DEVLET ESKİ BAKANI VE TBMM ESKİ BAŞKANVEKİLİ DR. YÜKSEL YALOVA RÖPORTAJI

upa-admin 18 Mart 2014 13.408 Okunma 0
DEVLET ESKİ BAKANI VE TBMM ESKİ BAŞKANVEKİLİ DR. YÜKSEL YALOVA RÖPORTAJI

Dr. Yüksel Yalova’nın Özgeçmişi

1955 Karpuzlu doğumlu olan Yüksel Yalova, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans ve doktora programlarını başarıyla tamamlamıştır. Siyaset Bilimi ve Anayasa Hukuku kürsüsünde asistanlık yapmış, Fransa’da Nice Üniversitesi’nde eğitim almıştır. Aynı zamanda İstanbul Belediye Konservatuarı mezunudur. Bir dönem serbest avukatlık yapmış, bu dönemde Aydınspor Başkanlığı görevini de yürütmüştür. 1991-2002 döneminde Aydın Milletvekili olan Yalova, 1999-2000 yılları arasında TBMM Anayasa ve Dışişleri Komisyonu Asli Üyesi ve 1999-2001 arasında da Devlet Bakanı görevlerinde bulunmuştur. 2001-2002 yılları arasında da TBMM Başkan Vekilliği yapan Yalova, aynı zamanda Okan Üniversitesi Danışma Kurulu Üyeliği, Türk Fransız Kültür Derneği Başkanlığı ve halen devam etmekte olan Afrika Diplomatik Akademisi Başkan Yardımcılığını da üstlenmektedir. Halihazırda İstanbul Aydın Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü öğretim üyelerinden olan Dr. Yalova, 2013 yılından itibaren bu üniversitede Afrika Uygulama ve Araştırma Merkezi’ni kurmuş ve halen müdürlüğünü yapmaktadır.

yüksel yalova

Yüksel Yalova

 

Hakan Kiriş: Uzun yıllar ülke yönetiminde bulunan bir siyaset adamı ve AB Ortak Tarım Politikası ve Türkiye isimli kitabın yazarı olarak tarım politikalarına nasıl bakıyorsunuz, Türkiye’nin bu alanda durumu nedir?

Yüksel Yalova: Avrupa Birliği ortak tarım politikasına kronolojik olarak bakarsak, kalın çizgileriyle söylersek, otuz yıllık bir perspektif içinde değerlendirdiğimizde, öncesi ve sonrası dediğimizde bu politikaların hayata geçirilmesiyle Avrupa Birliği ülkelerinin ne kadar kazançlı olduğu ortaya çıkıyor.

Günümüz dünyasında, “gıda güvenliği” diye bir kavram var. İnsanların en hayati haklarından biri yediği içtiği ürünlerin ne olup ne olmadığını bilme hakkı ve çağdaş ülkelerin de en önemli pozisyonlarından biri vatandaşlarının sağlık kurallarına uygun ürünlerle gıdasını alması. Bu noktada Avrupa Birliği ülkeleri diyelim otuz yıl öncesinde sefil durumdaydı ama bu birlik politikasıyla bugün sizin Mersin’deki portakalınızda üç tane çürük varsa geri döndürebilir hale geldi. Ben Türkiye’de tarımın hep stratejik bir silah olduğunu düşündüm. Silah kavramını pek sevmem, o yüzden “değer” diyelim. Ne yazık ki, biz tarımın gen teknolojisiyle ilişkisini siyaset kurumu olarak pek aklımıza getiremeyiz. Devlet yapılanmamız içerisinde de nanoteknolojiyle Amerika Birleşik Devletleri’nde mısırın üç kat artan boyunu, Türkiye’de neden eksilmekte olduğu konusunda doğurabileceği neticeleri hesaplayamadık.

Konya bir devlet için inanılmaz bir nimettir. Eğer otuz yıl öncesinde Konya Ovası’nda, Çukurova’da, Söke Ovası’nda altı metreden artezyen su çıkarken bugün yirmi metreden zor çıkıyorsa bizim işi gücü bırakıp bu ovaların kaderleriyle ilgili laboratuar çalışması yapmamız lazım. Avrupa Birliği bunu başardı bugün biz ne yazık ki Mersin’de, Antalya’da başka başka yerlerde zaman zaman o hükümet dönemi bu hükümet dönemi, benim öyle dertlerim yok, ürünleri tarlada bıraktığımıza tanık oluyor muyuz? Çünkü toplatmaya kalkılsa, toplayacak insanlara verdiğimiz para eğer o ürünün satışından elde edeceğimiz parayla karşılaştırıldığında mal sahibi için kar yazmıyorsa bizim sabah akşam belki otuz gün belki altmış gün belki doksan gün bilim insanlarıyla düşünmemiz gereken bir iş. Sadece oradaki gariban mal sahibinin sorunu değil. Buğday diyorsunuz öyle, zeytin diyorsunuz öyle artık bilim dünyasında zeytinin yeri belli, var yılı yok yılı deriz biz zeytinde. Çünkü elimizdeki sırıklarla zeytin silkeriz, o zaman orada zeytini ayırmada diğer dalları paramparça ediyorsak seneye kadar ağaç kendini tamir edemiyor. O yüzden bir sene ürün alıyoruz bir sene alamıyoruz. Başka diyarlarda insanlar merdivenle tane tane topluyorsa eliyle misal o zaman Türkiye şuna bakacak; insanlık tarihinde yüz elli yıl diyelim, bu tarih öncesinde insanlık tarihinin nüfusu bir milyardı. Bugün yedi milyar ama dünya yedi kat büyümedi. Bu yedi milyar insanın önünde şimdi gıda meselesi var, su meselesi var, enerji meselesi var. Şimdi Birleşmiş Milletler’e kayıtlı devletlerin sayısında artışlar olacaksa bileceğiz ki, Fransız Devrimi sonrasındaki milliyetçilik akımıyla kurulan devletlerde milliyetçiliğin oynadığı rolden fazlası gıda nedeniyle olacak önümüzdeki yüzyılda. Allah’ın verdiği bir coğrafya var dünyanın hiçbir yerine Türkiye kadar cömert davranılmadığını düşünüyorum. O zaman bu coğrafyanın ürünlerinin karaborsa halinde satılıyor olması lazım, benim derdim bu…

Hakan Kiriş: Avrupa Birliği’nin akıbeti tartışmaları yapılıyor, siz birliğin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Yüksel Yalova: Avrupa Birliği’nin akıbeti diyorsunuz; Avrupa Birliği yıllarca düşünün İngiltere’yi almak istemedi, İspanya Krallığı 2002 yılıydı ben Türkiye’de Millet Meclisi parlamento başkanı sıfatıyla gittim vekâleten Madrid’te Avrupa Birliği başkanları toplantısı vardı. İspanya Kralı dedi ki: “Aman moralinizi bozmayın, biz de 1986 yılında ancak girebildik.” Şimdi bize daha önce biliyorsunuz, Avrupa Birliği ya da Avrupa Devletleri tarafından Yunanistan ile aynı muameleye tabi tutulduk. “Türkiye’yi ayırmayalım Yunanistan’a bir şey verdiysek Türkiye’ye de verelim. Türkiye’ye bir şey verdiysek Yunanistan’a da verelim”, bu böyle oldu mu, böyle oldu. Yunanistan’ı alacakları zaman dedik ki, “onlar ortak biz pazar. Şimdi Yunanistan krizde, İspanya krizde, Portekiz krizde, İtalya krizde ne yapalım sevinelim mi? Hayır, aldatırız kendimizi. Sonuçta o ülkelerin refah düzeyi bambaşka yerlerde, krizler vardır; her bir kriz var olan sıkıntıyı ortada kaldırır. Devlet krizidir sonuçta, bu yüzden olanlar hiçbir zaman bizi yanıltmamalı. Bizim Avrupa Birliği entegrasyon sürecinde Avrupa Birliği’ne neler ekleyebileceğimizi anlatmamız lazım ama şimdi görüyorum, Avrupa Birliği’nin hangi ülkesi olursa olsun, Avrupa değerlerini savunan kaç politikacımız var? Osmanlı olarak “hasta adam” denirken Avrupalıydık, bugün siz Avrupa’ya bir şey ekleyemiyorsanız sadece karşıtlığınızla bu haldeyseniz ki, Fransa’daki seçimler ve diğer yerdekiler de yabancı düşmanlığının arttığı bir çizgiye gidiyor. Avrupa Birliği’nin önümüzdeki seçimleri sonrasında oluşacak parlamentoda yabancı düşmanlığını savunan üye sayısı artacak hiç olmadığı kadar, bunları dert edinmiyoruz. Rusya Federasyonu ile ilişkiler, son Kırım meselesiyle birlikte düşünülecek olursa, herhalde ders almamız gerekir. Rusya tarih boyunca insanlık tarihinin önemli aktörlerinden biri olmuştur. Rusya politikalarındaki ana stratejileri doğru anlamazsanız; Rusya’nın özgül ağırlığını kavramaktan uzaksınız demektir.

Hakan Kiriş: Biraz da köşe yazılarınızda da sıklıkla vurguladığınız bilim ve teknolojiden söz edelim. Siz hem aktif siyasal yaşamınızdan önce hem de bugün yine öğretim üyeliği yapıyorsunuz. Sizce Türkiye’nin üniversiteleri, araştırma enstitüleri ya da think-tank kuruluşları uluslararası düzeyde faaliyetler yürütmeye hazır ve istekliler mi?

Yüksel Yalova: İstekli olanları var biliyorum. Çok yakından takip ediyorum. Hazır olanları da var. Ama çoğunluk diye baktığımız zaman, çoğunluğun böylesi kavramlardan uzak olduğunu görüyoruz. Çünkü üniversite yapılanması başka bir şeydir, dipsiz kuyu gibidir. Günlük yaşamda doğaya hâkim olabilmek için bizim Ar-Ge’lerimizin üniversite imkânlarına bırakılmaması lazım, vakıf üniversitelerini getirdik bir aşama oldu. Şimdi sadece vakıf üniversitelerinde değil, tüm üniversitelerde farklı bir konsepte geçmemiz lazım. İşletme biliminden istifade edebilecek bilgilere ihtiyaç vardır. Uluslararası çerçeveye odaklanabilecek bakışlara ihtiyacımız var. Bu noktada üniversite mezunu, fakülte mezunu insan sayımızın artması belki sevindirebilir bizi ama aynı oranda tasalandırması gerekir diye düşünüyorum ve toplu iğne başı kadar bir yerimiz var uluslararası arenada. O da tıp bilimlerinde! Sosyal bilimler için kötü lafı gene orantılı olarak bir yer demektir. Ona başka türlüsünü söylemeye dilim varmaz.

Şimdi içinde yaşadığımız dünyada sizi uluslararası arenada güçlü kılacak bir tek unsur var; inovasyon sayısı. Şimdi bu icat sayısının yanına siz kültür ürünlerini, sanat ürünlerini ekleyemiyorsanız yaşama şansınız yok. Hep söylediğim bir şey var. Mahalle bakkalının iflasına benzemez devletlerin iflası. Bir zamanlar İstanbul’da Feriköy diye bir kulüp vardı birinci ligde oynardı. Buna benzer çok kulüp vardır. Bir bakarsınız on sene yirmi sene geçivermiş aradan adınız yok. O zaman dünya gelişim çizgisine bakacağız ve önümüzdeki on yılda, yirmi yılda, otuz yılda dünya hangi değerleri üretecek ona bakacağız. Ben “uzayda miras hukuku” diye ders olacak dediğim zaman gülüyordu insanlar. Şimdi kuantum bilgisayarlarının Türkiye’nin siyasetine etkisi diye bir makale bulursam hemen okumak isterim ama yok. Üniversitelerimiz büyük rol oynamalı ama her ilde üniversite diye geldik. Sayın Demirel’in başlattığı benim karşı olduğum bir politika, her ilde üniversite olmaz. Her ildeki bina yığınına üniversite dersek kendimizi kandırmış oluruz. Neden? Çünkü dünya yüzünde bir binaya üniversite dememiz için üç kriterimiz ölçütümüz olacaktır:

1) Uşak’tan gelmiş Ayşen hanıma tabiplik mesleğini, Isparta’dan gelmiş Hakan Bey’e avukatlık mesleğini, Aydın’dan gelmiş Yüksel’e de bir mesleği öğretecek, bu meslek kriteri.

2) Hep duruyorum üstünde o ana kadar dünya yüzünde diyelim böbrek hastalıkları konusunda kim ne yazmışsa onun üstüne yazacağımız makaleyle doktora teziyle katkı etkileyeceğiz. Bunun adı da bilim kriteri.

3) Kritere bunun adına ekonomik kriter adını verdim ben üniversitenin araştırma geliştirme birimiyle yılda kaç para kazanıyorsunuz. Hangi sektörde kaç imzanız var. Bu noktaya geldiğiniz vakit kara kara düşünmemiz lazım, ağıtlar yakmamız lazım. Sınırlı sayıda sadece bunu görebiliyoruz. Kök hücreyle ilgili kavgalar, çatışmalar günlük hayatımızda üniversiter hayatımızda hiç hakim rol oynamıyor. Farklı bir şeyler yapmamız lazım, o dünyayla bizim dünyamız arasındaki değerler çatışmasının ana kaynaklarının alacağı şekilleri düşünmek lazım.

Hakan Kiriş: Bugün İstanbul Aydın Üniversitesi bünyesinde kurulan Afrika Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütüyorsunuz. Aynı zamanda Afrika Diplomatik Akademisi’nin başkan yardımcılığında bulunuyorsunuz. Sizden Türkiye’nin potansiyellerini de göz önüne alarak Afrika’yla ilgili bir genel değerlendirme alabilir miyiz?

Yüksel Yalova: Biz Afrika’yı yıllar boyu sadece masklardan ibaret sandık, zenci dansçıların danslarından ibaret sandık. Beyaz adamın anlattıklarını duyduk. Biraz daha bilgiliysek “safari avı” dedik. Bu noktada çok net görüyoruz ki, Gülen hareketinin temsilcileri devletin yapamadığını yaparak okullar ve iş imkânları gündeme getirdi. İşlerimiz inanılmaz gerideydi. İkinci olarak Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetleri Sayın Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde on büyükelçilik açtık. Bu inanılmaz bir işti. Bunu takdir etmek lazım ama bu doğru işi yapabilen bir hükümetin bir adım daha atmasını ben şahsen arzularım.

Afrika’yı biliyorum. Çin ne kadar ehemmiyet veriyor onu biliyorum. Aynı şekilde Amerika Birleşik Devletleri ne kadar ehemmiyet veriyor onu biliyorum. Şimdi bu çerçevede bizim Osmanlı kültürümüzle o topraklarda en avantajlı ülke olduğumuzu düşünüyorum. Kimse bilmez gibi gözüküyor Afro-Türkler var, bununla ilgili dernekler var, sınırlı imkanlarıyla çaba harcıyorlar. Sadece İstanbul’dan Ege kıyılarından aşağı doğru insek sayıca 1.200.000’i geçtiğini söylüyorlar Afro-Türk sayısının. Amerika Birleşik Devletleri’nden Afrika’ya gelen araştırmacı sayısına inanamazsınız. Avrupa ülkelerinden çoğunu biliyorum. Diyelim Fransa, diyelim Almanya ilgilenebilir. Ama İsveç, İsviçre inanılmaz araştırma grupları var. Çünkü biliyor ki, Afrika uluslararası normlarla dizayn edilmeden Dünyayı yeniden tarif etmenin anlamı yok. O nedenle Türkiye bu noktada bence çok geç kaldı. Üniversitelerimiz inanılmaz geç kaldı. Kadir Has Üniversitesi’nde var, Ankara Üniversitesi’nde vardı ama başarı sağlayamadı. İzmir Ekonomi Üniversitesi de gene aynı şekilde başarı sağlayamadı. İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Mustafa Aydın, benden böyle bir birim kurmamı istedi. Belki katkım olur diyerek kabul ettim. Ama bu işler muazzam ekip gerektiriyor. İnanıyorum Türkiye bunun ehemmiyetini bir an önce anlayacaktır.

Hakan Kiriş: Yaklaşan 30 Mart 2014 yerel seçimlerinden hareketle biraz da yerel siyasetten söz etmekte yarar var. Sizce Türkiye’de yerel siyasetin kendine özgü yanları var mı yoksa yerelde de ulusal siyasetin ağırlığı ve belirleyiciliği mi söz konusu, kısacası yerel siyasetin durumu nedir?

Yüksel Yalova: Yerel demokrasi kavramı var. Ben hep inandım buna yerel demokrasi dediğiniz vakit mahalli basının ehemmiyeti. Çoğu insan fark etmez bunu sonuçta ülke siyasetinin belirlenmesinde önemli. Biz Prens Sabahattin döneminden beri merkeziyet ve adem-i merkeziyet derken çatışmayı yanlış bir sahne üzerinden kurguladık. Biri o, biri bu gibi… Oysa bir bütün tarif yapılmalı, bütünden parçaya gelmeli. Böyle baktığınız vakit belediye teşkilatlarının merkezi otoriteyle ilişkilerinde çok daha farklı fonksiyonlarla donatılması gerektiğini düşünüyorum. Bunu yaparken de yerel yönetimlerde yönetim kadrolarında görev alacakların da sadece seçilmek için aday olmak adına gerekli şartları taşımakla sınırlı olmaması gerektiğini düşünüyorum. Artı değer katmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu alandaki ihtisaslaşma önemli.  Buralarda her insan her istediği yerde aday olabilmeli anlayışını aşmamız gerekli.

Hakan Kiriş: Hemşehrilik bağı önemli mi?

Yüksel Yalova: Bu Türkiye’nin karakteristik özelliklerinden birisi. Bu aslında hep seyahat halindeki tarihimizle ilgili. Hep doğup büyüdüğümüz yörenin insanıyla anlaşabileceğimizi düşünüyoruz. Bunun bir fonksiyon itibariyle faydalı tarafları var ama biraz daha o taraflarda tabela partileri gibi kuruyoruz. Ama sıra dışı durumlarda başvurabileceğimiz bir yer olarak onu görüyoruz. O yörenin kültürünü geliştirme anlamında ise kullanmıyoruz.

Hakan Kiriş: Sinemaya dair bir soru yöneltelim. Sizi yine bir filmde izleyebilecek miyiz, sinema sektörüne nasıl bakıyorsunuz?

Yüksel Yalova: Sinema, siyaset takımı tarafından ne yazık ki, anlaşılabilmiş değil. Bugün ABD’deki sinema sektörüyle NASA benzer bir paradigmayla yönetilir. Hiç kimsenin endişesi olmasın ki, Pentagon’un izni olmadan hiçbir senaryo geçmez. Globalleşmenin en önemli yanlarından biridir sinema. Bizde ne yazık ki, sadece sinemacının işi gibi görülür. Ben hep yıllardır söylerim bir Koç, bir Sabancı kimse bu devletin elitleri neden film şirketi kurmazlar anlamış değilim. Her sene ağıt yakmaya gayret ediyoruz, Sarıkamış’la ilgili fakat çekebildiğimiz filmler ortada. Kötü mü yapılanlar? Ancak o kadarını yapabiliyoruz. Yemen diye sadece türküsüyle ağıt yaktığımız bir kültürümüz var ama filmimiz yok. Kültür Bakanlığının işi de olmamalı bu sadece. İnanılmaz bir senaryo deposu olabilecek bir coğrafya burası. Bu alanda ben arkadaşlarımla her bir zeminde bulunmaktan keyif duyuyorum görev sayıyorum. Çalışıyoruz, görüşüyoruz film olursa ki, olacak ben de oynayacağım. Birlikte kurtarabilmeyi istediğimiz bazı çalışmalarımız var. Eğer önümüzdeki milletvekilleri seçimlerinde rol almazsam ve öğretim üyeliği ile ilgili sözlerim var. Bunların dışında son çeyreğimi tiyatroyla da geçirmek istiyorum.

Hakan Kiriş: Siz Aydınspor Başkanlığı da yaptınız, Aydınspor o dönem üç büyükleri zorlayan, süper ligin hızlı takımlarındandı. Bugün Türk futbolunu nasıl görüyorsunuz?

Yüksel Yalova: Ben üniversitede spor yönetimi dersi koydum. Dekanımızla öyle bir şey yapalım dedik. Şimdi futbol hukuku, spor hukuku diye kavramlar var. Türkiye’de futbolun yapısını biz sporun içinden ayrı yapamayız değerlendirirken. Böyle yaptığımız zaman da yıllardır söylediğim bir şey var, kapitalist ülkelerde bunun adı konmuş, on beş sene spor yaparsa insan günde on saat çalışarak yedi sülalesini zengin edebilir. Vaktiyle bu işi kolektivist sistemler de öyle yapmışlardır; rejim adına, ideoloji adına orada da bütün ömrümüzü buna verebilirdik. Ama Türkiye, hala otuzlu yıllarda çıkardığı Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü Teşkilat Kanunuyla bu işi çözmeye çalışır, mümkün değil. Avrupa Birliği normları diyorsun, Kopenhang kriterleri sadece belli bir alana yönelik değil ki, bu alanda da olması lazım. Dernekler yasasıyla biz şimdi büyük kulüpler ve onlarla da Avrupa’da başarı yakalamaya çalışıyoruz, yok öyle bir şey. Hepsinin yeniden yapılandırılması lazım, bu ise başlı başına bir politika. Yeni bir paradigma lazım orada, değilse sadece şiddetin önlenmesine yönelik yasayla bunu önleyemezsiniz. Mevcut durumda uluslararası yarışmalara gidiyoruz diye heyecanlanıyoruz bir de, yok böyle bir şey. Uluslararası arena kuralları bellidir, kendisini küçük görenlere karşı da son derece zalimdir.

Hakan Kiriş: Son olarak sizden UPA’ya dair bir değerlendirme alabilir miyiz?

Yüksel Yalova: Ben çok beğendim. Şimdi benim bir özelliğim var, benim hocalarım başarıların alkışlanmasının bir ahlaki görev olduğunu öğrettiler. Türkiye’nin neresinde olursa, kim hangi başarıyı sağlamışsa müthiş haz duyuyorum, hoşuma gidiyor. Başarılı insanları tebrik etmekten mutluluk duyuyorum. İnsanların gelişimi bu sevgiye muhtaç. Yoksa insanlar sokakta selam vermez hale gelebiliyor. Bilim adına üniversitelerde böyle bir araya gelmiş insanların bir şeyler üretmesinden haz duyuyorum. Biz, yaşlı takımı, bazen dünyayı kendimizden ibaret sanıyoruz, böyle olmaması lazım. Çok güzel şeyler yazıyorsunuz. Türkiye’de tüm mesele istikrardır. Benim size tavsiyem; paylaşmak, zenginleşmek, çoğalmaktır. Birlikte bir şeyi başarmaktır asıl olan. Koydunuz adı iyi yerlere getirin. Uzun zamandır bakıyorum üniversiteler susar oldu. Dolayısıyla çok güzel iş yapıyorsunuz.

Hakan Kiriş: Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Röportaj: Yrd. Doç. Dr. Hakan Mehmet KİRİŞ

Tarih: 15.03.2014, Antalya

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.