ABD İLE “SINIR GÜVENSİZLİĞİ”

upa-admin 15 Ocak 2018 1.906 Okunma 0
ABD İLE “SINIR GÜVENSİZLİĞİ”

İçinde yaşadığımız dönem, herhalde ilerleyen zamanlarda, belirsizliklerin en çok yoğunlaştığı, farklı ülkelerin “realist-muhafazakar” siyasetlerinin kapıştığı, “idealist-liberal” akımın dünya düzeni ve kurumsal değerler anlayışının neredeyse dibe çöktüğü bir atmosferle anılacaktır.

Türkiye’nin 1947’den beri en önemli müttefiki olan ABD ile ilişkileri, Soğuk Savaş sonrasında yaşanan siyasal ve diplomatik bunalımlar nedeniyle inanılmaz ve geri dönülemez bir noktada ve hatta çılgınca bir kaosa dönüşmek üzere…  ABD Başkanı Truman, 1947’de kendi adıyla ilan edilen Truman Doktrini’ni açıkladığı Kongre konuşmasında, Türkiye’yi Yunanistan’la birlikte müttefikliğe ve Batı’nın “savunma konsepti”ne, Ortadoğu’daki konumundan dolayı aldıklarını ifade etmişti. Bu konuşmayı her seferinde yineliyoruz… Zira 70 yıl sonra, ABD ile müttefikliğin yapısal ve derinleşen krizi, yine Ortadoğu’da düğümleniyor. Ortadoğu ekseninde başlayan, NATO, Bağdat Paktı ve CENTO’yla gelişen, ilk adıyla Kuzey Kuşağı sonraki adıyla Yeşil Kuşak’la pekişen Türk-ABD müttefikliği, 1990’lardan itibaren sürekli bir güven ve güvenlik bunalımı yaşıyor. Birinci ve İkinci Körfez Savaşları’nda Irak’ın kuzeyindeki yapılanmaya askeri, ekonomik ve siyasi yatırım yapan ABD, Barzani’nin “bağımsızlık referandumu”nun ardından, bu kararın arkasında duramadı. Gerçi Türkiye, 2007’deki Beyaz Saray zirvesinin akabinde, Barzani bölgesiyle ekonomik ilişkilerini derinleştirirken, onu, siyasal iktidarın içeride ve dışarıda “müttefik” olarak gördüğü bir konuma yükseltmişti. 2017’deki “bağımsızlık girişimi”, bu ortamı da bozdu. 1990’larda Türkiye-İran ve Suriye arasında tekamül eden “toprak bütünlüğünü koruma” refleksi, bu süreçte yeniden harekete geçti.

Suriye kaosu ise, Türkiye’nin ABD ile var olan müttefikliğinde, önemli gel-gitler ve kafa karışıklıkları doğurdu. Her iki ülke, “sözde Arap Baharı”nın başlangıcında “Esad’ı devirme” konusunda bir işbirliği sergilerken, zaman içinde Esad’ın “gidici” olmadığının anlaşılması, “Esad karşıtlığı”nda Türkiye’nin yalnızlaşmasına neden oldu. Bir bakıma, “ihale”, Türkiye’nin üstüne kaldı. Ancak Türkiye açısından hesap edilmeyen, Suriye’de PKK terör örgütü başı Öcalan’ın gitmesinden sonra Suriye istihbaratının teşvikiyle kurulan PYD’nin teritoryal ve silahlı yapılanması oldu. Bu bağlamda, meşruiyet de IŞİD’le mücadele üzerinden kuruldu. PKK-PYD, Suriye-Irak derinliğinde, IŞİD karşıtlığı zemininde meşrulaştırıldı. Öte yandan, dinci eğilimlere 1950’lerden beri ülkemizde ve Ortadoğu’da “anti-komünizm” çerçevesinde destek veren ABD, şimdilerde “cihatçılık”a savaş açmış gözüküyor. Aynı ABD’yi, Afganistan’da SSCB’ye karşı “mücahitlere”e verdiği destekle anımsıyoruz. Artık sadece Afganistan değil, “nükleer silah sahibi” olduğu iddia edilen Pakistan da devlet olma özelliğini büyük oranda kaybetti; üstelik ABD’nin yardımlarını kestiği ve üstünü çizdiği bir ülke durumuna dönüştü.

Suriye’de “Esad’ı devirme” şiarıyla yola çıkan Türkiye, bugün Suriye sınırında ve Irak’ta Sincar-Kandil arasında, “PKK-PYD terör antitesi”yle uğraşmak durumunda kaldı. Hatta ABD, Reuters aracılığıyla 30.000 kişilik bir “sınır güvenlik gücü” kuracağını ve Türkiye sınırı ve Irak sınırını koruyacak bu sözde gücün SDG (Suriye Demokratik Güçleri) militanlarından oluşturulacağını açıkladı. SDG, fiilen PYD’nin oluşturduğu bir yapıyı ifade ediyor. Bizzat ABD’li yetkililere dayandırılan duyumlarda, bu gücün yarısının PYD-PKK’nın Suriye’deki silahlı terör gücü YPG’den oluşturulacağı belirtildi (http://www.hurriyet.com.tr/son-dakika-abdden-sok-ypg-ordusu-aciklamasi-40709769). Bu sızdırmalar biraz Türkiye’ye “aba altından sopa göstermek” olarak yorumlansa da, müttefikimizin ülke sınırımızda “terör ordusu” kurma girişimi, artık affedilemez bir iradeyi anlatmaktadır.

Türkiye ise, bu girişime karşı en sert tepkiyi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından verdi (http://www.hurriyet.com.tr/son-dakika-erdogan-hic-bu-kadar-sert-konusmamisti-40710552). Dolayısıyla, artacak gerilimin emareleri daha da somutlaşmaya başladı. Ülke içinde ve dışındaki olası toplu gösteriler ve yine ülke içi-dışında terörle mücadele, büyük kentlerde kaos ortamı yaratma ve sınır boyunca kitlesel silah çatışmalar yaratma stratejisi, ABD’nin tezgahladığı eski model senaryoların kötü bir alaşımını çağrıştırıyor. O yüzden, siyasetin her zamankinden uyanık, siyasal iktidarın demokratik ve kapsayıcı, muhalefetin ise hem demokrasi zemini, hem de ulusal bütünlük temelinde bir zemini ete kemiğe büründürmesi gerekiyor.

İşte o oydaşma olursa, o zaman ABD ile geleceğimizi tartışabiliriz. İş işten geçmeden…

 

Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.