GÜNEY KAFKASYA’DA İSTİKRARSIZLIK KAYNAĞI: ERMENİSTAN

upa-admin 04 Aralık 2018 1.711 Okunma 0
GÜNEY KAFKASYA’DA İSTİKRARSIZLIK KAYNAĞI: ERMENİSTAN

Tam 100 yıldır Güney Kafkasya denildiğinde Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan`dan oluşan üç ülkeli bir coğrafi yapı aklımıza geliyor. Yine bu yüzyıllık süreçte, söz konusu bölge, bir dizi sorunlarla dünyanın siyasi gündemini işgal etmiştir. Bu sorunların önemli bir kısmını toprak ve sınır anlaşmazlıkları, sınır güvenliği, işgal ve sınır çatışmaları gibi sıcak sorunlar oluşturmaktadır. Bu sorunların çözülememesinde küresel güçlerin ve bölgede kendi çıkarlarını savunan güçlerin dolaylı ve ya dolaysız müdahaleleri de etkilidir. Dolayısıyla, bugün için Güney Kafkasya, her an bölgesel ve uluslararası çapta ciddi sıkıntılara yol açabilecek bir dizi iç sorunlar barındıran riskli bir bölge görünümündedir. Hatta Güney Kafkasya’nın dünya için büyük sorunlara yol açabilecek küçük bir coğrafya olduğunu da söyleyebiliriz.

Kuşkusuz bu sorunları tetikleyen, bölgenin bir dizi özelliklere sahip olmasıdır. Öncelikle, Güney Kafkasya, önemli stratejik öneme sahip bir bölge konumundadır. Gerek Doğu-Batı, gerekse de Kuzey-Güney güzergâhında bölgenin oldukça kritik önem taşıyan bir coğrafi konuma sahip olması, Güney Kafkasya’nın kilit bölge olmasına neden oluşturuyor. İkinci belirleyici etken, bölgenin önemli enerji kaynaklarına sahip olmasıdır. Özellikle, Hazar Denizi ve çevresinin zengin doğalgaz ve petrol yataklarına sahip olması, uluslararası güçlerin ilgisini her zaman çekmiştir. Üçüncü bir etken ise, Güney Kafkasya’nın sahip olduğu kültürel-etnik ve dinsel özellikleridir. Bölge, gerçekten de çok sayıda değişik kültürün ve etnik kökenin bir araya gelerek oluşturduğu homojen olmayan bir etno-kültürel yapı sergiliyor. Dördüncü bir etkenden söz edecek olursak, bu da, tarihsel etkendir. Zira, tarihsel olarak bölge, büyük güçlerin karşılaştığı, çarpıştığı ve çıkar kavgası verdiği bir alan olagelmiştir.

Belirtilen bu etkenler de kendi içinde birden fazla içeriğe sahiptir denilebilir. Ama kabataslak belirttiğimizde zikredilen bu dört etken ciddi denilebilecek sorunlara yataklık yaptığından, Güney Kafkasya’yı dünyanın sıkıntılı bölgeleri arasında ilk sıraya oturtmaktadır. Buraya, söz konusu bölge ülkeleri arasındaki sorunları da eklediğimizde, içinden çıkılmaz bir politik manzarayla karşılaşıyoruz. Bu kapsamda bölge için en önemli içsel etken, bölgenin üç farklı ulus ve çok sayıda etnik kimlik tarafından yapılaşmasıdır. Şöyle ki, harita üzerinden baktığımızda, Güney Kafkasya, Azerbaycanlılar, Ermeniler ve Gürcüler’den oluşan üç başlıca ulusa ev sahipliği yapıyormuş gibi gözükse de, belirttiğimiz gibi bu durum ancak harita üzerinde geçerlidir. Zira, bölgenin bir uluslar mozaiği olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle de, Gürcistan örneğinde durum daha karmaşıktır. Artık bu ülkede siyasal kimliğini net belirlemiş birden fazla ulusal kimlik bulunmaktadır ve onlardan hiçbirisi merkezi otoritenin yetkilerini kabul etmemektedir.

Güney Kafkasya’yı daha da çetrefilli duruma iten asıl ülkenin Ermenistan olduğunu söylemek mümkündür. Bölgede 100 yıllık devlet ve 200 yıllık ulusal kimliği ile varlık gösteren Ermenistan, 1826-1828 Rusya-İran ve 1828-1829 Rusya-Osmanlı savaşları sonrasında Çarlık Rusyası yönetiminin Ermeni nüfusunu bir arada toplamak amacıyla yürüttüğü politikaların sonucunda oluşmuştur. Yani genel anlamda dünya tarihi ve özelde uluslararası ilişkiler tarihi kapsamında bilinen devlet oluşumu sürecinden farklı olarak, Ermenistan, başka bir devlet tarafından toplama nüfusla yaratılmış bir devlettir. Dolayısıyla, Ermenistan devletinin fabrika ayarları kendi toplumsal dinamikleri tarafından değil, Çar Rusyası’nın çıkar gereksinimleri doğrultusunda belirlenmiştir ve bu gerçeğin doğal sonucu olarak da Ermenistan’a yapay bir devlet denilebilir. Ama Ermenistan tarafı bu gerçeği reddederek, çok eskilere uzanan bir tarihi kimlikle bölgeye bağlı olduğunu, hatta mevcut coğrafyanın kendilerine ”ait olan” tarihsel yüzölçümlerini yansıtmadığını iddia ediyor. Aslında ana sıkıntının kaynağı da bu iddialarla başlayan uzun sorunlar dizisini besleyen toprak (coğrafi büyüme) talepleridir.

Şöyle ki, Ermenistan’ın bu toprak talepleri, Sovyetler Birliği döneminde ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünü izleyen, bölgenin geçirdiği siyasi-ekonomik ve sosyal sıkıntılarla dolu yaklaşık 30 yılını dolduran sürece damgasını vurmuştur. Bu iddialar ütopik denilebilecek bir tarih anlayışından beslenerek, Ermenistan’ın hiç bitmeyen iddialarının temelini oluşturmaktadır. Söz konusu iddiaların politik düzeyde paylaşımı ve adeta Ermenistan devletinin varlık nedeni olarak gözükmesi, bölge için aşılması güç sıkıntıları canlı ve güncel tutmakta, bölge için içten alevlenen ateş topu rolünü oynamaktadır.

Peki, Sovyetler Birliği sonrası 30 yıllık süreci dikkate aldığımızda, Ermenistan, Güney Kafkasya için ne anlam ifade ediyor? Bu sorunun, bölgedeki taraflara göre değişebilecek içeriğe sahip olduğu gayet açıktır. Ama geride bıraktığımız yaklaşık 30 yıllık dönemi dikkate aldığımızda, Ermenistan’ın Güney Kafkasya’daki varlığı ile ilgili incelemeyi temel dört başlık altında tanımlayabiliriz:

1-) Ermenistan çevresinde bulunan dört komşusu ile sıkıntılı ilişkilere sahiptir. “Büyük Ermenistan haritası” göz önünde bulundurulduğunda, en belirleyici nedenin Ermenistan’ın söz konusu komşularından toprak talebini özünde barındırması olduğu anlaşılmaktadır. Bu da, Ermenistan’ın “Büyük Ermenistan” hayaline ulaşmasının temel ve değişmeyen gerçeği olarak karşımıza çıkıyor.

2-) Ermenistan, taraf olduğu uluslararası anlaşmaları ve üyesi olduğu en önemli uluslararası örgütlerin kararlarını hiçe sayarak, uluslararası hukuk açısından güvenilmez bir devlet kimliğini kazanmıştır. Ermenistan’ın bu sert ve hukuk dışı tutumu, herşeyden önce onun devlet olma vasfı ile ilgili sorunsalı bir kez daha gündeme getirmektedir.

>3-) Ermenistan’ın sert siyasi-ideolojik hedefleri ile ilgili sergilediği tutum onu doğal olarak bulunduğu bölgede yalnızlığa itmiştir. Şöyle ki, Ermenistan’ın komşuları olan Azerbaycan ve Türkiye, açık bir şekilde, İran ve Gürcistan ise dolaylı olarak veya üstü kapalı bir şekilde söz konusu ülke ile mesafeli ilişkileri tercih etmektedirler. Diğer bir deyişle, Ermenistan, bölgesel gerçekleri görmezden gelerek kendisini bölgeden izole etmiştir. Ermenistan’ın kendi kendisini bölgeden dışlaması, belli bir ölçüde dış etkenlerin çıkarları bakımından olumlu gözükse de, açıktır ki, bu durum gerek bölgesel çevresi, gerekse de kendi toplumuna fayda sağlamıyor.

4-) Bölgeden bu veya diğer biçimde dışlanarak, gerçek dışı bir ideolojik-tarihi-ulusal kimliğe bağlanmanın Ermenistan’da yapay bir yaşam oluşturduğu aşikardır. Ağırlıklı olarak yurt dışına göçler ve diğer sosyo-ekonomik sebeplerden dolayı giderek azalan ülke nüfusu ile ilgili gerçek, bu kapsamda zikredilebilir. Bu çerçevede söz konusu bu yapay yaşamın sıkıntılarının ne denli ağır ve travmatik olduğunu, son aylarda ülke yönetiminde bulunan Serj Sarkisyan rejiminin devrilmesi ile sonuçlanan olaylar bir kez daha gözler önüne serdi.

Belirtilen bu dört temel faktör, Ermenistan’ın kendisi tarafından beslenmekte ve Ermenistan’ın bölgedeki konumunu etkilemekle birlikte bölgesel barış ve istikrarın sağlanması önünde büyük engel teşkil etmektedir. Oysa meseleye geniş perspektiften baktığımızda, Ermenistan’ın ne kendisi, ne de komşuları için pek yararlı olmayan bu durum farklı olabilirdi. Zira, Ermenistan’ın coğrafi konumuna baktığımızda, söz konusu ülkenin bölgenin önemli ulaşım güzergâhında bulunduğunu görebiliriz. Ama son 30 yıllık süreçte, Ermenistan, bu avantajı, gerek kendisi, gerekse de bölge için dezavantaja dönüştürerek, ülke yönetimindeki önceki rejimlerin yanlışlarını ısrarla hala sürdürmektedir.

Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle bağımsızlığına kavuşan Ermenistan, Güney Kafkasya ülkesi olarak coğrafi açıdan çok önemli bir konumda bulunmanın avantajına sahipti. Ülke, stratejik öneme sahip enerji ve ulaşım projeleri için bir kavşak noktası olabilirdi. Bu avantajını hala kaybetmemiş gözükse de, Ermenistan son 30 yılda bu coğrafi nimetlere sırtını dönmüş durumdadır. Batı’da Türkiye ile uzun bir sınır hattına sahip olan Ermenistan, Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet sınırlarını tanımıyor. Şöyle ki, bugüne kadar Ermenistan’ın çok sayıda en üst düzey yetkililerinin değişik platformlarda ”Batı Ermenistan” ifadesini kullanarak açık bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti topraklarını kastetmeleri, Ermenistan’ın devlet literatürüne ve aynı zamanda yazınına artık ”Doğu Ermenistan” ve ”Batı Ermenistan” ifadelerinin yerleşmiş olması ve önemli devlet simgelerinde Ağrı Dağı’nın resminin bulunması gibi gerçekler bu kapsamda zikredilebilir. Ermenistan’ın sahip olduğu bu ideolojik-ütopik tarih anlayışı, 1918 yılından günümüze kadar Ermenistan’ın Türkiye ile mutabık bir politik dil bulamamasının en ciddi sebebidir denilebilir.

Ermenistan, güneyinde bulunan İran İslam Cumhuriyeti ile stratejik-politik ve konjonktürel durumlar sebebinden görünürde iyi ilişkilere sahip olsa da, günümüzde söz konusu ülkede okutulan tarih kitaplarında İran İslam Cumhuriyeti topraklarının da ”Büyük Ermenistan” içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar Ermenistan tarafı bu iddialarını üst düzeyde dile getirmese de, böyle bir gerçek ülke kamuoyunda, basınında ve yazınında bulunmaktadır. Zira, çok sayıda Ermeni kaynaklarında, Aras Nehri’nin güneyinde uzanan şimdiki Batı Azerbaycan Ostanı sınırları içinde yer alan topraklar açık biçimde ”Büyük Ermenistan” sınırları dahilinde gösterilmektedir.

Ermenistan’ın doğusunda bulunan Azerbaycan ile ilişkilere gelince, Ermenistan devleti oluşturulduğu/yaratıldığı andan beri Azerbaycan’ı çeşitli bölgesel ve küresel güç odaklarının desteği ile genişleme/büyüme hayalleri kapsamında ”saldırılabilir” bulmuştur. Azerbaycan’ın İrevan Hanlığı toprakları üzerinde varlık kazanmasına ve yine 1918 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti’nin sağladığı coğrafi avantajlardan yararlanarak Cumhuriyet kimliğine kavuşmasına rağmen, Ermenistan, son 100 yılda kendi doğu komşusuna karşı en acımasız-ideolojik tutumu sergilemiştir. Nitekim Azerbaycan’ın Zengezur (şimdiki Azerbaycan ile Nahçıvan’ı birbirine bağlayan toprakların 1930’lara kadar olan ismi), Gökçe (şimdiki Sevan Gölü çevresi) eyaletlerini Sovyetler Birliği yönetiminin desteği ile ele geçiren Ermenistan, Sovyetler Birliği’nin çözülmeye başladığı tarihten itibaren Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ ve çevre bölgelerini de işgal ederek, gerek Ermenistan içinden, gerekse de işgal ettiği diğer Azerbaycan bölgelerinden 1 milyondan fazla Azerbaycan Türkü’nü ana yurdunu terk etmeye zorlamıştır. Adeta, Ermenistan, Azerbaycan topraklarında ortaya çıkartılması ile birlikte dönemsel olarak ve eline geçirdiği her fırsatta yine Azerbaycan topraklarında büyüme siyaseti gütmüştür.

Ermenistan’ın kuzey komşusu olan Gürcistan da onun büyüme hayallerinin dışında değildir. Nitekim 1918-1919 yıllarında Gürcistan ile de bir savaş gerçekleştiren Ermenistan, Gürcistan içinde bulunan Ermeni asıllı toplulukları potansiyel kullanma faktörü olarak görmekte ve Gürcistan’a ait sınır bölgelerini de ele geçirmeyi arzulamaktadır. Fakat bölgenin stratejik ve politik konjonktüründen dolayı söz konusu bu “arzu” şimdilik rafa kaldırılmıştır denilebilir.

Bir ölçüde trajikomik, diğer bir yönüyle de aşırı dengesiz olan bu durum, günümüz Ermenistan’ının coğrafi avantajını baltalmakla kalmamış, neredeyse tükenmek durumuna getirmiştir. Bunun sonucunda, bölgenin kavşak noktasında bulunan ülke, kendisini ekonomik açıdan bölgenin gözükmeyen ülkesi durumuna düşürmüş ve BTC, BTK, BTE, TANAP gibi bütün önemli stratejik ulaşım-enerji projelerinin dışında bırakmıştır. Ermenistan, Güney Kafkasya’da bulunmasına rağmen Güney Kafkasya’nın gerçekleri dışında kalmayı tercih ederek, “hayalleri” peşinde koşarken bölgenin istikrarı ve gelişmesi için önemli bir tehdit unsuru olarak varlığını hissettirmektedir.

Ermenistan’ı bu duruma iten nedenlerin pek etkisiz olduğunu söyleyemeyiz. Bu nedenlerin başında, bölgesel ve küresel güç merkezleri gelmektedir. Ermeniler, bugünkü coğrafi sınırlar içinde bir araya gelmeyi ve devlet olmayı Çarlık Rusyası ve daha sonra SSCB yönetimine borçlu olduklarını biliyorlar. Ama bu durum, bölge için olduğu kadar Ermeniler için de kolay olmamıştır. Hıristiyan dini perspektifinden de meseleye yaklaştığımız zaman, tezimizi tamamlayan gerçeklerin mevcudiyeti ile karşılaşıyoruz. Şöyle ki, Ermenilerin yıllarca kendilerini “Gerçek Hıristiyan” kimliği içinde tanımlayarak kendi inançlarını Lusavorçagan diye ifade ettikleri, fakat belli bir zaman sonra Ermenistan Hristiyanlığı’nın Rus Ortodoks Kilisesi’nin etkisinde kaldığı bilinen bir gerçektir. Çar I. Nikola’nın bu doğrultuda imzaladığı Fermanlar, tezimizin anlaşılmasına büyük katkıda bulunmaktadır. Ermenilerin Rus Ortodoks Kilisesi karşısında bağımsız dini kimliklerini kaybetmeleri ve Rus Kilisesi’nin Gregoryen koluna dönüşmeleri uzun bir süre sonra toplumsal açıdan sindirilebilmiştir. Bu sorun, Ermenistan için günümüzde de önem ve sıcaklığını korumaktadır.

Bir ilginç husus da şu ki, Çarlık Rusyası döneminde Ermenistan Hristiyanlığı’nın Rusya’ya bağlanması ve daha sonra totaliter SSCB yönetimi döneminde genel olarak din faktörünün üzerinin kapatılması yönündeki stratejilere paralel olarak tam tersi bir şekilde, Ermeni ulusal kimliği faktörü veya Ermeni milliyetçiliği beslenmiş, önü açılmış ve yayılmacı politikalar doğurması yönünde desteklenmiştir. Doğal olarak, bundan en olumsuz şekilde Azerbaycan nasibini almıştır. Azerbaycan toprakları üzerinde bir Ermeni devleti yaratılması yetmiyormuş gibi, bir de söz konusu bu devletin genişlemesi sağlanmıştır.

İkinci etken de, ilki kadar belirleyici ve baskındır. Bu etken, Ermenistan dışında varlığını sürdüren ve Ermenistan üzerinde bir baskı unsuru haline gelen diyasporadır. Diyasporanın Ermenistan’a “finansal yardımlar” eşliğinde gönderdiği direktifler, ülkenin bağımsızlığının sorgulanması açısından bir diğer önemli husustur. Bilindiği üzere, ana kitlesi ABD’de bulunan Ermeni diyasporası, ”1915 soykırımı” hayaline dini inanç derecesinde bağlanmıştır. Bu sözde ”soykırım” meselesi, diyaspora için birleştirici bir tutkal niteliği taşımakta, varlık sebebi ile birlikte psikolojik ilham kaynağı teşkil etmektedir. Diyaspora, Ermenistan’a ciddi boyutta maddi yardımla birlikte siyasi destek sağlamakta ve Ermenistan’ın içinde bulunduğu sosyo-ekonomik problemler sebebinden ülke dışında yaşamaya karar vermek zorunda kalmış yurttaşlarına iş, ev ve gerekli başka imkanlar sunmaktadır. Böylece, son 30 yılda Ermenistan üzerinde diyasporanın etkisi artarak devam edegelmiştir. Gelinen durumda Ermenistan yönetimlerinin diyaspora baskısını aşması pek mümkün gözükmüyor. Diyaspora, adeta Ermenistan üzerinde ikinci bir Ermenistan durumundadır. Bu gerçeği en son Serj Sarkisyan rejiminin devrilmesi sonucunda Nikol Paşinyan’ın iktidara gelmesi ile bir kez daha gördük.

Tüm bunlar ışığında, diyasporanın Ermenistan’da kendisinden bağımsız bir yönetim arzulamadığını söyleyebiliriz. Diyasporanın bu isteğinin Batılı güçlerin bölgesel çıkarları ile uyum teşkil ettiği de aşikardır. Tüm bu gerçekleri göz önüne getirdiğimizde, karşımıza birden fazla Ermenistan’ın çıktığını bir kez daha görmekteyiz. Birden fazla Ermenistan durumunu tek bir Ermenistan’a indirgeme sorunsalı, yani ülkeyi farklı güç merkezlerinin çıkar kapışması alanından kurtarma problemi, herkesten önce Ermenistan yönetimini rahatsız etmelidir. Çünkü yukarıda bahsedilen farklı çıkar odaklarının önceliği, Ermenistan devleti ve toplumu olmadığı gibi, bölgenin istikrarı ve kalkınması da değildir.

Bahsedilen bu gerçekler ışığında karşımıza tek bir siyasal kimlik, tek bir ülke, tek bir devlet merkezli yönetim yapısına sahip ve aynı zamanda merkezi karar verme mekanizmaları doğrultusunda kendi politikalarını oluşturabilen bir Ermenistan’ın çıkmadığını görmekteyiz. Daha açık bir ifadeyle, uluslararası hukuk açısından devlet oluşumunu gerçek anlamda tamamlayamamış bir Ermenistan’la karşı karşıyayız diyebiliriz. Güney Kafkasya’nın istikrarı açısından tam da problemin kaynağı budur. Aynı, toplumdaki sorunların kaynağının insani olgunluğa ermemiş bireyler olduğu gibi.

Bu kapsamda ortaya çıkan ve yanıtlanması gereken önemli soruları şöyle sıralayabiliriz:

  • Ermenistan gerçek bir devlet vasfı kazanarak uluslararası hukukun güvenilebilir bir kişisi olabilecek mi?
  • Ermenistan, yaratıldığı coğrafyanın gerçeklerini kabullenip büyüme hayallerinden vazgeçebilecek mi?
  • Ermenistan, sosyo-ekonomik ve hukuki oluşumunu tamamlayarak uluslararası hukukun diğer kişileri ile karşılıklı saygı çerçevesinde serbest bir şekilde ilişki kurabilme yeterliğine sahip olabilecek mi?

Bu soruları daha da arttırmak mümkündür ve bu zorunlulukların giderilmesi halinde Ermenistan devleti oluşumunu tamamlayarak kendi toplumuna hizmet eder duruma gelebilir. Aksi takdirde, Ermenistan, “Güney Kafkasya’nın sorunlu ülkesi” olmaya devam edecektir.

Dr. Elsevar SALMANOV

 

KAYNAKÇA

1. Final communique Meeting of the North Atlantic Council at the level of Foreign Ministers held at NATO Headquarters, Brussels // http://www.nato.int/cps/en/natolive/official_ texts_46247.htm.

2. Kreml Ermenistanda Paşinyan inkilabı tipli prosesleri istisna etmek kursu götürüb, http://sia.az/az/news/politics/689183.html.

3. Oktay Hasan, “Ermenistan Diplomasisi ve Türkiye”, Yeni Türkiye, Sayı: 60, Yıl: 2014, ss. 1-5.

4. Oktay Hasan, “Ermenistan’da Türk ve Türkiye Algısı”, editör: Almagül İsina, Türk Diasporası ve Türk Dünyası Vizyon 2023, İstanbul, 2014.

5. Paşinyanın Karabağ taktikası, http://www.pia.az/Pashinyanin_Qarabag_taktikasi_-_-246814-xeber.html.

6. Robert Cummons: “Dveri NATO otkrıtı dlya novıh çlenov, v tom çisle dlya Azerbaydjana”, http://news.day.az/politics/240260.html.

7. Süleymanov Elhan, Süleymanov Vurğun, Ermenistanın Azerbaycana karşı silahlı tecavüzü ve işğalın ağır neticeleri, Bakı 2012, 181 sh.

8. Samuel Graham Wilson, “The Armenian Church in its relation to the Russian Government”, The North American Review, Vol. 180, No. 578 (Jan., 1905), pp. 88-101.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.