EN GÜÇLÜ BİLE EFENDİ OLACAK KADAR GÜÇLÜ DEĞİLDİR

upa-admin 04 Kasım 2016 1.774 Okunma 0
EN GÜÇLÜ BİLE EFENDİ OLACAK KADAR GÜÇLÜ DEĞİLDİR

Uzun ve bir o kadar renkli Başkanlık seçim kampanyasının ardından, ABD’nin 45. Başkanı 8 Kasım Salı günü belli oluyor. Demokratların adayı Hillary Clinton ile Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump arasında, belki de Amerikan seçim kampanyaları arasında en çok skandal dolu olan bir seçim süreci yaşandı. Elbette, Amerikan halkı kendi ülkeleri için en faydalı göreceği adaya oyunu verecek. Fakat dünyanın asıl endişesi, yeni Başkan ile ABD dış politikası ve ulusal gücünün hangi yönde değişeceği ve gelişeceğidir.

Bush Doktrini ile Amerikan imajı çöktü

Kuşkusuz George W. Bush döneminde Amerika’nın uyguladığı askeri ve diplomatik stratejiler -“Bush Doktrini”-, 2001 Afganistan ve 2003 Irak Savaşları ile Amerikan prestijinin dünya nezdinde yerle bir olmasına neden oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’nin güçlü bir aktör olarak ortaya çıkmasını sağlayan manevi otoritesi, kademe kademe tüm Soğuk Savaş süresince ve son olarak da G. W. Bush’un Başkanlığında iyiden iyiye sarsılmaya başladı. Yönetilemeyen mali politikalar ve dış politika, bundan ilham alan diğer ülkeler ile ABD’yi büyük bir bataklığın içine sürükledi. Neticede, ABD, kendi değer ve çıkarlarını yansıtan bir dünya düzeni tesis etme kapasitesini kaybetmeye başladı.

Obama’nın Kahire Üniversitesi’ndeki konuşması İslam Dünyası’nda barışı hedefliyordu

Türk-Amerikan ilişkilerinin akıbetini iyi analiz edebilmek için, öncelikle iki dönem Başkanlık koltuğunda oturan Obama’nın dönemini değerlendirmekte fayda var. Obama, 2008 yılının Kasım ayında Başkanlık yarışını kazandığında, önünde devasa boyutta iç ve dış politika meseleleri vardı. Öncelikle, dünya genelinde çöken Amerikan imajını düzeltmek için tüm dünyanın merakla beklediği konuşmayı, Obama, o günlerde Kahire Üniversitesi’nde yaptı. İslam dünyası ile Amerika arasında gerginliğin hakim olduğu bir dönemde buluştuklarını söyleyen Obama, iki taraf için de yeni bir başlangıç çağrısında bulundu. Obama’nın ikinci isminin Hüseyin olması ve Afrika kökenli Müslüman bir babanın oğlu olmasının da sağladığı intiba, bilhassa Orta Doğu ve Afganistan menşeli “İslami terörizm” söylemlerinin son bulacağı ümidini doğurdu. Hatta konuşması esnasında, Obama, Türkiye’ye de atıfta bulunarak, Türkiye’nin “Medeniyetler İttifakı”nda aktif rol üstlenmesini övdü ve her türlü aşırılık ve terörizme karşı ABD-Türkiye müttefikliğinin önem arz ettiğini vurguladı.

Obama’nın TBMM’deki konuşması de tarihiydi

Ardından, Başkan Obama, ilk okyanus-ötesi resmi ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştirerek, TBMM’de parlamentoya hitaben detaylı ve Türk-Amerikan ilişkilerine önem veren bir konuşma yaptı. Konuşmanın en dikkat çekici bölümleri, Türkiye’nin ABD’nin önemli bir müttefiki olduğu, tüm sorunların iki ülkenin ortak politikalarıyla çözülmesi gerekliliği, terörle mücadele konusunda ne PKK, ne de başka bir örgütün asla desteklenmediği ve ABD’nin hiçbir zaman İslam ile savaşta olmadığı, aksine Müslüman dünyası ile ortaklığın kritik öneme sahip olduğu şeklindeydi. Türk halkının da gönlünü kazanan Obama’ya, Türkiye’nin birçok şehrinden geleneksel hediyeler gönderilmişti. Çünkü ne de olsa babası Müslüman bir siyahi Başkan artık dünyanın süper gücünün başındaydı.

“Bush Doktrini” yerine “Obama Doktrini”

Bush Doktrini’nin bedelini ödemekten yorulmuş olan ABD, bunun yerine “Obama Doktrini”ni geliştirmeyi denedi. Bu da demek oluyordu ki, Amerikan halkının en çok istediği dış politika değişimi Amerika’nın dünyadaki duruşunun iyileştirilmesi olmalıydı. Fakat Obama’nın da Bush döneminin önemli karar alıcılarından olan Robert Gates gibi isimlerle yola devam etmesi, doruğa ulaşan finansal buhranın diğer sanayileşmiş ülkelere sıçrama olasılığının artması ve Afganistan, Irak, İran ile Kuzey Kore’nin nükleer tehlikesi dış politika enkazı devralan Obama’nın manevra sahasını oldukça daralttı. Arap Baharı ile Orta Doğu’nun demografik yapısının değişmeye başlamasının yanında, Obama’nın kongredeki gücünü kaybetmesi belki de Başkan Obama’nın birçok şeyi yapamamasına neden oldu.

Daha içe dönük ve milliyetçi bir Amerika

Beyaz Saray’ın yeni Başkanı ister Clinton ister Trump olsun, Amerika’nın çözüm bekleyen çok ciddi sorunları var. Öncelikle ABD’nin içselleşen sorunları, karar alıcıları içeride toparlanmaya dönük yaklaşıma yöneltecek. Bu demek oluyor ki, geleceğin Amerika’sı daha içe dönük ve daha milliyetçi bir hal alacak. Elbette bu demek değil ki ABD dış politikası yerinde duracak. Yeni dönemde bilhassa Suriye’de siyasi haritanın şekillenme süreci ve terör gruplarıyla mücadelede, ABD, lider konumunu Rus hegemonyasına karşı sürdürmeye devam edecek. Çünkü iki ülke arasında, bu coğrafyayı terörden kim temizleyecek mücadelesi sürüyor. Bunun yanı sıra, Asya-Pasifik politikası önemini koruyacaktır. Neticede ABD’nin Asya’daki ulusal çıkarları, coğrafyaya tek gücün egemen olmasını engellemek, Asya ülkelerinin küresel refaha katkısı sağlamak ve aynı ölçüde kıta genelindeki çatışmalarda kontrolü kaybetmemektir. Çin’in ayak izleri, İran’ın güçlenen rolü, Afganistan’ın geleceği ve terörizmle mücadele, Amerikan ulusal çıkarlarının öncelikleridir.

Savaşlar jeopolitik sıfırlama butonudur

ABD ile birlikte tüm ülkeler için küresel siyasette yeni bir döneme giriyor. Bilindiği üzere, savaşlar, jeopolitik sıfırlama butonudur. Bu anlayıştan hareketle, ABD, yeni savaşları mezhepsel ve etnik temeller üzerinden kontrol edebilir. Fakat ABD, mutlak üstünlüğünün manevi meşruiyetine dünyayı ikna edemediği sürece, insanlık sıkıyönetim altında tehdit algılamaya devam edecektir.

Furkan KAYA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.