Öz: İsrail–İran krizi, Avrupa’nın dış politikadaki normatif iddiaları ile jeostratejik kırılganlıkları arasında sıkışmış bir refleks geliştirmesine yol açmıştır. Haziran 2025’te İran Genelkurmay Başkanı’nın öldürülmesi ve Tahran’a yönelik misilleme saldırıları sonrası tırmanan çatışma, Avrupa Birliği’nin diplomatik kapasitesini, enerji güvenliğine dair kırılganlığını ve Transatlantik uyum becerisini yeniden test etmektedir. Bu çalışma, Avrupa’nın bu krize verdiği yanıtları üç düzeyde incelemektedir: diplomatik tepki ve kurumsal söylem, ABD ve Birleşik Krallık ile karşılaştırmalı stratejik pozisyonlar ve krizden doğan jeoekonomik sonuçlar. Bulgular, AB’nin görünürlük üretmeye çalışan bir diplomasi yürütmesine rağmen, uygulamada sınırlı stratejik etki gösterebildiğini ortaya koymaktadır. Aynı zamanda ABD ve İngiltere ile farklılaşan öncelikler, Transatlantik yapının artık senkronize değil, çok merkezli ve esnek koordinasyonlu bir krize müdahale yapısına dönüştüğünü göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, İsrail-İran krizi, Transatlantik ilişkiler, Enerji güvenliği, Stratejik otonomi.
**************************************************************
Giriş
2025 yılı itibarıyla Avrupa’nın jeopolitik çevresi, ardışık krizlerle sınanırken, bu kırılganlık ortamının yeni halkası İsrail ile İran arasında derinleşen çatışma olmuştur. İran Genelkurmay Başkanı’nın öldürülmesi ve Tahran’a yönelik saldırılar, çatışmanın stratejik seviyeye çıktığını göstermektedir. Bu çalışma, Avrupa’nın bu krize verdiği tepkiyi hem içerik hem araç düzeyinde analiz etmekte; ABD ve İngiltere ile karşılaştırmalı olarak değerlendirmektedir.
Avrupa’nın Diplomatik Tepkisi: Normatif Varlık, Stratejik Çekilme
Avrupa Birliği, İsrail–İran gerilimini ilk andan itibaren gerilimi düşürme ve insani maliyetleri azaltma ekseninde ele almıştır. Bu yaklaşım sadece güncel çatışmaya değil, aynı zamanda uzun süredir sürdürülen normatif dış politika stratejisine dayanmaktadır. Avrupa’nın tutumu, diplomatik refleksin görünürlük arzusuyla stratejik çekingenliğin iç içe geçtiği bir çizgiyi temsil etmektedir.
Haziran 2025’te düzenlenen G7 Zirvesi bu çizgiyi kurumsal düzeyde açıkça ortaya koymuştur. Almanya Başbakanı Friedrich Merz, zirvede yaptığı açıklamada, “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır ancak çatışma bölgede kontrolsüz bir savaşa dönüşmemelidir” diyerek Avrupa’nın pozisyonunu tanımlamıştır. Aynı zirvede İran’ın nükleer silah sahibi olamayacağı yönünde ortak bir tutum sergilenmiş, bu bağlamda Avrupa’nın İran’a yönelik caydırıcı söylemi netleştirilmiştir.
Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell de bu çerçevede önemli açıklamalarda bulunmuştur. 14 Haziran 2025 tarihinde yaptığı basın açıklamasında, İsrail’in İran’a karşı geniş çaplı saldırılarla bölgede topyekûn savaşa yol açma riskini taşıdığını belirtmiş, Netanyahu’yu çatışmayı büyütmekle suçlamıştır. Aynı açıklamada Avrupa’nın müzakere sürecine dönülmesi çağrısında bulunduğu ve askeri müdahaleye karşı olduğu açık şekilde ifade edilmiştir.
Avrupa Parlamentosu’nun 17 Haziran’daki oturumunda ise konu doğrudan gündeme taşınmış, milletvekilleri çatışmanın yayılma ihtimaline karşı ortak diplomatik sorumluluk çağrısında bulunmuştur. Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları düzeyinde İran’la yapılan görüşmelerde ise açık bir şekilde nükleer müzakerelere geri dönülmesi, askeri gerginliğin kontrol altına alınması ve sivillerin korunmasına öncelik verilmesi talep edilmiştir.
Bu süreçte Avrupa’nın yaklaşımı üç temel eksen etrafında şekillenmektedir. Birincisi, İran’ın nükleer silah kapasitesine karşı mutlak bir duruştur. AB, nükleer yayılmanın engellenmesini hem bir güvenlik önceliği, hem de bir normatif ilke olarak görmektedir. İkincisi, İsrail’in meşru müdafaa hakkının tanınmasıdır. Bu tavır, özellikle Almanya gibi ülkelerde tarihsel sorumlulukla ilişkilendirilen bir politik çizgiyle desteklenmektedir. Üçüncüsü ise çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşmemesi için sürdürülen uyarılardır. Bu bağlamda orantılılık, diplomatik kanalın açık tutulması ve uluslararası hukuka uygunluk çağrıları dikkat çekmektedir.
Ancak Avrupa Birliği içinde tam bir birlik sağlandığını söylemek güçtür. Macaristan, Çekya ve Polonya gibi ülkeler İsrail’e daha yakın bir pozisyon alırken, İspanya, İrlanda ve Belçika gibi ülkeler sivillerin korunması, ateşkes ve orantılılık ilkesine daha çok vurgu yapmaktadır. Bu durum, AB’nin dış politikada ortak refleks üretme kapasitesini sınırlandırmakta ve açıklamalarda çoğu zaman muğlak bir ton ortaya çıkarmaktadır.
Sonuç olarak, Avrupa Birliği’nin diplomatik yaklaşımı, hem kurumsal düzeyde netleşmiş bir diplomatik söylem, hem de uygulama düzeyinde sınırlı etkiyle karakterize olmaktadır. AB, görünürlük ve normatif duruşu korumaya çalışırken, krizin doğrudan tarafı olmamaktan kaynaklı bir stratejik mesafe politikası izlemektedir. Bu da, Avrupa’nın kriz yönetiminde hem etkili olma, hem de bölgesel dengeyi koruma arasında sıkıştığını göstermektedir.
Peki, Britanya ve Amerika bu konuda nasıl ilerliyor?
ABD Başkanı Trump’ın toplantıyı erken terk ederek sadece Tahran’ın tahliyesi çağrısı yapması, krize “seyirci dengeleyici” olarak yaklaştığını gösterir. Çin ve Ukrayna öncelikleri, Amerikan kamuoyunun savaş yorgunluğu ve İsrail’in kendi kapasitesi, bu tercihin temelidir.
Birleşik Krallık ise hava gücü sevkiyatıyla sınırlı bir askeri sembolizm sergilemiş, ancak Başbakan Keir Starmer diplomatik çözüm çağrısı yapmıştır. İngiltere’nin tavrı, dış politika görünürlüğünü düşük maliyetle sürdürmeye yöneliktir.
Avrupa, ABD ve İngiltere aynı hedefe — çatışmadan kaçınmaya — yönelse de kullandıkları araçlar, söylemleri ve meşruiyet temelleri farklılaşmaktadır:
- AB: Diplomasi, normatif yük ve enerji güvenliği.
- ABD: Stratejik geri duruş ve krizden sapmama.
- İngiltere: Askeri sembolizm ve söylemle görünürlük.
Bu durum, Transatlantik sistemin artık tek yönlü karar alma kapasitesi değil, çok merkezli tepki koordinasyonu hâline geldiğini göstermektedir.
Normdan Çıkar Temelli Bir Güvenlik Politikası mı?
İsrail–İran krizi, Avrupa’nın sadece normatif değerler değil, stratejik çıkarlar zemininde de pozisyon aldığı bir dönüşüm sürecine işaret etmektedir. Diplomatik kapasite ile stratejik bağımlılık arasındaki bu salınım, Avrupa’nın krizler karşısındaki yerini daha net tanımlamaktadır: Normatif söylemin ötesinde, kapasite inşa eden ve kırılganlıklarını yöneten bir güvenlik topluluğu.
Kapak fotoğrafı: https://www.euronews.com/my-europe/2025/06/14/europe-left-on-diplomatic-sidelines-in-israel-iran-conflict
Cansu Ece GÖKŞİN
KAYNAKÇA
- Borrell, Josep (2025, 14 Haziran), “Statement on rising tensions between Israel and Iran”, European External Action Service, https://www.eeas.europa.eu.
- Economic Policy Centre (EPC) (2025), “Europe’s energy pivot in turbulent times”.
- El País (2025, 17 Haziran), “UK sends fighter jets to Gulf amid Iran tensions”, https://elpais.com.
- European Commission (2025), “EU position on nuclear non-proliferation and regional stability”, Brussels: EU Publications.
- European Commission (2025), “Strategic Energy Resilience Plan”, Brussels: EU Publications.
- European Parliament (2025, 17 Haziran), “Plenary debate: Regional escalation in the Middle East”, Strasbourg: European Parliament Proceedings.
- Financial Times (2025), “Markets tumble as Middle East crisis deepens”.
- Le Monde (2025, 15 Haziran), “Europe and the balance of deterrence in the Middle East”, https://lemonde.fr.
- Le Monde (2025, 15 Haziran), “Europe’s fragile diplomacy in the face of war”, https://www.lemonde.fr.
- Politico (2025, 17 Haziran), “Biden urges Netanyahu to avoid regional escalation”, https://politico.com.
- Regional Mobility Governance Report (2025), Vienna.
- Reuters (2025, 17 Haziran), “G7 expresses support for Israel, calls Iran source of instability”, https://reuters.com.
- The Guardian (2025, 17 Haziran), “Biden administration walks tightrope in Iran-Israel tensions”, https://theguardian.com.
- The Guardian (2025, 14 Haziran), “EU foreign policy chief warns of regional war as Israel retaliates”, https://www.theguardian.com.