Giriş
Azerbaycan ile Rusya arasında süregelen ikili ilişkiler, son yıllarda stratejik iş birliği, enerji bağımlılığı ve bölgesel güvenlik koordinasyonu ekseninde şekillenen karmaşık bir denge üzerinde ilerlemekteydi. Ancak 2024 yılının sonlarından itibaren ardı ardına yaşanan olaylar, bu ilişkinin yüzeydeki istikrarına dair algının sorgulanmasına yol açan çok katmanlı bir kırılma sürecini tetiklemiştir. Kazakistan semalarında düşen Azerbaycan uçağından Yekaterinburg’daki ölüm vakalarına, medya ve kültürel temsil alanında karşılıklı sınır ihlallerinden bilgi rejimlerine yönelik müdahalelere kadar gelişen tüm bu olaylar, yalnızca güncel kriz anları olarak değil, aynı zamanda ilişkilerin yeniden tanımlandığı ve tarafların pozisyonlarını revize ettiği bir geçiş döneminin semptomları olarak okunmayı gerektirmektedir.
Bu makale, Azerbaycan-Rusya ilişkilerinde klasik tarihsel anlatılardan ve genel jeopolitik söylem tekrarlarından farklı olarak, 2024 Aralık sonrası gelişmeleri merkezine alan ve bu gelişmelerin stratejik, enformasyonel ve kültürel düzeydeki yansımalarını bütüncül bir biçimde ele alan özgün bir okuma sunmayı hedeflemektedir. Olayların ardında yatan yapısal dinamiklerin, güvenlik mimarilerinin, bilgi akış rejimlerinin ve kültürel sembolizmin karşılıklı çatışmaya dönüştüğü bir süreci analiz etmek, bu çalışmanın temel yaklaşımını oluşturmaktadır.
Metin boyunca, tarafların yalnızca diplomatik reflekslerine değil, aynı zamanda uluslararası konumlanmalarına, ittifak mimarilerine ve iç politika dinamiklerine dair ortaya koydukları dönüşümlü davranış biçimleri üzerinden, söz konusu gelişmelerin sıradan bir kriz sarmalının ötesine geçip geçmediği sorgulanmaktadır. Bu sorgulama, hem mevcut literatürdeki eksik kalan açıklama çerçevelerine bir katkı sunmayı, hem de Azerbaycan’ın dış politika pozisyonunun nasıl dönüşmekte olduğunu kavramsal düzlemde yeniden değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
1. Stratejik Yakınlaşmanın Kırılgan Zemini
Azerbaycan ile Rusya arasındaki ikili ilişkiler, son yıllarda istikrarlı bir yakınlık görüntüsü sunarken, bu durumun ardında yapısal bir dengesizlik sürekli olarak varlığını koruyor. İki liderin — İlham Aliyev ve Vladimir Putin — 2024 yazında gerçekleştirdiği üst düzey temaslar, bu ilişkilerin doruk noktasını temsil eden sembolik bir eşik olarak öne çıkmıştı (iki lider, Aliyev’in özel konutunda bir gece yarısı görüşmüştü). Ancak söz konusu yakınlaşmanın devletlerarası düzeyde kurumsallaşmış bir güven mimarisi üretmekten ziyade, karşılıklı pragmatik hesaplara yaslandığı bu iki ülkenin uzmanları tarafından da değerlendirilmekteydi. Bu yönüyle, ilişkiler, görünürdeki istikrarın ötesinde, konjonktürel uyumların geçici niteliğini yansıtmaktadır.
Bakü’nün dış politikası, Türkiye ve İsrail gibi bölgesel aktörlerle geliştirilen stratejik angajmanların yanı sıra, Batılı güvenlik mimarilerine açık duran çoğulcu bir yönelim taşımaktadır. Bu çok yönlülük, Moskova’nın Güney Kafkasya üzerindeki geleneksel etki arayışlarıyla zaman zaman çelişmektedir. Özellikle Karabağ sonrası dönemde artan Türk etkisi ve Ermenistan’ın Batı’ya yönelim sinyalleri, Rusya’nın Azerbaycan’ı dengeleyici bir alan olarak görmesine yol açmaktadır. Bu koşullarda kurulan ilişki biçimi, derinleşmiş bir stratejik ittifaktan ziyade, sınırlı bir karşılıklı bağımlılık modeli olarak tanımlanmaktadır.
İlişkilerin yapısal niteliği açısından değerlendirildiğinde, kurumsal güvene dayanmayan ve liderler düzeyinde şekillenen temasların kriz anlarında zayıf kaldığı görülmektedir. Diplomatik yoğunluk ve söylem düzeyindeki yakınlaşmalar, güvenlik, medya, diaspora ve kültürel alanlarda karşılıklı hassasiyetlerin yükseldiği durumlarda sınırlı bir dayanıklılık sergilemektedir. Bu bağlamda, görünürdeki istikrar, tarafların çelişen jeopolitik önceliklerinin geçici bir dengelemesi olarak okunmaktadır.
2. Hava Sahasında Kırılan Güven
2024 yılının Aralık ayında Kazakistan hava sahasında meydana gelen ve Azerbaycan Havayolları’na ait bir yolcu uçağının düşmesiyle sonuçlanan trajik hadise, Bakü ile Moskova arasındaki ilişkilerde yeni bir kırılma anı olmuştur. 38 kişinin yaşamını yitirdiği ve çok sayıda yolcunun yaralandığı olayın hemen ardından, Azerbaycan kamuoyunda Rusya’ya yönelik güvenin sarsıldığı gözlemlenmiştir. Olayın ilk günlerinde resmi makamlar itidalli açıklamalarla süreci yönetmeye çalışmış, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev kazaya Rus hava savunma sistemlerinden ateşlenen füzelerin neden olduğunu ima etmiş, ancak bu durumun kasıtlı bir saldırı olarak nitelendirilmemesi gerektiğini de vurgulamıştır.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise, kazayı “trajik bir olay” olarak tanımlayarak başsağlığı dileklerinde bulunmuş, ancak olayın sorumluluğuna dair açık bir kabullenme sergilememiştir. Kremlin’e yakın medya organlarında, kazanın nedenine ilişkin olarak sis, kuş çarpması ve teknik arızalar gibi alternatif senaryolar dolaşıma sokulmuş; bazı kaynaklar ise dikkatleri Ukrayna’ya yönlendirme gayretine girmiştir. Bu tür söylem varyasyonları, sorumluluk almaktan kaçınan klasik Rus dış politika refleksinin bir tezahürü olarak yorumlanmaktadır.
Azerbaycan tarafında ise, ilerleyen günlerde paylaşılan uydu görüntüleri, radar kayıtları ve sivil havacılık belgeleri, kazanın bir sistem hatasından çok, bölgesel hava savunma sistemlerinin koordinasyonsuzluğu nedeniyle meydana geldiğine işaret etmektedir. Söz konusu durum, özellikle Azerbaycan’ın kendi sınır güvenliğine ilişkin bağımsızlık arayışını daha görünür hale getirmiştir. Olayın akabinde, kamuoyunda ve uzman çevrelerinde, Rusya’nın bölgede hâlâ “yüksek risk içeren bir güvenlik aktörü” olduğu yönünde değerlendirmeler artış göstermiştir.
Uçak kazasının ardından yaşanan bu güven sarsıntısı, diplomatik söylemlerde doğrudan çatışmacı bir dile dönüşmemiş olsa da, ilişkilerin zemininin kırılganlığını gözler önüne sermiştir. Söz konusu kriz, Azerbaycan’ın dış politikasında Rusya’yı tek başına güvenilir bir stratejik ortak olarak konumlandırmasının mümkün olmadığını ortaya koyarken, çok yönlü diplomatik manevra alanının neden bu denli vazgeçilmez olduğunu da açık biçimde hatırlatmıştır.
3. Devlet Refleksi ve Etnik Sınırın Sertleşmesi
Geçtiğimiz günlerde ise, Rusya’nın Yekaterinburg kentinde gerçekleştirilen geniş çaplı polis baskınları, Azerbaycan kamuoyunda ciddi bir infial yaratmış ve ikili ilişkilerde geri dönülemez bir eşiğin geçildiği yönündeki değerlendirmeleri beraberinde getirmiştir. Operasyon kapsamında gözaltına alınan çok sayıda Azerbaycanlıdan ikisinin — Ziyaddin ve Hüseyin Safarov kardeşlerin — gözaltı sürecinde yaşamını yitirdiğinin açıklanması, olayın sadece bir asayiş meselesi olmaktan çok öte, etnik temelli güvenlik uygulamalarına ilişkin yapısal bir tartışmayı beraberinde getirmiştir (Azeri makamlar ve Rusya’daki bir çok Azeri vatandaşlar konuyu etnik temelli bir sorun olarak değerlendirmekteler).
Azerbaycan Başsavcılığı’nın resmi açıklamalarında ölüm nedenlerine ilişkin ağır darp izlerine dikkat çekilmesi, Rus makamlarının ise olayın “önceden planlanmış bir adli tahkikat” kapsamında değerlendirildiğini belirtmesi, iki taraf arasında bilgi rejimleri düzeyinde bir çatışmayı da gün yüzüne çıkarmıştır. Kremlin’e yakın medya organlarının cinayet geçmişi, organize suç bağlantısı ve aşırılık şüphesi gibi ifadelerle olayı kriminal bir zeminle açıklamaya çalışması, olayın siyasi ve etnik boyutunun üzerinin örtüldüğü yönünde Bakü merkezli eleştirilerin yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Söz konusu gelişmeler, yalnızca bir polis operasyonu ve iki ölüm vakası olarak değil, aynı zamanda diaspora güvenliği, etnik temsiliyet, devlet şiddeti ve egemenlik ihlali kavramları çerçevesinde değerlendirilmiştir. Yekaterinburg’da yaşananlar, post-Sovyet coğrafyada Rusya’nın göçmen topluluklara karşı geliştirdiği disiplin politikalarının, özellikle Müslüman ve Türk kökenli gruplar söz konusu olduğunda nasıl etnokratik bir ton kazandığı iddialarını gündeme getirmektedir. Bu durum, Azerbaycan nezdinde Rusya’nın artık sadece bir stratejik ortak değil, aynı zamanda potansiyel bir tehdit kaynağı olarak da algılanmasına yol açacaktır.
Bu noktada dikkat çekici olan bir diğer unsur ise, olayın hemen ardından Bakü’de şekillenen politik ve toplumsal refleksin olağan diplomatik sınırların ötesine taşmasıdır. Devlet düzeyinde yapılan açıklamalarda sertlik dozunun yükseltilmesi, Azerbaycan kamuoyunun diplomatik nezaketin ötesine geçen bir tatmin beklentisi taşıdığını ortaya koymuştur. İlişkilerin kırılgan yapısı bu olay vesilesiyle yalnızca bir kez daha sınanmamış; aynı zamanda, Moskova’nın etnik tabanlı güvenlik politikalarının bölgesel dengelere yansıyan etkileri de açık biçimde teşhir edilmiştir.
4. Sputnik’e Yapılan Operasyonlar
Yekaterinburg’da Azerbaycan vatandaşlarına yönelik uygulanan güvenlik politikalarının ardından, Azerbaycan’da gelişen siyasi refleks yalnızca diplomatik değil, aynı zamanda enformasyonel düzeyde de belirginleşmiştir. Rusya’nın Azerbaycan’daki medya temsilciliği olan Sputnik ofisinin kolluk kuvvetleri tarafından denetim altına alınması ve faaliyetlerinin fiilen durdurulması, iki ülke arasındaki kırılmanın daha da belirginleştiğini göstermektedir. Azerbaycan makamları, Şubat 2025’te resmi akreditasyonu iptal edilmiş olmasına rağmen faaliyetlerini sürdürmeye devam eden Sputnik Azerbaycan’ın, ulusal bütünlüğü tehdit edecek şekilde dezenformasyon ürettiği ve kamuoyunu etkilemeye yönelik propaganda faaliyetlerine devam ettiği yönünde açıklamalarda bulunmuştur. Söz konusu gerekçelerin bu dönemde ele alınması manidardır. Çünkü daha önce de Sputnik Azerbaycan yayınlarına illegal bir şekilde devam ediyor, ama Azerbaycan makamlarının herhangi bir yaptırımıyla karşı karşıya kalmıyordu. Ayrıca şunu da belirtmekte fayda var, Azerbaycan halkının büyük bir çoğunluğu Rusça bilmekte ve Rus haber kanallarını yakından takip etmektedir. Sputnik, Russia 24 ve RT Rus gibi yayın organları Azerilerin en çok erişim sağladığı kanallardır. Dolayısıyla, buradaki propagandaya haberler Azeri yetkililer tarafından tehdit olarak alınması çok doğaldır.
Bu gelişmeler, akademik perspektiften bakıldığında, yumuşak güç araçları ile yürütülen devletlerarası etki mücadelesinin doğrudan hedef alındığı ender örneklerden biri olarak değerlendirilebilir. Moskova’nın yıllardır Avrasya coğrafyasında medya organları üzerinden inşa ettiği anlatı mimarisi, Bakü tarafından artık ulusal güvenliğe tehdit teşkil eden bir unsur olarak kodlanmaktadır. Bu türden bir değerlendirme, yalnızca medya organının denetlenmesiyle sınırlı kalmamakta; aynı zamanda kültürel etkinliklerin iptali, konser ve tiyatro gösterilerinin durdurulması gibi daha geniş bir enformasyonel abluka politikasıyla tamamlanmaktadır.
Rusya’nın medya stratejisi, post-Sovyet coğrafyada yalnızca bilgi aktarımı değil, aynı zamanda hegemonik anlatı üretimi olarak işlev görmekte; bu da onu klasik diplomatik araçların ötesinde, bir tür ideolojik nüfuz mekanizmasına dönüştürmektedir (bugün her ne kadar Türk akademisyenler tarafından bu konu atlansa da, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan’da çok ciddi bir asimilasyon politikası Rus devlet aklı tarafından işlenmektedir). Bu bağlamda, Bakü’nün hamlesi, yalnızca bir ofisin kapatılması değil, Moskova’nın sembolik varlığının yeniden tanımlanması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, bu müdahale, medya ile sınırlandırılmayacak ölçekte bir meşruiyet mücadelesinin parçası olarak değerlendirilmelidir.
5. Kültürel Alanın Diplomatik Silaha Dönüşmesi
30 Haziran’da Azerbaycan Kültür Bakanlığı tarafından alınan kararla, Rusya menşeli konser, sergi, tiyatro ve benzeri tüm kültürel faaliyetlerin süresiz olarak askıya alınması, ikili ilişkilerde sembolik düzeyde yaşanan kırılmanın kurumsal ifadesine dönüşmüştür. Bu karar, klasik anlamda bir kültürel program iptalinden ziyade, kültürel alanın jeopolitik bir gerilim hattına dönüştüğü bir evreye işaret etmektedir. Yumuşak gücün alanı olarak tanımlanan kültürel etkileşim, bu noktada doğrudan stratejik hedef haline gelmekte; kültür, uluslararası siyasette bir diplomatik silah işlevi görmektedir. Azerbaycan’ın bu kararı, yalnızca Rus sanatçılara veya kültürel kurumlara yönelik değil, Rusya’nın temsil ettiği geniş anlatı düzenine karşı geliştirilmiş sistemli bir refleks olarak değerlendirilmelidir. Moskova’nın post-Sovyet alanda sürdürdüğü kültürel diplomasi stratejisi, yalnızca sanatsal değil, tarihsel ve ideolojik bağlamlar içermekte; bu çerçevede yürütülen faaliyetler, çoğu zaman Rusya’nın bölgesel hegemonya söylemini yeniden üretme işlevi taşımaktadır. Dolayısıyla, Azerbaycan’daki iptaller, doğrudan bu hegemonik yapıların sembollerine yöneltilmiş bir müdahale anlamı taşımaktadır.
Kültürel etkinliklerin durdurulması, yalnızca iki ülke arasındaki yumuşak temas alanlarının daralmasıyla sınırlı da değildir; aynı zamanda taraflar arasında karşılıklı tanımanın, ortak geçmişin ve sembolik etkileşimin askıya alınması anlamına da gelir. Özellikle Bakü gibi uluslararası tanıtıma önem veren, kültürel üretim ile diplomatik görünürlüğünü pekiştirmeyi hedefleyen bir başkent açısından bu karar, ciddi bir diplomatik risk içerdiği halde alınmış olması bakımından ayrıca dikkat çekicidir. Bu durum, Azerbaycan’ın yalnızca tepkisel değil, yapılandırıcı ve simgesel güç mücadelesi bağlamında hareket ettiğini göstermektedir. Bu bağlamda, kültürel diplomasi, artık taraflar arasında bir yumuşatma aracı değil; bilakis, kimliksel ve tarihsel ayrışmanın yoğunlaştığı bir çatışma alanına dönüşmektedir. İptal edilen her etkinlik, yalnızca sanatsal bir boşluk yaratmamakta, aynı zamanda karşılıklı sembolik tanımanın da askıya alınması anlamına gelmektedir. Bu da, ilişkilerde geçici bir krizden öte, anlamsal bir kopuşun göstergesi olarak okunabilir.
6. Stratejik Esneklik Arayışı ve Dengeleyici Yönelimler
Azerbaycan’ın dış politika ajandası, son yıllarda yalnızca Karabağ sonrası güvenlik mimarisiyle değil, küresel ve bölgesel düzlemde değişen güç ilişkilerine de yanıt üretebilecek şekilde yeniden biçimlenmektedir. Moskova ile yaşanan çok katmanlı kırılmalarla birlikte, Bakü’nün stratejik reflekslerinde gözlemlenen temel eğilim, dış politikada dengeleyici eksenleri çeşitlendirme yönünde belirginleşmektedir. Bu eğilim, geleneksel anlamda taraf değiştirmekten ziyade, ilişkilerdeki bağımlılık katsayısını azaltmaya ve çok kutuplu bir esneklik alanı oluşturmaya yöneliktir. Bu bağlamda, Türkiye ile geliştirilen güvenlik, enerji ve ulaşım odaklı entegrasyon projeleri, yalnızca ikili ilişkilerin derinleşmesiyle sınırlı kalmamakta; aynı zamanda Moskova’ya yönelik stratejik bir uyarı niteliği de taşımaktadır. Trans-Hazar ulaşım koridorlarının etkinleştirilmesi, askeri eğitim protokollerinin çeşitlendirilmesi ve savunma sanayi alanındaki iş birlikleri, Azerbaycan’ın Rus güvenlik şemsiyesinden kopmaksızın yeni yönelimlere açık olduğunu göstermektedir. Özellikle Karabağ’daki nihai denetimin Türkiye ile koordinasyon içinde yürütülmesi, bu yeni güvenlik paradigmasının görünür hale gelmesini sağlamaktadır.
Buna paralel olarak İsrail ile geliştirilen istihbarat ve savunma temelli ilişkiler, Azerbaycan’ın özellikle teknoloji ve iç güvenlik alanlarında alternatif tedarik mekanizmaları oluşturduğuna işaret etmektedir. İsrail yapımı bazı askeri teçhizatların Karabağ Savaşı sürecindeki etkisi düşünüldüğünde, bu ilişki yalnızca teknik değil, stratejik derinliğe de sahip bir boyut taşımaktadır. Azerbaycan kamuoyunun bu ilişkiye yönelik sessiz kabulü, devletin dış politika kararlarının ulusal güvenlik argümanları çerçevesinde toplumsal meşruiyet kazandığını göstermektedir. Ayrıca İran ile İsrail’in 12 günlük savaşında da Azeri kamuoyunda ve Rusya’da görevli Azeri yetkililerin açıklamalarında İsrail’in haklı gerekçeleri olduğuna yönelik yaklaşımlar İsrail-Azerbaycan arasındaki ilişkilerin seviyesini gözler önüne sermektedir.
Avrupa Birliği ile enerji diplomasisi üzerinden şekillenen ilişkiler de bu stratejik esnekliğin tamamlayıcı halkası olarak değerlendirilmelidir. Azerbaycan’ın özellikle doğalgaz arz güvenliğinde Avrupa için alternatif bir kaynak olarak konumlandırılması, Rusya’nın enerji temelli baskı kapasitesini sınırlayan bir etki üretmektedir. Bu çerçevede, dış politika alanında geliştirilen her yeni kanal, yalnızca Azerbaycan’ın etki alanını genişletmekle kalmamakta; aynı zamanda Rusya ile yürütülen ilişkilerde müzakere gücünü artıran bir kaldıraç işlevi de görmektedir. Stratejik yönelimlerdeki bu çoğulluk, Azerbaycan’ın dış politikada tek merkezli bir hattan ziyade, dengeleyici ve çevik bir pozisyon inşa etmeye çalıştığını göstermektedir. Bu durum, yalnızca Moskova-Bakü hattının geleceği açısından değil, Güney Kafkasya’nın genel güç mimarisi bakımından da yeni bir dönemin işaret fişeğini taşıyabilir.
7. Kriz mi, Kopuş mu? Stratejik Yönelimlerin Kavramsal Çözümlemesi
Azerbaycan ile Rusya arasında son bir yıl içinde yaşanan gelişmeler, klasik anlamda bir diplomatik kriz düzeyini aşan çok katmanlı bir kırılmayı beraberinde getirmektedir. Uçak kazası, etnik temelli güvenlik ihlalleri, medya baskınları ve kültürel iptaller gibi birbirinden farklı düzlemlerde ortaya çıkan gerilim alanları, tekil ve geçici olaylardan ziyade, karşılıklı güvenin yeniden tanımlandığı bir eşik bölgeye işaret etmektedir. Bu durum, ilişkilerde yapısal bir dönüşümün başlangıç evresinde olunduğuna dair güçlü emareler sunmaktadır.
Süreç, yalnızca ikili ilişkiler bağlamında değil, uluslararası sistemdeki kırılgan dengelerin Güney Kafkasya’daki yansımaları açısından da ele alınmalıdır. Rusya’nın Ukrayna savaşıyla birlikte zayıflayan çok yönlü kapasitesi, geleneksel müttefikler üzerinde uyguladığı baskı araçlarının etkinliğini sınırlandırmış; bu durum, Azerbaycan gibi aktörlerin manevra alanlarını genişletmelerine olanak tanımıştır. Bu bağlamda yaşananlar, hegemonik merkez ile çevre aktör arasındaki ilişki biçiminin sorgulandığı daha geniş bir sistemik bağlamda değerlendirilmelidir.
Güncel gelişmeler ışığında Azerbaycan–Rusya ilişkilerinde ortaya çıkan dönüşümün doğasını kavramsal düzeyde tartışmak, yalnızca iki devletin güncel gerilimleri üzerinden değil, daha geniş bir uluslararası yapı bağlamında stratejik yönelimleri anlamak açısından elzemdir. Bu noktada literatürde hâkim olan yaklaşımlar iki genel varsayım çerçevesinde şekillenmektedir: biri, yaşananların geçici bir diplomatik türbülans olduğunu savunan kriz odaklı okuma; diğeri ise, süreci yapısal bir ayrışmanın erken evresi olarak değerlendiren kopuş temelli yaklaşımdır.
Kriz perspektifi, iki ülke arasında yaşanan gelişmeleri sembolik tepkiler, iletişim kazaları ve konjonktürel uyumsuzluklar çerçevesinde yorumlar. Bu çerçevede, liderler düzeyinde geliştirilen kişisel temasların, ilişkilerin tamamen kopmasına izin vermeyecek kadar işlevsel olduğu ve zamanla bu tür gerilimlerin törpüleneceği öngörülür. Bu bakış açısı, özellikle tarafların karşılıklı ekonomik ve güvenlik bağımlılıklarını dikkate alarak, ilişkilerin stratejik rasyonalite içerisinde yeniden tesis edilebileceğini savunur. Bu yönüyle, kriz tezi, süreklilik ilkesine dayanır ve kopuş yerine restorasyonu esas alır.
Buna karşılık, ilişkilerde yaşanan dönüşümü yalnızca geçici bir sarsıntı olarak değil, çok katmanlı ve geri döndürülemez bir yeniden yapılanma süreci olarak ele alan yapısal ayrışma tezi, daha radikal bir okuma sunar. Bu yaklaşım, Azerbaycan’ın dış politika tercihleri ile Rusya’nın bölgesel hegemonya stratejisi arasında ortaya çıkan derin uyumsuzluğu merkeze alır. Özellikle güvenlik politikaları, medya alanındaki kontrol mücadelesi ve kültürel sembollerin yeniden tanımlanması gibi alanlarda yaşanan çatışmalar, bu görüş açısından yalnızca birer semptom değil; sistemsel kopuşun göstergeleridir. Azerbaycan’ın Türkiye, İsrail ve Batı ile artan temasları, yalnızca dengeleyici hamleler değil; aynı zamanda Rusya’nın etki alanından stratejik uzaklaşma yönünde bilinçli tercihler olarak görülmektedir.
Her iki yaklaşım da belirli analitik açıklıklar sunsa da, ilişkilerin mevcut seyri, bu ikili çerçevenin ötesine geçen daha karmaşık bir yeniden konumlanma sürecini işaret etmektedir. Kriz tezi, taraflar arasındaki bağımlılık ilişkilerini doğru biçimde tespit etse de, kamuoyu tepkilerinin yoğunluğu, karar alıcıların söylem düzeyindeki keskin dönüşleri ve enformasyonel egemenlik alanında yaşanan karşılıklı tasfiyeler, sürecin yalnızca bir türbülans olarak değerlendirilmesini yetersiz kılmaktadır. Öte yandan, yapısal kopuş tezi, dönüşümün boyutlarını kavramsallaştırmak açısından daha uygun bir zemin sunsa da, bu sürecin kademeli, çok yönlü ve çatışmalı biçimde ilerlediğini göz önünde bulundurarak determinist bir kesinliğe indirgenmemelidir.
Bu bağlamda, Azerbaycan-Rusya ilişkilerinde gelinen aşama, ne mutlak bir kopuş, ne de tam anlamıyla bir diplomatik kriz olarak tanımlanabilir. Daha isabetli bir değerlendirme, tarafların dış politika kimliklerini, bölgesel konumlarını ve uluslararası stratejilerini yeniden kurguladığı bir geçiş momenti üzerinden yapılmalıdır. Bu geçiş, aynı zamanda post-Sovyet coğrafyada Rusya’nın tarihsel etki kapasitesine duyulan güvenin zayıfladığı; çevre aktörlerin kendi hareket alanlarını daha bağımsız biçimde inşa ettiği yeni bir stratejik matrisin oluşum evresi olarak okunmalıdır.
Sonuç
Azerbaycan ile Rusya arasında 2024 yılının son çeyreğinden itibaren yaşanan gelişmeler, iki ülke arasındaki ilişkilerin artık klasik stratejik yakınlık modelleriyle açıklanamayacak bir evreye geçtiğini göstermektedir. Uçak kazasından etnik güvenlik krizine, medya ve kültür alanlarındaki tasfiyelerden bölgesel dengeleme hamlelerine kadar gelişen olaylar, tarafların yalnızca politik reflekslerini değil, aynı zamanda dış politika kimliklerini de yeniden biçimlendirdiği bir geçiş dönemine işaret etmektedir.
Bu geçiş, taraflar arasında köklü bir kopuş anlamına gelmeyebilir; ancak işleyen ilişki modellerinin derin bir revizyona tabi tutulduğu ve bu revizyonun artık salt diplomatik değil, bilgi, kültür ve güvenlik alanlarını da içine alan bir bütünlükle ilerlediği açıktır. Azerbaycan’ın, Rusya ile kurduğu ilişkileri çoğulcu bir dış politika stratejisi içinde yeniden konumlandırması; Türkiye, İsrail ve Batı ile kurduğu angajmanları yalnızca dengeleyici değil, aynı zamanda yeni bir stratejik yönelimin taşıyıcı kolonları haline getirmesi bu dönüşümün temel dinamiklerini oluşturmaktadır.
Rusya açısından ise, söz konusu kırılmalar, yalnızca bir müttefikin mesafe alması değil; aynı zamanda post-Sovyet etki alanının sınırlarının yeniden çizilmesi anlamını taşıyabilir. Moskova’nın bölgede uzun süredir sahip olduğu medya, kültürel diplomasi ve güvenlik araçlarının giderek daha açık biçimde tehdit olarak algılanması, bu etkinin sürdürülebilirliğine dair yapısal bir sorgulamayı beraberinde getirmektedir.
Bu çerçevede, Azerbaycan-Rusya ilişkilerinde gelinen aşama, geçmişin kalıplarından bağımsız; kimliksel, diplomatik ve sembolik düzeyleri kesen çok boyutlu bir yeniden yapılanma süreci olarak tanımlanabilir. Süreç tamamlanmış değildir, ancak yönü belirgindir: çatışmasız ama mesafeli, ilişkili ama bağımsız, tarihsel ama revize edilmiş bir denge arayışı…
Sadık ARPACI
Uluslararası İlişkiler, Rusya Uzmanı
Tel: +90 545 932 36 77
Email: by.sadik@hotmail.com