Terör hem dünya genelinde hem de Türkiye’de çok büyük sorunlar yaratmıştır ve günümüzde de bu sorunlar hala devam etmektedir. Ülkemizdeki ve dünyadaki bu temel sorunun kavramsal olarak neyi ifade ettiğini, nasıl ortaya çıktığını, kimler tarafından gerçekleştirildiğini kısacası terörün önce dünya sonra da Türkiye tarihçesinden bahsetmek yararlı olacaktır.
Terör, siyasi amacı elde etmeye ve halkta belli düşünce ve davranışları benimsetmeye yönelik, halkta veya halkın belli bir kesiminde korku ve panik oluşturmak için zorlamayı ve şiddetin kullanılacağına ilişkin güncel tehdidi ifade etmektedir. Terör ile terörizm farklı kavramlardır. Terörizm; siyasal amaçlar için sistemli, örgütlü ve sürekli terör kullanmayı sistemleştiren bir strateji anlayışıdır.[1]
1789 Fransız Devrimi’nden sonra 1793 Konvansiyon döneminde Jakoben yönetimin uyguladığı sistematik şiddet politikası, hukuk ve siyaset gibi alanlarda terörizm kavramının ortaya çıkmasına yol açtı. Terörün vatanseverlikle eş değer biçildiği bu dönemde binlerce insan hapsedilmiş, on binlerce kişi idam edilmişti. 18. ve 19 yy. da toplumlarda bulunan hiyerarşik yapı (sınıfsal ayrım) ile terörün ezilen halkın zorba olan yönetime karşı yapılan ayaklanması olarak kendini meşrulaştıran iddiaları vardı. Soğuk Savaşın başlaması ile birlikte devletler terör örgütlerine ihtiyaç duymaya başladılar ve bu örgütleri birer pazarlık unsuru olarak kullandılar. Bu dönemde terörizm; kapitalist bloğun sosyalist ideolojinin yayılmasının engellenmesi ve sosyalist bloğun ise kendi ideolojilerini tüm insanlara yaymak için karşı bloğun bünyesinde yapılanmaya çalışmasıydı. Soğuk savaş bittiğinde devletler bu durumu değerlendirip uluslararası toplumu tehdit eden bu konuda, gerekli işbirliği içine girerek gereken tedbirleri alamadılar. 20. yy sonuna kadar terörizmin hedefi genel olarak devlet adamlarıyken (Ferdinand, John F. Kennedy, Indira Gandhi); bu hedef 21.yy da ise semboller(Dünya Ticaret Merkezi) olmuştur. Kuşkusuz bu zamana gelene kadar terörizmin niteliğiyle beraber terörizmde kullanılan silahlar da değişmiştir. 19. yy da pusu kurularak adam öldürmek, dinamit, el bombası kullanılırken; 20. yy da bu bubi tuzakları, kalaşnikof silahlar, gerilla taktiklerine dönmüştür. Bu dönemde ise; globalleşen dünyayla terörde küreselleşmiş ve teknolojiye ayak uydurmuştur.
Soğuk Savaş dönemi sonrasında ortaya çıkmaya başlayan ve 11 Eylül saldırıları ile iyice belirginleşen süreçte, uluslararası politikanın temel belirleyici aktörü terör olmuştur. 20.yy ortalarından itibaren güvenlik meseleleri gibi terörizm de daha transnational (ulus aşırı) bir hal almaya başladı.[2] Globalleşme ile birlikte devletlerin güvenlik tedbirleri artmıştır ve bu durum tüm dünya toplumunun güvenliğini derinden etkilemiş ve böylelikle uluslararası terörizmin bu denli yaygın olmasında başat rol oynamıştır. Terörün sınır aşan bir hal alması durumunda uluslararası terörizm ile karşı karşıya kalınır. 11 Eylül saldırıları sonucunda terörizmin uluslararası boyutlarda algılandığı, globalleşme ve terör algılarının birlikte ele alınarak uluslararası ilişkiler disiplinin birer parçası olduğunu analiz etmekteyiz. Uluslararası sistemde temel aktör olan devletin etkisinin son bulduğu, ulus devlet kavramını yıkmak ve bir takım bölgesel yeni devletler kurmak amacıyla bölgesel, ulusal veya küresel terör örgütleri; yeni kurulan dünya düzeninde etkisini belirgin bir şekilde gösterecektir Fakat günümüzde uluslararası terörizm terimi daha çok birden fazla devleti hedef alan veya birden fazla ülkede eş zamanlı birbirine benzer eylemlerde bulunan terörizmi ifade etmektedir.
Terörün dış destek olmadan varlığını devam ettiremeyeceği bilinen bir gerçektir. Günümüzde terör örgütleri; devletler, sivil toplum kuruluşları, bankalar, bireyler ve diğer organize suç örgütleri tarafından finanse edilmektedir. “Terörizm, hele hele uluslararası terörizm, mutlaka bir devletin himayesinde gerçekleşir. Terör bir taraftan da savaşın düşük yoğunluklu şekline bürünmüş halini yansıtır.”[3] Küresel terörizm ile uluslararası terörizm arasındaki fark şudur; uluslararası terörizm; devlet merkezli bir terördür. Devletle ilişkisi olan, devletle silahlı çatışmaya giren ve bu çatışmalar için başka bir devletin veya devletlerin desteklediğini alan terör gruplarının eylemleri uluslararası terörizm kapsamına girer. Örneğin; PKK, ETA gibi. Diğer taraftan; globalleşme (küreselleşme), bir anlamda devletin kendisini dışarıda (uluslararası alanda) tutan durumudur. Küresel terörde bunu yansıtır. Kendi çıkarları için mücadele eden sivil örgütleri de küresel terör kapsamına almamız gerekir. Örneğin; El-Kaide.
Dünden Bugüne Bir Türkiye Gerçeği: TERÖR
Türkiye’nin son 26 yıldır kanayan yarası haline gelmiş olan Bölücülük, şimdiki ismi ile etnik esasa dayalı federalleştirme sorunu ülkemizin iç güvenlik stratejilerini oluşturmaktadır.1984 yılında ilk eylemini yapan ve şiddetini yer yer arttırıp ve azaltan PKK terör örgütü ülkemizin iç güvenliğini tehdit etmektedir. Peki, PKK’nın oluşumu nasıl gerçekleşti? Özal’ın uyguladığı siyaset Kürt sorununu yarattı, otonom “Kürt Devletinin” temelini attı ve 1991’de, karşımıza sayıları 25 bini bulan bir silahlı PKK terörünü çıkardı. Özal siyaseti sonrasında Çekiç Güç’le sayıca ve silahça gücü çok bir PKK terör örgütü yaratılarak terörün zirveye çıkarılmış olduğu, bu şiddet ortamının bölücü zihniyetlerce Türk-Kürt ayrımcılığının yapılmasına neden olduğu söylenebilir.[4]
PKK Terör Örgütü’nün amacı; devlet otoritesini zayıflatmak, devletten tavizler koparmak, siyasi amacını iç ve dış kamuoyu gündemine taşımak ve hareketi siyasi alanda devam ettirmektir. PKK terör örgütünün siyasi hedefi ne olduğu açıktır: Türkiye’yi parçalamak ve Kürdistan’ı kurmak. PKK terör örgütü bu maksatla hareket eden bir silahlı propaganda aracıdır. Etnik esasa dayalı bölücülük yapanlar, silahlı propaganda aracı olarak kullanılan terörü ve siyaseti birbirini destekleyecek şekilde kullanmakta böylelikle konuyu kamuoyuna kabul ettirmeye ve ortamı uygun hale getirmeye çalışmaktadır. Siyaset yolu ile yapılan bölücülük hem iç siyaset, hem de dış siyaset açısından terörden çok daha tehlikelidir. PKK terör örgütü, bölücü siyaset yapan siyasi partiler ve siyasetçiler bazı isteklerini karşılamaya yönelik devletin tavizler vermesi için devlete karşı yoğun bir psikolojik operasyonda bulunduğu aşikârdır. Bu tür davranışlar güvenliğimizi, bütünlüğümüzü, varlığımızı ve ulus devlet yapımızı orta ve uzun vadede tehlikeye düşürecektir.
21.yy’ da Türkiye’nin Güvenlik Algılamaları Boyutunda PKK Terörüne karşı alınacak tedbirler nelerdir?
Türkiye’nin Güvenlik Algılamaları çerçevesinde ele aldığımız devlete karşı silahlı bir örgüte (PKK terör örgütüne) karşı mücadele de ele alınacak tedbirlerde en iyi çözüm yolu halk tarafından benimsenmiş ve devletin tüm organları ile koordineli olarak desteklenmiş bir mücadelenin mutlaka başarıya ulaşacağı bilinmelidir. “Kabul etmediğiniz sürece yenilmezsiniz” sözü ışığında kirli propagandalara alet edilip bölge halkının terör örgütüne katılımını engelleyemezsek devlet olarak terör örgütünün varlığıyla beraber otoritesini de kabul etmiş oluruz ve böyle bir davranış ise teröre karşı ömür boyu yenilgiyi kabul ettiğimiz anlamına gelir.[5] Bu katılımı engellemek adına şunlar yapılabilir; Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinin kalkındırılması adına projelerin yapılması (Örneğin; eğitim, sağlık, ulaşım, tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi vb.) ve bölgeye en nitelikli devlet kadrolarının çok daha üst düzey maaşlarla gönderilmesi. Tüm bunlarla beraber Terörle mücadele konusunda da mutlaka özel yetiştirilmiş profesyonel kadroların bölgede görevlendirilmesi ve daha etkin bir istihbarat ağının kurulması gereklidir. Örneğin; PKK terör örgütüne birçok yardım malzemesinin (silahlar, ayakkabılar, yiyecekler, giysiler ve sağlık malzemeleri gibi) nereden ve nasıl sağlandığı dahi bilinmiyor. Öncelikle kurulacak daha etkin istihbarat ağının tüm bunların nasıl ve nereden geldiğini bilip bunların önünü kesmesi ve bundan sonrasında özel yetiştirilmiş profesyonel ekiplerle teröre ağır darbeler indirilmesi gerekmektedir. Terörle mücadele sadece sahada değildir, aynı zamanda siyasete de bulaşmıştır. Günümüze kadar terör örgütünün savunuculuğunu yapan bazı partilerin ve siyasetçilerin olduğu bilinmektedir ve bu nedenle birçok kez parti kapatılmış ve birçok siyasetçi tutuklanarak ceza almıştır. Günümüzde de BDP ‘nin ve parti mensuplarının de böyle bir tavır içerisinde olduğu aşikârdır. Kurulan bu partilerle PKK terör örgütünün siyasal bir kimlik ile siyasallaşması amaçlanmış ve daha önce de söylediğim gibi siyaset yolu ile yapılan bölücülük hem iç siyaset, hem de dış siyaset açısından terörden çok daha tehlikelidir. Buna karşı alınacak tedbirlerin ne olması gerektiğini daha iyi kavrayabilmek için öncelikle Kürt açılımı, demokratikleşme ve akil adamlar söylemlerinin havada uçuştuğu Terörle Müzakere Dönemini bilmemiz gerekmektedir.
Terörle Mücadeleden Müzakereye
Günümüzde de hala devam etmekte olan bu terör gerçeği ile ilgili olarak ülkemiz hassas bir dönemden geçmektedir. Bu dönemde mücadele yerini müzakereye bırakmıştır ve bu dönem Barış süreci olarak adlandırılmaktadır. Bu Barış sürecinde şunlar dile getirilmiştir; yeni anayasanın oluşturulması ile federal bir yapı sayesinde demokratikleşme ve bu anayasa ile sağlanacak olan bazı Kürt açılımlarının yapılmasıyla Kürt halkının haklarının (Halk tanımında Kürtlerinde yer alması, anadilde eğitim, KCK tutuklularına özgürlük vb.) anayasada tanımlanması istenilmiştir. Tüm bunların ardından şimdi de belki içlerinden daha çok tepki toplayan ve daha önemli olanı ise oluşturulan Akil Adamlar heyetleridir. Peki, bu Akil Adamlar heyeti kim tarafından nasıl ve neden oluşturulmuştur? Görevleri, amaçları nelerdir? Halkın bu Akillere tepkisi nedir? Gerçekten Akillere ihtiyaç var mıdır? Kısaca bunlara değinmekte yarar var.
Akil Adamlar heyeti kim tarafından nasıl ve neden oluşturulmuştur?
Akil Adamlar heyeti PKK ve BDP ile yapılan görüşmelerde vatandaşın sürece ilişkin görüşlerini almak ve süreçle ilgili vatandaşı bilgilendirmek amacıyla 7 bölge için 9’ar kişilik gruplar oluşturulduğu Başbakan tarafından kamuoyuna ifade edilmiştir. Ancak bir de şu vardır oluşturulan “Akil Adamlar” nasıl oluşturuldu? Halk tarafından seçildi mi? Hayır! Peki, halkın seçtiği, kendilerine dört yıl için siyasi konularda vekâlet verdiği vekiller tarafından seçildi mi? Yine Hayır! Demek ki “Akil Adamlar”ın yapılanması konusunda tartışma; Ali mi olsun, Veli mi olsun tartışması değildir. Gerçek tartışma “Akil Adamlar”ın oluşturulmasının demokratik olup olmadığıdır. Çünkü “Akil Adamlar” listesinin nasıl belirlendiği kamuoyuna açıklanmadı; sadece liste yayınlandı ve Akiller Başbakan tarafından belirlendi. Benim bildiğim akil insan toplumda saygınlığı olan kişilerdir ve toplumda herhangi bir kişi sorunu çözmek istediğinde, akıl danışmak istediği zaman bu “Akil Adamları” gider bulur. Siyasi otoritenin belirlemesiyle “Akil Adam” olunmaz. Yani bu yönüyle demokratik değildir ve tepki toplamasının nedenlerinden biri budur. Ayrıca bu görev bizim hür irademizle seçtiğimiz, halkın gerçek “Akil Adamları” olan TBMM’ye gönderdiğimiz milletvekilleri tarafından gerçekleştirilmeli. Akil Adamlar’ın belirlenmesiyle ilgili halkın çoğunluğunun ve benim görüşüm Hükümet ve Başbakanla aynı çizgide değildir Benim şahsi düşünceme göre Sorunun gerçek manada çözülmesi için gerekenler şunlardır; 1) Parlamentoda her siyasal partiden eşit milletvekili ile bir uzlaşma komisyonu kurulmalı. Tıpkı anayasa uzlaşma komisyonu gibi. 2) Bu uzlaşma komisyonuna bağlı olarak parlamento dışında halk tarafından sevilen, sayılan, sözü dinlenen kişilerden bir aydınlar grubu olmalı “Akil Adamlar”, “Asil Adamlar” veya “Ak Saçlılar” adı ne olursa olsun fark etmez. 3) Sivil toplum örgütü olmalı ve tüm bunlar eş zamanlı birbirini destekleyerek çalışmalı ve bu şekilde bir çözüm üretilmelidir. Ayrıca ülkemizdeki toplumsal uzlaşmayı sağlamış olmalıyız. Çünkü geçmişi tarihin derinliklerinde dayanan, arka yüzü çok karmaşık olan sorunlar toplumsal uzlaşmayla çözülür. Hem benim önerdiğim hem de şimdiki çözüm sürecinde de iktidar sahipleri şu 4 ilkeyi gerçekleştirmelidir; a) Samimi ve dürüst olmak b) Çıkıp milletin önüne neleri yapılacaksa anlatmak, milleti bilgilendirmek tabi hiçbir şekilde provoke edilmesine izin verilmeden yapılmalı böylelikle halktan destekte alınır. c) Halka hesap veremeyeceğin bir şeyin altına imza atmamak d) Gizli bir hesap olmayacak kişisel bir hesap. Tüm bunlar samimiyetle ve içtenlikle gerçekleştirilmelidir.
Vatandaş Akil Adamlar’a soruyor; neden geldiniz? Efendim biz barış için geldik. Vatandaş; zaten bizde barış istiyoruz diyor. Bu şimdi hiç akla mantığa sığar mı? Akil insanlar insanları barış konusunda ikna etmeye gidiyorlar. Kim istemez barış olsun herkes ister elbette ama TBMM yasa çıkarmaz ise PKK, Türkiye’yi terk etmez diyen kim? Elbette PKK’dır. Yasa ile de kendilerini meşrulaştırma peşindedirler. Türk Milletini barışa ikna etmek gibi bir ihtiyaç yoktur ve burada akla şu soru geliyor; Acaba akiller PKK’ya verilecek tavizler konusunda halkı ikna etmeye mi çalışıyorlar? Bu ikna etme işini yaparken bir yandan da aba altından sopa göstererek yapıyorlar. Gördüğüm birkaç akil toplantısında söylenen sözler şu yönde;
Baskın Oran İzmir’de yapılan toplantıda diyor ki: “Çözüm süreci gerçekleşmezse metro istasyonları ve AVM’lerde her gün bombalar patlar. Ortalığa ceset parçaları dağılır”. Yine “Akil Adamlar” listesinde bulunan TUHAD-FED Başkanı Zübeyde Teker!in “Barış olmazsa bizi kıyamet bekliyor” sözü de açıkça bir tehdittir.[6] PKK’ya hiçbir şey verilmeden PKK hani silah bırakacak ve Türkiye dışına çıkacaktı? Madem PKK’ya hiçbir şey verilmeyecek de “şehirlerde bomba patlatma ve ceset parçaları toplama” korkutması niye? Bu heyet Nazilerin Propaganda Bakanı Dr. Paul Joseph Goebbels’in “Gerçek, tekrar edilen şeydir” ilkesi gereğince televizyonlardan, gazetelerden, internetten sonra şimdi de şehirleri dolaşarak, Mondros Mütarekesi sonrası kurulan heyet-i nasiha ne yaptıysa, bu heyette onu yapmaktadır. Heyet-i nasiha, Damat Ferit Hükümeti tarafından halka, ‘Direniş göstermeyin, itilaf devletlerine teslimiyeti kabul edin’ şeklinde nasihatler vermek üzere görevlendirilmişti. Akil Adamlar heyeti de Türk Milletini PKK’ya verilecek tavizlere ve bir bölünme gerçeğine ikna etmek amacıyla oluşturulmuştur.
AKP Hükümetinin Türkiye Cumhuriyeti adına PKK’ya vereceği tavizler ise BDP ve Kandilin istekleridir ve bunlar basında yapılan açıklamalarda birkaç defa tekrarlanmış hala da bu isteklerde diretilmektedir. Bu istekler (tavizler) ise şunlardır; a) Başta Öcalan’ın ve KCK tutuklularının bırakılma sözü b) Daha demokratik yeni bir anayasa ile Kürt halkına haklar verilmesi (anadilde eğitim, anayasadaki Türk milleti tanımlamasının yeniden düzenlenmesi ve Kürtlerinde bu tanımlamada yer alması vb.) c) Türkiye’nin federalleşmesi ile PKK’nın Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’da bir veya iki eyaleti PKK devletçiğine dönüştürmesi ile Kürdistan’ın kurulması. (Irak’ın kuzeyinde, İran’ın kuzeybatısında ve Suriye’nin kuzey doğusunda Terör Örgütleri’nin (PKK ve PJAK’ın) aktif olması bu sebeptendir). PKK bu taleplerin gerçekleşmesini eylemsizlik yaparak Kandil’de bekliyor. Bu gerçekleşmezse aynı 2009’da yaptıkları gibi her yerde yine terör eylemlerine devam edeceklerdir.
Görevleri, amaçları nelerdir?
Gelin Akil Adamlar’dan bir kaç örnekle vatandaşa şimdiye kadar neleri anlattıklarına bir bakalım. Akil Adamlar’dan ve bölgesinin heyet başkanı olan Yılmaz Ensaroğlu Diyarbakır’da yapılan toplantıda “Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması, koşullarının iyileştirilmesi öne çıktı”, Akil Adamlar’dan TUHAD-FED Başkanı Zübeyde Teker’in “Kürt halkı Sayın Öcalan olmadan herhangi bir çözüm istemiyor. Dolayısı ile Sayın Öcalan’ın serbest bırakılması ve müzakerelerin başlaması gerekiyor” şeklinde konuşmuşlardı bende onlara şunları sormak istiyorum;
Dağa kandırarak çıkardığı Kürt kız kardeşlerimize, dağ kadrosunda bulunan örgüt elebaşlarının eşlerine kadar tecavüz eden Öcalan mı Kürtlerin temsilcisidir? “HEP’e destek vermeyen Kürt’ün tavuğuna kadar öldürün” diyen ve “Kürtler kadar aşağılık bir topluluk yok, en ufak hatalarında kafalarını ezeceksin, yoksa laf dinletemezsin” diyen Öcalan mı Kürtlerin temsilcisidir? Kundaktaki Kürt bebeklerini kurşuna dizen PKK, dizdiren Öcalan mı Kürtlerin temsilcisidir?
Sabah Gazetesi’nde yer alan (21.05.2013) tarihli haber de yazılan şuydu; Erbil’de yayımlanan Rudaw gazetesine göre, uluslararası “Öcalan’a Özgürlük” kampanyası çerçevesinde Öcalan’ın serbest bırakılması amacıyla 5 milyon imza toplama hedeflenmiştir. Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesinde “teröristler” tarafından başlatılan kampanyaya imza atanların arasında 90 Kürt parlamenteri ve siyasi liderinin de yer aldığı kaydediliyor. Kuzey Irak’ta şimdiye kadar 60 bin imza toplandı. İmza atanlar arasında Başbakan Neçirvan Barzani’nin de yer aldığı belirtiliyor. Kampanya eş zamanlı olarak Türkiye’nin yanı sıra Suriye’nin Kürt bölgelerinde ve bazı Avrupa ülkelerinde de yürütüldüğüne dikkat çekiliyor. Tüm bunlar insanların aklına şu soruyu getiriyor; Akil Adamlar’ın görevi ve amacı; PKK’yı meşrulaştırmak ve Öcalan’ı İmralı’dan kurtarmak mı?
Ayrıca “Akil Adamlar”dan Kadir İnanır’ın on binlerce askerin, polisin ve masum vatandaşın katilleri için “PKK’lılar neden bizim kardeşimiz olmasın?” yönünde bir sözü vardır. Ben şunu belirtmeliyim ki; bizim kardeşlerimiz PKK’lılar değil o bölgede yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızdır. Biz Laz’ı, Kürdü, Türkü, Çerkez’i, Alevi’si, Sünni’si ile biziz ve sonuçta hiçbir şekilde ”et tırnaktan ayrılmaz”, hepimiz bu ülkenin evlatlarıyız, hepimiz kardeşiz. Ama burada ayrılması gereken nokta ise şudur; PKK eli kanlı bir terör örgütüdür ve bu örgütün mensubu olan (Kürdü, Türkü, Laz’ı, Çerkez’i, göçmeni kim olursa olsun) herkes teröristtir. Elbette bu sözlerim düşmanlık edelim diye demiyorum, içlerinden pişman olanlara kucak açmalıyız elbette tabi öce işlediği bir suç veya gerçekleştirdiği bir eylem varsa önce bunun cezasını çekmeli, bu cezada ise pişmanlığı ise hafifletici bir sebep olmalıdır ama terör ona yenildiğini kabullenerek bitirilemez; kabullenirsen parçalanan, bölünen ve sonunda biten sen olursun.
Halkın bu Akillere tepkisi nedir?
Akil Adamlar’ın gittikleri bölgelerde vatandaşın sorularına verdikleri cevaplar halkı aydınlatmaya yetmiyor ve halka cevap veremiyorlar, Akil Adamlar gidiyorlar, vatandaş soruyor, ‘Bu sorun nasıl çözülecek?’. Cevap, ‘Biz bilmiyoruz’ biz sizleri dinlemeye geldik. Çözüm sürecinin nasıl olacağına ilişkin kamuoyuna yansıyan bir bilgi var mı? Herhangi bir bakanın, Başbakanın yaptığı bir açıklama var mı? Çözüm süreci şöyledir diye, Yok. Peki, daha iktidar partisinin milletvekili hatta genel başkan yardımcısı bile süreç hakkında yeterli malumata sahip değilken, Akil Adamlar vatandaşa neyi, nasıl anlatabilir? Halkın çoğunluğu bu yüzden Akillere güvenemiyor hatta inanmakta güçlük çekiyor ve Türkiye’nin 7 bölgesinde gerçekleşen Akil toplantılarına tepki gösteriyor. Akillerin gerçekleştirdikleri bazı toplantılarda gösterdiği tavırları da vatandaşın tepkisi toplamasına ve artmasına neden oluyor. Örneğin; Manisa’da Anemon Hotel’de yapılan Akil Adamlar toplantısına Manisa Günebakış Gazetesi’nin imtiyaz sahibi Mevlüt Çırakoğlu salonda Türk bayrağı bulunmadığı gerekçesiyle bayrağımızı asmak istediği için yaka paça dışarı çıkarılıyorsa demek ki halkında bu toplantılara tepki göstermesinin haklı bir tarafının olduğunu gösterir. Sonuçta orada ne bir cana kast ne yasadışı bir slogan nede terörist bir tutum var. Yapılan müdahalede haklı bir gerekçe bulunmadığından halkta doğal olarak Akil Adamlar’a hem bu tavırlarından hem de başka bir amaç doğrultusunda ilerlediklerini düşündüğünden her yerde tepki göstermektedir.
Peki oluşturulan Akil Adamlar gerçekten ihtiyaçtan dolayı mı oluşturuldu?
Teröristlerin çekilmesine yönelik BDP’li vekillerin yaptıkları açıklamalar ise adeta devleti tehdit eder niteliktedir. Örneğin; Van Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk’un çekilme öncesi sözleri şunlardır; Buradan Kürt siyasetçileri olarak şunu açık ve net söylüyoruz, bir tek gerillanın burnu kanarsa bunun hesabını sorarız. Hükümete çağrımız herhangi bir provokasyona meydan vermeden, tek bir gerillaya zarar gelmeden bunun tedbirlerini alarak çekilme sürecinin sağlıklı bir şekilde tamamlanmasıdır. Kürt sorunun çözülmesi için adımların atılması gerekiyor. Devletin de Kürt hareketi gibi attığı adımlara samimi kararlı adımlarla demokratik açılımlarla reformlarla yanıt vermesi gerekiyor” dedi.[7] Ayrıca Selahattin Demirtaş yaptığı bir konuşmada gerilla çekilirken içerideki siyaset adamlarının da serbest bırakılmasını ve askerin de dağlardan elini çekmesi gerektiğini söylemiştir. Bu söz açıkça şunu söylemektedir; asker görevini bıraksın biz dağlarda rahatça at koşturalım. Askerin görevini bırakması söz konusu bile olamaz. Askerin görevi o dağları, ovaları, yaylaları, nehirleri yani vatan toprağının her karışını hain saldırılardan korumaktır. Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere devlet açıkça tehdit edilmektedir. Eğer bu sözler devlete karşı korkmadan söyleniyorsa demek ki devletin başındakiler karşısındaki gücün üstünlüğünü kabul etmiştir ve bir pazarlık masasına oturmuştur. Akil Adamlar’a ihtiyaç olması için ortada bir pazarlık olması gerekir ki bu isimler arabuluculuk görevi yapsınlar. Başbakan Erdoğan ortada bir pazarlık yok ve asla böyle bir pazarlık olmayacak dedi. Ama bu konuda basında yer alan haberler bunun tam aksine işaret etmektedir; Milliyet gazetesinin (07.04.2013) tarihli haberine göre; Öcalan’ın ‘siyaset stratejisi belgesi’ başlığıyla hazırladığı mektupta yeni düşüncelerine ilişkin şunları yazdığı söylenmektedir : “Konfederasyon konusunda benimle görüşen devlet heyeti ile mutabakata vardık, AKP bunu sindirmeli ve bazı yasal düzenlemeler yapmalı”. Sonuçta görüşen heyet devlet adına Başbakan’ın talimatı ile görüşüyor. Başbakan bunun örneğini Oslo ile itiraf etmişti “Oslo görüşmelerini Emre beyle başlattık Hakan beyle devam ettirdik….Müsteşarımın üstüne neden gidiyorsunuz, benim üzerime gelin. Onu oraya ben gönderdim…..” (Milliyet Gazetesi 26.09.2012 21:28 . Öcalan’ının açıklamaları Başbakan Erdoğan’ın Başkanlığına ve Başkanlık sistemine karşı olmadığını söylüyor. AKP anayasa görüşmelerinden sonuç çıkmaz ve Başkanlık sistemi olmazsa Yarı başkanlığa geçilmesine yönelik düzenlemeler içeren 20-30 maddelik mini paketi gündeme getirecektir. Eğer bu maddelerde uzlaşma sağlanmazsa Cumhurbaşkanlığını düzenleyen maddeye “Patisiyle ilişkisi kesilir” hükmü konulmayabilir ve böylece partili Cumhurbaşkanlığının yolu açılır. Yani AKP 1924 Anayasasına dönüş yapabilir. Bunlar varsayım değil, Başbakan ile Öcalan arasında ciddi bir pazarlığın olduğunun işaretleri değil mi? Diyelim ortada bir pazarlık süreci yok ve asla olmayacaksa, iki taraf arasında ara buluculuk rolü üstlenecek olan Akil Adamlar’a da ihtiyaç yok. İyide eğer süreç vatandaşa anlatılacaksa bunu hükümet mensubu vekillerde yapabilirdi. Sonuçta süreç dediğimiz hükümetin bir icraatı ve bu icraatı anlatması için en uygun insanlar hükümet partisinin milletvekilleridir. Burada şu konuya da dikkat çekmek lazım: halkımızın bir kısmında şu algı yer almıştır; AKP izlediği politikalarla üzerine fazlasıyla çekmiş olduğu halk tepkisini Akillere yönelterek kendi üzerilerindeki tepkiyi bu yolla kırmak istemiştir. Kestaneyi ateşten “Akil” adamlara aldırmak, fakat kendileri yemek istiyorlar. Yani kendi ellerini yakmayıp “Akil” adamları “Açılım” politikasında bir maşa olarak kullanmak istemiştir.
Benim şahsi düşüncem Türkiye’nin kendi vatandaşlarına her türlü kültürel-demokratik hakkı sağlaması, öte yandan terörle etkin bir şekilde mücadele etmesi gerekiyor. Bunu aynı anda yapmak mümkün, yeter ki bu konuda siyasilerin tavrı net ve güçlü olsun. Yani bir yandan Kürt kökenli yurttaşlarımıza yönelik siyasi jestler yapılabilir (PKK terör örgütüne değil) ancak aynı anda terör örgütüne yönelik büyük operasyonlar da düzenlenebilir. Bu ikisini birbirinden ayırabilirsek sanırım çok daha başarılı olacağız.
Masallar dinletilip uyutulduğun derin uykundan “UYAN ve AYAĞA KALK”!..
Eyüp KARA/UPA Dumlupınar Üniversitesi Temsilcisi
KAYNAKÇA
[1] Mevlüt ÖZDEMİR “Terör mü ve Terörizm mi?”, A.Ü. İİBF. Basın Yayın Y.Okulu Yıllığı C.6, 198, Syf. 256.
[2] Ertürk, Devrim, Bir Egemenlik Aracı Olarak Küresel Terör, Artuklu Üniversitesi, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, sayı 4, Kasım 2010.
[3] Kayacı, Adem, Arşiv ve Doküman Dairesi Başkanlığı, Uluslararası Terörizm ve 11 Eylül 2001’de ABD’ye Yapılan Terörist Saldırılar Sonrası Yaşanan Gelişmeler.
[4] Erdal SARIZEYBEK, Cumhuriyet Strateji, 2 Şubat 2009 Pazartesi, Ek:5 Sayı:240, Syf. 9.
[5] http://www.politikadergisi.com/makale/kuresel-teror-baglaminda-turkiyenin-durumu.
[6] http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?id=28378.
[7] http://www.merhabahaber.com/aysel-tugluk-bir-tek-gerillanin-burnu-kanarsa…-105867h.htm.