VOLKAN ÖZDEMİR’DEN ‘RUSYA’NIN KODLARI’

upa-admin 01 Şubat 2020 16.313 Okunma 0
VOLKAN ÖZDEMİR’DEN ‘RUSYA’NIN KODLARI’

Kitabın Künyesi: Volkan Özdemir, Rusya’nın Kodları: Türkiye’de Rusya’yı Ararken Rusya’da Türkiye’yi Bulmak, İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, Birinci Basım 2018.

Giriş

Dr. Volkan Özdemir’in kaleme aldığı Rusya’nın Kodları: Türkiye’de Rusya’yı Ararken Rusya’da Türkiye’yi Bulmak adlı eser, dünyadaki güç ve iktidar ilişkileri göz önüne alındığında, tarihin her döneminde kendine özgü ağırlığını korumayı başaran Rusya’nın kodlarını ayrıntılı bir şekilde derleyen titiz bir çalışmanın ürünüdür. Öyle ki, bahsi geçen kitap, sadece Rusya’nın politik, iktisadi ve bürokratik yapısına değil, aynı zamanda sanat, edebiyat ve gündelik yaşamına dair de bir perspektif sunmaktadır. Tüm bu bileşenleriyle birlikte Kırmızı Kedi Yayınevi’nin yayımladığı bu değerli eser, Türk-Rus ilişkilerinin geleceğine de ışık tutmaktadır. Bu yazıda ise, bu kapsamlı kitabın bir hülasası okuyucuya takdim edilmiştir. Ne var ki, kitabın gerçek manada kavranabilmesi için tamamının okunması gerektiği gözlerden kaçırılmamalıdır.

Dr. Volkan Özdemir

Yazara Dair

Dr. Volkan Özdemir, ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olduktan sonra İsveç Uppsala Üniversitesi’nden yüksek lisans derecesini aldı. 2013 yılında Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler (MGIMO) Üniversitesi’nde İktisat alanında yapmış olduğu doktorasını tamamlayan Dr. Volkan Özdemir, başta St. Petersburg ve Moskova olmak üzere eğitim yaşamının önemli bir kısmını Rusya’da geçirmiştir. Türkiye’de çeşitli kamu kurumlarında çalıştıktan sonra kendi danışmanlık firmasını kuran Özdemir, hâlihazırda Enerji Piyasaları ve Politikaları Enstitüsü (EPPEN) platformunun başkanlığını yürütmektedir. Geçmişte aralarında ODTÜ Avrasya Çalışmaları da dâhil olmak üzere birçok üniversite ve kurumda akademik ders ile seminerler veren Dr. Özdemir’in, Türkçe, Rusça ve İngilizce dillerinde Jeopolitik, Enerji ve Rusya konularıyla alakalı olarak yayımlanmış kitap ve çok sayıda makalesi bulunmaktadır.

Rusya’nın Kodları (kapak)

Kitabın Hülasası

İlk olarak kitabın yazılma maksadının Türkiye’nin kuzey komşusu olan Rusya’yı anlama ve anlatma çabası olduğuna değinilmektedir. Bu yapılırken, tekil olaylardan ziyade Rusya’ya dair bütünlükçü bir perspektif sunulmaktadır. Öyle ki, yazarın Rusya’da geçirdiği yıllarda iktisap edindiği kuramsal ve pratik bilgiler ışığında okurlara bir Rusya panoraması aktarılmıştır. Tüm bu özelliklerine ek olarak, bahsi geçen kitap, Rusya’nın içtimai olayları, dış politikası, iktisadi yapısını irdeleyerek Türkiye’yle benzeşen ve farklılaşan yanlarına mercek tutmaktadır. Aynı zamanda modern Rusya’yı anlamak için uluslararası gelişmelere değinen yazar, varılan noktadan hareketle, ileride Rusya’yı nelerin beklediğine dair bazı ipuçlarını satır aralarında okuyucuyla paylaşmaktadır. Hülasa, bu titiz çalışma, “Rusya nedir?”, “Rusya nasıl bir ülkedir?” ve “Ruslar nasıl insanlardır?” gibi sorulara yanıt arayan okuyucular için rehber niteliğindedir. Bu doğrultuda, yazar, öncelikle Rusya’ya dair izlenimlerini St. Petersburg ve Moskova kentleri üzerinden mukayeseli bir şekilde aktarmaktadır. Bizzat Rusya’da yaşayarak deneyimlediği olayları okurlara aktaran yazar, Rusya’nın fazlasıyla tezatlıklar içerisinde olduğuna ve bu ülkede hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığına değinmektedir.

Rusya’nın kentlerine dair bir betimlemede bulunulduktan sonra , eserde, iktisadi yapı içerisinde yolsuzluğa ilişkin bir parantez açılmaktadır. Öyle ki, kayıtdışı ekonomi ve yolsuzluğun Rusya’da müzmin hale gelmesinin inkâr edilemez bir gerçeklik olduğunu belirten Özdemir, ne var ki, 2008 sonrası hayata geçirilen reformlarla koşut olarak bazı kurumların yeniden yapılandırıldığına ve göreceli olarak refahın halka yansımasıyla rüşvetin azaldığına dikkat çekmektedir. Yine de “Gelecekte Rusya’da yolsuzlukla mücadelede mutlak başarı sağlanabilir mi?” sorusunun yanıtı, yazar Özdemir için menfi bir nitelik taşımaktadır. Yolsuzluğa ilişkin sayısal verilere de yer verildikten sonra, Rusya’da gündelik yaşama bir parantez açılmaktadır. Çılgınlığın ve rutinin kol kola gezdiği Rusya’da, Sovyet yönetimi sırasındaki pozitif bilimlere rağmen gündelik yaşamda fallar, büyüler ve hurafelerin bir hayli önemli yer tuttuğunun altı çizilmektedir. Ulaşımın geniş metro ağlarıyla kolay ve ucuz sağlandığına, ancak şehirlerarası yolların bir facia olduğuna yer verilmektedir. Bunun yanı sıra, Rusya’nın geniş bir coğrafyaya sahip olması hasebiyle şehirlerarası uzaklığın bir hayli fazla olduğuna ve demiryollarının tercih edildiğine değinen yazar, ev kiralarının pahalı olduğunu, gündelik yaşamda içkinin sıklıkla tüketildiğini ve nihayetinde Rusların eğlenmekten anladığını ifade etmektedir. Ayrıca, halkın politikaya ilgisinin az olduğuna vurgu yapılarak, eğlenmenin Rusya’da adeta bir görev haline geldiğine ve eğlenmemenin ise ayıp olarak nitelendirildiğine yer verilmektedir. Gündelik yaşama ek olarak, Rusya’da kadınların özgül ağırlığına da mercek tutan yazar, Rusya’nın bizatihi Ruslar nezdinde “dişi bir ülke” olarak tanımlandığının ve kadınların her alanda görüldüğünün altını çizmektedir.

Rusya’nın kodlarında eğitime de yer veren yazar, bu konunun son derece çetrefilli olduğunu aktarmaktadır. Zira Sovyetler Birliği’nin en güçlü taraflarından biri olan eğitimin, Sovyetlerin çöküşünün ardından çağdaş Rusya’da da hissedildiğine yer verilmektedir. Öyle ki, ilköğretimden yükseköğretime kadar Sovyetlerin önemli bir kıstası olan disiplinin kalmadığına dikkat çekilirken, okul türlerinin muhtelif olmasına paralel olarak tek tip müfredatın uygulanmasında da zorlukların yaşanıldığına vurgu yapılmaktadır. Bunun yanı sıra, öğretmenlerin düşük maaşı da eğitimin kalitesini azaltan önemli parametrelerden biri olarak aktarılmaktadır. Aynı zamanda, eğitim başlığı altında, yükseköğretim sürecine ilişkin ayrıntılı bilgiler de okurlarla paylaşılmaktadır. Bilahare, Rus edebiyatına ve Rusya’nın coğrafi konumunda önemli bir yer tutan Sibirya ve Kafkaslara bölgesine dair malumat yüklü açıklamalar getirilmektedir. Bilhassa edebi alanda, yazar, gerek kendisinin edebiyatçı olmaması, gerekse de Rus edebiyatının geniş bir külliyatı barındırması bakımından konuya değinmenin kolay bir iş olmadığına dair okuyuculara bir hatırlatmada bulunmaktadır.

Daha sonrasında güç mücadelelerinin ana açıklayıcısı olarak adlandırılan jeopolitiği ele alan yazar Özdemir, Rus jeopolitiğine dair tespitlerini sıralamaktadır. Öyle ki, Rusya Federasyonu’nun salt coğrafi büyüklüğe sahip olması hasebiyle jeopolitik çalışmalar bakımından önemli bir yer tuttuğuna vurgu yapılarak, Rusya’nın 500 yıldır coğrafi konumu gereği Avrasya’nın merkezinde konumlanan ana bir güç olarak, kendinden önce aynı coğrafyada bulunan imparatorlukların tarihi ve jeopolitik devamı olarak görüldüğünün altı çizilmektedir. Söz konusu coğrafyada, güvenlik gereksiniminin yüksek olduğuna ve bölgenin büyük bir iktisadi kalkınmaya olanak tanımadığına değinilmektedir. Zira çetin kış şartları ve yılın büyük bir kısmında donan nehirler nedeniyle tarihsel olarak taşımacılığın gelişmediğini belirten yazar, altyapı maliyetlerinin de ciddi maliyet nedeniyle karlı olmadığını vurgulamaktadır. Jeopolitik özelliklere dair çözümlemelerini sürdüren Özdemir, tarihte hiçbir dönem ekonomik gönenç yaşamamış Rus halkının ekonomik krizlere alışık ve metanetli olduğuna değinmektedir. Bu bakımdan, Rusya’da iktisadi yöntemler üzerinden halkı devlete karşı kışkırtıp rejim değişikliği planlamanın nesnel olmadığına işaret edilmektedir. Bilahare, Rusya’daki istihbarat yapılanmalarının tarihsel seyrüseferini inceleyen yazar, istihbarat servislerinin Rusya’da etkin olmasını Rus jeopolitiğinin bir gücü olarak değerlendirmektedir.

Rusya’ya dair temel bilgileri derledikten sonra, yakın döneme dair Rusya’da kırılma anı olarak görülen 1917 ve 1987 tarihlerine parantez açılmakta ve Ekim Devrimi süreci özetlenmektedir. Devrimden sonra da Rusya’da suların durulmadığına ve iç savaşların yaşandığına dikkat çekilerek Kızıl Ordu ve Beyaz Ordu çekişmesi hülasa edilmektedir. Devrimin olgunlaştıktan sonra Sovyetler kimliğini aldığını ifade eden yazar, Lenin’in vefatının ardından iktidara geçen Stalin’in, Kafkaslardaki sokak kavgalarından gelen, kaba görünümlü ve Rusçayı dahi düzgün konuşamayan bir Gürcü olarak Lenin sonrası liderlik sürecinde kimsenin şans tanımadığı bir kişi olduğuna yer vermektedir. Bu noktada, Stalin ile Troçki arasında karşılaştırma yapan Özdemir, Troçki’nin “domino devrim” kuramıyla evrensel sosyalizmi inşa etmeye uğraşırken, Stalin’in ulusal Bolşevizm (tek ülkede sosyalizm) kurma heveslisi bir isim olduğuna dikkat çekmektedir. Bu duruma koşut olarak, kimi Marksistlerin Stalin dönemindeki Sovyetleri sosyalizmle ilişkili görmediğine dair düşünceleri aktarılmaktadır. Tarihler 1987 öncesini gösterdiğinde, ise ekonomide perestroyka (yeniden yapılandırma) ve politikada glasnost (açıklık) adı verilen reform sürecinin Sovyetler Birliği’ni mahvettiğine değinilerek, 1987 yılında Sovyetlerin resmen olmasa da fiilen sona erdiğinin kabul edildiğine vurgu yapılmaktadır.

Sovyetlerin yıkılmasından sonra yerine Rusya Federasyonu’nun kurulduğu okurlara hatırlatılarak, Rusya Federasyonu’nun ilk Devlet Başkanı olan Boris Yeltsin dönemi masaya yatırılmaktadır. Nitekim SSCB döneminde, ücretsiz sağlık ve eğitim olanaklarına erişen ve geçimle işsizlik sorunu olmayan milyonların bir anda kapitalizmin acı yüzüyle karşı karşıya kalındığı aktarılmaktadır. Öyle ki, sistemin çöktüğüne, geniş kitlelerin sahipsiz kaldığına, hatta temel gıdaların bile karşılanamadığına vurgu yapılmaktadır. Ekonomik ve sosyal meselelere ek olarak, dış politikada yaşanan sorunlar ve ayrılıkçı hareketlerin de yarattığı huzursuz ortamda, Yeltsin’in yerine Rusya Federasyonu’nun günümüzdeki Başkanı olan Vladimir Putin’in geldiği belirtilmektedir. Stalin’in sosyalizmi millileştirmesi gibi, Putin’in de kapitalizmi millileştirdiğine yazan Volkan Özdemir, Putin’in iktidarının ilk 2 yılında Moskova’da meydana gelen terörist saldırılara rağmen karizmatik bir görüntü çizdiğini ve Çeçen Savaşı’nda başarılı olduğunu hatırlatmaktadır. Yine de henüz devletin kontrolüne girmeyen medya tarafından Putin’in çok sert tenkitlere maruz kaldığına da işaret edilmektedir. Bir ülkenin kodlarını çözümlemenin en hakiki yolunun ekonomik ilişkilerden geçtiğine vurgu yapan yazar Özdemir, Rusya’nın iktisadi gelişmişliğine dair sayısal veriler ışığında bilgi aktarımında bulunmaktadır. Piyasa ekonomisinin kabul gördüğü Rus sisteminde, şu anda, devletin en belirleyici iktisadi aktör olduğu belirtilerek, Rusya’nın iktisadi modeli “Devlet Kapitalizmi” olarak adlandırılmaktadır. Rusya’nın ekonomik yapısını analiz etmeyi sürdüren yazar, Çarlık ve Sovyetler dönemine dair bilgiler aktardıktan sonra, günümüzde Rusya’nın telekomünikasyon, optik, ağır sanayi ve bilhassa uzay-havacılık alanlarında, dünyada rekabetçi üstünlüğünün bulunduğunu ifade etmektedir. Aynı zamanda, Rusya’nın internet ve bilişim sektörlerinde de iddialı olduğu vurgulanmakta ve Rusya’da işsizliğin büyük bir mesele olmadığına dikkat çekilmektedir.

Bilindiği üzere, Rusya’nın muazzam doğal kaynaklara sahip olduğunu vurgulayan Özdemir, bu bakımdan Rusya’nın iktisadi yapısının temelinde, enerji kaynakları ihracatının önemli bir yer teşkil ettiğini ifade etmektedir. Öyle ki, doğalgaz, petrol ve kömür rezervlerine dair sayısal veriler üzerinden malumat aktarımında bulunularak, Rusya’nın, ürettiği petrolün takriben yarısını ham petrol olarak, diğer yarısını ise işleyerek ihraç ettiğine yer verilmektedir. Rusya’nın Avrupa’ya ihraç ettiği gazı Ukrayna üzerinden gönderdiğine; ancak muhtelif yollar üzerinde arayışta olduğuna yer verilerek, Türkiye-Rusya ilişkilerinde önemli bir kırılma anı olan Türk Akımı projesinin ayrıntılarına dair tafsilatta bulunulmaktadır. Nitekim bahsi geçen projenin Putin adına bir itibar projesi olduğunun altı çizilmektedir. Rusya’nın ekonomisine ve enerji olanaklarına değinildikten sonra, Rusya’nın dış politikası Doğu ve Batı ekseni üzerinden iki başlık altında irdelenmiştir. Rus dış politikasının Doğu’su söz konusu olduğunda, Rusya-Çin ilişkilerine yer verilmektedir. Günümüzde, Rusya’nın, Çin ile yakınlaşmasının uzun soluklu olup olmayacağının bir tartışma konusu olduğuna dikkat çeken Özdemir, bu noktada iki ülkenin farklı iktisadi ve politik dinamiklere haiz olduğuna işaret etmektedir. Aynı zamanda iki ülke arasında askeri açıdan ortaya konulan bir mukayese de okurların zihnindeki Rusya-Çin ilişkisini somutlaştırması bakımından önem taşımaktadır. Rus dış politikasının Batı ekseninde ise, Avrupa ve ABD ilişkilerinin öncelikli olduğu belirtilmektedir. Batı ekseni üzerinden yapılan analizde, uluslararası kuruluşlara entegrasyon süreci, Ortadoğu’da yaşanan istikrarsızlar, ‘’Renkli Devrimler” (Turuncu Devrimler) ve 2008 yılında meydana gelen Rusya-Gürcistan Savaşı’na yer verilmektedir. Bahsi geçen savaşın Rusya için büyük bir prestije dönüştüğüne dikkat çekilmektedir. Zira bu savaşın Avrasya coğrafyasında, daha sonraları değişebilecek güç dengeleri için bir ön uyarı olduğuna işaret edilmektedir. Öyle ki, Moskova bakımından Gürcistan’la savaşın bir amaç değil, araç olduğuna yer verilerek, başta Ukrayna olmak üzere BDT ülkelerine bir mesaj verildiğinin altı çizilmektedir.

Kitapta, son olarak, Türk-Rus ilişkilerine mercek tutulmaktadır. Tarihsel bir perspektifle incelendiğinde, Balkanlardan Hazar’a, Kafkaslardan Ortadoğu’ya kadar geniş bir coğrafyada, Türkiye ile Rusya’nın jeopolitik hedeflerinin ekseriyetle birbirinden farklılaştığının altı çizilmektedir. Dolayısıyla, son derece köklü bir tarihsel geçmişe sahip olan her iki ülkenin devletlerarası münasebeti 5 asır önceye kadar uzanırken, halklar arasındaki etkileşiminin ise daha da köklü olduğu vurgulanmaktadır. Türk-Rus ilişkilerinin tarihsel gelişimine dair bilgi aktarımını sürdüren yazar, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Türk-Rus ilişkilerinde, İstanbul-St. Petersburg döneminin kapandığını, onun yerine Ankara-Moskova döneminin açıldığını belirtmektedir. Öyle ki, Cumhuriyet’le birlikte Sovyetlerle kurulan sıcak münasebete değinilerek geçmişteki savaş yıllarının yerini barış iklimine bıraktığına işaret edilmektedir. Nitekim Batı’dan gelen saldırılara karşı ortak bir jeopolitik eksenin belirlendiğine dikkat çekilerek, bunun kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde ulusal menfaatler için yapıldığının altı çizilmektedir. Atatürk ve Lenin’in anlaştığını belirten yazar, mütekabiliyet çerçevesinde Sovyetlerin Ankara Hükümeti’ni tanıdığına, Ankara’nın da Trans-Kafkasların Moskova’nın parçası olduğunu kabul ettiğine değinmektedir. Bu minvalde, 1925 yılında Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’nın imzalandığına yer verilse de, sıcak başlayan Türk-Sovyet ilişkilerinin İkinci Dünya Savaşı esnasında, bozulduğuna vurgu yapılmaktadır. Bilhassa Stalin’in, Kars-Ardahan ve Boğazlarda üs talebi iddialarının ilişkileri fazlasıyla yaraladığına dikkat çeken yazar Özdemir, Sovyetlerin yıkımının ardından yeni dönemde, Türkiye-Rusya ilişkilerinin enerji odaklı olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla, iki ülke arasında özünde enerji odaklı iktisadi ilişkilerin olduğuna vurgu yapılmaktadır. Bu doğrultuda ikili ticarete de bir parantez açan yazar Özdemir, zirve olarak görülen mevcut 33 milyar dolarlık ticaret hacminin 100 milyara dolara çıkarılmasının gerçekçi bir bakış açısı olmadığını izah etmektedir. Mamafih, Türkiye ve Rusya arasındaki ticaretin değer ve hacim bakımından ekseriyetle iki tarafın da kontrolünde olmadığı belirtilmektedir. Çünkü her iki ülke tarafından da tayin edilemeyen petrol fiyatları yükselince ticaret hacmi de yükselmekte; bilakis petrol fiyatları inişe geçtiğinde ise ticaret hacmi düşüş eğilimi göstermektedir. Bu duruma ilaveten, Türkiye’nin AB’nin Gümrük Birliği, Rusya’nın ise Avrasya Ekonomik Birliği mensubu olduğuna dikkat çeken yazar, ticarette yaşanan yapısal sorunlara vurgu yapmaktadır. İktisadi ilişkilerin lokomotifinin doğalgaz ticareti olduğuna vurgu yapılarak, iki ülke arasındaki coğrafi yakınlığın taşıma giderlerini nispeten uygun yaptığına ve gerekli altyapı yatırımlarını kolaylaştırdığına işaret edilmektedir.

Türkiye-Rusya ilişkilerinde politik zaviyeye de odaklanan yazar, bu noktada özellikle Suriye meselesine, S-400 hava savunma sistemine ve 2015 yılında Türkiye sınırında meydana gelen ve bir Rus uçağının düşürülmesiyle sonuçlanan uçak krizine ışık tutmaktadır. Ekonomik düzeyde olmasa da, uluslararası ilişkiler açısından hâlâ önemli bir aktör olan Rusya’nın, 30 Eylül 2015’te Suriye İç Savaşı’nda Beşar Esad’a destek amacıyla sahada aktif şekilde yer almasına vurgu yapılarak, bu hamleyle Suriye rejiminin düşmesinin engellendiği okurlara hatırlatılmaktadır. Bilahare, 24 Kasım 2015’te yaşanan uçak krizine atıfta bulunularak, Türkiye’nin, Suriye politikasında Rusya gibi bir ülkeyi doğrudan karşısına almasının büyük bir güvenlik tehdidi yarattığına dikkat çekilmektedir. Krizin etkilerini analiz eden yazar, iki ülke arasındaki ticaretin neredeyse kopma noktasına geldiğine, Rusya’nın, Türkiye’ye yaptırım kararı aldığına, serbest vize rejiminin tek yanlı olarak iptal edildiğin ve nihayetinde iki ülke arasında büyük bir savaş endişesinin açığa çıktığına değinmektedir. Ne var ki, tüm bu bileşenlere rağmen uçak krizinin Türkiye ile Rusya arasındaki bir ikili sorundan çok, tarihsel bir bakış açısıyla Batı ile Rusya arasındaki yeni paylaşımın bir yansıması olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirten yazar, Rusya’nın krizi hızlı bir şekilde rafa kaldırdığını vurgulamaktadır. Bu durumun temel müsebbibi olarak ise, Putin’in, Türkiye’nin başta Suriye olmak üzere Kürt Sorunu üzerinden Batı ile yaşadığı gerilimi fırsat bilerek, Türkiye’yi NATO’dan uzaklaştırma gayretine atıfta bulunulmaktadır. Bu doğrultuda, tarihsel süreç içerisinde, Türk-Rus ilişkilerinin her iki ülkenin de Batı ile olan ilişkileri üzerinden şekillendiğinin altı çizilmektedir. Tüm bu parametrelere rağmen, Türkiye-Rusya ilişkilerinin salt Suriye meselesine indirgenemeyeceğini ifade eden Özdemir, Ankara’nın Moskova ile son dönemde artan işbirliğine göndermede bulunmaktadır. Sonuç mahiyetinde, Rusya-Türkiye yakınlaşmasının, Türkiye’nin NATO müttefikleriyle yaşadığı sorunlar çerçevesinde düşünülmesi gerektiği ve Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkinin çok değişkenli bir denklemden ibaret olduğuna dair saptamalara yer verilmektedir.

Sonuç

Dr. Volkan Özdemir’in kaleme aldığı Rusya’nın Kodları: Türkiye’de Rusya’yı Ararken Rusya’da Türkiye’yi Bulmak adlı eser, Türkiye’nin köklü tarihsel ilişkilerinin olduğu ve günümüzde bilhassa Suriye meselesinde, nispeten yakınlaştığı kuzey komşusu Rusya’nın kodlarını salt politik ve iktisadi bir zaviyede değil, tüm bileşenleriyle çözümlemesi bakımından Rusya’yı anlamak isteyenler için rehber niteliğindedir. Aynı zamanda bahsi geçen kitabın Türkiye-Rusya ilişkilerinin dününe ve bugününe ışık tuttuğu gözlerden kaçmamalıdır. Her ne kadar akademik bir yazım dili içermese de yazarın, bizatihi Rusya deneyimlerini ve gözlemlerini içermesi bu kitabı değerli kılan bir başka özelliktir. Bu bakımdan Türkiye-Rusya ilişkilerini ve Rusya’nın uluslararası ilişkiler nezdinde gücünü ve önemini anlamak isteyen herkese bu kitabı tavsiye etmekteyim.

 

İsmail Uğur AKSOY

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.