Giriş
Son yıllarda göz alıcı ekonomik yükselişi ve diplomaside artan etkinliğiyle Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında en dikkat çeken araştırma konularından birisi haline gelen Çin Halk Cumhuriyeti, ülkede 2012’den beri devlet yönetiminin başında bulunan ve anayasada yaptığı değişikliklerle kendi düşünce sistematiğini anayasaya ekleterek ve Başkanlık dönem sınırını kaldırarak kült bir lider olma kritik adımlar adan Devlet Başkanı Şi Cinping’le de ilgi çekmeye devam etmektedir. Ancak elbette Şi’nin güçlü liderliğinin başarılı bir yönetişim modeli oluşturması, Batı dünyasında daha çok endişeyle takip edilmekte ve sıklıkla eleştiri konusu yapılmaktadır. Bu bağlamda, geçtiğimiz günlerde Oxford University Press’in bastığı ve Steve Tsang ile Olivia Cheung’un birlikte yazdıkları The Political Thought of Xi Jinping (Şi Cinping’in Siyasi Düşüncesi) adlı eser, yeni bir akademik çalışma olarak dikkat çekmektedir. 296 sayfalık eser, Şi Cinping’in hayatını, düşünce sistematiğini ve Çin Komünist Partisi (ÇKP) ve Çin’in geleceği adına yapmak istediklerini eleştirel bir gözle değerlendiren bir akademik/politik çalışmadır. Bu yazıda, kitabın yazarlarından Steve Tsang’in katıldığı bir internet yayınında dile getirdiği kitaptaki bazı fikirler değerlendirilecektir.
The Political Thought of Xi Jinping (2024, Oxford University Press)
Steve Tsang Kimdir?
The Political Thought of Xi Jinping kitabının yazarlarından olan Steve Tsang, 1956 Hong Kong doğumlu ve Çin asıllı bir tarihçi ve siyaset bilimcidir. Çin, Tayvan ve Hong Kong gibi konularda önemli bir uzman kabul edilen Tsang, 2016 yılından beri SOAS University of London’ın Çin Enstitüsü’nün Müdürü olarak görev yapmaktadır. Hong Kong Üniversitesi ve Oxford Üniversitesi gibi önemli yükseköğretim kurumlarından mezun olan Tsang, Çin’le ilgili birçok önemli kitabın da yazarıdır. Chatham House’da da görev yapan ve sık sık Çin’le alakalı konularda BBC‘ye görüş veren Tsang, geçtiğimiz gün Avustralya eski Başbakan Yardımcısı (1999-2005) John Anderson’ın YouTube kanalına konuk olmuş ve kitabı hakkında önemli bilgiler vermiştir.
Steve Tsang’in Şi Cinping Hakkındaki Görüşleri
Önemli bir Çin uzmanı olan Steve Tsang, Olivia Cheung’la birlikte yazdığı The Political Thought of Xi Jinping (Şi Cinping’in Siyasi Düşüncesi) adlı kitabına dair katıldığı internet yayınında, ilk olarak Şi Cinping hakkında Batı dünyasında bildiklerimizin çoğunun (örneğin, partide üst düzeyde olan babası nedeniyle iyi bir yaşama sahipken, sonradan babasının yönetimle yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle Kültür Devrimi sırasında sürgüne gönderilmesi ve burada bir mağarada kalarak beraber yaşadığı köylülerden çok şey öğrenmesi gibi) ÇKP tarafından bilmemiz istenen bilgilerden oluştuğunu söyleyerek, bunun gerçeklerin ancak bir bölümünü içerdiğini belirtmekte ve Şi Cinping’in siyasal eğilimlerini şekillendiren önemli konular ve olaylar hakkında aslında fazla bilgi sahibi olmadığımızı söylemektedir. Buna karşın, Tsang’e göre, Şi, Çin’i dünya siyasetinde en önde gelen devlet haline getirmek ve uluslararası siyasete ve tarihe damgasını vurmak isteyen bir dönüştürücü liderdir.
Steve Tsang, Çin’in kendisine özgü köklü bir tarihe sahip büyük ve farklı bir medeniyet olması nedeniyle Çinlilerin Batılılardan farklı olduğu düşüncesine de katılmamakta ve tamamen Çin kültürüyle yetişmiş insanların oluşturduğu Tayvan’ın günümüzde iyi işleyen tamamen demokratik bir rejime dönüşmeyi başardığını vurgulayarak, Çin’e özgü özellikler veya “Çin karakteri“nin demokrasiye yatkın/uygun olmadığı gibi bir yaklaşımın gerçekçi olmadığını iddia etmektedir. Tsang, bu bağlamda daha çok ÇKP’li liderlerin Çin’i farklı bir siyasal yönde ilerlettiklerini ima ederek, özellikle Mao Zedong ve Şi Cinping gibi tarihsel bir misyona sahip olduklarını düşünen ve “lider sendromu” olan devlet idarecilerinin Çin’i günümüzün farklı ve kendisine özgü bir devleti haline getirdiklerini anlatmaktadır.
Steve Tsang, Şi Cinping döneminde Çin’de hâkim olan siyasal sistemi ise, kitabında, “Çin merkezci danışmacı Leninizm” (Sinocentric consultative Leninism) olarak tanımlamaktadır. Bu yaklaşımda, Batılı ülkelerden ve Rusya’dan farklı olarak, parti (ÇKP), devletin kendisi ve hatta uğruna kurulduğu halktan bile daha önemli bir unsurdur ve tüm sistem partinin iktidarını devam ettirmesi üzerine kurulmuştur. Yazara göre, ÇKP’nin tarih anlatısı, “Utanç Yüzyılı” sonrasında ÇKP’nin Çin’i bugünkü güçlü haline getirdiği şeklindedir – ki Tsang, aslında bu dönemi sona erdiren kişinin Çan Kay Şek olduğunu düşünmektedir. Bu anlatıda, benzer şekilde, Şi Cinping’in partinin başına geçmesi sonrasında partinin liderlik kabiliyeti ve başarısı daha da artmıştır. Bu doğrultuda, Tsang’in iddiasına göre, Çin’in ulusal çıkarları, bu sistemde, en temelde liderin (Şi) başarısı, daha sonra partinin (ÇKP) başarısı ve en son olarak da Çin’in başarısı şeklinde kurgulanmaktadır. Bu sistemde herşey lider ve partinin başarısı temelinde kurgulanmasına karşın, parti, 1,4 milyarlık Çin nüfusunu memnun etmek amacıyla sürekli olarak halkın eğilimleri ve isteklerini araştırmakta ve kendi düşüncesini eğitim sistemi yoluyla halka empoze etmektedir. Bu bağlamda, Çin’deki siyasal sistemi Leninizm’in bir türevi olarak değerlendiren Steve Tsang, bu sistemde önemli olan halkın lider ve partinin çıkarlarına göre şekillendirilmesi olduğunun altını çizmektedir. Bu sistemde lider ve partiyi halk nezdinde meşrulaştıran önemli bir unsur ise Çin’in öncü teknolojilere sahip güçlü bir devlet olarak diğer devletleri kendisine bağımlı kılması ve halkın yaşam seviyesini yükseltmesidir. Ek olarak, yazar, Şi Cinping’in de kendisini bir Marksist olarak tanımladığını hatırlatmakta, ama Şi Cinping’in yaklaşımında Marksist teoride olan birçok önemli unsurun (örneğin, zaman içerisinde komünist toplumun oluşması nedeniyle devletin yok olması-wither away) yer almadığını belirtmektedir. Bu nedenle, yazara göre aslında Şi Cinping bir Marksist’ten ziyade bir Leninist’tir.
Programın sonraki bölümünde, Steve Tsang, Şi Cinping’in ÇKP içerisindeki muhalefeti nasıl sona erdirdiği konusuna açıklık getirmektedir. Çin uzmanı yazara göre, Şi, bu konuda yolsuzluk karşıtı operasyonları siyaseten kullanarak muhalefeti etkisiz hale getirmeyi başarmıştır. Bu şekilde yolsuzluk karşıtı bir isim olarak halk desteğini de sağlamlaştıran Şi, bu süreci parti içi muhalefeti sindirmek için bir araç olarak değerlendirmiş ve bu sayede partideki liderliğini tartışılmaz hale getirmiştir. Bu bağlamda, Tsang’e göre, Çin’de Şi Cinping’e karşı olan bir parti idarecisi hemen yolsuzlukla suçlanarak cezalandırılabilir.
Programda tartışılan bir diğer konu da Çin’deki toplu gözetleme ve sosyal kredi sistemidir. Çin’de lider ve partinin tartışılmaz hâkimiyetini sağlamak adına devletin tüm vatandaşlarını gözetleyebilmesi ve vatandaşlara sosyal kredi sistemi doğrultusunda puanlama yapılması sayesinde, Çin’deki totaliter sistem halk tarafından da içselleştirilmektedir. COVID-19 döneminde Çin’de uygulanan katı uygulamalar da (vatandaşları zorla uzun süreler evlerine hapsetmek) yine bu doğrultuda demokrasi-dışı rejimlerin başarısını meşrulaştıran bir unsur olmuştur. Bu bağlamda, Çin’deki teknoloji destekli otoriter sistem için “techno-authoritarianism” (tekno-otoriterlik) gibi ifadeler de kullanılır olmuştur. Tsang de, bu bağlamda, Çin için George Orwell’in 1984 romanındaki “Büyük Birader” (Big Brother) ifadesini gündeme getirmektedir.
Şi Cinping’in demokrasiye bakışı konusuna gelince, Steve Tsang, bu konuda Şi’nin demokrasiyi özgür ve hilesiz seçimlerin yapılmasından ziyade halka hizmet sunulması olarak değerlendirdiğini ve bu anlamda Çin’i bir demokrasi olarak gördüğünü izah ederek, bununla çelişen ve Şi Cinping’in birkaç kez vurguladığı dev nüfus nedeniyle Çin’de demokrasiyi uygulamaktaki zorluklar argümanının ise Hindistan demokrasisi nedeniyle artık geçerli kabul edilemeyeceğini söylemektedir.
Programda tartışılan bir diğer önemli konu Çin’deki insan hakları kısıtlamaları ve baskılar olurken, Steve Tsang, bu bağlamda Çin’deki etkin gözetleme sisteminin yanı sıra eğitim sisteminin de etkisiyle vatandaşların hizaya sokulduğunu ve devlet korkusunun da etkisiyle muhalif düşüncelerinden uzaklaştıklarını vurgulamaktadır. Tsang’e göre, Şi Cinping, ülkesi Çin’in insan hakları açısından çok iyi bir konumda olduğunu düşünmekte ve rejim karşıtı muhalif düşünceleri Çin karşıtı çevrelerin yaydığı düşüncesini işlemektedir. Bu bağlamda, yazar, diğer ülkelerin büyük bir insan hakları ihlali olarak gördüğü Uygurlar (Doğu Türkistan) konusunda da Çin lideri ve yönetiminin Uygurları Çinli vatanseverler haline getirmeyi ve merkezi yönetimi güçlendirmeyi başarmaları sebebiyle kendilerini çok başarılı olarak gördüklerini vurgulamaktadır.
Tayvan konusu da programda tartışılmıştır. Steve Tsang, bu bağlamda ilginç bir bilgiyi gündeme getirmekte ve Çin’in kurucusu ve ÇKP’nin efsanevi lideri Mao Zedong’un aslında 1943 yılında -Çin’deki aykırı bir isim olarak- Tayvan’ın bağımsızlığını desteklediğini ama bu konunun şimdilerde gündeme getirilmediğini ve Tayvan’la birleşme söyleminin (tek Çin politikası) herkes tarafından benimsendiğini söylemektedir.
Kitapta ve programda değerlendirilen bir diğer kritik mesele de Çin’in küresel hevesleri ve Batı’ya yaklaşımıdır. Steve Tsang’e göre, Çin liderliği, uluslararası sistemi demokratikleştirmek ve çok kutuplu dünya düzenini oluşturmak gibi söylem ve saiklerle özellikle küresel güney ülkelerinde gücünü muhafaza etmektedir. Pekin, bu şekilde kendisini küresel güneyin lideri ve sözcüsü olarak da konumlandırabilmektedir. Çin, bu doğrultuda Batı’nın ekonomik yardımlar için ön koşul olarak vurguladığı demokratik reformları gündeme getirmemekte ve kendisini daha iyi bir ortak olarak sunmaktadır. Bu yaklaşım, gelişmekte olan üçüncü dünya ülkelerinde ve özellikle de otoriter rejimlerde ciddi karşılık bulmakta ve yönetici elit ve/veya klikin kendisini daha güvende hissetmesine olanak sağlamaktadır.
Yorumlar
Steve Tsang’in Çin hakkındaki eleştirel yaklaşımı değerlendirildiğinde, kuşkusuz, Batılı demokratik değerler bağlamında bunların önemli ve yerinde olduğu, ancak küresel yönetişim perspektifinden yaklaşıldığında, bunun Çin’e yönelik olumsuz bir saplantı algısı oluşturduğu ve daha çok ABD ve Batı dünyasının kendi başarısızlıklarını gizleme niyetiyle gündeme getirildiği söylenmelidir.
Şöyle ki, kuşkusuz Çin’in kendisine özgü tek partili otoriter sistemi vatandaşlarına veya yabancılara Batı demokrasileri kadar özgürlük sunmamaktadır. Ancak bugün uluslararası sistem ve dünyamızdaki sorunların neredeyse hiçbiri de aslında Çin’den kaynaklanmamaktadır. Bu yaklaşımı somutlaştırmak gerekirse; Çin’in uluslararası terörizm veya İslami radikalizmin gelişimine -Sovyetlere karşı Afganistan’da ABD’nin desteklediği cihatçı gruplar gibi- herhangi bir katkısı yoktur. Çin, iklim değişikliği ve yeşil ekonomi konusunda sorumlu bir ortak ve Birleşmiş Milletler (BM) ilkelerinin uygulanması konusunda oldukça titiz bir devlettir. Dahası, Çin, özellikle son 30-40 yıldır küresel ticareti sürekli teşvik eden ve bu sayede farklı devletler arasında dostane ilişkilerin kurulmasına olanak sağlayan bir ülkedir. Pekin, Kuşak Yol Projesi ile farklı devletlerin altyapı modernleşmesine katkı sunmakta ve hem küresel ticareti, hem de gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasını desteklemektedir. Bugün Çin’i en olumsuz algılayan devletlerden birisi olan Japonya’nın tarihine bakılırsa, Japon halkı üzerinde atom bombalarını test eden veya Vietnam’da yine masum sivil halk üzerinde napalm bombaları kullanan otoriter/totaliter Çin değil, demokratik (!) ABD’dir. Soğuk Savaş döneminde Türkiye ve Şili de dahil birçok ülkede demokratik yollarla seçilmiş yöneticilerin idamına sebep olan kanlı askeri darbeleri örgütleyen ve destekleyen devlet de ne kadar ilginçtir ki yine Çin değil, ABD’dir. Keza Çin, bugün uluslararası göç sorunu konusunda da sorun yaratan değil, sorunları çözmeye gayret eden bir devlettir. ABD ise, Suriye’de desteklediği radikal gruplar veya İsrail’in uyguladığı şiddet bağlamında, bölgede kitlesel göç hareketlerine zemin sağlayan ve bölgesel istikrarı bozan bir devlet durumundadır.
Peki o zaman Çin’in kendi içerisindeki farklı uygulamalarını Batılılar nezdinde bu kadar olumsuz yapan nedir? Bence bu, Çin’in otoriter sistemine rağmen daha sorumlu ve başarılı bir model oluşturmasının Batı’da yarattığı endişeyle ilgilidir. Öyle ya, Gazze’de insan haklarını umursamayan Batı için Gazze’deki vahşetin binde 1’ine bile maruz kalmayan Uygurluları bu kadar önemli kılan neden ne olabilir? Bu bağlamda, yazarın Çin’in farklılıklarını kabul etmeme yaklaşımı da Karşılaştırmalı Politika alanı içerisinde literatürde kendisine genişçe bir yer bulan “siyasal kültür” olgusu bağlamında hatalıdır. Öncelikle, Çin, Marksist esaslara göre kurulu ve iktidar partisinin resmi dini ateizm olan bir devlettir. Buna karşın, Çin, 1970’lerin sonlarından beri dini özgürlüklere kıymet vermekte ve alan açmaktadır. Ancak İslami esaslara veya başka bir diğer dini öğreti esaslarına göre kurulu bir devletle Çin’i bu mânâda aynı görmek doğru değildir. Dinin olmadığı bir toplumda toplumsal ve ahlaki kuralları korumak adına da kuşkusuz devletin daha kapsayıcı, kuşatıcı ve baskıcı olması anlaşılabilir bir durumdur. Bu, aslında geçmişte de komünist devletlerde yaygın şekilde görülen bir husustur. Yine Hindistan’daki demokratik uygulamaların kısmi başarısına karşın, Çin’in devasa nüfusu ve coğrafi farklılıkları da merkezi yönetimin güçlü olması gereği bağlamında ciddi bir farklılıktır. Son olarak, pratik olarak da bugün ÇKP dışında Çin’in tamamını yönetebilecek bir siyasi yapı yoktur. Bu bağlamda, Batı dünyası, geçmişte olumsuz sonuçlara neden olan renkli devrimler ve Arap Baharı gibi süreçlerden dersler de çıkararak, bence Çin’e olan yaklaşımında küresel yönetişimi ön planda tutmalı ve bu ülkeyle küresel sorunların çözümü nazarında iş birliğine yönelmelidir. Çünkü Çin’in ekonomik büyümesini yavaşlatmak adına kendi halkları da dahil tüm dünya halklarını ekonomik zorluklara itenler, aslında sadece Çin halkına değil, tüm halklara düşmanlık yapmaktadırlar.
Kapak fotoğrafı: https://www.economist.com/leaders/2022/09/29/how-to-make-sense-of-xi-jinping-chinas-enigmatic-ruler
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ