20. yüzyılı diğer dönemlerden ayıran en belirgin dinamikler; büyük savaşların devletlerin/rejimlerin yıkımına sebep olduğu, soykırımların insan haklarını ihlal ettiği, bunların yanı sıra terör, silahlanma yarışı ve iç çatışmaların toplumsal infial yarattığı kanlı bir döneme işaret etmesidir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında milyonlarca insanın ölümü, Hiroşima ve Nagazaki’de binlerce insanın hayatına mâl olan atom bombası kullanımı, ayrıca Soğuk Savaş döneminin yarattığı psikolojik harp teknikleri, 20. yüzyılın genel resmini özetlemektedir. Bu yüzyıl, sadece savaş ve çatışmaları değil, aynı zamanda küresel ekonomik ve politik krizlerin sebep olduğu katı ideolojik/jeopolitik blokları da içermektedir. Silahlanma yarışı da, işte bu fırtınalı kriz döneminde kilit rol oynamış, 21. yüzyılda da yoğunluğunu artırarak devam etmiştir. Bu nedenle, “güvenlik” kavramı, devletler açısından gerek diğer rakiplerine, gerekse ulusal sınırlarını tehdit eden yasadışı/paramiliter gruplara karşı koruyucu bir şemsiye işlevi görebilmek açısından ciddi bir önem kazanmıştır.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra her ne kadar Birleşmiş Milletler (BM) gibi barışı korumak amacı ile kurulan uluslararası örgütler dünyanın jandarmalığına soyunup küresel aktörler olarak sahne alsalar da, iki kutuplu dünya düzenine geçilmesi ideolojik değerler ve ekonomik çıkarlar etrafında birbirine düşman iki süper güç yaratmıştır. Soğuk Savaş adı verilen bu düzende, ABD ve SSCB gibi ülkelerin birbirlerini tehdit olarak görmesiyle birlikte “kitlesel karşılık doktrini” ve “esnek karşılık doktrini” gibi kavramlar ortaya çıkmış, ABD kendisine yönelik herhangi bir nükleer saldırıya karşılık verebilmek açısından kendi nükleer kapasitesini de artırma yoluna giderek ciddi bir silahlanma yarışı içine girmiştir. Bunun yanı sıra, önemli teknolojik gelişmelerin hız kazanması, yalnızca birbirleriyle savaşan devletler açısından değil, tüm uluslararası sistem açısından da önem kazanmış ve bölgesel veya küresel ölçekte son derece etkili olan yeni aktörleri; yani paramiliter örgütleri, terör örgütlerini ve muhalif grupları ortaya çıkarmıştır.
Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında Sovyetler Birliği’nin Sputnik I uydusunu taşıyan roketi Kazakistan’daki Baykonur Üssü’nden uzaya göndermesiyle birlikte, o güne kadar nükleer silah teknolojisinde üstünlük sağlayan ABD, artık bu üstünlüğünü kaybetmeye başlamış, iki devlet arasındaki nükleer güç dengesi yavaş yavaş sağlanmıştır. Ancak ABD’nin hızla kıtalararası füzeler geliştirmesi ve onları denizaltılar ile yeraltına konuşlandırması, stratejik dengeyi yeniden ABD lehine değişmeye başlamıştır.
ABD ve SSCB arasında kaos yaratan Küba Füze Krizi, hem nükleer caydırıcılığın etkisini, hem de iki blok arasında doğrudan geliştirilecek olan bir diyalogun gerekliliğini göstermiştir. Dünyayı nükleer savaşın eşiğine getiren bu krizin kökeni, ABD’nin Türkiye’ye Jüpiter isimli uzun menzilli nükleer başlıklı füzeler yerleştirmesine dayanmaktadır. Kendi sınırlarına bu kadar yakın bir bölgeye yerleştirilen füzelerden rahatsız olan SSCB de, misilleme olarak, Fidel Castro yönetimindeki Küba’ya nükleer başlıklı füzeler yerleştirmiştir. Fakat kriz yeterince büyümeden, ABD ve SSCB nükleer silahların yayılmasını önlemek amacıyla karşılıklı olarak 1963’te Moskova’da “Nükleer Silah Denemelerinin Kısmi Yasaklanması Anlaşması”nı imzalamışlar, böylece “detente” (yumuşama) dönemi başlamış, bu dönem 1980’li yılların sonuna kadar devam etmiştir.[1]
Soğuk Savaş sona erdiğinde, dünyanın iki kutuplu güvenlik mimarisi hızla değişmeye başlamış, bu değişim içinde ABD’nin tek süper güç olarak tek kutuplu güvenlik mimarisi kurma çabalarına Avrupa, Çin ve Rusya gibi önemli aktörler de eklenmiştir. Bu rekabete istinaden, 1991’den beri çok sayıda nükleer savaş başlığı, güdümlü füzeler, bombalar, denizaltı füzeleri ve nükleer test tünelleri imha edilip faaliyetleri dursa da, silahsızlanma durumu tam olarak sona ermemiştir. Bu silahlanma olgusunun; devletler arasındaki karşılıklı güvensizlik durumu, uluslararası sistemin kaotik yapısı, ülkelerin birbirine karşı üstünlük arayışı ve yeni bölgesel/küresel aktörlerin küresel arenada konumlanmaları gibi sebeplere dayandığı söylenebilir.
Silahlanma oranları 2000’li yıllardan sonra epey artışa geçmiştir. Özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra savunma sanayisine yatırım yapan ABD, yalnızca 2000-2006 yılları arasında kendi Savunma Bakanlığı’nın bütçesini 300 milyar dolardan 530 milyar dolara çıkarmıştır. ABD’nin askeri harcamaları ise 2014 yılına kadar 610 milyar dolara ulaşarak küresel askeri harcamaların yaklaşık yüzde 35’ini bulmuştur.[2] ABD, günümüzde Türkiye de dahil olmak üzere 172 ülkede çeşitli ölçeklerde 800’e yakın askeri üs ve Amerika ana kıtası dışında 320 binden fazla asker bulundurmaktadır.[3] Örneğin, Japonya’da diğer yabancı ülkelerin askerlerine nazaran daha fazla Amerikan askeri vardır. Pasifik’te barışı korumak adına yaklaşık 54.000 ABD askeri personeli Japonya’da konuşlanmıştır.[4] Yine her geçen gün artan Kuzey Kore tehdidine karşılık vermek amacıyla, Güney Kore’de yaklaşık 28.500 ABD askeri hazırda bekletilmektedir.[5]
Özellikle son yıllarda Çin’in yükselişi ve Rusya’nın Suriye, Libya, Dağlık Karabağ gibi iç savaşın yaşandığı noktalardaki bölgesel askeri çıkışları ABD’nin savunma stratejisinde değişikliğe gitmesine neden olmuştur. 2018 yılındaki Ulusal Savunma Strateji Belgesi kapsamında ABD’nin “terörle mücadeleden” ziyade Çin ve Rusya’ya karşı “güç rekabetine” öncelik vermesi, ABD’nin halen küresel jandarmalık rolünü devam ettirme düşüncesini de pekiştirmektedir. Her ne kadar Irak ve Afganistan’daki kadar Arap Baharı’nın yarattığı iç savaşlara (Suriye örneğindeki gibi) direkt olarak müdahil olmayı tercih etmese de, YPG/PYD gibi terör örgütlerine verdiği silahlı desteklerle dolaylı da olsa “bölgede ben de varım” mesajını vererek sanıldığı kadar izolasyonist bir politika izlemediğini, kabuğuna çekilmediğini göstermiştir.
Tüm Ortadoğu’da bir domino etkisi göstererek bazı diktatör rejimlerin yıkılmasına zemin hazırlayan ve yankıları tüm dünyada hissedilen Arap Baharı’ndan sonra, Ortadoğu ülkelerine yönelik silah ihracatları bir hayli artmıştır. Bu artışta en büyük payı olan ülkelerden birisi Esad rejimine yıllardır destek veren ve Suriye’yi arka bahçesi olarak gören Rusya’dır. Suriye’nin gerçekleştirdiği silah ithalatında % 71’lik oranla en büyük pay sahibi ülke Rusya’dır, yani Şam rejiminin en büyük silah tedarikçisi Moskova’dır. Ayrıca Rusya, Tartus Limanı’na savaş gemilerini yığarak önemli bir üs kazanan, Suriye’de azımsanmayacak oranda askeri güç bulunduran bir ülkedir. Bunun en önemli sebebi; Rusya’nın Ortadoğu’da askeri bir varlık kazanarak NATO ülkelerine alternatif bir güç haline gelmek istemesi ve ABD’nin tek süper güç olmadığını göstermek istemesidir. Bu minvalde, Rusya, Şam yönetimi ile yapmış olduğu 49 yıllık askeri anlaşma gereği Moskova uzun zamandır hayalini kurduğu NATO’nın güney cephesini tehdit etme hususunu Akdeniz’deki varlığı ile hayata geçirmiştir. Putin’in Suriye’deki Tartus kentini Akdeniz’e açılan bir kapı olarak görmesi, yapılan anlaşmaya dayalı olarak bundan sonraki süreçte Ortadoğu’daki askeri gücünü daha fazla artırması ile sonuçlanabilir.
Nükleer güce sahip bir başka ülke olan Kuzey Kore’nin ise artarda gerçekleştirdiği füze denemeleri bir yandan yarattığı riskin büyüdüğüne işaret ederken, diğer yandan da ABD ile gerilimi tırmandırmaktadır. 2017 yılındaki balistik füze denemeleri, Kuzey Kore’nin ABD toprakları da dahil olmak üzere binlerce kilometre uzaklıktaki hedefleri vurma potansiyeli olduğunu göstermiştir. 13 bin kilometre menzilli olan Hwasong-15 füzesi ABD ana karasının her yerine erişebilmektedir. Kuzey Kore’nin daha önceki yıllarda Japonya’nın üzerinden geçerek Pasifik Okyanus’una düşen bir kıtalararası balistik füzeyi fırlatması da hem düşmanlarına gözdağı vermiş, hem de silahlanma yarışında Pyongyang’ın ne kadar iddialı olduğunu göstermiştir.
100 farklı ülkeden sivil toplum kuruluşları tarafından oluşturulan bir koalisyon niteliğindeki “The International Campaign to Abolish Nuclear Weapons” (ICAN) tarafından 2019 yılında yayımlanan bir raporda, sadece 2019 yılında 9 nükleer silahlı ülkenin sadece nükleer silaha 72,9 milyar dolar harcama yaptığı açıklanmıştır. ABD, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa, Çin, Hindistan, İsrail, Kuzey Kore ve Pakistan gibi ülkelerin 2019’da yaptığı harcamaların incelendiği rapora göre, nükleer silaha dakikada 138,699 bin dolar harcama yapılmış ve bu harcamalar 2018 yılına kıyasla 7.1 milyar dolar artış göstermiştir.[6] Silahlanma oranının her geçen yükseldiği uluslararası konjonktür, artan silah rekabeti karşısında nükleer silahların geleceği hakkında pek umut vermemektedir.
Silahlanma yarışına giren aktörler yalnızca devletler değil, aynı zamanda bölgesel sınırlarda ortaya çıkan fakat küresel etkiler gösterebilen terör örgütleridir. Bu terör örgütlerinin elindeki silahlar da yine güçlü devletler tarafından tedarik edilmektedir. Örneğin, ABD’nin, terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olan YPG’ye IŞİD/DEAŞ’la mücadele gerekçesiyle askeri malzeme desteği artık ayyuka çıkan bir durumdur. ABD’den YPG’ye giden silah desteğinin 900 tırı geçtiği bilinmektedir. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a ait bütçeyle ilgili bir belgeye göre, Suriye’de YPG’nin içinde olduğu gruplara verilecek silahlar listesinde, 12 bin Kalaşnikof marka tüfek, 6 bin makineli tüfek, 3.500 ağır makineli tüfek, 3 bin Amerikan yapımı RPG-7, bin Amerikan yapımı AT-4 veya Rus yapımı SPG-9 tanksavarın yer aldığı ifade edilmiştir[7]. Terör örgütlerine verilen bu silahlar, bir taraftan ABD’nin bölgedeki konumunu güçlendirirken, öte yandan Türkiye gibi ülkelerin sınır güvenliğini tehdit etmekte ve terör faaliyetlerinin yayılmasına zemin hazırlamaktadır.
Yine Arap Baharı’ndan sonraya ortaya çıkan, Batılı gazetecilerin ve sivillerin kafalarının kesilmesi videoları yayınlayarak propagandayı etkin biçimde kullanan ve Batı’ya gözdağı veren Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD/DEAŞ), silahlanma konusunda birçok terör örgütüne göre üstün konumdadır. Uluslararası Af Örgütü, IŞİD’in cephanesindeki silahların büyük bir kısmının, Irak ordusundan yağmalanan ABD, Rusya ve eski Sovyet devletleri menşeli silahlar olduğunu duyurmuştur. Şu anda terör örgütü IŞİD’in elindeki 25 ülke menşeli silah bulunmakta ve bu silahların 40 bin kişilik bir orduya yetecek durumda olduğu iddia edilmektedir. Her ne kadar bu örgüte direkt olarak silah temin eden ülkelerin varlığı tespit edilemese de, IŞİD gibi tehlikeli radikal örgütlerin de silahlanma yarışında, devletlerin haricinde yeni dünya düzeninin yeni aktörleri konumuna geldiği ifade edilebilir.
Sonuç itibariyle, silahlanma yarışı tarihte ne ilk ne de sondur. Soğuk Savaş döneminde bir tehdit unsuru olarak misilleme amaçlı sürekli güçlendirilen fakat yeterince aktif olarak kullanılmayan silahlanma kavramı bugün şekil değiştirmiş, Soğuk Savaş sonrasında yalnızca devletlerin başvurduğu değil, paramiliter gruplar ve terör örgütleri tarafından da sıkça başvurulan askeri yöntemler arasında yerini almıştır. Devletlerin küresel arenada birbirine gözdağı verme çabası, yerel militer grupların bölgesel etkinliğini artırma çabası ile birleşince ortaya hem nükleer hem de konvansiyonel silahların kullanımının güçlendiği bir tablo ortaya çıkarmıştır. Bu tabloda silahlanmanın önlenmesinin en etkili yolu, uluslararası toplumun farkındalığının artırılması, BM gibi örgütler öncülüğünde uluslararası işbirliğinin yeniden güçlendirilmesi, gerekirse silahlanmaya giden ülkelere yaptırımların daha sert ama ayrımcılığa gidilmeden uygulanmasıdır.
Dr. Eren Alper YILMAZ
[1] Arı, T. (1997). Uluslararası İlişkiler, Alfa Yayınevi: İstanbul.
[2] World Socialist Web Site (2015). “Yeni Küresel Silahlanma Yarışı”, https://www9.wsws.org/tr/2015/mai2015/arms-m07.shtml.
[3] Anadolu Ajansı (2020). “ABD’nin dünya polisliği: Amerika ana kıtası dışında 320 binden fazla ABD askeri bulunuyor”, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abdnin-dunya-polisligi-amerika-ana-kitasi-disinda-320-binden-fazla-abd-askeri-bulunuyor/2048835.
[4] Reuters (2019). “Trump asks Japan to hike payments for U.S. troops to $8 billion: Foreign Policy”, https://www.reuters.com/article/us-japan-usa-idUSKBN1XQ06F.
[5] Reuters (2019). “Factbox: U.S. and South Korea’s security arrangement, cost of troops”, https://www.reuters.com/article/us-southkorea-usa-military-factbox-idUSKBN1XN09I.
[6] ICAN (2020). “Enough is Enough: 2019 Global Nuclear Weapons Spending”, https://www.icanw.org/report_73_billion_nuclear_weapons_spending_2020.
[7] Hürriyet (2017). “ABD’den YPG’ye silah desteği 900 tır’ı geçti”, https://www.hurriyet.com.tr/dunya/abdden-ypgye-silah-destegi-900-tiri-gecti-40536539.