POLONYA’DA ATLANTİKÇİLİK ALGISI

upa-admin 07 Kasım 2023 548 Okunma 0
POLONYA’DA ATLANTİKÇİLİK ALGISI

Literatürde, ülkelerin farklı yaklaşımları iki ana eğilim olarak kategorize edilmektedir: Atlantikçilik ve Avrupacılık. Atlantikçi AB üyesi ülkeler NATO ile daha güçlü ve derin bağlar olmadan AB’nin güçlü bir savunmaya sahip olamayacağını savunurken, Avrupacı üye ülkeler gerektiğinde ve özellikle ABD ile çatışma halinde Birliğin kendi özgün çıkarlarına odaklanabileceği bir savunma politikasını tercih etmektedir. Atlantik denildiğinde Batı dünyası anlaşılmakta ve Atlantik Okyanusu’na kıyısı olan ülkeler göz önünde bulundurulmaktadır. Atlantik’in iki yakasından biri batıda ABD ve Kanada, doğuda ise Avrupa’dır. Atlantikçilik söyleminde ABD’nin tüm bu coğrafyanın güvenliğinde lider olduğu kastedilmektedir. Yani güvenlik faktörünü ABD liderliği ve NATO çerçevesinde düşünmek, sadece ABD ve Kanada için değil, tüm Batı dünyası için geçerlidir. Atlantikçilik, Soğuk Savaş döneminde popüler bir söylemdi. Günümüzde ise değişen güvenlik yapıları ve tehdit algılamaları dikkate alındığında ABD liderliğindeki NATO’ya işaret etmektedir.

Polonya’nın Atlantikçiliğinin altında yatan nedenler arasında Rus ve Alman faktörleri önemli bir yer tutmaktadır. Tarihi boyunca bu iki güç tarafından sürekli işgal edilen Polonya’nın güvenlik-tehdit algısında Rusya ve Almanya’nın hala en üst sıralarda yer aldığı söylenebilir. Soğuk Savaş döneminde yaklaşık 45 yıl boyunca ülkeyi yöneten komünizm deneyimine karşı olumsuz duygular, tarihten gelen kötü anılarla birleşerek Rusya karşıtı duyguları daha da körükledi. Komünizm, Polonya toplumunda hiçbir zaman tam bir destek görmemiştir. Komünist rejimin çöküşünden hemen sonra Polonya yüzünü Batı’ya çevirdi ve bu da Polonya’ya Almanya’nın Polonya tarihindeki ve hafızasındaki kötü konumunu hatırlattı. Güvenlik alanında Polonya bu kez Atlantik’e yöneldi ve Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin Avrupa’daki en önde gelen ortaklarından biri olmayı hedeflemiştir.

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takip eden dönem dikkate alındığında, Polonya Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkiler üç alt başlık veya üç ana dönem altında incelenebilir. İlk dönem, 1989 ile 1999 yılları arasındaki döneme karşılık gelmektedir. Varşova-Washington hattında ikili ilişkilerin temellerinin atıldığı ve aynı zamanda Polonya’nın hızlı bir şekilde NATO üyesi olma isteğinin ve bu yönde atılan kararlı adımların kaydedildiği bir dönemdir. Bağımsızlığını yeni kazanan Polonya Cumhuriyeti için köklü değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bu dönemde, ABD, Polonya için çok önemli bir müttefik ve stratejik ortak olmuştur. İkili ilişkilerin Soğuk Savaş sonrası tarihine damgasını vuran ikinci dönem ise 1999-2007 yılları arasıdır. İkili ilişkilerin olgunluk aşaması olarak da değerlendirilen bu dönem itibariyle, Polonya Cumhuriyeti, bir NATO üyesi olarak ABD ile ikili ilişkilerini ittifak düzeyinde şekillendirmiştir. ABD ile Polonya arasında zaman içerisinde stratejik ortaklığa dönüşen ikili ilişkilerin temelleri de bu dönemde atılmıştır. Son olarak, mevcut dönemin 2007’den sonra başladığı düşünülmektedir. Bu dönem, Polonya’nın kendi tarihsel deneyimlerinden kaynaklanan güç dengesi politikalarını tek taraflı olarak bir kenara bıraktığı ve kendisini asimetrik olarak ABD’ye bağladığı bir dönem olarak kaydedilmektedir. İkili ilişkilerin niteliğinin ciddi bir sorgulamaya tabi tutulduğu bu kritik dönem, Hukuk ve Adalet Partisi’nin tek başına iktidar olduğu dönemde Rusya ile ilgili güvenlik ve dış politika konularında Almanya ve Fransa gibi güçlü AB ülkeleriyle çatıştığı ve giderek Atlantikçi bir eksene kaydığı bir dönem olması açısından da önem taşımaktadır.[1]

Amerika Birleşik Devletleri’nin Polonya ile diplomatik etkileşimi, Polonya’nın İkinci Cumhuriyet olarak bilindiği günlere kadar uzanmaktadır. Öte yandan, 1791 yılında kabul edilen ve dünyanın en eski ikinci anayasası olarak kabul edilen Polonya Anayasası’nın, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucu babalarına büyük ölçüde ilham verdiği düşünülmektedir.[2] Ayrıca, Tadeusz Kościuszko ve Kazimierz Pułaski gibi Polonyalı ulusal kahramanlar Amerikan Bağımsızlık mücadelesinde ön saflarda yer aldılar ve kahramanlıkları iki ülke arasındaki ilişkilere yeni bir derinlik kazandırdı.[3]

Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, küresel bir süper güç olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Amerika Birleşik Devletleri’nin 28. Başkanı Woodrow Wilson, ülkesinin savaş sonrası dünyaya ilişkin görüşlerini 14 maddelik bir bildiriyle (Wilson İlkeleri ya da Wilson Prensipleri) bir manifesto haline getirmiş ve bu bildiri, Polonya’nın bağımsızlığına yaptığı doğrudan atıfla İkinci Cumhuriyet’in kurulmasının önünü açan köşe taşlarından biri olmuştur. Polonyalıların tartışmasız çoğunlukta olduğu bir nüfus yapısını içeren sınırlar üzerinde bağımsız bir Polonya devletinin kurulmasını öngören 8. madde, kurulması planlanan devletin ekonomik olarak kendi kendine yeterli olmasını, egemenlik haklarını koruyabilmesi ve bağımsızlığını sürdürebilmesi için açık denizlere (Baltık Denizi) erişiminin olmasını ve en önemlisi de kurulacak Polonya devletinin toprak bütünlüğünün uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınmasını şart koşuyordu.[4] Böylece Polonyalıların 123 yıllık bağımsızlık özlemini sona erdirmek için tarihi bir fırsat olarak gündeme gelen “Wilson Prensipleri“, ülkeler arasındaki ilişkilerin özel bir konuma taşınmasında da belirleyici bir rol oynadı. “Versailles Barış Sistemi” olarak bilinen bu süreç, Birinci Dünya Savaşı sonunda düzenlenen Paris Barış Konferansı çerçevesinde galip ve mağlup devletler arasında imzalanan “barış” anlaşması sonucunda Polonya’nın bağımsızlığını yeniden kazanmasının yolunu açmıştır. Buna göre, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte ABD Dışişleri Bakanı Robert Lansing, Polonya Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Ignace Jan Paderewski’ye ABD’nin Geçici Polonya Hükümeti’ni tanıdığını iletti ve iki ülke arasında resmi diplomatik ilişkiler başladı.

Özetle, Polonya’da Atlantikçilik algısı, genel olarak Polonya’nın dış politikasının temel eğilimlerinden biri olarak kabul edilebilir. Atlantikçilik, Polonya’nın ABD ve diğer Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyeleri ile yakın ilişkiler kurma ve sürdürme arzusunu ifade eder. Soğuk Savaş döneminde Doğu Bloku’nun bir parçası olarak kalan Polonya, 1989’daki komünizmin çöküşünden sonra Batı’ya yönelmiş ve özellikle güvenlik konusunda Atlantik bağlarını güçlendirmeye çalışmıştır. 1999 yılında NATO’ya katılımı, Polonya’nın Atlantikçilik yaklaşımının önemli bir yapı taşı olmuştur. NATO’ya entegrasyon, Polonya’nın Batı ittifakının bir parçası olarak algılanmasını güçlendirmiş ve Rusya gibi geleneksel olarak güçlü komşuları karşısında güvenlik algısını artırmıştır. ABD ile olan ilişkiler, Polonya’nın Atlantikçilik perspektifinde merkezi bir yere sahiptir. ABD, Polonya için hem askeri bir müttefik hem de politik ve ekonomik bir ortak olarak önem taşımaktadır. ABD ile yapılan savunma anlaşmaları, askeri iş birlikleri ve ortak tatbikatlar, bu algıyı pekiştirmektedir.

Atlantikçilik algısı, Polonya toplumunun çeşitli kesimlerinde farklı şekillerde yankı bulabilir. Bazı Polonyalılar, özellikle de muhafazakâr ve sağ kanat çevreler, ABD ile yakın ilişkilerin Polonya’nın ulusal çıkarlarına hizmet ettiğine inanabilirken, bazı sol kanat veya liberal gruplar bu ilişkinin eleştirisel bir değerlendirmesini yapabilirler. Bununla birlikte, genel olarak Polonya’nın Batı’ya ve özellikle de ABD’ye olan yönelimi, politik spektrumun geniş bir kesiminde destek bulmaktadır.

Polonya’da Atlantikçilik algısı, hem tarihsel bir perspektiften hem de güncel politik duruşlardan kaynaklanan kompleks bir olgudur ve Polonya’nın uluslararası ilişkilerdeki konumunu belirlemede etkili bir faktördür. Ancak, Polonya’nın AB ile olan ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda, Atlantikçilik yaklaşımının Avrupa entegrasyonu politikalarıyla dengelenmesi gerektiği de ortaya çıkmaktadır. Bu yazıda ele alınan hususlar ışığında, Polonya’da Atlantikçilik algısının, ülkenin jeopolitik konumunun, tarihî deneyimlerinin ve güvenlik ihtiyaçlarının bir yansıması olduğu sonucuna varılmıştır. Soğuk Savaş’ın ardından, Polonya Batı’ya entegre olma yolunda kararlı adımlar atmış ve bu süreçte NATO ve ABD ile ilişkilerini önceliklendirerek Atlantikçiliği stratejik bir tercih olarak benimsemiştir.

Sümer Esin ŞENYURT

 

DİPNOTLAR

[1] Davut Han Aslan (2021), Soğuk Savaş Sonrası Polonya Dış Politikası: 1989 – 2019, Akademisyen Kitabevi, ss. 145-146.

[2] Rett R. Ludwikowski (1987), “Two Firsts: A Comparative Study of the American and the Polish Constitutions”, Michigan Journal of International Law, 8(1), s. 117.

[3] Daha fazla bilgi için: Jolanta Alina Daszyńska, “Kosciuszko And Pulaski: The Fighters For The Freedom Of The United States”, https://fundacjakurtyki.pl/en/seeds-of-history/kosciuszko-and-pulaski-the-fighters-for-the-freedom-of-the-united-states/, Erişim Tarihi: 06.11.2023.

[4] Woodrow Wilson’s “Fourteen Points”, https://web.ics.purdue.edu/~wggray/Teaching/His300/Handouts/Fourteen_Points.pdf, Erişim Tarihi: 07.11.2023.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.