ALMANYA’DAKİ KİTLESEL SİYASİ PARTİLER

upa-admin 25 Temmuz 2023 772 Okunma 0
ALMANYA’DAKİ KİTLESEL SİYASİ PARTİLER

Almanya’da siyasi sistemin oluşması ve siyasal parti sisteminin gelişmesi doğal olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasında olmuştur. Weimar Cumhuriyeti’nin çöküşü ve Nazi döneminin etkisiyle demokrasinin korunması konusunda çok daha dikkatli ve özenli davranılan bu dönemde, Almanya’da sağ ve sol siyasette iki büyük parti ortaya çıkmıştır. Bunlar; merkez sağ siyaseti tanzim eden Hıristiyan Demokrat Birliği (Christlich-Demokratische Union/CDU) ve merkez sol siyaseti tanzim eden Almanya Sosyal Demokrat Partisi’dir (Sozialdemokratische Partei Deutschlands/SPD).

Bu iki büyük parti dışında da, kuşkusuz, siyasete önemli ölçüde etki eden bazı siyasi partiler olmuştur. Bunları sıralamak gerekirse; CDU’nun Bavyera eyaletindeki Katolik ortağı Hıristiyan Sosyal Birlik partisi (Christlich-Soziale Union/CSU), hem sol, hem de sağ ile koalisyon hükümetlerine katılarak zaman zaman Almanya siyasetinde önemli bir konum elde etmeyi başaran liberal çizgideki Hür Demokrat Parti (Freie Demokratische Partei/FDP), 1980’lerden itibaren Almanya siyasetine farklı bir soluk kazandıran Alman Yeşiller Partisi (Bündnis ’90/Die Grünen), Batı karşıtı sosyalist sol siyaseti sürdüren Sol Parti (Die Linke) ve son dönemde yakaladığı çıkışla tüm Almanya ve Avrupa’da korkuya neden olan aşırı sağ Almanya İçin Alternatif partisi (Alternative für Deutschland/AFD) olarak belirtilebilir. Bu yazıda, sırasıyla bu partilerin gelişim süreçleri ve iktidar dönemleri analiz edilecektir.

CDU/CSU: Hıristiyan Demokrat Birliği partisi (CDU)[1] ve onun Bavyera’daki ortağı olan Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU)[2], modern ve demokratik Federal Almanya’da merkez sağ siyaseti kontrolünde tutan ülkedeki en önemli siyasi oluşumdur. Muhafazakâr çizgide olmasına karşın, liberalizmin amentüsünü oluşturan serbest piyasa ekonomisini ve sosyal demokrasinin temelini oluşturan refah devleti uygulamalarını da savunan parti, buna karşın bazı sosyal ve kültürel konularda Hıristiyan değerlerini ve muhafazakâr yaklaşımı müdafaa etmektedir. Bunun yanında kuşkusuz, Maurice Duverger’nin kategorizasyonuna göre “kitle partisi” hatta daha modern bir Amerikan Siyaset Bilimi tanımına göre “catch-all party” (herkesi yakala partisi) görünümündeki CDU, ülkedeki muhafazakâr gruplarla yakın bağlara sahiptir.

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında 26 Haziran 1945 tarihinde kurulan partinin kurucu kadrolarının önemli bir bölümü Weimar Cumhuriyeti dönemindeki Katolik Merkez Partisi’nden (Zentrumspartei) CDU’ya geçmiştir. Örneğin, partinin kurucusu, sembol ismi ve ilk Şansölyesi olan Konrad Adenauer, Katolik inancına mensup ve Merkez Partisi’nden gelen bir isimdir. Ancak bunun yanında, Katoliklerle birlikte ülkedeki diğer büyük grubu oluşturan Protestanlardan, liberallerden ve sağ çizgideki farklı entelektüellerden de partiye yoğun katılım olmuş ve Nazi Partisi’nin yarattığı yıkım ortamından kurtulmak isteyen Alman siyasal seçkinleri, bu partiyi demokratik çizgide geliştirerek yeni döneme hazırlık yapmak istemişlerdir.

Mezhep farkı gözetmeden Hıristiyan değerleri savunan parti, 1946 yılında kurulan Bavyera’daki Hıristiyan Sosyal Birlik veya Hıristiyan Sosyal Birliği (CSU) partisiyle seçimlerde her zaman iş birliğine yönelmiş ve Bavyera bölgesine uygun şekilde Katolik kimliği daha baskın olan bu partiyle daima uyumlu hareket etmiştir. Savaş sonrasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile kurulan yakın müttefikliğe dayalı olarak Transatlantik bağları ön planda tutan parti, buna karşın Washington’ın da desteği ve oluruyla her zaman Avrupa bütünleşmesi konusunda da pozitif tavır almış ve Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) sürecinden başlayarak, Avrupa Birliği’ne (AB) giden süreçte neredeyse daima destekleyici pozisyonda bulunmuştur. Parti, iç politikada ise suçlulara karşı daha ağır cezaları, göç alımı konusunda kısıtlayıcı politikaları, Alman Ordusu-Bundeswehr’in geliştirilmesini/güçlendirilmesini ve Alman kültürünün ülkede yaşayan herkese empoze edilerek, çifte vatandaşlık uygulamalarının kısıtlanması hatta kaldırılmasını savunmaktadır.

CDU/CSU, 1949 yılında yapılan ilk seçimlerden yüzde 31 oyla ve 139 milletvekilliği kazanarak birinci parti olarak çıkmıştır. Ancak partinin meclis çoğunluğunu elde edememesi neticesinde, partinin Genel Başkanı da (1949-1966) olan Konrad Adenauer, Hür Demokratlar (FDP) -ki bu seçimde yüzde 12’ye yakın oy almışlardı- ve Alman Partisi (Deutsche Partei-DP) -ki bu seçimde yüzde 4’e yakın oy almışlardı- ile bir koalisyon hükümeti kurarak Başbakan olabilmiştir. Adenauer, bu şekilde ezeli rakibi merkez sol SPD’nin hükümeti kurmasını da önlemişti ki, SPD de bu ilk seçimde yüzde 29’un üzerinde oy alarak Almanya siyasetindeki iddiasını göstermişti.

Adenauer liderliğinde başarılı bir performans gösteren CDU ve koalisyon hükümeti, 1953 federal seçimlerinde oyunu artırdı ve yüzde 36’nın üzerinde bir oyla yeniden koalisyon hükümeti kurarak iktidarını korudu. CDU/CSU ikilisinin bu seferki koalisyon ortakları ise, yine FDP (bu defa yüzde 9,5 oy almıştı) ve DP (bu defa yüzde 3,25 oy almıştı) ile birlikte GB/BHE adlı yüzde 6’ya yakın oy almış bir diğer sağ partiydi.

1957 yılında yapılan federal seçimlerde, CDU oyunu yine artırdı ve neredeyse yüzde 40’a ulaştı. Bu sayede CSU ve yüzde 3,4 civarında oyu olan DP ile kolaylıkla koalisyon hükümetini kuran Adenauer, Almanya siyasetinde artık rakipsiz gibi gözüküyordu.

Fakat 1961 federal seçimlerinde CDU, -CSU oyları dahil edilmeden- SPD’ye ilk kez geçildi ve en büyük ikinci parti durumuna düştü. Genel Başkan olmayan Başbakan adayları Willy Brandt ile atılım yapan sosyal demokratlar, yüzde 36,22 oyla artık Almanya’nın en büyük partisi olmuşlardı. Fakat yüzde 35,76 oyda kalan Adenauer ve CDU, yüzde 9,5 oyu olan CSU ve yüzde 13 civarında oy alan FDP ile koalisyon hükümetini kurarak dördüncü ve son kez iktidarda gelmeyi başardı. Ancak bu koalisyon döneminde skandallar nedeniyle yıpranan Adenauer Başbakanlıktan çekilince, Ekonomi Bakanı Ludwig Erhard koalisyon hükümetinin Şansölyesi olarak göreve başladı.

1965 yılında yapılan seçimlerde, CDU/CSU, Ludwig Erhard ile de konumunu korumayı başardı ve CSU oylarıyla birlikte SPD’yi geçerek birinci parti oldu. Erhard da, Adenauer gibi, CSU ve FDP ile koalisyon hükümeti kurdu. Erhard’ın istifası sonrasında ise Kurt Georg Kiesinger önderliğinde seçime gidilmeden yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu. Bu defa, CDU, CSU’nun yanı sıra ezeli rakibi SPD’yi de koalisyona alıyor ve bu şekilde “büyük koalisyon” adı verilecek olan iki ezeli partinin iş birliği dönemi başlıyordu. Ancak bu koalisyon sosyal demokratların daha çok işine yarayacaktı.

Nitekim 1969 federal seçimlerinde, Başbakan adayı Kurt Georg Kiesinger liderliğindeki CDU/CSU, Almanya’nın kuruluşundan bu yana ilk kez iktidardan uzak kaldılar ve SPD’nin FDP ile kurduğu koalisyon hükümetine tanıklık etmek zorunda kaldılar. Dünyada sol rüzgarların çok güçlü estiği bir dönemde, Batı Almanya da bu gidişattan uzak kalamamıştı.

1972 federal seçimlerinde SPD’nin Willy Brandt ile yakaladığı rüzgâr devam edince, CDU/CSU, Başbakan adayları Rainer Barzel önderliğinde bir kez daha mağlubiyete razı oldular.

1976 federal seçimlerine yeni Başbakan adayları Helmut Kohl önderliğinde giren parti, CSU oylarıyla birlikte SPD’yi geçmesine karşın, Helmut Schmidt ile gücünü koruyan SPD, FDP ile koalisyon hükümetini devam ettirmeyi başardı.

1980 federal seçimlerinde de benzer durum devam etti ve CDU/CSU Başbakan adayı Franz-Josef Strauss, SPD’nin FDP ile kurduğu koalisyon hükümeti neticesinde iktidardan uzak kaldı. Ancak yeniden partide ipleri eline alan Helmut Kohl, 1982’deki SPD-FDP anlaşmazlığını çok iyi kullanarak, seçimi kazanmadan iktidara geldi ve CSU ile birlikte FDP ile koalisyon hükümetini kurdu. Bu sayede seçmene güven veren ve değişimin olumlu havasını hissettiren Kohl, nitekim 1983, 1987, birleşmeden sonraki ilk seçim olan 1990 ve 1994 seçimlerini kazanarak 4 dönem üst üste CDU/CSU’yu FDP ile koalisyon hükümeti yoluyla iktidarda tuttu.

SPD’li Gerhard Schröder’in “altın yılları” olan 1990’ların sonu ve 2000’lerin başında 1998 seçimlerini Helmut Kohl, 2002 seçimlerini de Edmund Stoiber ile kaybeden CDU/CSU, bu yıllarda SPD ile Yeşiller partisinin koalisyon hükümetlerine razı olmak durumunda kaldı.

Lakin partinin başına geçen yeni ve kadın lider Angela Merkel sayesinde, CDU/CSU, 2000’lerde büyük başarılara koşmaya hazırlanıyordu. Merkel liderliğindeki parti, 2005, 2009, 2013 ve 2017 federal seçimlerini kazandı ve Kohl dönemine benzer şekilde 4 dönem ardı ardına iktidarda kaldı. Merkel, birinci döneminde SPD ile büyük koalisyon kurdu, ikinci döneminde FDP ile koalisyonla iktidarını korudu, üçüncü ve dördüncü dönemlerinde ise yine SPD ile büyük koalisyonu tercih etti.

Merkel ile uzun süre iktidarda kalan parti, 2021 federal seçimlerinde ise Armin Laschet’i Başbakan adayı olarak öne sürdü; fakat SPD’nin Olaf Scholz ile seçimi kazanması ve Yeşiller ve FDP ile koalisyon hükümeti kurmasına engel olamadı.

CDU/CSU için genel bir değerlendirme yapmak gerekirse; günümüzde Avrupa’daki büyük merkez sağ platformu Avrupa Halk Partisi’nin (European People’s Party-EPP) üyesi olan CDU’nun Avrupa’nın sağ siyasetine yön veren en etkili siyasal oluşum olduğu söylenebilir. CDU’nun gücü, Avusturya ve Doğu Avrupa’daki birçok başka ülkede de hissedilmekte ve özellikle partinin Hıristiyan değerleri savunması ve iş dünyasına yakın olması sebebiyle siyasetteki etkinliği sürmektedir. CDU, hatırlanmalıdır ki, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in de partisidir. CDU’nun etkinliklerine destek olan vakfın ismi Konrad Adenauer Vakfı’dır. Partinin Armin Laschet sonrasında günümüzdeki lideri ise Friedrich Merz’dir. CDU/CSU, ilkesel olarak neredeyse tamamı Müslümanlardan oluşan Türkiye’nin AB üyeliğine karşıdır. Ancak Türkiye için “imtiyazlı ortaklık” formülünü ortaya atan partinin efsanevi lideri Angela Merkel, müzakerelerin başlaması ve ilerlemesi konusunda “ahde vefa” ilkesine vurgu yaparak, Ankara’ya bu konuda ilerlemesi noktasında herhangi bir engel teşkil etmeyeceklerini söylemiştir. Ek olarak, Merkel döneminde sığınmacı karşıtlığı konusunda mutedil bir anlayış benimseyen parti, son yıllarda Türk kökenli siyasetçileri de aday yaparak bu konuda bir açılım yapmaya çalışmaktadır.

SPD: İşçi sendikaları ve emek hareketlerine dayanması bağlamında tam anlamıyla eski tip bir kitle partisi olan SPD-Almanya Sosyal Demokrat Partisi[3], kuruluş tarihi 27 Mayıs 1875’e kadar uzanan Almanya’nın en köklü siyasal oluşumudur. Vorwärts adlı yayın organıyla da bilinen parti, Nazi dönemi sonrasında modern ve demokratik Federal (Batı) Almanya’nın kurulmasının ardından da ülkenin en büyük sol partisi olmayı sürdürmüştür. Marksizm’den sosyal demokrasiye giden ideolojik yolu açan Karl Kautsky ve Eduard Bernstein gibi Alman entelektüellerin de yakın olduğu SPD, aynı zamanda Sosyalist Enternasyonal’in başlıca kurucusu ve -İngiliz İşçi Partisi (Labour) ile birlikte- en etkili partilerinden birisidir.

Tam anlamıyla sosyal demokrat çizgide olan SPD, demokratik rejim içerisinde işçi haklarının geliştirilmesini, sosyal devlet ve sosyal güvenlik uygulamalarının yaygınlaştırılmasını, uluslararası ilişkilerde barış ve iş birliği anlayışının hâkim olmasını ve ülke içerisinde farklı gruplara ve göçmenlere daha ılımlı politikalar uygulanmasını savunmaktadır. Parti, Avrupa’daki sol partilerin çatı partisi olan Avrupa Sosyalistler Partisi-PES’in (Party of European Socialists) de çok etkili bir üyesidir.

1949 (yüzde 29,22), 1953 (yüzde 28,84), 1957 (yüzde 31,75), 1961 (yüzde 36,22) ve 1965 (yüzde 39,28) federal seçimlerinde yüksek oy almasına karşın bir türlü iktidarı CDU/CSU’nun elinden alamayan SPD, büyük çıkışını yeni ve karizmatik lideri Willy Brandt ile nihayet 1969’da gerçekleştirmiştir. Bu seçimde yüzde 42,67 gibi rekor bir oy düzeyine ulaşan SPD, nihayet liberal çizgideki Hür Demokratlar (FDP) ile koalisyon hükümeti kurmuş ve Willy Brandt ile modern Almanya tarihindeki ilk sosyal demokrat Başbakanı’nı çıkarmayı başarmıştır.

1970’ler, SPD’nin altın yılları olacaktır. Willy Brandt’ın ajan skandalı nedeniyle erken istifasına karşın, Helmut Schmidt ile yeni bir karizmatik sol lider yaratmayı başaran parti, 1972, 1976 ve 1980 federal seçimlerinden sonra da iktidarda kalmayı başarmıştır. Parti, bu süreçte daima liberal FDP ile koalisyon hükümetleri kurarak iktidarını korumuştur. Partinin iktidarı CDU’ya yeniden kaptırmasını başlatan süreç ise 1982 yılında FDP ile yaşanan anlaşmazlıktır. Bu yüzden Başbakanlığı Helmut Kohl’a kaptıran SPD, artık uzun yıllar (16 yıl) ana muhalefet partisi durumunda olacaktır.

SPD’nin yeniden iktidara dönüşü Gerhard Schröder’in başta olduğu 1998 yılıdır. Schröder, 1998 ve 2002 federal seçimlerini kazanarak yıllar sonra sosyal demokratları iktidara taşırken, bu dönemde Rusya ile yakın ilişkiler geliştiren parti, Avrupa Birliği içerisinde de farklı ve öncü bir konum elde etmiştir. Schröder döneminde, parti, her iki koalisyon hükümeti döneminde de koalisyon ortağı olarak Yeşiller partisini tercih etmiştir.

Angela Merkel ile CDU’nun Almanya siyasetine damgasını vurduğu 2000’ler ve 2010’larda yeniden uzun yıllar (16 yıl) iktidardan uzak kalan SPD, 2021 federal seçimlerinde ise Olaf Scholz liderliğinde birçokları için beklenmedik sürpriz bir zafer kazanmış ve uzun yıllar sonra Yeşiller ve FDP ile koalisyon hükümeti kurarak iktidara dönmüştür. SPD, ayrıca Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in de partisi olduğu için, şu an Almanya siyasetinde en etkin aktördür.

SPD, Almanya’da yaşayan Türklere ve diğer göçmen gruplara daha ılımlı yaklaşımı, refah devleti uygulamaları konusunda cesur tutumu ve aşırı sağa karşı net tavrıyla, Almanya demokrasisinin sigortası olarak değerlendirilebilecek hüviyette “ilerici” bir partidir. Partiye yakın vakfın ismi ise Friedrich Ebert Vakfı’dır. Olaf Scholz hükümetinde, SPD, İçişleri Bakanlığı (Nancy Faeser), Çalışma Bakanlığı (Hubertus Heil), Savunma Bakanlığı (Boris Pistorius), Sağlık Bakanlığı (Karl Lauterbach), Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Bakanlığı (Svenja Schulze), İmar Bakanlığı (Klara Geywitz) ve Başbakanlık Dairesi Başkanlığı (Wolfgang Schmidt) gibi kilit pozisyonları da elinde bulundurmaktadır. SPD, Türkiye’nin AB üyeliğine destek vermekte, ancak son dönemde ülkenin demokrasi ve hukuk devleti çizgisinden uzaklaşmasını eleştirmektedir.

FDP: Hür Demokratlar olarak da bilinen FDP[4], 12 Aralık 1948 tarihinde kurulmuş Almanya’nın köklü liberal partisidir. Alman Demokratik Partisi (DDP) ve Alman Halkı Partisi (DVP) kadrolarınca kurulan FDP, Almanya siyasetinde dengeleyici rolü ve “kingmaker” (Kral yapıcı veya modern yorumuyla Başbakan seçici) pozisyonu olan bir yapıdır. FDP, koalisyon hükümetleri yoluyla defalarca küçük ortak olarak iktidara gelmiştir. 1950’ler ve 1960’larda uzun yıllar CDU/CSU ile koalisyon ortağı olan FDP, 1970’ler ve 1980’lerin başında ise sosyal demokrat SPD ile ortaklık kurmuş ve SPD adaylarını Şansölye seçtirmiştir. Helmut Kohl döneminde yeniden CDU/CSU ile ortaklığa yönelen FDP, 2009-2013 döneminde de Angela Merkel’li CDU ile bir dönem koalisyon hükümeti kurmuştur. 2013 yılında yüzde 5 seçim barajını geçemeyerek tarihinde ilk kez meclis dışında kalan FDP, şimdilerde ise SPD ve Yeşiller’in koalisyon ortağıdır. Partinin lideri ve medyatik yüzü aynı zamanda hükümetin Maliye Bakanı da olan Christian Lindner’dir. Parti, ayrıca koalisyon hükümetinde Adalet Bakanlığı (Marco Buschmann), Federal Ulaştırma Bakanlığı (Volker Wissing) ve Eğitim ve Araştırma Bakanlığı (Bettina Stark-Watzinger) gibi önemli pozisyonlar elde etmiştir.

Kuruluşu itibariyle Alman Ordoliberalizm’inden de esintiler taşıyan parti, serbest piyasa ekonomisi ve devletin piyasa ve halka müdahale yetkisinin kısıtlanmasını savunan liberal bir partidir. Parti, ekonomik konularda CDU’ya, sosyal-kültürel konularda ise SPD ve Yeşiller’e daha yakın bir görünüm arz etmektedir. Bu anlamda, partinin merkez sağ (CDU/CSU) ile merkez sol (SPD) arasında kendisini merkezde konumlandırdığı da söylenebilir. Parti, AB’nin liberal çatı partisi ALDE’nin de bir üyesidir. Partiye yakın Alman vakfının ismi ise Friedrich Naumann Vakfı’dır.

Yeşiller: Yeşiller Partisi, Alman Yeşiller Partisi veya Birlik 90/Yeşiller olarak bilinen Yeşiller[5], 1960’larda Rachel Carson’ın Sessiz Bahar (Silent Spring) eseriyle başlayan çevre ve doğa duyarlılığına dayalı ekolojik hareketin uzantısı olarak Batı Almanya’da 1980 yılında kurulan Yeşiller Partisi’nin (Die Grünen) devamı niteliğindedir. Çevreci-ekolojik değerlerin yanı sıra, savaş ve nükleer silah karşıtlığı gibi özellikleri de olan Yeşiller, temellerini “68 kuşağı”ndan alan sol eğilimli ve liberter (özgürlükçü) çizgide bir harekettir. Ancak bu hareketin 1980 yılında partileşmesi ile birlikte, daha programatik, reelpolitik çizgiye uygun ve sistematik bir siyasi program ve vizyon ortaya konulmuştur. Joschka Fischer gibi önemli isimlerin yer aldığı bu dönemin ardından, parti, 1993 yılında Doğu Almanya’da kurulan çevreci ve anti-komünist Alliance 90 (Birlik 90) partisiyle birleşerek bugünkü adını ve halini almıştır.

Parti, isminden anlaşılabileceği üzere, çevre sorunları konusunda duyarlı, bunun yanında genelde Batıcı ve sosyal demokrat çizgiye yakın bir oluşumdur. Avrupa bütünleşmesi konusunda olumlu tavrı olan parti, zaman zaman ABD politikalarına eleştirel yaklaşsa da, son dönemde çok Transatlantik yanlısı bir pozisyon alarak dikkat çekmektedir. Ayrıca, parti, klasik pasifist dış politikasından da cayarak, son dönemde NATO genişlemesi ve Rusya ile mücadele gibi konularda daha köşeli ve sert hareket etmektedir. Partinin en belirgin özelliklerinden birisi ise yenilenebilir enerji konusundaki ısrarcı ve kararlı tutumudur.

Yeşiller partisinin ilk çıkışı, 1986 Çernobil Faciası sonrasında 1987 Batı Almanya federal seçimlerinde yüzde 8,3 oy almasıyla olmuştur. O güne kadar daha marjinal olarak algılanan parti, bu sayede artık ana akım Almanya ve Avrupa siyasetinin önemli bir unsuru haline gelmiştir. Parti, 2009 federal seçimlerinde yine bir atılım yaparak yüzde 10’u aşmış (yüzde 10,7), 2021 federal seçimlerinde ise tarihinin en yüksek oy oranı olan yüzde 14,8’e erişmiştir. Ancak partinin altın yılları, nispeten daha düşük oy aldığı 1990’ların sonu ve 2000’lerin başı olmuştur. Çünkü bu dönemde, parti, oy oranı yüzde 6-9 düzeyinde kalmasına karşın, Gerhard Schröder’li SPD’nin iki koalisyon hükümeti döneminde (1998-2002 ve 2002-2005) koalisyon ortağı olmuş ve önemli Bakanlıklar üstlenmiştir. Yeşiller, bu yıllarda özellikle Dışişleri Bakanı Joschka Fischer sayesinde uluslararası çapta tanınırlık kazanmıştır.

2000’lerde Türk asıllı siyasetçi ve bir dönem parti lideri de olan Cem Özdemir sayesinde Türkiye’de de çok tanınır hale gelen parti, 2021 yılında yapılan son federal seçimlerin ardından da tarihinin en yüksek oyunu alarak iktidar ortağı haline gelmiştir. Parti, mevcut Almanya hükümetinde Ekonomi ve İklimi Koruma Bakanlığı (Robert Habeck), Dışişleri Bakanlığı (Annalena Baerbock), Tarım ve Gıda Bakanlığı (Cem Özdemir), Aile Bakanlığı (Lisa Paus) ve Çevre Bakanlığı (Steffi Lemke) gibi önemli Bakanlıkları kontrolüne almıştır. Bu Bakanlıklarından özellikle Ekonomi ve İklimi Koruma ile Dışişleri Bakanlıklarının popülaritesi ve etkisi ve dünyada artan ekolojik ve çevresel sorunlar düşünüldüğünde, Yeşiller’in Almanya siyasetinde önümüzdeki dönemlerde yeni bir çıkış yakalaması ve gelecekte kendi başına iktidara gelmesi kesinlikle dışlanmaması gereken bir ihtimaldir. Parti, ayrıca AB çatı partisi Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı’nın da (Greens/EFA) çok etkili bir mensubudur. Partiye yakın vakfın adı ise Heinrich Böll Vakfı’dır.

Sol Parti: Almanya siyasetinde aşırı solu temsil eden Sol Parti (Die Linke)[6], anti-kapitalist, anti-faşist ve sosyalist çizgide bir siyasal oluşumdur. Parti, 2007 yılında Doğu Almanya’yı 1989’a kadar yöneten Almanya Sosyalist Birlik Partisi-SED’in ardılı olan Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) ile Almanya Sosyal Demokrat Partisi-SPD’den ayrılan Emek ve Sosyal Adalet-Seçim Alternatifi’nin (WASG) birleşmesiyle kurulmuştur. Bir dönem SPD lideri olan Oskar Lafontaine gibi popüler isimleri de bünyesine katmayı başaran Sol Parti, 2009 yılında en yüksek oy oranı olan yüzde 11,1’e ulaşmış ve meclise 76 milletvekilini sokmayı başarmıştır. Buna karşın, parti, henüz bir Alman hükümetinde yer alamamıştır. Bunun temel nedeni ise, Sol Parti’nin NATO karşıtı ve Rusya’ya yakın nostaljik sol çizgisidir.

2022’den beri Janine Wissler ile Martin Schirdewan eşbaşkanlığında olan Die Linke, 2021 federal seçimlerinde yüzde 5 civarında oyla Federal Alman Meclisi-Bundestag’da 39 sandalye kazanmıştır. Ayrıca AB içerisinde aşırı solun çatı partisi Avrupa Birleşik Solu/Nordik Yeşil Sol (GUE/NGL) üyesi olan parti, Partiye yakın vakfın adı ise Rosa Luxemburg Vakfı’dır.

AFD: Modern Almanya siyasetinde aşırı sağ çizgiyi temsil eden Almanya İçin Alternatif (AFD) partisi[7], 2013 yılında Alexander Gauland tarafından kurulmuş olan çok yeni bir siyasal oluşumdur. Aşırı sağcılık ve Neo-Nazilikle suçlanan parti, özellikle AB şüpheciliği (Euroscepticism) ve göçmen karşıtlığıyla tanınan bir siyasi partidir. Kimilerince “sağ popülist” olarak değerlendirilen AFD, AB çatısı altında Avrupa’da Doğrudan Demokrasi İçin İttifak (EFDD) partisine dahildir. Partinin eşbaşkanları Tino Chrupalla ve Alice Weidel’dir. Partinin bir dönem lideri olan (2015-2017) Frauke Petry, bir ara Almanya basınında oldukça popüler olmuş, ancak daha sonra partisinden istifa ederek Mavi Parti (Die blaue Partei) adlı yeni bir popülist sağ partinin başına geçmiştir.

Girdiği ilk seçim olan 2013 federal seçimlerinde yüzde 4,7 oy alarak yüzde 5’lik barajın kıl payı altında kalan AFD, 2017 federal seçimlerinde yüzde 12,6, 2021 federal seçimlerinde ise yüzde 10,3 oy alarak geçici bir oluşum olmadığını ispatlamıştır. Nitekim parti 2017’de 94, 2021’de de 83 milletvekilliği elde etmiştir. Ancak partinin bu başarısı Almanya, Avrupa ve dünyada herkesi mutlu etmemekte, hatta tam tersine Almanya’da Naziliğin dirilebileceğine dair olan korkuları ve endişeleri tetiklemektedir. Buna karşın, aşırı sağcı partinin özünde ABD, NATO ve İsrail yanlısı olması dikkat çekmektedir. Fakat parti, ABD’deki milliyetçi-muhafazakâr yönetimleri tasvip etmekte ve Obama ve Biden yönetimleri gibi Demokrat ve liberal çizgideki iktidarlara eleştirel yaklaşmaktadır. Bu bağlamda, parti, son dönemde Rusya’ya yönelik yaptırımları ve sert politikaları da eleştirmekte ve önemli olanın Almanya’nın ulusal çıkarları olduğunun altını çizmektedir. Partinin son dönemde yapılan anketlerde CDU’dan sonra ülkedeki en popüler ikinci parti haline gelmesi ise Almanya demokrasisi için alarm verici bir durumdur. İslam karşıtı unsurları da bünyesinde barındıran partiye yakın Alman vakfının adı ise Desiderius-Erasmus Vakfı’dır.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] Web sitesi için; https://www.cdu.de/.

[2] Web sitesi için; https://www.csu.de/.

[3] Web sitesi için; https://www.spd.de/.

[4] Web sitesi için; https://www.fdp.de/.

[5] Web sitesi için; https://www.gruene.de/.

[6] Web sitesi için; https://en.die-linke.de/.

[7] Web sitesi için; https://www.afd.de/.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.