasyonun ilk gününde, 200 kilometrelik bir alanın IŞİD’den temizlendiği konusunda haberler yayıldı. Fakat uzmanlar, meselenin başka yönlerine de dikkat çekiyorlar. Onlar, Musul’a saldırının sadece askeri faktörlerle sınırlı olmadığını söylüyorlar. Burada jeopolitik hususlar da kendini gösteriyor. Bunu, Ankara ile birlikte, uluslararası kurumlar da vurguluyorlar. BM hesaplamalarına esasen, Musul’u yüz binlerce insan terk edebilir. Bazı sivil toplum örgütleri ise bu rakamın 200 binden başlayarak 700 bine kadar ulaşabileceğini belirtiyorlar. Üstelik bu sürecin arkasında mezhep ayrımının olmasından bahsediliyor. Demek ki, aslında söz konusu olan, bölgede başlayan mezhep savaşının coğrafyasının genişlemesi tehlikesidir. Bölgenin bazı büyük devletleri işte bundan endişe ediyorlar. Böylece Musul operasyonunun jeopolitik ve dini yönlerinin de aciliyet arz ettiğini itiraf etmeliyiz. Bu durumda, Ortadoğu’da ve ona yakın coğrafyalarda hangi ve nasıl yeni süreçler başlayabilir?

Amerika’nın Ortadoğu İddialarının Devamı: Tehlikeli Süreçler İhtimali Artıyor

Musul’un IŞİD’den temizlenmesi meselesi etrafında gergin bir jeopolitik durum ortaya çıktı. Ana tartışmalar, askeri operasyonda kimlerin yer alması ile ilgilidir. Sorun, askeri operasyonlara katılımla ilişkili değildir. Bölgenin birçok devleti bir kez daha mezhep savaşının kapsam alabilmesinden endişe diyor. Somut ifade edersek, Musul’un ikinci Halep’e dönüşmesi tehlikesi mevcuttur.

Bu konuda daha çok Ankara görüş bildiriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan vurguladı ki, Musul’un Sünni nüfusuna karşı ayrımcılık politikası yürütülebilir. Çünkü Musul’un kurtarılmasına Irak Ordusu’nun Şiilerin çoğunlukta olduğu bölümleri katılıyor, ayrıca Haşdi Şabi birliklerinin de katılımı bekleniyor (bkz.: Erdoğan’dan Musul Operasyonu açıklaması: Operasyonda da masada da olacağız! / “Habertürk”, 17 Ekim 2016).

Türkiye ile birlikte, Irak’ın Kürt bölgesinin liderleri de mezhepsel ihtilaflardan endişe ettiklerini bildirdiler. Bu konuda Mesut Barzani fikrini söyledi. O, Musul’un Halep’e dönüşmemesi için her şeyi yapacağından bahsetmişti (bkz.: Barzani’den Musul Operasyonu açıklaması: DEAŞ’a öldürücü darbe vuruldu / “Habertürk”, 17 Ekim 2016). Kürt lider, peşmergenin IŞİD’e ağır darbe vurduğunu söyledi. Ancak askeri operasyonların uzun süreceğine de işaret etti. ABD komutanlığı ise daha tedbirli bir tutum sergiliyor. Anlaşılan odur ki, burada söz konusu sadece askeri başarılar değildir. Jeopolitik yönü de kapsayan ve bölge için bir çok sorunlar yaratabilen süreçlere ivme verilebilir.

Barzani’nin Bağdat’la bütün meselelerde anlaştıklarını demesine rağmen, artık ilk çatışmanın var olduğu konusunda bilgiler vardır. Öyle ki, Başika doğrultusunda Irak Ordusu’nun askeri birlikleri mezhepçiliği belirten bayraklarla hareket etmişler. Onları Peşmerge güçleri Mahmur ilçesinde durdurmuşlar. Irak Ordusu, askerlerinden bayrağı indirmeyi talep etmişler. Tartışma 24 saate yakın sürdü; fakat yönetimi temsil eden askerler mezhep simgeli bayrakları indirdikten sonra yollarına devam etmeye izin almışlar (bkz.: Peşmerge güçleri ile Irak ordusu arasında “bayrak” krizi / “Habertürk”, 17 Ekim 2016).

Bu arada BM’nin bir uyarısı da çok rahatsızlıklar yaratıyor. Öyle ki, bu uluslararası organizasyon, Musul’da yüz binlerce insanın mülteci durumuna düşebileceği ve bu insanların Türkiye’ye yöneleceği hakkında uyarı yaptı. Fakat bazı STK’lar daha da sefil bir durumun ortaya çıkmasından söz ediyorlar. Onların ortak yaydıkları beyanda şöyle deniliyor: “Biz şimdi Musul’dan beklenen toplu göçe hazırlanıyoruz. Bekliyoruz ki, yakın haftalarda bunların sayısı 200 bin kişi olacak, bir kaç hafta sonra ise mültecilerin sayısı 700 bin olabilir. İnsani kurumlar kıyasıya hazırlanmaya çalışıyorlar, ancak bu kadar insanı birden kabul etmek olağanüstü karmaşık bir meseledir” (bkz.: Сотни тысяч жителей Мосула могут стать беженцами / “Euronews”, 17 Ekim 2016).

Mezhep Çatışması Tehlikesi: Jeopolitik Güçlerin Mücadelesi Fonunda

Ankara ise bu bilgilere şöyle tepki gösterdi: “Eğer Musul’dan yüz binlerce insan göç ederse, biz onları kabul etmeye hazırız. Fakat askeri operasyonlar doğru yapılırsa, hiçbir göç olmayacak” (bkz.: önceki kaynağa). Burada Türkiye’nin “doğru askeri operasyonlar” ifadesinde Musul’a nüfusun Sünni kesimini incitmeyecek güçlerin katılması öngörülüyor. Bağdat’ın şehre Irak Ordusu’na ait birliklerin dahil olacağı hakkında bilgi yayması ise orada mezhep çatışması ihtimalinin kaldığını gösteriyor. Demek ki, her durumda Musul’dan mültecilerin gelmesi ihtimali vardır.

Meselenin diğer bir tarafı, IŞİD için Suriye’nin Rakka kentine koridorun verilmesi ile ilgilidir. ABD, bu koridoru kapatmak niyetinde değildir. Türkiye önerdi ki, bu yönde de askeri operasyonlar başlasın ve IŞİD Rakka’ya akın etmesin. Türkiye resmi düzeyde önerdi ki, “aynı zamanda, Musul, Rakka ve El-Bab’da da askeri operasyonlar yapılsın” (bkz.: 36 ülkenin Musul savaşı / “Habertürk”, 18 Ekim 2016).

Washington ise buna razı değil – burada o yolun bombalanacağından konuşuyorlar. Bu da tehlikelidir, çünkü tecrübe gösteriyor ki, bombalama bu tür durumlarda da sivil insanların toplu katliamı ile sonuçlanır, ya da asıl suçlular çeşitli yollarla ortadan çıkıyorlar. Bu nedenle Ankara Batı’nın bu davranışını da mezhep savaşı planı ile bağlıyor.

Bütün bunlar onu onaylıyor ki, Musul’un IŞİD`den kurtarılması sadece askeri planlar sınırına dahil olan mesele değildir. Ortada ciddi jeopolitik meseleler vardır. Batı Türkiye ve diğer bölge devletlerinin işe karışmamasına çalışıyor. Amerika, burada da durumu denetim altında tutmaya, esas söz sahibi olmaya gayret ediyor. Ona ABD’nin himaye ettiği Irak hükümeti de destek veriyor. İran’ın ise süreçte somut taraftarları ile yer aldığı açıkça görülmektedir. Demek ki, baştan Musul’un tahliye edilmesine bir jeopolitik faktör gibi yaklaşıyorlar. Musul’da çoğunlikta Sünni Araplar ve Türkmenler yaşadıklarından, ABD’nin bu çizgisinin başlıca amacı anlaşılıyor. Washington, burada bölgenin coğrafyasına değil, kendisine uygun siyasi manzara yaratmaya kararlıdır.

Meselenin çok tehlikeli bir yönü ise, bölgede Müslümanlar arasında mezhep ihtilaflarının coğrafyasının genişlemesi riski ile ilişkilidir. Bağdat ve Peşmerge’nin herhangi vaat vermesine rağmen, süreçler tam olarak aynı yönde gelişebilir. Musul’un demografik yapısının değiştirilmesinde çıkarı olan güçlerin varlığı sır değil. Onların etkinlikte olacağı bekleniyor. Bunların arka fonunda bölge için başka tehlike de oluşabilir.

Ortadoğu’nun büyük devletleri arasında ihtilafların ortaya çıkması ihtimali söz konusudur. Bölge genelinde mezhep ayrımı güçlendikçe, devletlerin birbirine yaklaşımı da değişiyor. Bunu gösteren birkaç olgu mevcuttur. ABD’nin önderlik ettiği Batılı ülkeler bloku ise bu eğilimi daha da güçlendirmeye çalışıyorlar. Bu süreç genel olarak İslam dünyasını içerebilir. Böyle gidişat ise hem Müslüman coğrafyasında ciddi sosyal, ekonomik, siyasi, askeri ve insani sorunlar yarata, hem de Avrupa’da İslamofobiyi güçlendirebilir. Göçmenlere karşı Batı’nın insanlık karşıtı muamelesi meydana çok sayıda sorunlar çıkarıyor.

Onu da belirtelim ki, Rusya bu konuda endişelerini birkaç kez ifade etti. Moskova Ortadoğu’dan başlayan kaosun ülkesine de sıçrayabilmesinden endişe ediyor. Bu, bir risk kaynağıdır. Düşünün ki, mezhep çatışması Suriye’den Irak’a sıçramış. Ondan sonra yakın bölgelerde benzer süreçlere yapay olarak start verilmeyeceğine kim garanti verebilir? Güney Kafkasya, Kuzey Kafkasya, Orta Asya, Afganistan ve diğer mekanlarda gerginlik yeni bir seviyeye yükselebilir. Böylece bütün olarak Ortadoğu ve Avrasya mekanında kontrolsüz gelişmeler meydana çıkar.

Musul Operasyonu’na bu hükümler açısından bakıldığında, yeterince tehlikeli ve hassas hususları görüyoruz. Demek ki, burada söz konusu geniş etkili olaylardır. Bunun sorumluluğunu her bir Müslüman devletin derinden hissetmesine ihtiyaç vardır. Çünkü “suda batanı sadece kendisi kurtarabilir”.

Newtimes.az

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.