İslam dünyasında yaşanan ihtilaflar küresel jeosiyaset için de tehdit oluşturuyor. Uzmanların vardıkları bu kanaat birçok tehditlerin varlığının habercisidir. Radikal dini grupların gerçekleştirdikleri terör olayları fonunda bu sürecin analizi önemli bir göreve dönüşüyor. Çünkü yapay olarak Müslümanların terörist imgesinin oluşturulması genel olarak insanlık için ciddi tehlikeler yaratabilir.
Radikal Dini Gruplar: Azmettiren Kimdir?
Modern dünyada radikal dini gruplar küresel jeosiyasetin güncel konularından biridir. Aynı şekilde, İslam dini adı altında faaliyet gösteren birçok kuruluşlar var ki, terörle suçlanıyorlar. Şu anda siyasi literatürde “İslam terörü” ifadesini sık-sık kullanıyorlar. Fakat bunlar gerçeği yansıtıyor mu? Gerçekten mi, Müslümanlar cinayet işlemekten herhangi bir siyasi amaca ulaşabileceklerini düşünüyorlar? Belki, bu başkaları tarafından ortaya atılmış bir oyundur?
Doğrusu, bu soruların farklı cevapları vardır. Bazıları gerçekte “İslam terörü”nün olduğunu iddia ediyor. Diğerleri bu dini siyasallaştırma eğiliminin nesnelliğini ispatlamaya çalışıyor. Bunlarla birlikte, dünyanın bazı güçlü devletlerinin Müslümanları kendi amaçları için kullandıkları kanaatinde olanlar da vardır.
Son yıllarda bu konuda yazılanları ve gerçek siyasi olayları analiz etmekle ilginç sonuçlar elde etmek mümkündür. Aslında, birçok uzman bu yönde düşündürücü hususlara değindiler. Burada her şeyden önce “cihat” kavramı üzerinde durmak gerekiyor.
Bu kelimenin anlamı Allah yolunda savaşmak, çalışmak, mücadele etmek, çaba göstermektir. Onu silahlı savaşla özdeşleştirmek yanlıştır. Burada insanın kendi manevi ve sosyal kusurlarına karşı mücadele etmesi öngörülmektedir. Yani herkes daima nefse galip gelmeye çalışmalıdır. Bu ise gerçekte insanın kendisinin – kendisine karşı mücadelesi demektir. Bununla birlikte cihada siyasi anlam da veriliyor. Günümüzde bu, daha çok dini ideoloji temelinde çeşitli amaçlarla silahlı savaşı öngörüyor. Örneğin, müstemlekeciliğe, haksızlığa, adaletsizliğe, İslam’ı yaymaya engel olanlara, Müslümanların haklarını ihlal edenlere ve başkalarına karşı savaşa kalkmak mümkündür.
Tüm bunlarla birlikte, cihadı tamamen olumsuz açıdan sunmak eğilimi hissedilmektedir. İşte bu anlamda cihat öncelikle İslam’ın kendisini gözden düşürmek için kullanılıyor. Bunun ise temel yolu İslam perdesi altında oluşan kurumların terörle meşgul olduğu fikrini beyinlere sokmaktan ibarettir. Gerçekten de böyle bir süreç var mı?
Birçok uzman düşünüyor ki, İslam perdesi altında şekillenen radikal grupların arkasında büyük devletler duruyorlar. Örneğin, “El-Kaide”yi ABD’nin meydana attığını yazıyorlar (Bkz.: Дмитрий Минин. Под знаменем джихада / “Столетие”, 1 Ekim 2013).
Geçen yüzyılın 80’li yıllarından başlayarak, Amerikan istihbaratı Afganistan’da Müslümanların direniş hareketini oluşturmaya çalıştı. Bu dalga “Taliban” ve “El-Kaide”yi meydana attı. Sovyetleri oradan çıkaran İslamcı güçler, sonra silahlarını ABD’ye karşı çevirdiler.
Fakat bunlar yaşananların görünen tarafları. Uzmanların kanaatine göre, “El-Kaide” somut olarak Amerika’nın jeopolitik planlarını gerçekleştirmek için dünyanın farklı bölgelerinde kullandığı terör silahıdır (Bkz.: Леонид Савин. Сирия: сетевая война / “Столетие”, 23 Nisan 2013). Şu anda Suriye’de “El-Kaide” bu işlevi yerine getiriyor. ABD bu örgütle birlikte diğer radikal İslami grupları da finanse ediyor (örneğin, Liva a-Tevhid, Liva el-İslam ve Sukor aş-Şam) (Bkz.: önceki kaynak). “The Washington Post”un yazdığına göre, özellikle ABD’nin aktif desteğiyle şu anda Suriye muhalefetinin yüzde 75’ini İslami gruplar oluşturmaktadır.
“Ağ Savaşı” Ve “Cihat”
Dini perde altında radikal yönümlü savaşçılar yetiştirmek için “cihat” kavramı geniş kullanılıyor. Sosyal ağlar aracılığı ile aynı yöntemle çok sayıda insanı bir araya yığmak mümkündür. Şu anda “ağ savaşı” denilen ifade bu gibi süreçler sonucunda meydana çıkmıştır (Bkz.: Дмитрий Седов. “Исламский” терроризм американского разлива / “Фонд стратегической культуры”, 23 Eylül 2012).
Gerçekten de, “El-Kaide” garip bir tarzda aktifliğini Suriye’ye yöneltti. Bu, Afganistan’da Batı’nın kendi görevini yerine getirmiş kabul ettiği ve orada Washington’un “Taliban”la görüşmeler yaptığı bir zemininde meydana geliyor. Tahminlere göre, 2014 yılından sonra bu örgütün temel hedefi Çin, Orta Asya devletleri ve Rusya olacak (Bkz.: önceki kaynak).
Ayrıca, “Müslüman Kardeşler”in İngiliz istihbaratı tarafından meydana atıldığı hakkında bilgiler mevcuttur. “Hamas”ı Suudi Arabistan, “Hizbullah “ı ise İran’ın maliyeleştirdiği söyleniyor. Böyle anlaşılıyor ki, şu anda Orta Doğu’da siyasi meydanda aktif olan kuruluşların her birinin arkasında kenar güçler duruyor. Ana senaryoyu ise Batı ülkelerinin yazdığı hissediliyor.
Eğer bu bilgiler doğruysa, elbette büyük bir jeopolitik mekanda herhangi bir oyunun oynandığı izlenimi doğar. Bu oyunda “cihat”ın merkezi yerlerden birini tuttuğunu söyleyebiliriz. Suni şekilde yönetilen ve İslam’ın temel mahiyetine aykırı olan bu süreç genel olarak Müslüman dünyası için ciddi felaketlere neden olmaktadır. Birbiri ardına İslam devletleri iç karışıklıklarla karşı karşıya kalıyor ve garip şekilde bu olayların altından “El-Kaide” gibi terör örgütleri çıkıyor. Burada bir mantık vardır.
Mesele şu ki, tahminlere göre, dünyanın en potansiyelli ülkeleri arasında Müslüman devletleri özel yer tutuyor. Hatta S. Huntington uygarlıkların perspektifinden yazarken, 2020 yılına kadar İslam dünyasının öncü sıraya çıkabileceğini öngörüyordu. Burada demografik ve sosyoekonomik gelişmişlik kriterleri esas alınmıştı.
Tabii ki, dünyada önderliği korumak için Batı buna karşı siyaset yürütmeliydi. Artık birkaç on yıldır, bu amaçla Müslümanların kendilerinin kullanıldığı düşündürücüdür (Bkz.: Сергей Василенков. США всех посчитали по двойным стандартам / www.pravda.ru, 26 Nisan 2013). Bu yöntemle iki amaca ulaşıyor. Birincisi, İslam’ın olumsuz imajı oluşturuluyor. İkincisi, Müslüman ülkelerde demokrasinin egemen olması için kenar etkilere ihtiyacın olduğu izlenimi yaratılır.
Bunların sonucunda herhangi Müslüman ülkesinde mevcut sosyoekonomik altyapıyı dağıtıp, yerinde kenar güçlerin çıkarlarına uygun sistem üretmektedirler. Bu süreç ülkenin doğal kaynaklarını doğrudan ulusal çıkarlar için kullanmak imkanının keskin sınırlandırılması zemininde oluşuyor.
Öyle görünüyor ki, modern tarihi aşamada “cihat” daha çok bazı siyasi güçlerin çıkarlarına hizmet etmek için kullanılıyor. Burada öncelikle söz konusu neredeyse Batı’dır. Aynı şekilde, ABD kendi önderliğini uzun süre korumak için ciddi sekilde hazırlanmış jeopolitik planlar kuruyor. Bu planları gerçekleştirmekle küresel ölçekte süreçleri yönetmeye çalışıyor (Bkz.: Евразийский Джихад, триумф и крах США. Часть вторая: планы США по захвату планеты, Арабская весна и Сирия / www.anvictory.org, 11 Ekim 2013).
Tüm bunlar bazı karamsar jeopolitik sonuçlar çıkarmaya olanak sağlıyor. Öncelikle, modern küresel jeosiyasette önyargılı planlar kuran büyük devletler mevcuttur. Bu, dünyada belirsizliğin kalmasını etkiliyor. İkincisi, Müslüman devletlerde ihtilafların, silahlı çatışmaların uzun sürebilmesi tehlikesi vardır. Çünkü bu devletler genel olarak zayıflamazsa, onları bu durumdan çıkarmaya çalışmayacaklar. Bununla birlikte, krizden sonra Müslüman ülkelerde hangi yapının oluşturulacağı da bilinmemektedir. Üçüncüsü, bu süreçler üçüncü dünya savaşı için verimli bir zemin hazırlıyor. Eğer terör dalgaları Çin ve Rusya gibi devletlere karşı dönüşürse, bunun nasıl sonuçlanacağını kimse tahmin edemez. Büyük bir jeopolitik mekanda kaos doğar ve çok sayıda insan kaybı olur. Buraya gelişmekte olan ülkelerde hangi durumun oluşabileceğini de eklemek mümkündür.
Görüldüğü gibi, “cihad”ı kendi jeopolitik amaçları için kullananlar, aslında, ateşle oynuyorlar. Bu da tüm dünya için çok tehlikelidir.
Kaynak: Newtimes.az