BÖLÜNEN ORTA DOĞU, AYRILIKÇI KÜRTLER

upa-admin 24 Temmuz 2013 2.507 Okunma 0
BÖLÜNEN ORTA DOĞU, AYRILIKÇI KÜRTLER

Suriye’nin kuzeyinde PYD’nin Özgür Suriye Ordusu’na ait bayrakları sınır karakollarından indirip, yerine kendi bayraklarını dikmesiyle bölgede etkisini arttıran ayrılıkçı Kürt gruplar, adeta düğmeye basılan “Büyük Kürdistan” projesinin ayak seslerini dünyaya duyurmak istiyor. Yeniden şekillenen Orta Doğu düzeninden pay kapmak ve söz sahibi olmak isteyen ayrılıkçı Kürtlerin Büyük Kürdistan hayali dört aşamadan oluşmaktadır. Büyük Kürdistan; ilki hali hazırda Irak’ın kuzeyinde otorite sahibi olan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi, ikincisi Suriye’nin kuzeyinde yeni oluşan yapı, son iki aşama olarak da İran’ın Kürt bölgesi ile Türkiye’nin Güney Doğu Anadolu bölgesini içine alacak şekilde ortaya çıkarılmak istenmektedir. Yani Türkiye’nin ulusal güvenliği ve sınırları ihlal edilmektedir.

Suriye’de tek kazanan veya kaybeden olmayacak.

PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde kontrolü ele geçirmeye yönelik sürdürdüğü çatışmaların akıbeti, aslında ayrılıkçı Kürtlerin hayal ettiği düzenin olup olmayacağı noktasında fikir sağlayacaktır. Fark edilmelidir ki,  Esad rejimi muhaliflerinin aylardır sürdürdüğü mücadelenin tek kazananı veya kaybedeni olmayacak. Esad’ın Batı’dan gelen tüm uyarılara ve yaptırımlara rağmen koltuğunu bırakmaması ve olayların kronik bir hal alması, uluslararası aktörlerin de Suriye’de Esad sonrası geçiş döneminin istenildiği ölçüde sağlıklı olmayacağının farkına varmasından kaynaklıyor.

Suriye’de olası bir Kürt yönetiminin kurulması, Kuzey Irak Kürt yönetimi ile arasında koridor oluşmasına, hatta iki bölgenin birleşmesine yönelik altyapıyı sağlayacaktır.

Zengin yer altı kaynakları olmasa da, Suriye’nin coğrafi konumu Orta Doğu’da pazar sahibi olmak isteyen ülkelerin stratejilerinin tam göbeğinde yer alıyor. Yani bölgede Suriye’siz politika yürütmek neredeyse imkansız. Peki, Suriye’nin çok başlı hale gelmesi veya Esad’ın görevine bir şekilde devam etmesi durumunda Orta Doğu hangi olaylara gebe kalacak? Bu hususun iyi analiz edilmesi gerekiyor.

Önümüzdeki günlerdeki Uluslararası Kürt Konferansı son derece kritik olacak.

Yakın zamanda yapılması planlanan uluslararası Kürt konferansının hazırlık toplantıları Kuzey Irak Kürt yönetimi tarafından başlatıldı. Bu kongrenin geçmiş yıllarda düzenlenen toplantılara benzemeyeceği son derece açık. Bölgede ve özellikle Suriye’deki gelişmeler ışığında ve zamanlama bakımından bu konferansın ana başlıklarından biri, bölge Kürtlerini bir araya getirecek düzenin tesis edilmesine yönelik Arap coğrafyasındaki değişim rüzgarından ayrılıkçı grupların rol kapmaya çalışması gibi görünüyor. Bir de Mesud Barzani’nin “Öcalan da keşke bu dönemde aramızda olsaydı” sözleri konferansın sonuçları bakımından Türkiye’yi etkileyeceğinin ipuçlarını veriyor.

Konferans hazırlıklarının devam ettiği bu dönemde elbette İran’ın takınacağı tavır bir hayli önemli. Tahran yönetimi, ülkesinde PJAK’a karşı başlattığı mücadele sonrasında uluslararası camia tarafından uygulanan maddi-manevi yaptırımlar sebebiyle Kandil’le işbirliğine giderse, bu Türkiye açısından büyük sıkıntılar doğuracaktır. Fakat İran’ın yeni lideri Ruhani, İran dış politikasını daha sıcak ve işbirliğine yönelik şekillendirmek istiyor. Daha şeffaf bir diplomasi ile İran’ın ekonomik ve siyasi sorunlarına çare arayacak olan Ruhani’nin, 4 Ağustos tarihindeki yemin törenine ABD ve AB’yi de davet etmesi bu açıdan son derece manidar.

ABD’nin yeni Suriye planı

Öte yandan Suriye meselesine direk müdahil olmak istemeyen Washington yönetimi, bu ülke için 5 aşamadan oluşan yeni bir plan hazırladı. Bunlar; 1. Muhaliflere eğitim ve yardım sağlamak, 2. Uzaktan sınırlı saldırılar düzenlemek yani rejimin kritik noktalarını imha etmek, 3. Tampon bölge oluşturmak, 4. Uçuşa yasak bölge uygulamasına gitmek, 5. Kimyasal silahların kontrolünü sağlamak şeklindedir. Fakat ABD’nin maliyeti bakımından şüpheli yaklaştığı uçuşa yasak bölge maddesi uygulanmayabilir. Diğer maddelerin ortak yorumu ise, bölge halkına insani yardımların ulaşmasına yardım etmek ve komşu ülkelere Suriye ateşinin sıçramasını önlemek şeklinde yorumlanmalıdır. Tabii ki güvenliği sağlanacak öncelikli ülke İsrail olacaktır.

Mısır cephesinde ise sular yakın dönemde durulmayacağa benziyor. Mısır’da darbe karşıtları cunta yönetimine karşı direnirken, Mısır ordusu da geri adım atmıyor. Müslüman Kardeşler’in zaten gösterilerden vazgeçmesini beklememek gerek, çünkü en ufak bir taviz durumunda Mısır’ın geleceği ordunun gölgesinde Mübarek döneminden daha karanlık bir hal alacak.

Yeni oluşumlar güvenlik zaafiyetini beraberinde getirebilir.

Neticede değişim ve geçiş sürecinin daha uzun süre devam edeceği öngörülürken, Arap coğrafyasında güvenlik zaafiyeti ve boşluğunun başta Türkiye olmak üzere diğer bölge ülkelerini etkilememesi için bu ülkelerde siyasetin ayağının basacağı güçlü bir zeminin hazırlanması gerektiği göz ardı edilmemeli. Dolayısıyla yukarıdan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarıya doğru işbirliği sürecinin inşasının bilhassa Mısır ve Suriye’nin ihtiyacı olan reçete olduğu unutulmamalıdır.

Haftanın Sözü: “İktidar yerine şiddeti koymak zaferi getirebilir. Lakin bunun bedeli çok ağırdır.” – Hannah Arendt

Furkan KAYA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.