UPA YAZARLARI TRUMP’IN ‘ASRIN ANLAŞMASI’ PROJESİNİ YORUMLADILAR

upa-admin 29 Ocak 2020 6.400 Okunma 0
UPA YAZARLARI TRUMP’IN ‘ASRIN ANLAŞMASI’ PROJESİNİ YORUMLADILAR

Uluslararası Politika Akademisi (UPA) yazarları, ABD Başkanı Donald Trump’ın önceki gün açıkladığı “Asrın Anlaşması” (Deal of the Century) ve İsrail-Filistin Sorunu’nu çözme iddiasındaki barış planını yorumladılar.

Doç. Dr. Ozan Örmeci:“Asrın Anlaşması” planına yönelik Türkiye ve uluslararası kamuoyundaki tepkilerin çok karamsar olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, bir ABD Başkanı’nın belirli şartlar dahilinde de olsa Filistin Devleti’ni tanıyacağını ve İsrail’in de buna engel olmayacağını ilan etmesi, İsrail-Filistin Sorunu açısından bence tarihi bir dönüm noktasıdır. Elbette anlaşmada birçok belirsizlik ve Filistinliler lehine iyileştirme gerektiren bazı hususlar vardır. Filistinli mülteciler konusuna hiç değinilmemiş olması da benim görüşüme göre önemli bir eksikliktir. Bunları planın açıklandığı gece yazdığım analizde zaten vurgulamıştım. Ayrıca Filistin tarafında Mahmud Abbas veya başka bir muhatap ikna edilmeden barış planının uygulanmasının gerçekçi olmadığı da ortada. Ancak gerek Türkiye kamuoyu, gerekse de uluslararası kamuoyunda ABD Başkanı Donald Trump’a ve İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’ya yönelik önyargılar nedeniyle, planın daha doğru düzgün okunmadan ve anlaşılmadan bile eleştiriliyor olması, son derece ilginç bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Şuraya dikkat çekmek isterim ki, önce planın “iki devletli çözüm” içermediği iddia ediliyordu. Trump’ın açıklaması ve planın metninin ortaya konmasıyla birlikte, bu iddia yalanlandı. Şimdi başka konular üzerinde duruluyor; inanın bu sorunların müzakere sonucunda aşılması durumunda da, yine başka bahaneler üretilecektir… Çünkü bu sorunun çözümsüzlüğünün siyaseten rantını kaybetmek istemeyen bazı gruplar söz konusu. Unutmayalım ki, İslamcılık ideolojisinin kitleselleşmesinin en önemli nedeni, aslına bakılırsa İsrail-Filistin Sorunu’dur.

Bu nedenle, bence bu süreci bir vaka analizi olarak incelemek ve tepkileri not etmek lazım. Gerçekten Filistinlilerin iyiliğini isteyenler, benim kanaatime göre bu süreçteki kazanımları bir anda yok saymamaya ve planı müzakere ederek daha iyi bir hale getirmeye çalışmalılar. 1967’den, hatta 1948’den beri yaşananlar, bize bu bölgede yaşanan gelişmelerin daima Filistinlilerin aleyhine olduğunu ortaya koymaktadır. İsrail sürekli topraklarını genişletirken, Arap/İslam dünyasında bu konudaki duyarlılık ve mücadele azmi giderek azalmaktadır. Çözümsüzlüğün devamı, bence 20-30 yıllık bir süreçte tüm bölgenin İsrail’in kontrolüne geçmesine bile yol açabilir. Bu nedenle, o bölgedeki fakir halkın esenliği ve Ortadoğu bölgesinde barış ve istikrarın oluşması için, İsrail’in kendisini güvende hissedeceği bu tip bir anlaşma statükodan daha faydalı olacaktır. Bu tarz bir anlaşmanın Kudüs’ün uluslararası statüsü güvence altına alınması durumunda bence Türkiye adına da hiçbir olumsuz etkisi olmayacaktır. Hatta plana destek verilmesi durumunda, Türkiye-İsrail ve Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan krizler bile aşılabilir. Türk-Amerikan ilişkileri tarihi, bize İsrail ve Yahudi lobisi desteğinin Ankara’ya Washington’da birçok kapıyı açabildiğini göstermektedir. Dolayısıyla, ekonominin kötü gittiği ve dış politikanın açmazlara sürüklendiği böyle bir ortamda, yeni kurulmakta olan muhalefet partileri nedeniyle zaten zorda olan iktidar partisinin tek çıkış yolu, ABD ve İsrail’e destek vererek, bu planın Filistinliler için daha iyi hale getirilmesini müzakere etmek olacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın içten gelen liderlik güdüleri ve güçlü sezileri sayesinde, bu konuda ilerleyen aylarda sürpriz yapabileceğini düşünüyorum. Erdoğan’ın görünmez koalisyon ortağı MHP de bu duruma sıcak bakabilir; zira Suriye’de PKK terör örgütü uzantılarına yönelik daha kapsamlı operasyonlar için ABD desteği şart durumda. Bu durum bence kesinlikle AK Parti’ye oy da kaybettirmeyecektir; zira planda Türkiye’nin katkılarıyla yapılacak her iyileşme, Erdoğan’ın Müslüman Türk halkı ve İslam dünyasındaki imajına katkı sağlar ve sadece silahla mücadeleyi savunan radikal gruplar nezdinde prestij kaybına yol açar.

Dr. Deniz Tansi: Roger Cohen’in yazdığıDoctrine of Silence” yani “Sükut Doktrini”nde, drone’larla onbinlerce kilometre öteden, Afganistan ya da Ortadoğu’da ABD’nin ordusuz nokta atışı ve yüksek teknolojiyle hedeflerini vurduğu söyleniyordu. Makor Rishon adlı gazetede Pazit Rabin imzalı yazıda ise, konular karıştırılarak, ABD’nin 2020’deki “Sükut Doktrini” imzalı Kasım Süleymani suikastıyla İsrail ya da ABD’ye Türkiye üzerinden bir görev refere ediliyor. Hadsiz yazıda, adeta MİT Başkanı’na yönelik olası bir saldırı işaret ediliyor.

Trump’ın İsrail Başbakanı Netanyahu ve şimdilik muhalefetteki Benny Gantz’la uzlaştığı “Yüzyılın Anlaşması”, 2019 başlarında anlatılmıştı. Planda, başkenti eski şehirle birlikte Kudüs olan İsrail, Yahudi yerleşimcilerin legalize edildiği, mülteci sorununun reddedildiği, Ürdün vadisindeki sınırın İsrail kontrolüne verildiği, Filistin’in daha da parçalandığı, vesayet altında bir “sözde çözüm” dayatılıyor. Bunu ABD’nin sponsorluğunda bir  “apartheid” rejiminin pazarlanması diye mi görmek lazım, yoksa başta Suudiler ve BAE olmak üzere, ABD eksenindeki Arap rejimlerinin Filistin yönetimine baskı yaparak, İsrail’le daha aleni işbirliğini sergilemeleri diye mi ele almak lazım?

Nisan 2009’daki bir yazımı anımsadım. Netanyahu Başbakan olduğunda, hava sahası İsrail tarafından kontrol edilen, sınırları İsrail’in denetiminde, ordusuz bir Filistin ifade etmiştim. Bunu, “1,5 devletli çözüm” diye adlandırmıştım. Haritası Beyaz Saray tarafından servis edilen “yarım Filistin”, Gantz’ın işaret ettiği Ürdün Vadisi’nin İsrail tarafından tek taraflı denetlendiği bir sınır derken, damat Jared Kushner’in 2019’da da ifade ettiği 50 milyar dolarlık ekonomik paketle, daha önce Filistin mandasında, Britanya koloni idaresinin kolaylaştırdığı “toprak satın almalar”daki gibi, Filistin egemenliğinin satın alınacağı bir çerçeve öngörülüyor. Gerçekten de çok trajik bir görüntü… Büyük güç, dünyada sistemik kuralların değil, askeri ve para gücünün çizdiği bir zorlamayı “Teo-Con” bir mantıkla zorluyor.

Trump “azil” derdinde, Netanyahu “yolsuzluk”tan hapis korkusunda, Gantz ise bu puslu havada olası bir iktidar peşinde görünüyor. Türkiye’yi tehdit eden kalemler, komplo teorileriyle oyalanabilir, reel politik Karadeniz’den Doğu Akdeniz’e, Ceyhan’da ülkemizin şefkatli kollarında, doğalgazın sıcaklığında yapısal bir geleceği inşa edecektir. Filistin’de ise Trump’ın önerdiği çıkmaz yoldur. Kıbrıs’ta olduğu gibi, Filistin-İsrail konusunda da kalıcı barış “iki devletli çözüm”den geçmektedir.

Dr. Eren Alper Yılmaz: Filistin heyetinin çağrılmadığı, ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu arasında düzenlenen ortak basın toplantısında “Yüzyılın Anlaşması” adlı plan açıklanarak, Filistin-İsrail arasındaki sorunlar masaya yatırıldı. Kancımca anlaşmanın en önemli ayağı, ABD’nin Ortadoğu’daki dengeleri sağlayacak karar alıcı bir güç olması ve yine Ortadoğu’da nüfuz alanını genişletmeye yönelik olarak tarihi bir manevra alanı bulmasıdır. Soğuk Savaş sonrasında İsrail ve Filistin’in, Bill Clinton döneminde ABD arabuluculuğu ile Camp David zirvesinde bir araya getirilmesinden ve ortak çözüm arayışlarından yıllar sonra, ABD yine bu coğrafyada başar aktör konumuna gelerek, Filistin-İsrail sorununun temel anlaşmazlık konularını çözmek için “büyük ağabey” rolü üstlenmiş ve gücünü hissettirmiştir.

Filistin ve İsrail arasında yıllardır süren sorunlar arasında; Kudüs’ün statüsü, siyasi sınırların belirlenmesi, Yahudi yerleşim alanları ve mültecilerin geleceği gibi iki tarafın da uzlaşmaya sıcak bakmadığı konular mevcuttur. Bu toplantıda alınan kararlardan en önemlisi, Filistin Devleti’nin de yasal olarak tanındığı bir devlet (iki devletli çözüm) oluşturulması fikridir. Hiç şüphe yok ki, yıllardır hiçbir ülke tarafından tanınmayan Filistin, şayet ABD sözünde durursa, İsrail ve uluslararası toplum tarafından tanınan bir devlet statüsü kazanacaktır.  Bu statü, İsrail ve Filistin arasındaki barışın sağlanması adına önemli bir hamledir. Ayrıca her ne kadar kısa vadede mümkün olmasa da, 50 milyar dolarlık bir destekle birlikte yeni kurulacak Filistin Devleti’nin ekonomisinin inşa edilmesi ve bir milyon Filistinliye istihdam alanları sağlanması, Filistin halkının gelir seviyesinin artması açısından olumludur. Her ne kadar ABD’nin bu vaatleri rasyonel görünse de, Filistinlilerin ekonomik çıkarlarının; onların dini inançlarının ve siyasi ideolojilerinin ne kadar önüne geçeceğini de sorgulatmaktadır. Anlaşmadaki diğer konular ise daha çok İsrail’in lehine gibi görünmektedir. Daha önceden Kudüs’ü İsrail başkenti olarak tanıyan Trump, Müslümanlar tarafından kutsal olarak kabul edilen bu şehrin bölünmeden yine İsrail’in başkenti olmaya devam edeceğini ifade etmiştir. Açıklamanın devamında İsrail’in güvenliğine vurgu yapan Trump’ın bu sözlerinden, aslında Filistin’in İsrail halkı ve devleti için ne kadar büyük bir güvenlik tehlikesi arz ettiği anlamı çıkarılabilir. Ama durum Trump’un düşündüğü kadar basit değildir. İsrail’in bölgede Gazze ve Batı Şeria’da Filistinli Müslümanlara uyguladığı şiddetin boyutu, aslında İsrail’in Filistin halkı için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu göstermektedir. Bu noktada, Trump, Filistin halkının güvenliğini ikinci plana atmış, İsrail’in silahsızlanması, Filistin’e yönelik saldırıların durdurulması ve insan hakları ihlallelerinin sonra ermesi gibi noktalara değinmemiştir. Kudüs İsrail’İn başkenti olarak tanındıkça ve Filistin halkının güvenliği sorununa çözüm bulunmadıkça, bence Ortadoğu’ya ilişkin bu barış planı, kağıt üzerinde kalmaktan öteye geçemeyecektir.

Murat Çiçek: ABD Başkanı Donald Trump’ın dünkü açıklamaları dünya kamuoyunda tartışmalara neden oldu. “Asrın Projesi” veya “Asrın Anlaşması” olarak nitelendirdiği plan, kanaatimce Trump’ın ABD iç politikasına yönelik bir adımı olarak gözükmektedir. Başlayan azil sürecinde, Donald Trump’ın kamuoyunu meşgul edebilecek adımlar atması olarak da yorumlanabilir. Diğer bir konu ise, ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuz alanından ne olursa olsun vazgeçmeyeceğinin ve bu coğrafyayı etkileyen/etkileyecek olan siyasi gelişmelerde yer almak istediğinin bir göstergesidir.

Trump’ın, “Asrın Projesi” ile birlikte İsrail’i kendi coğrafyasında daha etkin hale getirip, Rusya’nın Suriye-Libya alanındaki etkisini kırmak ve burada ABD’nin etki sahasını genişletmek istediği düşünülebilir. Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya, Ortadoğu’nun en sıcak bölgelerinden birkaçıdır. ABD’nin İran ile yaşadığı gerilimlerle birlikte düşünüldüğünde, İsrail’in ABD’nin politik tavrını ve izleyeceği stratejiyi desteklemesi önemlidir. Zaten bu yüzdendir ki, “Asrın Projesi” ile İsrail’in Filistin Sorunu’nu çözmek ve nihai hedeflerinden olan Kudüs’ü tamamen kontrol altına almak istemesi, Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de güçlenmesine neden olacaktır.

ABD’nin bu konu ile ilgili yumuşak güç (soft power) yaklaşımları da olacaktır. İsrail’in, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan ile imzaladığı anlaşma neticesinde, ilerleyen yıllarda Avrupa’ya doğalgaz ihracatı söz konusudur. AB’nin bu konu ile ilgili net bir yaklaşımı söz konusu olmamasına karşın, iki AB üyesi ülkenin çıkarları açısından AB ve ABD’nin de bu projeye destek olacağını düşünebiliriz. Bu noktada, bu proje ile ilgili Avrupa içerisinde gerçekleştirilecek olan lobi çalışmaları ilerleyen dönemde yoğunluk kazanacaktır.

Donald Trump’ın “Asrın Projesi”ni açıklaması, aslında Rusya’ya ve Çin’e karşı yapılmış hamlelerdir. ABD, Ortadoğu’daki gücünü ispatlamaya çalışmaktadır. Bu açıklamalardan sonra, Rusya’nın ve Çin’in hamleleri kendi ilerledikleri yolda devam edecektir; fakat Ortadoğu ülkelerindeki yönetimler ve çıkar gruplarının hamleleri değişim gösterebilir. ABD’nin bu hamlesinin dengeleri değiştirme olasılığı, projenin gerçekleşme olasılığı ile doğru orantılıdır.

Oğuzhan Manioğlu: ABD Başkanı Donald J. Trump, sözde Ortadoğu Barış Planı’nı, özde ise ABD’nin uydu devleti İsrail için yapmış olduğu jesti açıkladı. Trump’ın gerçekleştirmiş olduğu samimiyetten uzak açıklamada; Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler için kutsal bir yer olarak kabul edilen Kudüs’ün bölünmemiş şekilde İsrail’in başkenti sayılacağı, Filistin Devleti’ne koşullu bağımsız devlet statüsü tanınacağı ve bu koşulların yerine getirilmesi için Filistin Devleti’ne 4 yıllık bir sürenin verileceğinden bahsedilmekle beraber, dikkat çeken bir diğer nokta da İsrailli ve Filistinli vatandaşların yerlerinden edilmeyeceğiydi. Bu, aslında Filistinliler için değil, İsrailli vatandaşlar için ayrıcalık sağlanacağı anlamındadır ve güzel bir hediye paketi şeklinde sunulmuş olmasına karşın, daima İsrail Devleti’nin çıkarlarını koruyan Donald J. Trump’a yakışan şeytani bir düşüncenin ürünüdür. Bu noktada, öncelikle 1967 yılında İsrail tarafından işgal edilen ve 1980’den itibaren tamamının başkent ilan edildiği Kudüs’ü günümüze dek İsrail’in başkenti olarak uluslararası arenada neredeyse kimse  tanımadığını hatırlatmak gerekir. Filistinlilerin geçmişten beri sahip olduğu ve ileride bu bölgede kurulacak Filistin Devleti’nin başkenti olarak gördüğü Kudüs’e yönelik bu hamle, yangına benzin döker niteliktedir. İsrail’in Filistin’e yerleşme çabaları, Filistinli gençlere yönelik insan hakları ihlalleri (fiziksel şiddet, yaralama, tutuklama ve hapis), Filistinli direnişçilere on yıllardır uygulanan toplu cezalandırma ve caydırma yöntemi olan ev yıkımları, Siyonist hareket kapsamında Filistinlilerin kendi topraklarından koparılarak göçe zorlanması, satın alınamayan toprakların Yahudi yerleşimlerine açılması için katliamlara başvurulması, sürgünler, ev baskınları, sokağa çıkma yasağı ve eğitimden mâhkum bırakma gibi İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni dahi hiçe sayan uygulamalarına, İsrail, pervasızca devam etmektedir. İsrail, kendi milletine Nazi Almanyası tarafından yapılan ve aslında hiçbir canlının hak etmediği ölçüde insanlık dışı uygulamalardan ders almadığı gibi, Filistin topraklarındaki baskısını gün geçtikçe arttıran bir devletin Başbakanı olan Benyamin Netanyahu’nun bu planı “barışa giden uzun soluklu gerçekçi bir yol” olarak nitelendirmesi, insanlarda en hafif tabirle acı bir tebessüme sebebiyet vermekte olup, geçmişe dönüp bakıldığında bu söylemin gerçek dışı olduğu ve uygulanabilirliğinin olmadığı açıkça görülmektedir. Nitekim bu açıklamanın akabinde, İsrail Savunma Bakanı Naftali Bennett’in “İsrail hükümetinin hiçbir koşulda Filistin devletini tanımasına izin vermeyeceğiz”  söylemi, aslında İsrail devletinin zihin arkasındaki temel düşüncelerinin bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Günümüzde, artık hiçbir yaptırım gücüne sahip olmayan Birleşmiş Milletler’in kararlarını hiçe sayarak tek taraflı açıklanan bu planın işlevsiz olduğu daha önce defalarca yapılan açıklama ve uygulamalarla da sabit olup, bu açıklamaların yeni bir açılım sağlamadığı ve sadece ABD ve İsrail’in kendi iç politikaları için geliştirdikleri bir argüman olduğu açıkça ortadadır. Ancak unutulmamalıdır ki, Filistinlilerin kendi topraklarında bir İsrail devletinin kurulması esnasında yaptıkları hatalar ortada dururken, o kutsal topraklar Filistinli çocuklarındır…

Serdar Çukur: Filistin Sorunu, Ortadoğu bölgesinde yaşanan sorunların başında gelmektedir. Bu sorun, Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesi sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun Filistin bölgesinden çekilmesi ile başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgeden çekilmesiyle, bölgede İngiltere ve Fransa’nın etkilerinin hissedilmeye başlandığı görülmüştür. Filistin Sorunu’nun temelleri ise, 1920’de İngiltere’nin yönetiminde bu bölgede kurulan manda yönetiminin Yahudiler tarafından oluşturulmasıyla atılmıştır. Bu tarihten sonra, Filistin bölgesinde hem Yahudilerin toprak kazanımlarında, hem de nüfuslarında artış yaşanmıştır. Bu sayede bölgedeki etkinliğini arttıran Yahudiler, 1947’de Amerika Birleşik Devletleri’nin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan oylama sırasında desteğini alarak, Filistin bölgesinin % 56’lık bir alanı içerisinde Yahudi Devleti kurulması fırsatını yakalamışlardır. Bir hatırlatma olarak belirtelim ki, bu dönemde Yahudiler Filistin bölgesinde topraksal olarak sadece % 6’lık bir alana sahiptiler.

1948 yılının Mayıs ayında Amerika Birleşik Devletleri’nin kısa sürede tanıyacağı bir Yahudi Devleti’nin kurulduğu ilan edilir. Bu bağımsızlık ilanıyla birlikte, Mısır, Irak, Ürdün, Suriye ve Lübnan gibi devletlerinin oluşturduğu Arap kuvvetleri ile İsrail devletinin kuvvetleri arasında ilk savaş yaşanır. Bu savaşın kazananı olan İsrail, Filistin bölgesinde kontrol altında tuttuğu toprakları zamanla % 56’dan % 78’e çıkarmıştır. Bu savaştan birkaç yıl sonra ikinci Arap-İsrail Savaşı yaşanır. Bu savaşın da galibi olan İsrail, sahip olduğu toprakları Doğu Kudüs’ü de içine alacak şekilde Filistin’in tamamında genişletmiş, ayrıca Mısır’dan Sina yarımadasını ve Suriye’den de Golan Tepeleri’ni almıştır. Bu kazanım, 1973’teki Arap-İsrail Savaşı’nda da değişmemiştir. 1979’da ise, İsrail ile Mısır arasında Camp David Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, 1982’de İsrail’in Sina yarımadasından çekilmesine rağmen diğer bölgelerden çekilmediği gözlemlenmiştir.

1990’larda ise, Filistin’de yaşanan sorunun çözülmesi adına bir barış sürecinin başlatıldığı görülmüştür. Ancak bu barış süreci, Eylül 2000’de dönemin İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un Mescid-i Aksa’ya bir grup askerle girmesi ve daha öncesinde İsrail’in çekilmiş olduğu toprakları yeniden işgal etmesiyle bozulmuştur. Bu girişim ile, İsrail, bölgedeki tek kontrol gücü haline gelmiştir.

2000’li yıllarda ise, İsrail, binlerce insanın öldüğü ve onbinlerce insanın da evsiz kaldığı Gazze kuşatması ile bölgeyi Gazze halkı için adeta cehenneme çevirmiştir. Bu bölgedeki insanların ya da Filistin Sorunu’nun çözümü için; a-) İsrail’in işgal etmiş olduğu topraklardan çekilmesi, b-) Kudüs’ün statüsünde uzlaşılması, c-) Filistinli mültecilerin geri dönmesi ve d-) İsrail’in işgal etmiş olduğu Filistin topraklarına yerleşen Yahudilerin durumlarının çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Bu konuların çözülmesinden önce, şüphesiz, iki tarafın iddialarının ne olduğunu hatırlamak gerekmektedir.

Filistinlilerin, Mescid-i Aksa’nın da içinde olduğu Doğu Kudüs’ün başkent olduğu bağımsız bir devlet kurma istekleri vardır. Ancak İsrail, ancak karadan, havadan ve denizden kontrolünün İsrail tarafından sağlandığı bir Filistin Devleti’ne izin vermektedir. Bunun yanında, İsrail tarafından bu devletin askeri gücünün olmasına ve diğer devletlerle ikili ilişkiler geliştirmesine de izin verilmemektedir. Ayrıca İsrail makamları tarafından 1967’de işgal ettikleri topraklardan geri çekilmelerinin imkânsız olduğu da her daim vurgulanmaktadır.

İsrail’in politikalarının, 1948’de bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmasından günümüze kadar ABD’den her anlamda destek bulduğu görülmüştür. Özellikle Ocak 2017’de ABD’nin yeni başkanı olan Donald Trump’ın, önceki Başkanlara kıyasla, İsrail yanlısı politikalarını daha da açık ve sert şekilde dile getirmeye başladığı görülmüştür. Öyle ki, bu politikaların ilk somut uygulaması, Başkan Trump’ın Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu tanıması ve Tel Aviv’deki ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşımaya karar vermesi olmuştur. Sözünü tutan Trump’ın, bu kararı 14 Mayıs 2018’de yerine getirdiği görülmüştür.

ABD Başkanı Trump, yakın zamanda Filistin bölgesine yönelik yeni bir barış planı ile (Asrın Anlaşması-Deal of the Century) ortaya çıkmıştır. Ancak Başkan Trump’ın ifade etmiş olduğu barış planına bakıldığı vakit, İsrail’in hukuken kendisine ait olmayan topraklardaki egemenliğini tanımasının yanında, Filistin’de bağımsız bir devlet kurulmasına ilişkin bazı olumlu adımlara karşın, sorunun tam anlamıyla çözüme kavuşturulmadığı görülmektedir. Ayrıca İsrail’in bölgede uyguladığı şiddet sona ermediği müddetçe, Filistin Sorunu’na ilişkin barış planlarının sözde kalacağı düşünülmektedir.

 

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.