PUTİN-ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ VE SURİYE KRİZİ

upa-admin 22 Temmuz 2012 2.900 Okunma 0
PUTİN-ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ VE SURİYE KRİZİ

Avrasya geneli ve Geniş Karadeniz Havzası özelinde bölgesel güvenlik ve işbirliğinin kurgulanabilmesi noktasında çok önemli bir role sahip olan Rusya ve Türkiye, Suriye krizinin yangına dönüştüğü bugünlerde Ortadoğu ile ilgili gelişmelerde büyük çaplı rol oynaması beklenen iki aktör olarak ön plana çıkmış durumdadır. Bu nedenle geçtiğimiz hafta Moskova’da gerçekleşen Vladimir Putin-Recep Tayyip Erdoğan görüşmesi uluslararası basın tarafından oldukça yakından takip edilmiştir. Görüşmelerin içeriği iki ülke arasındaki ekonomik, enerji eksenli, sosyo-kültürel ve siyasal ilişkileri geliştirmek ve gelecek projeksiyonları çizebilmek olarak açıklansa da, son dönemde Rusya ile Türkiye’yi karşıt kamplara bölmüş Suriye meselesi ve Beşar Esad’ın geleceğinin de görüşmeler bağlamında ele alındığı ortadadır.

Putin ile Erdoğan’ın görüşmesinde öncelikle üzerinde durulan konular, 40 milyar dolar sınırına dayanan ticaret hacmini daha da arttırmak, başta Güney Akım ile Samsun-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı projeleri olmak üzere enerji tabanlı işbirliğini derinleştirmek, Akkuyu’ya inşa edilecek olan nükleer santral ile ilgili prosedürleri hızlandırmak, Türkiye’den Rusya’ya gönderilen gıda maddelerine ilişkin olarak ortaya çıkan problemleri halletmek ve tabii ki karşılıklı yatırımlar ile turist akışını arttırabilmek olarak açıklanmıştır. Bahsedilen tüm bu konu başlıkları, 2000 sonrası dönemde Karadeniz odaklı bir müttefikliğe doğru evrilen Rusya-Türkiye ilişkilerine yön veren temel dayanak noktaları olarak görülebilir. Her iki ülkenin de Karadeniz Havzası ekseninde gerçekleştirilebilecek bölgesel işbirliği sürecine, farklı hedefler ekseninde de olsa, destek verdikleri göz önünde bulundurulursa bu tarz ikili zirvelerin sıklıkla gerçekleştirilmesinin doğal olduğunu söylemek gerekir. Erdoğan’ın bu ziyareti, aynı zamanda yeniden başkanlık koltuğuna oturan Vladimir Putin’i kutlama mahiyetini de içermektedir. Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bölgesel manada müttefiklik seviyesine ulaşmasında büyük bir rolü olan iki önemli figürün Moskova buluşmasından iki ülke ilişkilerine dair bu sonuçlar çıkarılabilir.

Ne var ki, Putin-Erdoğan görüşmesinin arka planında yer alan ve çok büyük bir ihtimalle görüşmenin önemli bir bölümünde ele alınmış en temel mesele Suriye’de yaşanan siyasal kriz olmuştur. Görüşmenin yapıldığı gün Şam’da gerçekleştirilen bombalı saldırı sonrası Suriye Savunma Bakanı Davud Racha, Beşar Esad’ın eniştesi Genelkurmay Başkan Yardımcısı Asıf Şevket ve General Hasan Türkmani’nin öldürülmesi ve iddialara göre çok sayıda bakan, bürokrat ve askerin de yaralanması görüşmenin içeriğinin tam manasıyla Suriye’ye kaymasını beraberinde getirmiştir. Ancak iki ülkenin Suriye’ye ilişkin yaklaşımlarının farklı bir çerçevede cereyan etmesi, liderler arasındaki görüşmede ortak bir tutum takınılmasının önüne geçmiştir. Zira Rusya, Suriye meselesini kendisinin uluslararası sistem çerçevesindeki rolünü ve gücünü doğrudan ilgilendiren bir mesele olarak almaktadır. SSCB döneminden itibaren Suriye ile geliştirilen askeri, siyasal ve ekonomik müttefiklik ilişkisi ve elde edilen Tartus Deniz Üssü, Soğuk Savaş dönemindeki sistemik gücünü ve etkinliğini yitiren ve Ortadoğu bağlamında tutunacak bir dal arayan Rusya’nın imdadına yetişen en önemli dayanak noktası olmuştur. Zira Rusya, Esad yönetimi ile geliştirdiği ilişkiler sayesinde coğrafi anlamda çıkışının olmadığı Akdeniz’de bir askeri üsse sahip olmuş ve Ortadoğu’nun en önemli noktalarından birinde ileri derecede askeri, ekonomik ve siyasal ilişkiler geliştirdiği bir müttefiklik bağı kurgulayarak Ortadoğu’da “ben de varım” diyebilmiştir. Rusya, Suriye’de gerçekleşecek bir yönetim değişikliği sonrasında bu ülke bağlamındaki siyasal, askeri ve ekonomik etkinliğinin tamamıyla kaybolmasından ve Suriye’nin Avro-Atlantik Dünyası ile Türkiye’nin küresel ve bölgesel politikalarına eklemlenmesinden endişe etmektedir. Arap Baharı çerçevesinde gerçekleşen halk ayaklanmaları sonrasında Tunus, Mısır ve hatta Libya’da ABD, AB ve Türkiye ile uyum içerisinde olabilmeyi hedefleyen isimlerin ve hareketlerin iktidara gelmesi Rusya’yı ürkütmektedir. Rusya, uluslararası sistem ekseninde Avro-Atlantik İttifakı’nın hegemonyasına son vermek ve çok kutuplu bir sistemsel yapı oluşturmayı hedeflediği için, Suriye gibi meselelerde ödün vermekten kaçınmakta ve toplumsal meşruiyetini kaybetmiş olan Beşar Esad yönetimine destek vermeye devam etmektedir. Arap Baharı’na destek veren ve halkın taleplerine kulak veren Türkiye ise Tunus, Mısır ve Libya’da olduğu gibi, Ortadoğu açılımının en önemli aktörü olmuş Suriye’de de halkın taleplerini dikkate almakta ve meşruiyetini kaybettiğini düşündüğü Beşar Esad yönetiminin mutlaka sona erdirilmesi gerektiğini kaydederek, Esad’ın içerisinde yer almayacağı bir geçiş hükümeti aracılığıyla soruna çözüm bulunabileceğini belirtmektedir. Türkiye, bu yönüyle Avro-Atlantik İttifakı’nın Ortadoğu’ya ilişkin tezleriyle uyumlu bir görünüm sergilemekte ve Rusya, Çin ve İran gibi aktörlerle karşıt kamplarda yer almaktadır.

Recep Tayyip Erdoğan’ın Moskova Ziyareti, Suriye’nin geleceği noktasında BM nezdinde çok kritik bir toplantının yapılacağı bir döneme denk gelmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye’deki uluslararası gözlemci heyetinin görev süresinin uzatılmasına yönelik bir tasarıya eklemlenen Esad karşıtı yaptırımlar oylanmadan evvel gerçekleşen bu görüşmede hedef, son dönemde ekonomik, enerji tabanlı ve siyasal anlamda Rusya ile ilişkilerini geliştiren Türkiye’nin, Rusya’yı bu tasarının kabulü ve Esad’sız bir ulusal geçiş hükümetine ikna edebilmesinin sağlanabilmesiydi. Nitekim aynı günlerde BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon da Suriye Krizi’nde Rusya’ya benzer bir tavır takınan Çin’i ikna edebilmek için bu ülkede bulunuyordu. Ne var ki, Rusya ve Çin’in Suriye meselesine ilişkin tutumları değişmedi ve her iki ülke de BM Güvenlik Konseyi’nde oylanan Esad karşıtı yaptırımları veto ettiler. Üstelik bu veto, aynı konuda gerçekleştirilmiş üçüncü veto niteliğini taşıyor ve bu yönüyle BM tarihinde bir ilk olma özelliğine sahip.

Putin-Erdoğan görüşmesinin hemen ardından gerçekleştirilen basın toplantısında her iki liderin Suriye meselesi ile ilgili fazla konuşmaması ve konuştuklarında da kendi tezlerini savunma pozisyonunu sürdürmeleri, Türkiye’nin Esad’sız bir Suriye noktasında Rusya’nın inadını kıramadığını gösteriyor. Açıktır ki Rusya, Beşar Esad yönetiminin devamlılığını ve Suriye’de kendi tezlerine uygun bir çözüm bulunabilmesini uluslararası sistem tabanlı mücadeleye ve kendi küresel prestijine eklemlediği için, bu konuda ödün vermek istemiyor. Her ne kadar Cenevre Görüşmeleri bağlamında kurgulanacak bir “ulusal geçiş hükümetine” sıcak bakıyor gibi görünse de, bu geçiş hükümetinde Beşar Esad’ın da aktif bir şekilde yer almasını arzuluyor. Ancak son günlerde Suriye’de yaşanan gelişmeler ve Esad yönetimi içerisinde önemli mevkilerde yer alan isimlerin yavaş da olsa muhalefete katılmaya başlamaları, Irak ve Türkiye sınırlarının muhaliflerin eline geçmesi ve nihayet Şam sokaklarına da yansıyan büyük çaplı halk hareketleri ve katliamlar ile birlikte düşünüldüğünde, sürecin Esad ve Rusya aleyhine bir görünüm kazandığı anlaşılabiliyor. Anlaşıldığı kadarıyla, bundan sonraki süreçte üzerinde durulması gereken husus, Rusya’nın mevcut Suriye yönetimi nezdinde sahip olduğu haklara ve etkinliğe herhangi bir zarar vermeden yeni bir Suriye’nin kurulabilmesi noktasında Moskova’nın onayını alabilmek olacaktır. Türkiye ise, hem Avro-Atlantik Dünyası hem Rusya hem de Suriye muhalefeti nezdindeki meşruiyeti ile bu süreç bağlamında aktif bir rol oynamaya devam edecek gibi görünmektedir.

 

Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.